Ana Sayfa Bilgi Bankası

31 Ocak 2011 Pazartesi

POSTMODERNİZM


POSTMODERNİZM. 1960'ların sonlarında modern sanatla, özellikle de mimarlık alanın­da bir hesaplaşma olarak ortaya çıktı. 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında sanatçılar değişen toplumsal ve ekonomik koşulların doğrultusunda, gelenekleri ve yer­leşik kuralları göz ardı eden, daha öncekiler­den çok değişik resimler, heykeller ve yapılar yaratmaya başladılar. Hızlı teknolojik geliş­meler, yeni görüşlerin yayılması, geleneksel inançların ve değerlerin sorgulanması yeni arayışlara yol açmıştı. "Modern sanat" olarak nitelenen bu gelişme çeşitli akımları ve kav­ramları içeriyordu. Bunlar arasında Yeni İzle­nimcilik, Sembolizm, Art Nouveau, Fovizm, Kübizm, Gelecekçilik, Dışavurumculuk, Ger­çeküstücülük akla ilk gelenlerdir. Sanattaki bu altüst edici gelişme demir-çelik, betonarme ve cam gibi yeni yapı gereçlerinin ortaya çıkmasıyla en çarpıcı bi­çimde mimarlıkta kendini gösterdi. Eski üsluplara şiddetli bir tepkiyle karşı çıkan mimarlar, inşaatta devrim yaratan yeni gereçleri kullanarak her türlü süsleme­den arındırılmış, yalın ve işlevsel binalar yaptılar.
Ne var ki, bir süre sonra bu modern ve görkemli yapıların insana ve doğaya yabancı olduğu yolunda eleştiriler yükselmeye başla­dı. Modern yapıların geleneksel kent dokusu­nu bozduğu ve eski çevre kültürünü yok ettiği öne sürüldü. İlk kez 1972'de ABD'de St. Louis'te, bundan 20 yıl önce tasarımı ödül kazanmış 14 katlı yapılardan oluşan Pruitt Igoe sitesi yıktırıldı. İşte, "modernizm sonra­sı" anlamına gelen Postmodern dönemi başla­tan, bir bakıma bu olay oldu. Daha sonra Avrupa'da da bu tür yıkımlar gerçekleştirildi. Avrupa'da doğan, batının temel kavram ve gelişmelerini sorgulayan Postmodernizm, bir akım ya da hareket sayılmaz. Bu başlık altında bazen birbiriyle çelişen birçok düşün­ceye rastlanır. Bunların birleştiği nokta ileri teknolojiye ve modernizme artık eskisi gibi hayranlık duymamalarıdır. Postmodernizm'in önde gelen mimarları arasında Robert Venturi (doğumu 1925), Philip C. Johnson (doğumu 1906) ve James F. Stirling (doğumu 1926) sayılabilir.
Mimarlıkla sınırlı kalmayan Postmoder­nizm edebiyatta, öbür sanat dallarında ve günlük yaşamda da etkisini göstermiştir. Postmodernistler modern sanatın 1950'lerin so­nunda artık kurumlaştığı ve yaratıcılığın sona erdiği savındaydı. Böylece geleneği yadsıma­dan, onun sunduğu eski biçimleri yerine göre değiştirerek kullanma yoluna gidildi.
Yakın zamana kadar toplumun asıl ulaşma­sı gereken insani değerlerden söz edilirken ve Aydınlanma Çağı düşünürlerinden bu yana, sanat ve bilimlerin sadece doğal güçler üzerin­de denetimi artırmakla kalmayıp insanın bu yolla bilgiye, özgürlüğe ve mutluluğa ulaşaca­ğı savunulurken, 20. yüzyılın sonuna doğru bu iyimserlik kalmadı. Edebiyatta evrensellik yerine genellikle, par­çalanmış bir toplumun tekil öznelerine yer verilmeye başlandı. Anlatı düzeni bilinçli bir biçimde bozularak, okurun yorum ve yaratma sürecine bir ölçüde katılımı öngörüldü. Post- modernist olarak tanımlanabilecek yazarlar­dan İtalyan Umberto Eco (doğumu 1932) Gülün Adı {II nome della rosa\ 1981) adındaki romanında, görünüşte 14. yüzyılda bir İtalyan manastırındaki cinayet öyküsünü anlatır. Ama roman özünde din, tarih, felsefe ve bilim açısından "gerçek"in sorgulanmasıdır. Bu edebiyatın öteki temsilcileri arasında John Berger (doğumu 1926), Italo Calvino (1923- 85), Salman Rushdie (doğumu 1947), Gabriel Garcia Marquez (doğumu 1928), Jorge Luis
Borges (1899-1986) sayılabilir. Önde gelen düşünürleri ise Jacques Derrida (doğu­mu 1930), Jean Baudrillard (doğumu 1929) ve Jean François Lyotard'dır (doğumu 1924).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder