Ana Sayfa Bilgi Bankası

31 Ocak 2011 Pazartesi

RESİM SANATI,Eski Mısır da resim sanatı,Eski Yunan ve Eski Roma da resim sanatı,Bizans ve ortaçağ da resim sanatı,Rönesans da resim sanatı,Rusya Batıdaki Gelişmelere Açılıyor,Modern Resim,


RESİM SANATI, düşünce ve duyguların çizgiler ve renklerle yansıtıldığı bir sanat dalıdır. Gerçek ya da düş ürünü herhangi bir olay ya da öykü resmin konusu olabilir. Nesneleri göründüğü biçimiyle yansıtan ger­çekçi resimler olabildiği gibi, yalnızca renkle­rin belirli bir düzenlemeyle birleştirildiği so­yut resimler de vardır.
Tarih boyunca resim sanatına ilişkin benzer görüşleri paylaşan bazı ressamlar, zaman za­man bir araya gelerek gruplar oluşturmuş, ortak ilkeleri benimsemiş ve değişik akımlara öncülük etmiş ya da resim "okulu" (Fransız­ca'da ecole) olarak tanımlanan belirli bir üslubun sözcülüğünü yapmışlardır.
Resim sanatında değişik zaman dilimlerin­de değişik yöntemler ve üsluplar kullanılmış­tır. Örneğin doğrudan duvarın üzerine yapı­lan, fresk denen resimler yakın zamanlara kadar çok yaygındı.
Resim kâğıt, karton, mukavva, kontrplak ya da tuval'in (çerçeveye gerilmiş ve astarlan­mış bez) üzerine yapılabildiği gibi muşamba, duvar, cam ya da seramiğin üzerine de yapıla­bilir. Kullanılacak boya ve çizim gereçlerinin türü, resmin yapılacağı yüzeyin özelliklerine göre belirlenir. Boyalar bitkilerden, metal ve minerallerden ya da hayvanlardan elde edilir. Günümüzde yapay yollarla üretilen boya tür­leri de vardır. Ressamların kullandığı yağlıbo­ya, toprak ve kayaçlardaki metal ve minerallerden elde edilen renk verici pigment ile bitkisel yağların karışımıdır. Sürüldüğünde alttaki yüzeyi örten katı bir tabaka oluşturur. İnce toz halinde öğütülen toprak, olduğu gibi ya da kavrularak kullanılabilir. Boya bileşi­mindeki öteki maddeler ise boyanın fırçayla sürülmesini sağlayan bağlayıcı ve inceltici maddelerdir. Boyayı daha akışkan hale geti­rerek kolay sürülmesini sağlayan başlıca mad­deler su, yumurta ve terebentin esansı ile gaz­yağı gibi tinerlerdir. Fresklerde inceltici ola­rak kireçli su, kâğıdın üzerine suluboya ile ya­pılan resimlerde yalnızca su kullanılır. Renk verici pigmentin yapay reçineyle karıştırılma­sından oluşan yapay boyalar, guvaş, mumboya, pastel ve renkli tebeşirler en yaygın boya türleridir. Boya fırça, mala, ıspatula ya da bo­ya püskürtmeye yarayan boya tabancaları kullanılarak sürülür. Yağlıboya ilk kez 15. yüzyılda kullanılmaya başlandı. Daha önce sanatçılar tozboya ile yumurta sarısının karışı­mından elde edilen, tempera denen bir boya kullanıyorlardı.
Eski Mısır da resim sanatı
Tarihöncesi dönemlerde yaşayan insanların yaşadıkları mağaraların duvarlarına çizdikleri mamut, bizon, at, boğa gibi hayvanların resimleri resim sanatının ilk örnekleri sayılır. Mağara insanlarından yüzlerce yıl sonra Eski Mısır'da, mezar odala­rına yapılan resimler dinsel inançlardan kay­naklanıyordu. Ölümden sonra yeni bir yaşa­ma geçildiğine inanılan Eski Mısır'da, ölen kimsenin eskiden her gün kullandığı eşyalara gereksinim duyacağına inanılırdı. Bu nedenle ölü mezara kişisel eşyalarıyla birlikte gömü­lür, mezar odasının duvarlarına da çeşitli resimler yapılırdı. Eski Mısır mezarlarındaki bezeme sanatının bu güzel örneklerinde her şey basit ve açık bir biçimde çizilmişti. Eski Mısırlılar, baş ve bacakları yandan, gözleri ve vücudu önden gördükleri gibi çizerlerdi. Fira­vun ya da rahip gibi önemli kişiler büyük çizilir, öteki figürler geri kalan boşluğa yan yana ve üst üste sıkıştırılırdı. Resim yapanla­rın uyması gereken katı kurallar yüzünden Eski Mısır'da resim sanatı binlerce yıl hiç değişikliğe uğramadı.
Eski Yunan ve Eski Roma da resim sanatı
Günümüze kadar gelen heykel, tapınak ve taş oymaları, Eski Yunan sanatının çok gelişkin bir düzeyde olduğunu gösterir. Ne var ki, vazoların üzerindeki bezemeler ve desenler dışında Yunan resim sanatına ilişkin pek az bilgi vardır. Bununla birlikte Eski Yunan yazarlarının yapıtlarındaki övgü dolu sözler, Eski Yunanlılar'ın heykel ve mimarlığın yanı sıra resim sanatında da üstün olduğunu gös­termektedir. Anlatıldığına göre bu resimlerde tanrı ve tanrıçalar, efsaneler ya da günlük yaşamdan görüntüler konu edilmiştir. Eski Yunan resim sanatı en parlak dönemini Geç Minos (ÎÖ yaklaşık 1600-1150) ve Geç Miken (İÖ yaklaşık 1400-1100) uygarlıkları sırasında yaşadı. O dönemlerden kalma kırmızı ve siyah figürlü vazolar son derece ince bir zevkin ürünüdür.
Vezüv Yanardağı'nın patlamasıyla (İS 79) lavlar altında kalan Pompei kentinin 18. yüzyıl ortalarında yeniden ortaya çıkarılması, Eski Roma'daki resim sanatına ilişkin önemli bilgiler sağladı. Yüzyıllar boyunca kalın lav tabakası altında bozulmadan kalmış olan bu resimlerde çeşitli insan figürleri, avcılar, ba­lıkçılar, kır ve deniz manzaraları, tarihsel olaylar ya da Yunanlı kahraman Odysseus'un yolculukları gibi çeşitli destanlar ve mitolojik sahneler konu edilmişti. Ay­rıca meyve ve çiçek desenlerinin yer aldığı, günümüzde natürmort (ölüdoğa) adıyla bili­nen türden resimler de vardı. Eski Roma'da vazo ve duvar resminin yanı sıra kitap resim­leri ve portreler de yaygındı. Süse ve lükse düşkün olan Romalılar evlerinin ve eşyaları­nın resimlerle bezenmesinden hoşlanırdı. Bu­nunla birlikte özgün bir sanat yaratmak yeri­ne Etrüsk ve Eski Yunan sanatını taklit etmekle yetindiler.
Bizans ve ortaçağ da resim sanatı
Zengin bir kültür birikiminin ürünü olan Bizans sanatı, mimarlıkta olduğu kadar moza­ik resim ve duvar bezemeciliğinde de yetkin bir düzeye ulaşmıştı. Ortaçağ­da dünyanın en büyük kenti olan imparator­luk başkenti Konstantinopolis'teki (bugün İs­tanbul) görkemli saraylar ve kiliseler binlerce renkli taş ya da cam kırığından oluşturulan eşsiz güzellikte mozaik resimlerle bezeliydi. İS 323'te Hıristiyanlık'ın benimsenmesiyle ikona adı verilen kutsal resimler yapılmaya başlandı. İkonalar Yeni Ahit'te yazılı dinsel öyküleri resimler aracılığıyla okuryazar olmayanlara öğretmek için yapılıyordu. İkona resmi zamanla gelişerek sanatsal bir nitelik kazandı. Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in, havari­lerin ve azizlerin yaşamını konu alan ikonalar sonraki yıllarda bütün Ortodoks kiliselerinde yaygınlaştı. Erken Bizans döneminde (330- 726) hayvanları ve mitolojik sahneleri betim­leyen mozaik resim sanatı, kilisenin katı kurallarının egemen olduğu ve ikonaların yok edildiği dönemde belirgin bir duraklama ge­çirdi. O dönemde daha çok haç ya da benzeri simgelere ağırlık verildi. Kilise denetiminin zayıfladığı Orta Bizans ve Geç Bizans dönem­lerinde Eski Yunan sanatına duyulan ilgi yeniden canlanmaya başladı. Dinsel bağnaz­lıkların getirdiği kısıtlamalardan kurtulan mo­zaik resim, daha çeşitli konularda, doğalcı ve gerçekçi bir üslupla yapıldı. İstanbul'da Ayasofya'da ve Kariye Camisi'nde yer alan moza­ik resimler, Bizans resim sanatının günümüze ulaşabilefı en güzel örnekleri arasındadır.
13. yüzyılda İtalyan ve Flaman ressamların canlı renklerle yaptıkları anıtsal resimler ve freskler Rönesans sanatına temel hazırladı. Özellikle Floransalı ressam Giotto, fresk ve pano resimlerinde kullandığı parlak renkler ve usta tekniğiyle kendinden sonra gelen birçok sanatçıyı etkiledi.
Aynı dönemde yaşamış bir başka Floransalı sanatçı Cimabue ile Sienalı Agostino di Duccio freskleri ve pano resimleriyle gotik üslu­bun en güzel örneklerini verdiler. Duccio'nun yapmış olduğu, Hz. Meryem ve Hz. İsa'nın yaşamından sahnelerin yer aldığı dev boyutlu bir resim halk tarafından öyle beğenildi ki, ressamın atölyesinden katedrale kadar tören­le ellerde taşındı.
Rönesans da resim sanatı
15. ve 16. yüzyıllar Avrupa'da bilim, sanat ve kültür alanında "yeniden doğuş" olarak ta­nımlanan Rönesans'ın damgasını vurduğu bir dönem oldu. Bu dönemde özellikle İtalya'da hemen hemen her kent kendi sanat anlayışını ve üslubunu geliştirdi, kendi sanatçılarını yetiştirdi. Önce İtalya'da, Floransa kentinde filizlenen Rönesans, za­manla öteki kentlerde ve ülkelerde de etkisini gösterdi.
Floransa. Floransa'yı yeni düşüncelerin ve gelişmelerin merkezi yapan mimar Filippo Brunelleschi ve heykelci Donatello'ydu. Masaccio'nun yapıtlarıyla bu yeni gelişmeler kısa sürede resme de yansıdı. Rönesans'ın resim sanatına en büyük katkılarından biri perspek­tif kurallarının saptanması ve bu sayede resimlerde derinlik duygusunun verilebilmesiydi. Resimlerinde matematikçiler­den öğrendiği perspektif kurallarını uygula­yan Masaccio, aynı zamanda ışıkla ilgili çalış­malar yaptı. Tablolarında, ışık en yakın pencereden geliyor ve üzerine vurduğu tüm figürleri sarıyormuşçasına, doğal ve ferah bir atmosfer yaratmayı başardı. Anatomi bilimin­den yararlanarak insan vücudunu gerçekçi bir biçimde çizdi.
Masaccio'nun yakın izleyicilerinden biri de Paolo Uccello'ydu. Perspektif kurallarını öğ­renen Uccello'nun figürleri canlı ve hareket­liydi. Hayvan resimleri yapmayı seven sanat­çının seçtiği konular da çok çeşitliydi.
Bir başka Rönesans sanatçısı olan Fra Angelico, tanrıya duyduğu sevgi ve hayranlığı, ayrıntıların gözden kaçırılmadığı, göze hoş gelen renkleriyle bol ışıklı resim ve fresklerde dile getirdi.
Floransa, İtalya'nın her yanından gelen sa­natçıların toplandığı canlı bir kültür merkeziydi. Kente Umbria'dan gelen Piero della Francesca aynı zamanda bir matematikçiydi. Bu özelliği resimlerindeki güçlü perspektifte ve mekân yapısında kendini gösterdi. Resim­lerinin arka planında kusursuz güzellikte gör­kemli yapılar, önde ise heykel görünümlü in­sanlar yer alıyordu.
Bu dönemde sanatçılar kilisenin ve varlıklı ailelerin koruması altındaydı. Floransa kenti­nin yönetimini de elinde bulunduran zengin ve soylu Medici ailesinin koruması altında çalışan sanatçılardan en ün­lüleri, İlkbahar ve Venüs'ün Doğuşu tablola­rıyla Sandro Botticelli, M ona Lisansıyla, bel­leklerden silinmeyen Leonardo da Vinci, da­ha yaşarken çağının en büyük sanatçısı olarak benimsenen Michelangelo ve "ressamların prensi" olarak anılan Raffaello'ydu. Bu sa­natçılar insanı merkez alan yapıtlarında ışık ve perspektifi olağanüstü bir ustalıkla uygula­dılar. Resim sanatını ve güzellik kavramını doruk noktasına ulaştıran Rönesans sanatçıla­rının resimlerindeki en çarpıcı özellikler fon ve figürler arasındaki yumuşak renk geçişleri, figürlerin gerçeğe uygunluğu, aralarındaki kusursuz uyum, bütünlük ve anlatım gücüydü.
Venedik. 15. yüzyıl başlarında ve 16. yüzyıl­da Jacopo Bellini ve oğulları Gentile ile Giovanni "Venedik Okulu" olarak tanımlanan resim üslubunu geliştirdiler. Yeteneğiyle ba­basını ve kardeşini gölgede bırakan Giovanni Bellini, yağlıboya kullanan ilk İtalyan ressamlarındandır. Yeni boyalarla renkleri ve ışığı daha büyük bir ustalıkla işlemeyi başaran Giovanni aynı zamanda yapıtlarında derinlik ve mekân duygusunu vermeyi başaran ilk Rö­nesans sanatçılarındandır.
Giovanni Bellini'yle birlikte çalıştığı sanı­lan Giorgione ve Tiziano, Venedik Okulu' nun gelişmesine önemli katkıları olan sanat­çılardandır. Venedikli ressam­ların yapıtlarını Floransalı ressamlarınkinden ayıran en belirgin özellik, dinsel içerikli re­simlerinin bu dünyanın ötesinde bir gizemlilik taşımaktan çok, insana yakın oluşlarıydı. Mic­helangelo ve Raffaello dinsel konulu resimle­re ağırlık verirken, Venedikliler, belki de su­larla kuşatılmış olduklarından, manzara re­simleri yapmayı yeğlediler. Renklerini ve do­kumalarını beğendikleri göz alıcı kumaşlara resimlerinde yer verdiler. Doğa fonu içinde çıplak kadın resimleri (nü) yapmak Venedikli sanatçıların en hoşlandığı konular arasın­daydı.
Geç Rönesans döneminin klasik üslubuyla çalışan Paolo Veronese de Venedik Okulu'ndandı. Beyaz mermer sarayların önünde genç ve güzel kadınlarla ağır giysiler içindeki soylu senatörlerin tablolarını yaptı. Tiziano'dan sonra Venedik Okulu'nun en tanınmış sanat­çısı Tintoretto'dur. Olağanüstü bir düş gücü­ne sahip olan Tintoretto'nun, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, karanlıktan aydınlığa çıkı­yormuş gibi görünen figürleri ve hızlı çalışma temposu dikkat çekiciydi. Sanatçının Vene­dik'te Düklük Sarayı için yaptığı 22,5 metre uzunluğunda ve 9,1 metre genişliğindeki Cen­net Bahçesi adlı resmin, bugüne kadar yapı­lanların en büyüğü olduğu sanılmaktadır.
İtalya'da bu gelişmeler olurken Avrupa'nın kuzeyinde resim sanatı farklı bir doğrultuday­dı. Roma mimarlığının yeniden benimsenme­siyle İtalya'da başlayan Rönesans hareketinin etkisi Alpler'in kuzeyinde çok daha geç görül­dü. Kuzey ülkelerindeki kiliseler hâlâ renkli cam bezemeli kocaman pencereleriyle gotik üslupta yapılıyordu. Bu yapıların duvarların­da resim ya da fresklere fazla yer verilmiyor­du. Bu nedenle yaldızlı çerçevelerin içinde mihrabın üzerine yerleştirilen küçük boy re­simler yapıldı. Bir yandan da eskisi gibi kitap resimleri yapılıyordu. Geç Gotik dönemin en ünlü kitap bezeme ustaları sayılan üç Flaman kardeş, özenli teknikleri ve ayrıntıları doğalcı bir biçimde işleme ustalıklarıyla öne çıktı. Kı­saca Limbourg kardeşler olarak anılan Pöl, Hernan ve Jehanequin hep birlikte çalıştıkları için, üsluplarını birbirinden ayırmak zordur. Doğal görünümleri doğru ve gerçeğe uygun resimlemeleriyle, Felemenk sanatının geliş­mesine büyük katkıları olmuştur.
Masaccio'nun İtalyan resmini değiştirmek­te oynadığı rolü Felemenk ve Flandre'da Robert Campin ve Jan van Eyck oynadı. Çevre­lerinde gotik binalar gördükleri için resimle­rinde bunları yansıtmalarına karşılık, ışık al­tında yıkanıyormuş izlenimi veren figürleri ve geniş mekân anlayışlarıyla resme yenilik ge­tirdiler. Resim tarihinin en özgün yapıtlarından sayılan Giovanni Arnolfini'nin Evlenmesi adlı tablosuyla tanınan Jan van Eyck, o dönemde yeni gelişmekte olan yağlıboya tekniğini yetkinleştiren ilk res­samdı. Yağlıboyanın yarattığı saydamlık, ışığı resimlemede temperadan çok daha iyi sonuç veriyordu.
16. yüzyılda yaşamış Flaman ressam Pieter Bruegel (Yaşlı) resimlerinde günlük yaşam­dan görüntüler, eğlenen, yiyip içen köylüler­den başka, o günlerde kimsenin yabancısı ol­madığı savaş sahnelerinden kesitleri yansıttı. Yapıtlarında çarpıcı bir hareketlilik ve canlı­lık egemendi. Bruegel, kendinden önce gelen, düş ürünü korkutucu yaratıkların yer aldığı resimleriyle ünlü Hieronymus Bosch'tan etkilenmiştir.
Fransa'da Rönesans ilkelerini benimseyen ressamlar Jean Cousin (1522-94) ve Antoine Caron'du (yaklaşık 1520-1600). Yapıtlarının pek azı günümüze ulaşabilen bu sanatçılar Flaman ve Alman ressamlar kadar etkili ola­madılar.
Almanya'da 15. yüzyılın sonlarına doğru resim sanatını önemli ölçüde etkileyen res­samlar yetişti. Bunların en ünlüleri Matthias Grünewald, Albrecht Dürer, Lucas Cranach (Yaşlı) ve Hans Holbein'dı.
İspanya'da Gotik dönem öncesi yapılan görkemli kiliselerin duvarları adı bilinmeyen ressamlarca çarpıcı resimlerle bezenmişti. Rönesans resim sanatının önde gelen temsilci­leri ise 15. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Bartolome Bermejo ve 17. yüzyılda Rö­nesans sanatını doruk noktasına çıkaran El Greco'dur. Daha çok dinsel konulu resimler yapan El Greco resim yapmayı Tiziano ve Tintoretto döneminde, Venedik'te öğrendi. Resimleri Venedikli ressamların yapılarında­ki gibi renk açısından parlak ve zengindi.
En çok Tiziano'dan etkilenen Velazquez ise portre ressamlığında ustalaştı.
17. Yüzyıl
17. yüzyılda Rönesans'ın yerini barok sanat akımı aldı. Bu yeni sanat anlayışında Röne­sans'ın klasik sanata dönme eğilimi sürmekle birlikte, resimlerde görkemlilik, duygusallık, canlılık ve hareketlilik egemendi. Barok res­min önde gelen adlarından Flaman ressam Peter Paul Rubens, kiliselere büyük mihrap panoları, mitolojik konulu resimler, çok sayı­da portre ve saray yaşamıyla ilgili resim yaptı. Manzara resminin ilk büyük ressamı olan Rubens, ressamlığın yanı sıra önemli diplomatik görevlerle İtalya, İspanya ve İngiltere'ye gitti.
17. yüzyılın başlarında Hollanda İspanyol egemenliğinden kurtulmuş, keşif gezilerinin sonucu elde ettiği sömürgelerle zenginleşmiş­ti. Varlıklı Hollandalı tüccarlar sanatçılara ev­lerinin duvarlarını süslemek için reşimler ıs­marladılar. Ressamlar bu tüccarların sadık eş­lerini, tombul ve neşeli çocuklarını, zenginlik­ten dolup taşan evlerinin içini gösteren resim­lerin yanı sıra, onlara bu zenginliği sağlayan denizin ve bereketli toprakların resimlerini de yaptılar. Bazı sanatçılar ise Hollanda'nın öte­ki yüzünün, yoksul köylülerin ve içinde yaşa­mak zorunda oldukları izbelerin resmini yap­tı. Bu dönemin önemli ressamlan, iç mekân resimleriyle tanınan Jan Vermeer ve Pieter de Hooch, yiyip içen, eğlenen sıradan insanları konu alan Jan Steen ve Frans Hals'tı. Felemenkli portre ressamlarının en büyüğü olan Rembrandt, ışık kullanmaktaki ustalığının yanı sıra insan­ları tüm kişilik özellikleriyle yansıtabilmesiyle tanındı.
Barok resmin İspanya'daki temsilcileri, do­ğalcı üslubuyla tanınan Annibale Carracci ile kendinden sonra gelen ressamlan derinden etkilemiş ve kendi adıyla anılan yeni bir üslup yaratmış olan Caravaggio idi. Işık ve gölge karşıtlığını o güne kadar görülmemiş bir bi­çimde kullanan Caravaggio, dinsel kişileri sı­radan insanlarla birlikte ve onlara benzeterek çizdiği için yapıtları çoğu kez kilise tarafından geri çevrilmişti. İspanyol ressam Goya ise önceleri barok ve rokoko üslupta yapıtlar ver­di, sonradan Velazquez'in etkisinde kalarak doğalcı ve gerçekçi bir anlayışı benimsedi. Yağlıboya yapıtlar yanında fresk ve oymabaskı resimler de yapan Goya, 19. ve 20. yüzyılın önemli ressamlarını etkiledi.
Fransa'da 1635'te Fransız Akademisi kurul­muş, Fransa Kralı XIV. Louis döneminde Pa­ris bir sanat ve kültür merkezi durumuna gel­mişti. Düşüncelerin özgürce tartışıldığı bir or­tamda resimde de katı kuralları aşan, dinsel konular yerine hafif ve uçarı konuları ele alan bir eğilim belirdi. Antoine Watteau akademi­nin yeğlediği klasik konular yerine, kendi düş dünyasının ürünü resimler yaptı. Jean-Baptiste-Simeon Chardin, François Boucher ve Jean-Honore Fragonard'ın kolayca yapılıver­miş izlenimini yaratan uçarı görünümlü resim­leri aslında yoğun bir emek ürünüydü.
16. yüzyıl Reform hareketi sonucu yok edi­len kilise resimlerinden sonra ingiltere'de uzun süre sadece Holbein ve Var Dyck gibi yabancı sanatçılar yapıt verdi.
18. Yüzyıl
18. yüzyılda barok ve rokoko sanat akımları­nın süslü ve gösterişli üslubuna tepki olarak Yeni klasikçilik (Neoklasik) Akımı gelişti. Es­ki Yunan ve Eski Roma sanatına duyulan ilgi­nin yeniden canlanması resim sanatında da etki­li oldu. Resimde tarihsel ve mitolojik konulara ağırlık verildi. Plastik sanatlann denge, uyum, bütünlük ve yalınlık ilkeleri temel alındı.
Yeniklasikçi sanat akımına damgasını vu­ran öncü ressam Fransız Jacques-Louis David'di. Fransız Devrimi'ni destekleyen David, siyasal görüşlerini yansıtan resimler yaptı. Bunların içinde Marat'nın Ölümü (1793) David'in başyapıtlarından biridir. Renkten, ışık­tan çok desene önem veren David ve onun görüşünde olan sanatçılar ile karşıt görüşte olanlar arasında, 19. yüzyılda da sürecek bir tartışma başladı. David'in önde gelen izleyici­lerinden Jean-Auguste Ingres "Çizgi her şey­dir, renk ise hiçtir" diyordu.
18. yüzyıl'da İngiltere'de yetişen dünya ça­pındaki en önemli ressam William Hogarth'tır. Hogarth her sınıf­tan insanın resmini çizerken aynı zamanda ya­şadığı döneme eleştirel bir gözle bakmıştır. Sir Joshua Reynolds iyi bir portre ressamıydı. 1768'de kurulan Kraliyet Sanat Akademisi' nin ilk başkanı oldu. 18. yüzyılda İngiltere'de manzara resimleriyle tanınan en ünlü ressam
Richard Wilson'du. Ünlü şair William Blake ise çoğunlukla suluboya çalıştığı düş ürünü, gizemli resimleriyle resim tarihinde özgün bir yere sahiptir.
Thomas Gainsborough da 18. yüzyıl İngiliz resminin en büyük ustalarından biridir. Gerek portrelerinde, gerek manzara resimlerinde tekniği ve renkle­riyle dikkati çeker.
Rusya Batıdaki Gelişmelere Açılıyor
Rus ressamlar 17. yüzyıla kadar yapıtlarına imza atmadıkları için bu yapıtların kimler ta­rafından yapılmış olduğu ancak yazılı belgele­re ya da üslup özelliklerine dayanılarak sapta­nabiliyordu. 14. yüzyılın sonuyla 15. yüzyı­lın başında yaşayan ve Rusya'nın en önemli ressamlarından biri olan Andrey Rublyov bu gelenekten geliyordu. Rusya'da Hıristiyanlık' ın benimsenmesiyle başlayan ikona yapımı 15. yüzyılda ulusal bilincin uyanmasıyla Slav özellikleri kazandı. Bezemelerde artık Rus motifleri yer alıyor, azizlerin giysileri yerel giysiler örnek alınarak boyanıyordu. İkona yapımı 18. yüzyıla kadar sürdü.
1703'te I. Petro'nun St. Petersburg (bugün Leningrad) kentini kurması batı etkisinin Rusya'da yayılmasına yol açtı. İtalyan ve Fransız ressamlar Rusya'ya gelirken, çok sa­yıda genç sanatçı da öğrenim görmek için Av­rupa'nın çeşitli kentlerine gitti. 18. yüzyılın başında dinsel konulu resimlerin yerini gide­rek daha genel konular aldı. Dimitri Levitski 18. yüzyılda batı üslubunda resim yapan en ünlü sanatçıydı. 1757'de St. Petersburg'da ku­rulan Güzel Sanatlar Akademisi'ne okulun yönetimi için Fransa'dan sanatçılar davet edildi.
Napolyon'un 1812'de Rusya'yı işgali ülkede batı Slav karşıtlığına ilişkin yoğun bir tartış­manın başlamasına yol açtı. Batının değerleri sorgulanırken Rusya'nın öz değerleri yüceltil­di. Bu dönemde konularını tarihten alan re­simler yapıldı. Resim yapmayı bir ikona res­samından öğrenen ve akademiyi 1860'larda altın madalya ile bitiren İlya Yefimoviç Repin tarihsel konulu resimleriyle ünlendi.
Modern Resim
Modern resmin başlangıç tarihi kesin olarak belirtilemezse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da ortaya çıktığı konusunda görüş bir­liği vardır. "Modern sanat" terimi, bu dönem­den günümüze kadar batı resmindeki ve öteki görsel sanatlardaki yenilikçi gelişmeleri be­lirtmekte kullanılır. Çok çeşitli akımları, üs­lupları ve kuramları kapsayan modern resim, geçmişte kullanılmış teknikleri ve konuları genelde reddeder.
19. yüzyılda bilimsel ve teknolojik ilerleme, sanayileşme ve kentleşme sonucu batı top­lumları hızlı bir değişim sürecine girdi. Daha önce kabul gören din­sel dogmalar ve ahlak ölçütleri sorgulanmaya başlandı. Kilisenin eski baskısı kalmadı; din­den bağımsız, laik devlet anlayışı yerleşti. Sa­natçılar da bu gelişmeler doğrultusunda res­min konusu, üslubu, renk ve ışık kullanımıyla ilgili geleneksel kalıpları değiştirmek, çağdaş yaşamın gereklerine uygun yapıtlar yaratmak kaygısıyla yeni arayışlara yöneldiler.
İngiltere'de 19. yüzyılın başlarında iki önemli manzara ressamı dünya çapında üne kavuştu: John Constable ve William Turner. Doğada hiçbir çirkinlik bulunamayacağını söyleyen Constable, yemyeşil çayırların ve ağaçların resmini yaptı. Turner ise resimlerin­de parlak renkler kullandı.
Özgün renkleri ve dramatik kompozisyonlarıyla ünlenen Fransız ressam Eugene Delacroix, yaşadığı dönemin tarihsel olaylarından ve Kuzey Afrika'nın parlak güneşinden etki­lendi. Waterloo Savaşı'ndan sahneleri, aslan avlarını, Cezayir­li kadınları canlı renklerle tuvaline aktardı. Eugene Delacroix ve William Turner kendile­rinden sonra gelen İzlenimci ressamları derin­den etkiledi.
19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de, Kraliyet Sanat Akademisi'nin katı kurallarına karşı çı­kan bir grup ressam, konularını geçmişteki değer yargılarını yücelten edebiyat yapıtların­dan seçtiler. Sanatta yapaylığı yadsıyan bu sa­natçılar kendilerini "Ön-Raffaellocular" ola­rak adlandırdılar. Resimlerinde genellikle parlak ışıklı, canlı, ayrıntıya yer veren bir üs­lup kullandılar. Grubun önde gelen adları Ford Madox-Brown, Holman Hunt, John Millais ve Dante Gabriel Rossetti'ydi.
19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da baş­layan Doğalcılık (Naturalizm) Akımı resim sanatını da önemli ölçüde etkiledi. Doğalcılık'tan etkilenen ve öncüle­ri Theodore Rousseau ile Jean François Mil­let olan Barbizon Okulu ressamları, doğadaki her şeyin olduğu gibi yansıtılmasını savunu­yorlardı. Yerleştikleri yemyeşil ve sakin Bar­bizon kasabasından adını alan bu sanatçı gru­buna 1840'larda hayvan ve manzara resmi yapmak amacıyla birçok genç ressam katıldı. Doğalcılık Akımı'nın manzara resmi alanın­daki en büyük ustası Jean-Baptiste Camille Corot'ydu. Corot, sonradan geleneksel sana­tın kurallarına karşı çıkacak olan İzlenimci ressamlara da esin kaynağı oldu.
Gene 19. yüzyılın ortalarında, Doğalcılık'ın bir uzantısı olarak gelişen Gerçekçilik Akımı' nı benimseyen sanatçılar, köylü ve işçi gibi, uzunca bir zamandır resimden uzak tutulmuş konulara yer verdiler. Millet'nin Harmancı adlı tablosuyla Gustave Courbet'nin 1849'da yaptığı Taş Kıranlar, Gerçekçilik Akımı'nın ilk resimleri sayılır.
Fransa'da 19. yüzyılın sonunda Claude Monet, Alfred Sisley, Pierre-Auguste Renoir, Edouard Manet, Camille Pissarro ve Frederic Bazille gibi sanatçıların öncülüğünde İzlenim­cilik Akımı başladı. Geleneksel resim anlayı­şının yüzyıllardır süren kurallarını altüst eden bu sanatçılar genellikle açık havada çalışarak, doğada ve çevrelerindeki her şeyi kendi gör­dükleri gibi resimlerinde gösterdiler.
Anlık izlenimlerini rahat ve kesik fırça dar­beleriyle, canlı renklerle yansıttılar. Gelenek­sel resim sanatının koyu renklerine ve ayrıntı­ya önem veren tutumuna karşı çıktılar. Bakıl­dığında rengin ve ışığın titreştiği izlenimini ya­ratmak amacıyla, karşıt renkleri yan yana kul­landılar. Işık, gölge ve biçimleri yalnızca renklerle belirlediler. İzlenimci ressamlar yal­nızca yeni bir üslup yaratmakla sınırlı kalma­dılar, konulara da yenilik getirdiler. Edouard Manet'nin 1862'de yaptığı Tuileries Bahçesi'nde Konser adlı tablosu Paris yaşamının tüm özelliklerini yansıtıyordu. Yenilik geti­ren, yenilikçi anlamında avangard (avant- garde) terimi bu sırada sanat sözlüğüne girdi; arayış içinde olan genç ressamları nitelemek için kullanıldı. Yeni ressamlarla eski gelenek belirtilemezse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da ortaya çıktığı konusunda görüş bir­liği vardır. "Modern sanat" terimi, bu dönem­den günümüze kadar batı resmindeki ve öteki görsel sanatlardaki yenilikçi gelişmeleri be­lirtmekte kullanılır. Çok çeşitli akımları, üs­lupları ve kuramları kapsayan modern resim, geçmişte kullanılmış teknikleri ve konuları genelde reddeder.
19. yüzyılda bilimsel ve teknolojik ilerleme, sanayileşme ve kentleşme sonucu batı top­lumları hızlı bir değişim sürecine girdi. Daha önce kabul gören din­sel dogmalar ve ahlak ölçütleri sorgulanmaya başlandı. Kilisenin eski baskısı kalmadı; din­den bağımsız, laik devlet anlayışı yerleşti. Sa­natçılar da bu gelişmeler doğrultusunda res­min konusu, üslubu, renk ve ışık kullanımıyla ilgili geleneksel kalıpları değiştirmek, çağdaş yaşamın gereklerine uygun yapıtlar yaratmak kaygısıyla yeni arayışlara yöneldiler.
İngiltere'de 19. yüzyılın başlarında iki önemli manzara ressamı dünya çapında üne kavuştu: John Constable ve William Turner. Doğada hiçbir çirkinlik bulunamayacağını söyleyen Constable, yemyeşil çayırların ve ağaçların resmini yaptı. Turner ise resimlerin­de parlak renkler kullandı.
Özgün renkleri ve dramatik kompozisyonlarıyla ünlenen Fransız ressam Eugene Delacroix, yaşadığı dönemin tarihsel olaylarından ve Kuzey Afrika'nın parlak güneşinden etki­lendi. Waterloo Savaşı'ndan sahneleri, aslan avlarını, Cezayir­li kadınları canlı renklerle tuvaline aktardı. Eugene Delacroix ve William Turner kendile­rinden sonra gelen İzlenimci ressamları derin­den etkiledi.
19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de, Kraliyet Sanat Akademisi'nin katı kurallarına karşı çı­kan bir grup ressam, konularını geçmişteki değer yargılarını yücelten edebiyat yapıtların­dan seçtiler. Sanatta yapaylığı yadsıyan bu sa­natçılar kendilerini "Ön-Raffaellocular" ola­rak adlandırdılar. Resimlerinde genellikle parlak ışıklı, canlı, ayrıntıya yer veren bir üs­lup kullandılar. Grubun önde gelen adları Ford Madox Brown, Holman Hunt, John Millais ve Dante Gabriel Rossetti'ydi.
19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da baş­layan Doğalcılık (Naturalizm) Akımı resim sanatını da önemli ölçüde etkiledi. Doğalcılık'tan etkilenen ve öncüle­ri Theodore Rousseau ile Jean-François Millet olan Barbizon Okulu ressamları, doğadaki her şeyin olduğu gibi yansıtılmasını savunu­yorlardı. Yerleştikleri yemyeşil ve sakin Bar­bizon kasabasından adını alan bu sanatçı gru­buna 1840'larda hayvan ve manzara resmi yapmak amacıyla birçok genç ressam katıldı. Doğalcılık Akımı'nın manzara resmi alanın­daki en büyük ustası Jean-Baptiste Camille Corot'ydu. Corot, sonradan geleneksel sana­tın kurallarına karşı çıkacak olan İzlenimci ressamlara da esin kaynağı oldu.
Gene 19. yüzyılın ortalarında, Doğalcılık'ın bir uzantısı olarak gelişen Gerçekçilik Akımı' nı benimseyen sanatçılar, köylü ve işçi gibi, uzunca bir zamandır resimden uzak tutulmuş konulara yer verdiler. Millet'nin Harmancı adlı tablosuyla Gustave Courbet'nin 1849'da yaptığı Taş Kıranlar, Gerçekçilik Akımı'nın ilk resimleri sayılır.
Fransa'da 19. yüzyılın sonunda Claude Monet, Alfred Sisley, Pierre-Auguste Renoir, Edouard Manet, Camille Pissarro ve Frederic Bazille gibi sanatçıların öncülüğünde İzlenim­cilik Akımı başladı. Geleneksel resim anlayı­şının yüzyıllardır süren kurallarını altüst eden bu sanatçılar genellikle açık havada çalışarak, doğada ve çevrelerindeki her şeyi kendi gör­dükleri gibi resimlerinde gösterdiler.
Anlık izlenimlerini rahat ve kesik fırça dar­beleriyle, canlı renklerle yansıttılar. Gelenek­sel resim sanatının koyu renklerine ve ayrıntı­ya önem veren tutumuna karşı çıktılar. Bakıl­dığında rengin ve ışığın titreştiği izlenimini ya­ratmak amacıyla, karşıt renkleri yan yana kul­landılar. Işık, gölge ve biçimleri yalnızca renklerle belirlediler. İzlenimci ressamlar yal­nızca yeni bir üslup yaratmakla sınırlı kalma­dılar, konulara da yenilik getirdiler. Edouard Manet'nin 1862'de yaptığı Tuileries Bahçesi'nde Konser adlı tablosu Paris yaşamının tüm özelliklerini yansıtıyordu. Yenilik geti­ren, yenilikçi anlamında avangard (avant- garde) terimi bu sırada sanat sözlüğüne girdi; arayış içinde olan genç ressamları nitelemek için kullanıldı. Yeni ressamlarla eski gelenek. Gerçeküstücü ressamlar somut olarak var olmayan, bütünüyle düş ürünü resimler yaptılar. Gerçeküstücülük Akımı'nın en önemli temsilcileri Belçikalı Rene Magritte, İspanyol Joan Mirö ve Salvador Dali, Fransız Paul Klee, Yves Tanguy ve Giorgio da Chirico'ydu.
20. yüzyılın ilk yarısında, üçü de Meksikalı olan Jose Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros yaptıkları dev boyutlu duvar resimleriyle fresk tekniğini yeniden canlandırdılar. 1923-27 arasında üçü birlikte çalışarak Meksika tarihini ve kültürünü kala­balık, canlı ve renkli kompozisyonlarıyla du­varlara yansıttılar.
II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da yol açtığı yıkım resim sanatının merkezini Paris'ten New York'a kaydırdı. 1960'larda ABD'de Hareketli Soyut, Pop Sanat, Foto Gerçekçi­lik, Op Sanat gibi, Soyut Dışavurumculuk kapsamında yeni akımlar ortaya çıktı. Bu ha­rekete bağlı ressamlar fotoğraf parçalan, kon­serve kutuları gibi her türden nesneyi kolaj yöntemiyle tuvale uygulayarak yepyeni bir anlatım dili oluşturdular. Bu akımların önde gelen adlan Roy Lichtenstein, Andy Warhol, Peter Blake, Ronald B. Kitaj, David Hockney ve Jackson Pollock'tur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder