Ana Sayfa Bilgi Bankası

10 Aralık 2010 Cuma

Türkiye'de Sendikalar

Türkiye'de işçilerin ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak amacıyla örgütlenmeleri 19. yüzyılın sonlarında başlar. Osmanlı İmpa­ratorluğumun sanayileşme sürecine geç gir­mesi işçilerin sayısının sınırlı kalmasına yol açmıştı. Ama özellikle İstanbul'da yabancı şirketlere bağlı işyerlerinde gittikçe artan sayıda işçi çalışmaktaydı. 18. yüzyılın ortala­rında bu işçiler tıpkı İngiltere ve ABD'de olduğu gibi daha fazla ücret, daha iyi çalışma koşulları için grevlere başvurdular. 1872 Ocak ayında tersane işçilerince gerçekleştirilen ilk grevi bir grev dalgası izledi. Henüz sendika biçiminde örgütlenme olmadığı için işçiler gezici birlikler, grev komiteleri ya da dernek­lerde bir araya geliyorlardı. 1866'da batının etkisinde kalan aydınlarca Ameleperver Ce­miyeti kurulmuştu, ama bu örgüt yoksul işçilere yardım etmeyi, işsizlere iş bulmayı amaçlayan hayırsever bir dernek olmaktan öteye geçemedi. Ayrıca o günlerde Abdülha- mid döneminin baskıcı yönetimi her türlü örgütlenmeyi yasaklamıştı. Buna karşın, 1894'te Tophane'deki fabrikalarda çalışan iş­çiler gizlice Osmanlı Amele Cemiyeti'ni kur­dular. Ama derneğin yöneticileri bir yıl sonra yakalanarak sürgüne gönderildiler.İşçilerin örgütlenmeleri, dernek kurma hak­kının tanındığı 1908'de II. Meşrutiyet'in ila­nıyla birden hızlandı. Aynı yılın ağustos ve eylül aylarında işçilerin yoğun olduğu büyük kentlerde bir grev dalgası yükseldi. Bu durum karşısında kârlarında düşme olan ve işçileri kendi belirledikleri koşullarda çalıştırmaya alışmış yabancı şirketler Osmanlı yöneticileri­ne başvurarak acele önlem alınmasını istedi­ler. Sonunda ekim ayında bir geçici yasa, 1909 ortalarında ise Tatil-i Eşgal Kanunu ile işçile­rin örgütlenmelerine önemli kısıtlamalar geti­rildi. Bu arada, 1908'de kurulan Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti'nin yanı sıra tram­vay, basım, demiryolu, tütün, maden gibi değişik işkollarındaki işçiler sendikalarda ya da sendika dışı işçi kuruluşlarında örgütlen- ' mişlerdi. Tatil-i Eşgal Kanunu işçilerin örgüt­lenmelerine ve etkinliklerine büyük sınırla­malar getirmekle birlikte tümüyle engel ola­madı.I. Dünya Savaşı (1914-18) süresince işçi hareketlerinde bir gerileme ve işçi örgütlerin­de bir dağılma yaşandıysa da savaş sonrasında yeniden bir hareketlenme gözlendi. Savaş süresince yaşamlarını sürdürebilen işçi örgüt­leri eylem ve etkinliklerini canlandırırken yeni işçi örgütleri de kuruldu. 1913'te kurulan Türkiye İşçi Derneği, Şefik Hüsnü'nün (Dey- mer) başkanı olduğu Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın paralelinde hareket et­mekteydi. Daha çok devlet fabrikalarında örgütlenmiş olan bu derneğin yanı sıra, İstan­bul'da Beynelmilel İşçi İttihadı adı altında birleşen deniz işçileri, marangozlar ve yapı işçilerinin örgütlerinden başka Mürettibin-i Osmani Cemiyeti, Tütün Rejisi İşçileri Cemi­yeti gibi örgütler de çalışmalarını sürdürmek­teydi. Ayrıca İzmir, Edirne, Zonguldak, Es­kişehir, Adana, Konya ve Bursa'da da değişik işkollarında örgütler kurulmuştu. Türkiye İşçi Derneği'nin bu işçi örgütlerinin bir "birlik" oluşturmasına yönelik girişimi başarılı ola­madı.
Kurtuluş Savaşı sırasında yalnızca Türkiye İşçi Derneği ile Beynelmilel İşçi İttihadı adlı örgütler varlıklarını koruyabildiler. Cumhuri­yetin ilanından sonra yürürlüğe giren 1924 Anayasası toplanma ve dernek kurabilme hakkı kapsamında sendika kurabilme hakkını da öngörmekteydi. Bu arada İstanbul Amele Birliği gibi örgütler kurularak siyasi iktidarla uyumlu bir işçi hareketi yaratılmaya çalışıldı. 1923'te Türkiye İşçi Birliği'nin kapatılması üzerine aynı yıl Amele Teali Cemiyeti adıyla yeni bir örgüt kuruldu. Bu arada, Türkiye ölçeğinde bir örgüt oluşturmak için, İstanbul Amele Birliği Anadolu'daki birkaç örgütle birleştirilerek Türkiye Amele Birliği kuruldu.Bu dönemin önemli olaylarından biri 1923'te toplanan İzmir İktisat Kongresi'ydi Bu kongrede öbür toplumsal kesimlerle bir­likte işçiler de temsil edilmişti. Kongrede işçilerle ilgili olarak 1 Mayıs'ın işçi bayram: kabul edilmesi, amele yerine işçi sözcüğünün kullanılması, çalışma yaşamıyla ilgili çeşitl. yasaların çıkartılması ve sendika hakkının tanınması gibi kararlar alındı. Ama sendikal örgütlenmeye ve etkinliklere olanak tanıyan bu ortam uzun sürmedi. 1925'te çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile sendikal etkinlik­ler yasaklandı. 1928'de Amele Teali Cemiye­ti'nin de kapatılmasıyla Türkiye'de sendikal yaşama uzunca bir süre ara verildi. 1933'te Ceza Yasası'nda yapılan bir değişiklikle gre\ suç olarak kabul edildi. 1938'de yürürlüğe giren Cemiyetler Kanunu ise işçilerin sendi­kalarda örgütlenmesini tümüyle yasakladı.II. Dünya Savaşı (1939-45) sonrasında 1946'da çok partili yaşama geçilmesiyle bazı yasalarda yapılan değişiklikler sendikal hare­ketin yeniden canlanmasına yol açtı. Bu dö­nemde uluslararası alanda her yönden de­mokratik bir ülke görünümü kazanmaya özen gösterilmekteydi. Türkiye Birleşmiş Millet- ler'e ve bundan ötürü Uluslararası Çalışma örgütüne üye olunca sendikal örgütlenmeyi yasaklayan yasalar da değiştirildi.Bu gelişmenin sonunda kısa sürede türkiye işçiler derneği,istanbul işçi sendikaları gibisendikalarında içinde bulunduğu 100 e yakın sendika kuruldu. Ama Aralık 1946'da sıkıyönetim Komutanlığı, siyasetle uğraştıkları gerekçesiyle birçok sendikayı kapattı. J47'de, içinde toplusözleşme, grev gibi hakkının yer almadığı ve sendikaların siyasetle uğ­raşmasını yasaklayan Sendikalar Kanunu çı­kartıldı. "1947 Sendikacılığı" olarak anılan bu sendikacılık anlayışına karşı çıkan işçiler Hür işçi Sendik alan Birliği'ni kurdular. Bu yeni örgüt, iktidara geldiğinde grev ve toplusözleş­me hakkını tanıyacağını açıklayan muhalefet- eki Demokrat Parti'yi desteklemekteydi. ama 1950 seçimlerini kazanmasına karşın 3emokrat Parti bu hakkı tanımadı. 1952'de il işçi konfederasyonu olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) kuruldu. O günkü yasal koşullar ve kamu kesimin­le örgütlenmeye izin verilmemesi sendikal hareketin cılız kalmasına yol açtı.27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra hazırlanan ve temel hak ve özgürlükleri gü­dence altına alan 1961 Anayasası Türkiye sendikal hareketi için bir dönüm noktası oldu. Yeni anayasa tüm çalışanlar için sendika kurma özgürlüğü, işçilere toplu pazarlık ve grev hakkı getiriyordu. Ne var ki, yürürlükteki İş kanunu'nda grev yasağı sürmekteydi ve anayasaya uygun yeni-iş yasasının hazırlanması geciktirilmekteydi. Bu nedenle işçiler yeni bir yasanın hazırlanması için girişim ve eylemlere taşladılar. Bunlardan, Kavel işçileriyle Zon­guldak kömür ocaklarında çalışan işçilerin
gerçekleştirdikleri direnişler kamuoyu üzerin­de de etkili olunca 274 sayılı Sendika Kanunu ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu 1963'te yürürlüğe girdi. Bu yasalarla işçilere grev hakkı tanınıyor, sendi­kal ödentilerin işverence kaynaktan kesilerek işçi sendikalarına aktarılması sağlanıyordu. Böylece sendikalar, grev hakkına sahip ol­dukları için, toplu pazarlık sürecinde işveren karşısında daha güçlü bir konuma gelirken, üye ödentisi toplamak gibi güç bir parasal so­runu da kökünden çözmüş oluyorlardı. Bu, sendikaların güçlenerek bir baskı grubu duru­muna gelmesine yol açtı. Öte yandan 1965'te memurlara da sendika kurma hakkının tanın­masıyla Türkiye Öğretmen Sendikaları Kon­federasyonu (TÖS) gibi güçlü örgütler doğdu.Sendikaların grev hakkına sahip, toplusöz­leşme yapan örgütler durumuna gelmesi sen­dikalı işçilerin daha yüksek ücret almalarına ve daha iyi koşullarda çalışmalarına yol açtı. Bunun sonucu olarak da işçilerin sendikalaş­ması hızlandı. Bu dönemde TÜRK-İŞ hızla gelişen bir örgüt durumundaydı. Ama, içinde belirli görüş ayrılıklarını da taşımaktaydı. TÜRK-İŞ yönetimi çalışma yaşamında daha uzlaşmacı bir tutum takınmaktan yanaydı. İş­çilerin demokratik haklarının sağlanmasını geri plana atmakta, 1947 sendikacılığını be­nimsemekteydi. Ayrıca 1965'ten sonra yönetim ABD hükümetinin çeşitli organlarıyla ve sendikalarıyla yoğun bir ilişki içine girmişti. Bir yandan bazı sendika yöneticileri eğitim için ABD'ye gönderilirken, öte yandan sendi­ka çok büyük tutarlarda ABD yardımı almak­taydı. TÜRK-İŞ üzerindeki bu ABD etkisi TÜRK-İŞ yönetiminin partiler üstü bir politi­ka izleme kararı almasına yol açtı. Bunun an­lamı sendikaların siyasal bir güç ya da baskı grubu olmasının engellenmesiydi. Oysa 1961 Anayasası sendikaların siyasal alanda etkin bir demokratik güç olarak işlev görmelerine olanak sağlamaktaydı. 1966'da toplanan TÜRK-İŞ 6. Genel Kurulu'nda yönetimin bu görüşlerini paylaşmayan bir grup TÜRK-İŞ üyesi sendika yöneticisi bu örgütten ayrılarak bağımsız sendikalarla birlikte 1967'de Türki­ye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyo­numu (DİSK) kurdular.
DİSK kurulmasını izleyen günlerde hızlı bir gelişme gösterdi. Özellikle TÜRK-İŞ'e bağlı sendikalardan kitlesel katılımlar oldu. Hükü­met 1970'te DİSK'in bu gelişmesini önlemek için 274 ve 275 sayılı yasalarda değişiklikler yaparak sendikal örgütlenmeler konusunda birtakım kısıtlamalar getirdi. Örgütlenme haklarına getirilen bu kısıtlamalar işçiler tara­fından tepkiyle karşılandı; İstanbul ve Kocaeli'de 15-16 Haziran 1970'te on binlerce işçi­nin katıldığı büyük protesto gösterileri düzen­lendi. Ayrıca hükümetin yaptığı değişiklikler muhalefet partilerinin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildi. Bu ara­da TÜRK-İŞ içinde sendika yönetimine karşı bir sosyal demokrat muhalefet de başlamıştı.
12 Mart 1971 askeri müdahalesinin grevleri yasaklaması ve toplusözleşme düzenini askıya alması sendikal örgütlenmede bir duraklama yarattı. Ayrıca bu dönemde anayasada yapı­lan değişiklikle sendika hakkının "çalışanla­ra" değil de "işçilere" tanınması, memurların sendika kurma hakkını ortadan kaldırıldı. 1973 seçimlerinden sonra sendikal yaşamda yeniden bir canlanma başladı. Bazı işyerlerin­de TÜRK-İŞ'ten DİSK'e doğru kayışın do­ğurduğu yetki anlaşmazlıkları üzerine, DİSK işçilerin diledikleri sendikayı özgürce seçebil­meleri için referandum hakkının alınması yo­lunda bir mücadele başlattı. 1976'da bağımsız Tekstil ve Bank-Sen sendikalarıyla TÜRK-İŞ'e bağlı Genel-İş Sendikası DİSK saflarına geçti. Bu dönemde Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ile Hak İşçi Sendi­kaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) adıyla iki yeni konfederasyon daha kuruldu.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin ardın­dan sendikal yaşam tam bir durgunluk içine girdi. DİSK ve MİSK kapatıldı. DİSK yöneti­cileri tutuklandı ve mallarına el kondu. Grev ve toplusözleşme haklarının kullanılması dur­duruldu. Toplu iş uyuşmazlıklarını çözme yet­kisi yönetimce Yüksek Hakem Kurulu'na ve­rildi. Bu dönemde TÜRK-İŞ yönetimi askeri yönetimi destekleyerek oluşturulan hüküme­te Sosyal Güvenlik bakanı olarak TÜRK-İŞ genel sekreteri Sadık Şide'yi verdi.
1982 Anayasası ve ona uygun olarak çıkarı­lan 2821 ve 2822 sayılı yasalar sendikal örgüt­lenme ve sendikal etkinlik alanlarını önemli ölçüde kısıtladı. 1961 Anayasası'nın sağladığı birçok hak geri alındı. Sendikalara genel grev, siyasal grev, dayanışma grevi, hak gretf yapma yasakları getirildi. Hükümetin grev er­teleme yetkisi genişletildi. Grevlerin yasak­lanması durumundaki anlaşmazlığı çözmede Yüksek Hakem Kurulu yetkili kılındı. Sendi­kaların siyasetle ilgilenmesi yasaklandı. Kısa­ca, 1982 Anayasası'nın getirdiği yeni yapı içinde sendikaların işlevleri kısıtlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder