Ana Sayfa Bilgi Bankası

29 Aralık 2010 Çarşamba

Edebiyat,Türk Edebiyatı,İslamlık'tan Önceki Türk Edebiyatı,İslam Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı,Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı ?

Türkler'in tarih boyunca oluşturdukları sözlü ve yazılı edebiyat gelene­ğini ve bu geleneğin ürünlerini içerir. Türk edebiyatı tarihsel gelişimi içinde üç ana bö­lümde incelenmektedir: İslamlık'tan önceki Türk edebiyatı, İslam uygarlığı etkisinde geli­şen Türk edebiyatı, batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı. Bu sınıflandırma Türkler'in girdikleri din ve kültür çevrelerinin belirleyici etkisi göz önüne alınarak yapıl­mıştır.

İslamlık'tan Önceki Türk Edebiyatı
Tarih araştırmalarına göre Türkler'in anayur­du Orta Asya'dır. Türkler'in Orta Asya'daki kültür ürünlerinin tümü bugüne gelebilmiş değildir. îlk Türkçe yazılı belgelerin 6. yüzyıl­dan kaldığını göz önüne alırsak bu dönem edebiyatı ile ilgili temel belgelerin elde olma­dığı söylenebilir.
Sözlü Gelenek. Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyılda yazdığı Divanü Lügati't-Türk (Türk Dilleri Sözlüğü) adlı kitabında dönemin sözlü ürünleri de yazılı olarak yer alıyordu. Sözlü edebiyat geleneğinde şiir önde geliyordu. Kam, baksı, ozan, şaman adı verilen ilk şairler kopuz denen telli bir çalgı eşliğinde şiirlerini seslendiriyorlardı. Aprınçur Tigin, Çuçu, Kül Tarkan, Çısuya Tutung, Asıg Tutung, Sungku Seli ve Kalım Keyşi yapıtla­rından örnekler bulunan ilk şairler arasında­dır. Bu şairler dörtlük düzeninde ve hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerinde sevgi, kahra­manlık, din gibi çeşitli konuları işlemişlerdir. Yazdıkları şiirleri adlandırırken koşug, kojan, takşut, ır (yır) şlok, kavi, başık gibi adları kullanmışlardır. "Koşuk"lar sevgi, doğa gü­zellikleri gibi konuları; "sagu"lar ölen bir kimsenin ardından duyulan acıyı, onun yiğit­liklerini anlatırdı. "Destan"lar ise, hemen her ülkede olduğu gibi, toplumu çok yakından ilgilendiren, toplumsal bilinçte yer etmiş olay­larla ilişkiliydi. "Sav"lar (atasözleri) da sözlü gelenek içinde önemli bir yer tutar. Kaşgarlı' nın sözlüğündeki bazı atasözleri bugün bile Türkiye Türkleri arasında yaşamaktadır.
Yazılı Gelenek. İlk Türkçe yazılı belgeler 6. yüzyıldan kalan Yenisey ve 8. yüzyıldan kalan Orhun yazıtlarıdır. Özellikle, anı-söylev tü­ründe yazılmış olan Orhun Yazıtları, Türk dünyasının toplumsal yaşamı, kültür ve sanatı konusunda çeşitli yönlerden zengin bilgilerle doludur. Uygur Türkleri'nden kalma yazılı ürünler arasında da Altun Yaruk (Altın Işık) adını taşıyan ve Budacılık'ın kutsal kitabının çevirisi olan yapıt vardır. Uygur edebiyatında çeviriler ağırlıktaydı, dinsel içerik önemli bir yer tutuyordu. Bu alanda Çeştani Bey, Kutsal Tavşan, Maymunlar Beyi, Prens Kalyanam kara ve Papamkara hikâyeleri özellikle anıla­bilir.

İslam Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
Karahanlı Hükümdarı Satuk Buğra Han'ın 10. yüzyılın ortalarında İslam dinini benimse­mesinden sonra Türk dünyası yeni bir uygar­lık çevresine girmeye başladı. Batıya göç eden Türk boyları bu uygarlığın etkilerini edebiyat dünyasına da taşıdılar. Kaşgarlı Mahmud Divanü Lügati't-Türk'ü Araplar'a Türkçe öğ­retmek amacıyla hazırladı. Yusuf Has Hacib İslam ilkelerine dayalı bir devlet felsefesini Kutadgu Bilig (11. yüzyıl) adlı yapıtında işledi. Ali Şir Nevai, Çağatayca'yı zengin bir kültür ve sanat dili olarak geliştirdi. Anadolu' ya gelen Türk boyları da Anadolu'da yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasında büyük rol oynadılar. Anadolu'da ilk örneklerini 13. yüzyıldan başlayarak gördüğümüz bu edebi­yat geleneği iki alanda gelişmiştir: Divan edebiyatı, halk edebiyatı.
Divan Edebiyatı. Osmanlılar'da özellikle medresede yetişen aydınların Arap ve daha çok da Fars edebiyatını örnek alarak geliştir­dikleri edebiyat geleneği genel olarak "Divan edebiyatı" adıyla anılmaktadır. Buna "zümre edebiyatı" "ümmet çağı Türk edebiyatı" adını verenler de vardır. Divan edebiyatının kuruluş döneminde (13.- 15. yüzyıl) Farsça çeviriler çoğunluktadır. İlk şairler (Ahmed-i Dâi, Kadı Burhaneddin, Şeyhi) çoğunlukla dinsel şiirler yazmışlardır. Geçiş döneminde (15.-16. yüzyıl) saray ve çevresi bu tür edebiyatı özellikle desteklemiş, şiirin yanı sıra düzyazı örnekleri de ortaya konmuştur (Ahmed Paşa, Necati, Mercimek , Âşıkpaşazade, Sinan Paşa gibi). Di­van edebiyatının olgunluk döneminde (16.- 18. yüzyıl) etkilenme ve esinlenme aşamasın­dan özgün yaratı aşamasına geldiğini gözlüyo­ruz. Klasik biçimlere yerli içerikler kazandı­rılmaya çalışılmış, bu arada yeni akımlar, özellikle "Sebk-i Hindi" denen yeni bir şiir tarzı denenmiştir (Fuzuli, Bâkî, Bağdatlı Ruhi, Nabî, Nef i, Nedim, Şeyh Galib, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Naima, Veysi, Nergisi).
18.-19. yüzyıllarda Türk toplumunun yeni bir uygarlık çevresine girmeye başladığını görüyoruz. Özellikle 19. yüzyılda Osmanlı toplumu batıya açılır, batı kültür ve sanatın­dan bazı biçim ve anlayışlar Türk toplumuna tanıtılır ve edebiyat ürünlerinin içeriğinde toplumsal konular yer almaya başlarken Di­van edebiyatı bu alanda yetersiz kaldı. Bir anlamda yavaş yavaş kendi sonunu hazırladı. Enderunlu Vasıf, İzzet Molla, Leskofçalı Galib, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni, Leyla Hanım gibi şairler Divan edebi­yatı geleneğinin son temsilcileri oldular.
Divan edebiyatı şiir ve düzyazı alanındaki ürünleriyle (medhiye, hicviye, mersiye, tezki­re, mesnevi, gazavatname, şehrengiz, mevlit, seyahatname gibi) özgün bir edebiyat geleneğidir. Biçim ve içerik bakımından özellikle Fars edebiyatından esinlenmişse de, temel sanat anlayışı olan "hüner ve marifet göster­me" sayesinde değişik ve yeni mazmunlar, zengin söz sanatları kullanarak oldukça öz­gün, kişilikli bir edebiyat geleneği oluşmuştur denilebilir. Şiirde gele­nekçilik ve kuralcılık ister istemez sanatçıları titiz şiir işçisi olmaya götürmüştür. Divan nesri "sade düzyazı" ve "süslü düzyazı" olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Özellikle halk için yazılan din, tasavvuf, tarih konulu kitaplarda sade düzyazı, aydınlar ve bilim adamları için yazılan kitaplarda ise süslü düzyazı tercih edilmiştir. Seçkinci bir edebiyat olan Divan edebiyatının dili de Türkçe, Arapça, Farsça' dan oluşan yapay ama seçkinci bir dildi.
Halk Edebiyatı. Yaratıcıları belli olmayan ya da bilinemeyen halk hikâyeleri, türküler, mâniler, atasözleri, bilmeceler, seyirlik köy oyunları halk edebiyatının bir bölümünü oluş­turur. Tekke edebiyatı (13.-16. yüzyıl), halk edebiyatının dinsel içerikli biçimidir. Tasav­vufun dinden farklı olan geniş hoşgörüsü ve yorum biçimi zengin bir edebiyat geleneğinin oluşmasında başlı başına bir etmen olmuştur.Tekke şiirleri ilahi, nefes gibi özel bestelerle okunurdu. Tekke edebiyatı dili yer yer Arap­ça ve Farsça sözcükler içerse de kolay anlaşı­labilir bir nitelikteydi. Dörtlük nazım birimi ve hece ölçüsü sonuna kadar kullanılmıştır. Bu edebiyatın en önemli temsilcileri Yunus Emre, Nesimi, Kaygusuz Abdal, Hacı Bay­ram Veli, Hatayi, Pir Sultan Abdal'dır. Halk edebiyatının bir başka alanını oluşturan âşık edebiyatı, 16. yüzyıldan günümüze kadar sü­ren dönemi içerir. Âşık da denen halk ozanla­rı genellikle sazlarıyla Anadolu'yu dolaşarak hem bir geleneği oluşturmuşlar, hem de yaşama savaşı vermişlerdir. Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevheri, Dertli, Dadaloğlu, Er­zurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Ruhsati, Sümmani, Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan bunlara örnek olarak verilebilir.
Halk edebiyatı sevgi, doğa, gurbet, yiğitlik, baskı gibi toplumun çok yakından bildiği, yaşadığı konular üzerine temellendirilmiştir. Din ve tasavvuf konuları da ayrı bir dal olarak gelişmiştir. Nazım biçimi dörtlük, ölçü hece­dir. Koşma ve mâni tipi nazım biçimleri kullanılmıştır. Bu nazım biçimleri kendilerine özgü ezgileriyle destan, semai, varsağı, ilahi, türkü gibi farklı adlar da alırlar. Anadolu'da gelişen halk Türkçe'sinin kullanıldığı halk edebiyatı yalındır ve anlatımda özentiye kaçıl- mamıştır. Somut güzel ve güzellikler anlatıl­mıştır.

Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
Türk (Osmanlı) toplumunda 18. yüzyıldan sonra batı uygarlığı çevresine girme yolunda çalışmalar yapılmıştır. Askerlik ve siyaset alanındaki gelişmeler bir süre sonra edebiyat yaşamında da etkisini göstermeye başladı. Özellikle batıyı gören ve yakından tanıma olanağını bulan edebiyatçılar yeni bir edebi­yatın ilk habercileri oldular. Batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatının başlangıcı olarak Tercüman-ı Ahval (1860) gazetesinin çıkışı kabul edilmektedir. Çünkü bu gazete resmi ya da yarı resmi bir yayın organı değil, özel girişimle çıkartılan ilk Türk gazetesiydi. Böylece başladığı kabul edilen bu yeni dönem şu alt dönemlerde incelenmektedir: Tanzimat dönemi, Servet-i Fünun dönemi, Fecr-i Âtidönemi, Milli edebiyat dönemi, Cumhuriyet ve sonrası.
Tanzimat Edebiyatı (1860-96). Batı edebi­yatından yapılan çevirilerin belirleyici olduğu bu dönemde yeni bir edebiyat geleneği de oluşmaya başladı. Birinci kuşak edebiyatçıları sayılan Namık Kemal, Şinasi, Ahmed Mid- hat, Ziya Paşa edebiyatı toplumun hizmetin­de gördüler, bir eğitim aracı olarak kullandı­lar. İkinci kuşak olarak kabul edilen Recaiza- de Mahmud Ekrem, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nâzım, Abdülhak Hamid ise "sanat sanat içindir" ilkesini güttüler. Tanzimat şiiri­nin biçimi çok değişmediyse de, içeriği hayli değişmişti. Özgürlük, uygarlık, yasa, adalet gibi toplumsal kavramlar ilk kez bu dönemde gündeme geldi. Tanzimat romancıları da ko­nularını batılı örnekleri gibi toplumsal konu­lardan, sorunlardan almışlardır. Bazı roman­cılar Romantizm'in, bazıları da Gerçekçilik Akımı'nın ilkelerini benimsemiştir. Tiyatro türü de roman, hikâye gibi bu dönemde batıdan alınmıştır. Ahmed Vefik Paşa'nın Moliere'den yaptığı çeviri ve uyarlamalar Tanzimat tiyatrosunun oluşumunda önemli bir rol oynamıştır.
Servet-i Fünun Edebiyatı (1896-1901). Servet-i Fünuncular'ın bir topluluk haline gelme­lerinde Recaizade Mahmud Ekrem'in büyük rolü olmuştur. Servet-i Fünuncular da Tanzi­mat yazarları gibi Türk toplumunun batılılaş­ma yoluyla kalkınabileceğine inandıkları için, batının bilim ve sanatında gördükleri yenilik­leri getirip bu yolda denemeler yapmaya çalışmışlardır. Servet-i Fünun edebiyatı ya da öbür adıyla Edebiyat-ı Cedide de Tanzimatçı­lar gibi pek çok yönlerden eleştirilmiştir. Servet-i Fünun şiirinde Parnasse (Parnas) ve Sembolizm akımlarının etkileri görülür. "Sa­nat sanat içindir" ilkesini benimseyen Servet-i Fünuncular seçkinlere özgü bir edebiyat oluş­turmuşlardır. Şiirde batı şiirine özgü duyuş ve anlayışları dile getirirken o güne kadar dilde bulunmayan Arapça ve Farsça sözcükleri kullanmaktan kaçınmamışlardır. Türk romanı Servet-i Fünun döneminde gerçek kimliğine kavuşmuştur. Bu dönem romanları teknik yönden oldukça kusursuzdur, toplumsal ko­nular işlenirken bireyin psikolojik derinlikle­rine de inilmiştir. Çünkü romanda Gerçekçi­lik (Realizm) Akımı'nın etkileri apaçık gö­rünmektedir. Servet-i Fünun şiirini Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, romanını da Halid Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Ahmed Hikmet (Müftüoğlu),' Safveti Ziya temsil etmektedirler.
Fecr-iÂti Edebiyatı (1908-11). 1901 ile 1908 arasında II. Abdülhamid'in sansürü yeni bir edebiyatın filizlenmesine olanak vermemişti. II. Meşrutiyet'le birlikte edebiyat dünyasında bir canlılık belirdi. Bir bildiri ile kendilerini kamuoyuna tanıtan Fecr-i Aticiler edebiyatın önemini ve ciddiyetini halka anlatmayı, sanat ve edebiyatın duyguların eğitimine yardımcı olduğu görüşünü ilke edinmişlerdir. Onlara göre "sanat kişisel ve saygındır". Çok kısa ömürlü olan Fecr-i Âti döneminin başlıca tem­silcileri olarak Ahmed Haşim, Emin Bülent (Serdaroğlu), Hamdullah Suphi (Tannöver), Şahabeddin Süleyman, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Faik Ali (Ozansoy),
Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Ya­zar), Köprülüzade Mehmed Fuad (Fuad Köp­rülü), Müfid Ratib, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) özellikle anılabilir.
Milli Edebiyat (1911-23). Milli edebiyat ile milliyetçilik akımı arasında sıkı bir bağ vardır. Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının Selanik'te Genç Kalemler dergisinde başlattığı "Yeni Lisan" anlayışı, yeni bir edebiyatın doğması­na neden oldu. Böylece milliyetçilik eğilimi edebiyata da yansımış oldu. Genç Kalemler dergisinin dilin Arapça ve Farsça'nın yoğun etkisinden kurtulması yolundaki çabaları her şeyden önce yazı dili ile konuşma dili arasın­daki ikiliği ortadan kaldırmaya yönelikti ve ulusal bir edebiyat yaratılması için bu işlem zorunluydu. Ziya Gökalp'in çalışmalarıyla Türkçülük Akımı'nın da temelini oluşturan bu görüşler toplumda büyük ilgi ve yankı uyan­dırdı. "Hecenin Beş Şairi" ya da "Beş Hececi­ler" kişisel gözlem ve izlenimlere dayanarak yurt sorunlarını, güzelliklerini, sevgisini, kahra­manlık duygularını dile getirdiler, çeşitli halk edebiyatı motiflerinden yararlandılar. Şiir di­linin ulusallaşmasına büyük katkıları oldu. Aruzdan hiç ödün vermeyen Mehmet Akif Ersoy, şiiriyle toplumun hizmetinde olduğunu göstermiştir. Yahya Kemal ile Yakup Kadri, Eski Yunan edebiyatını örnek aldıkları, "Nev-Yunanilik" diye adlandırılan bir akımı denediler, ama bu uzun soluklu olmadı.
Milli edebiyat romancıları ilk kez istanbul dışındaki mekânlara, konulara açıldılar; milli­yetçilik siyasal bir ideoloji olarak romana girdi. Kurtuluş Savaşı'nın bazı görüntüleri romanlaştırıldı (Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri). Özellikle İttihat ve Terakki Fırkası tiyatro etkinliklerini yakından desteklemiştir. Sahne­ye çıkan ilk Türk kadını olan Afife Jale bu dönemin sonlarında yetişmiştir. İstanbul Be­lediye Başkanı Cemil (Topuzlu) Paşa'nın öncülüğünde Darülbedayi-i Osmani kurul­muş, yerli ve yabancı yazarların oyunları sahneye konmuş, tiyatro oyuncusu yetiştiril­mesine önem verilmiş, sahnelerde yerli yazar­ların yapıtlarına öncelik tanınmıştır.
Edebiyat eleştirisi ve tarihi türünde de Köp­rülüzade Mehmed Fuad'ın öncü çalışmaları özellikle anılmalıdır.
Cumhuriyet ve Sonrası (1923'ten bugüne). Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanmasın­dan sonra Türkiye'de yeni bir devlet kurul­muş, laik, çağdaş, batılı nitelikte yeni bir top­lum yaratılması çabalarına yönelinmişti. Bu dönemde edebiyata da büyük görevler düşü­yordu. Milli edebiyat döneminde ortaya çıkan milliyetçi eğilimler giderek "mektepten mem­lekete" anlayışına yönelmiş, Beş Hececiler'i 1928'lerde "Yedi Meşaleciler" izlemiştir: Ke­nan Hulusi (Koray), Ziya Osman (Saba), Ya­şar Nabi (Nayır), Cevdet Kudret, Muammer Lütfi (Bahşi), Sabri Esat (Siyavuşgil), Vasfi Mahir (Kocatürk).
Cumhuriyet şiirine büyük soluk kazandıran şairlerin başında Nâzım Hikmet gelmektedir. Toplumcu-gerçekçi şiirin öncüsü olan Nâzım, biçim ve içerik yönünden getirdiği yeniliklerle kendisinden sonra gelen birçok şairin esin kaynağı olmuştur. 1940'larda Orhan Veli Ka­nık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'ın başlattığı Garip Akımı özellikle gelenekçi şii­re bir başkaldırı niteliği taşıyordu. Çağdaş ba­tılı ozanlara, özellikle de Gerçeküstücüler'e eğilim gösteren Garipçiler ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam sanatlarından olabildiğince arın­dırılmış, yeni bir şiir anlayışı geliştirmişlerdir. Bu akım büyük tepkiyle karşılaşmış, ama Türk şiirinin yeni boyutlar kazanmasına yar­dımcı olmuştur. Özellikle 1950-60 yılları ara­sındaki Demokrat Parti iktidarının baskıcı yö­netiminin etkisiyle "kapalı şiir"e yönelen ve İkinci Yeni (Garipçiler'e Birinci Yeni de de­niyordu) adıyla adlandırılan şiir akımında öz­gür çağrışım yöntemi kullanılmış, soyutlama­ya aşırı ölçüde başvurulmuş, dilin yapısını zorlayan ve bozan denemelere girişilmiştir. Ama birçok şair de bu akımlardan hiçbirine katılmamış; bazıları bireyin günlük yaşamın­daki inişli çıkışlı dramını (Behçet Necatigil); bazıları Anadolu insanının her tür koşula ye­nik düşen, çileli yaşamını şiire yansıtmasını bilmiş (Cahit Külebi); bazıları bütün insanlık sorunlarını ele almış (Fazıl Hüsnü Dağlarca); bazıları eski şiirin ses ve söyleyiş zenginliğin­den esinlenerek çağdaş sorunları irdeleyen (zaman, yaşama sevinci) şiire yönelmiş; bazı­ları güncelin şiirinin peşine düşmüş; bazıları da şiiri salt bir ses, seslerle kurulan yepyeni bir uyum, düzen olarak algılamıştır. Ahmet Arif, Sabahattin Kudret Aksal, Mehmet Ba­şaran, Ataol Behramoğlu, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Hasan Hüseyin (Korkmazgil), Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Hilmi Yavuz, Can Yücel bu dönem şiirinin önde gelen şairleridir.
Cumhuriyet dönemi romanı da, şiiri gibi öncelikle Anadolu insanına, onun yüzyıllarca önemsenmemiş yaşamına, gerçeklerine yö­nelmiştir. Özellikle Anadolu'yu görme, ya­kından inceleme olanağını bulan, çeşitli ne­denlerle Anadolu'da yaşayan roman ve öykü­cüler gerçekçi gözlemlerini yeniden kurgula­yarak kaleme almışlardır. Türkiye'nin geçir­diği siyasal, toplumsal ve kültürel değişimi bir ırmak roman çerçevesine oturtan ürünler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle köy enstitülü yazarların oluşturdukları "köy ro­manı" geleneğinin bazı abartmalı yaklaşımla­rına karşın, köyün kentli insana tanıtılmasın­da büyük payı vardır. Yazarların İstanbul dı­şından da yetişmeleri Türk edebiyatının çeşit­lenmesinde en önemli etkenlerden biridir. Anadolu'nun hemen her bölgesi, geleneği, in­san tipleri, dünya görüşleri, kaygıları, düşün­celeri, özlemleri bu yapıtlar aracılığıyla tanı­tılmıştır. Türkiye'nin geçirdiği bazı askeri ve siyasal değişmeler roman ve öyküye de yansı­makta gecikmedi. Son dönemlerde yabancı­laşma, aydınların edilginliği, bunalımı, kent­leşme olgusunun yarattığı bunalımlar, yurtdı­şına giden insanlarımızın yaşantıları, cinsellik gibi pek çok konu ya klasik öykü ve roman tekniğine ya da batıda görülen yeni roman tekniklerine (sözgelimi bilinç akışı yöntemi) uygun olarak işlenmektedir. Cumhuriyet dö­nemi öykü ve romanında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Memduh Şevket Esendal, Abdülhak Şinasi Hisar, Halide Edip Adıvar, Halikarnas Balıkçısı, Refik Halit Karay, Pçyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Kemal Tahir, Or­han Kemal, Yaşar Kemal, Tarık Buğra, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Attilâ İlhan, Fakir Bay kurt, Talip Apaydın, Tahsin Yücel, Tarık Dursun K., Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu, Çetin Alt an, Selim İleri, Pınar Kür, Sevgi Soysal, Ayla Kutlu, Orhan Pamuk ve Mehmet Eroğlu anılabilir.
Cumhuriyet yönetimi tiyatro etkinliklerine de büyük önem vermiştir. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatrolarının yanı sıra özel tiyatro­lar da cumhuriyet sonrası tiyatrosunun oluştu­rulmasında etkin rol oynamışlardır (Kent Oyuncuları, Gülriz Sururi Engin Cezzar, An­kara Sanat Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu, Devekuşu Kabare, Dormen Tiyatrosu, Dost­lar Tiyatrosu). Bu dönem tiyatrolarında top­lumsal ulusal konular, savaşın ahlak anlayı­şında yarattığı yozlaşma, köylü-ağa çekişme­si, işçi-işveren çatışması, yabancılaşma gibi pek çok konuya yer verilmiştir. Nâzım Hik­met, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek, Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Or­han Asena, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Recep Bilginer, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Behçet Necatigil, Tarık Buğra, Hidayet Sa­yın, Güngör Dilmen, Sermet Çağan, Adalet Ağaoğlu, Başar Sabuncu, Turan Oflazoğlu, Güner Sümer ve Vasıf Öngören çağdaş Türk oyun yazarları arasında önde gelenlerdir.
Cumhuriyet döneminde, özellikle edebiyat eleştirisi ve tarihi alanında da bilimsel yapıtlar ortaya konmaya başlandı. Bu alanda Fuad Köprülü, Agâh Sırrı Levend, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön, Mehmet Kaplan, Kenan Akyüz, Cevdet Kudret, Me­tin And, Özdemir Nutku, Pertev Naili Boratav ve Berna Moran'ın adları özellikle anılabi­lir. Bu dönemde deneme türünde de önemli ürünler ortaya konmuştur. Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Nermi Uygur, Vedat Günyol, Memet Fuat, Salah Birsel ve Enis Batur bu türün temsilcilerindendir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder