Ana Sayfa Bilgi Bankası

20 Aralık 2010 Pazartesi

Televizyon ve sistemleri ? Kablolu Televizyon ? dünya çapındaki televizyon ağları ?

İlk renkli televizyon gösterisini 1928'de John Logie Baird gerçekleştirdi, ama ticari amaçlı renkli televizyon sistemlerinin geliştirilmesi için bunun üzerinden 25 yıl geçmesi gerekti. Bunlardan ilki, 1954'te ABD'de geliştirilen ve bugün ABD'nin yanı sıra Kanada, Meksika ve Japonya'da hâlâ kullanılmakta olan NTSC'dir ("Ulusal Televizyon Sistemleri Ko­mitesi" anlamına gelen İngilizce National Television Systems Committee sözcüklerinin başharflerinden). PAL sistemi ise ("Satır Atlamalı Faz" anlamına gelen Phase Alterna- tion Line sözcüklerinin başharflerinden) NTSC'nin değişik bir biçimidir ve Almanya Federal Cumhuriyetinde geliştirilmiştir. Tür­kiye'de ve Fransa dışındaki öbür Avrupa ül­keleri ile Avustralya'da bu sistem kullanıl­maktadır. Fransa, SSCB, Macaristan ve Ce­zayir'de ise SECAM ("Bellekli Elektronik Renk Sistemi" anlamına gelen Fransızca Systeme Electronigue Couleur Avec Memoire sözcüklerinin başharflerinden) sistemi kullanıl­maktadır.
Renkli Televizyon
Beyaz da içinde olmak üzere hemen her renk, uygun miktarlardaki kırmızı, yeşil ve mavi ışığın karıştırılması yoluyla elde edilebilir {bak. çizim). Renkli televizyon işte bu ilkeye dayanır.
Renkli televizyon kamerasında üç kamera tüpü vardır. Bunlardan birinde yalnızca kır­mızı ışığı geçiren bir filtre, ikincisinde yalnız­ca yeşil ışığı geçiren bir filtre, üçüncüsünde de yalnızca mavi ışığı geçiren bir filtre vardır. Stüdyo sahnesinin görüntüsü aynalar aracılı­ğıyla her üç tüpün üzerine düşürülür. Tüpler, yukarıda anlatılan siyah-beyaz televizyon ka­merası tüpleri gibi çalışır ve her tüp bir resim sinyali ve eşzamanlama vurusu üretir. Kırmızı filtreli kamera tüpünden gelen sinyal, sahne­nin kırmızı bölümlerini; öbür ikisinden gelen sinyaller de yeşil ve mavi bölümlerini temsil eder. Modern kameralarda, özellikle de ucuz olanlarında daha az tüp vardır. Siyah-beyaz kameralardakine benzeyen ışığa duyarlı kap­lama, ayrı renk sinyallerinin üretilebilmesini sağlayan bir renkli filtreler mozaiğiyle örtül­müştür.
Eğer üç kamera tüpünden alman sinyaller yükseltilir ve birinin ekranı kırmızı, birininki yeşil, birininki mavi renkte ışıyan fosforışıl maddeyle kaplı üç katot ışınlı tüpe beslenir ve sonuçta elde edilen resimler aynaların yardımıyla üst üste düşürülürse, ekranda yal­nızca kırmızılar, yeşiller ve maviler değil, özgün sahnenin bütün renkleri görülür ya da bir başka deyişle ekran tam renkli hale gelir. Renkli televizyon göstericileri böyle çalışır.
Üç ayrı renk sinyalinin iletimi için kullanı­lan frekans bandı genişliği, bir siyah-beyaz ve­rici istasyonun frekans bandı genişliğinin yaklaşık üç katıdır ve bu nedenle de üç ayrı renk sinyali gönderilmesi ekonomik değildir. Bu sorun, seçiklik derecesi (ayrıntı miktarı) yüksek siyah-beyaz bir resim gönderilip bu­nun içinin, çok daha az ayrıntıya inmek koşu­luyla, renkle doldurulması yoluyla çözülür. Bu, insan gözü açısından da kabul edilebilir bir çözümdür. Renge ilişkin bilgi, "siyah-beyaz" görüntü sinyaline eklenen bir alt taşıyıcı dalgayla taşınır, böylece ek bir bant genişliği­ne gerek kalmaz. Bu alt taşıyıcı dalga, siyah- beyaz bir alıcıda hemen hemen hiç fark edil­mediği için sistem bu açıdan da uygundur. Bu yöntemle, her üç renge ilişkin bütün bilgi, bir siyah-beyaz verici istasyonunun kullandığı frekans bandından daha geniş olmayan bir frekans bandına sıkıştırılabilir.
Basit sistem için anlatılan üç ayrı katot ışınlı tüp, alıcıda tek bir tüp halinde birleştirilmiş­tir. Bu tüpün izleme ucu, üzerinde minik üç­genler biçiminde düzenlenmiş yaklaşık 1,7 milyon fosforışıl nokta bulunan bir ekran oluşturur. Üçgen gruplarından birinin üzerine bir elektron demeti çarptığında, üçgendeki noktalardan biri kırmızı, öbürü yeşil, üçüncü­sü de mavi renkte ışır. Tüpün öteki ucuna üç elektron tabancası yerleştirilmiştir. Üzerinde küçük, yuvarlak delikler bulunan ve elek de­nen bir metal levha, elektron demetinin başka bir renkten fosfonşıl nokta üzerine düşmesini önler; yani, örneğin yeşil tabancadan çıkan elektron demeti her üçgende yalnızca yeşil renkte ışıldayan noktanın üzerine düşer. Eğer bir üçgendeki her üç nokta üzerine de aynı anda kendi elektron demetleri düşmüşse, üçü de ışıldar; ama bu noktalar birbirine o kadar yakındır ki, göz bunları tek bir beyaz ışık nok­tası olarak algılar.
Japonya'da geliştirilmiş olan Trinitron tü­pünde, sıra halinde üç demet üreten tek bir elektron tabancası bulunur. Bunun perdesi yarıklıdır ve tüpün yüzeyindeki üç renkli fos­fonşıl katman noktalardan değil, yüzey bo­yunca yan yana sıralanmış çok sayıda ince şe­ritten oluşur. Bu düzenleme son derece net resimler verir. Bu tüpler günümüzde hızla es­ki elekli tüplerin yerini almaktadır. Katot
ışınlı tüplerin yerine de, yarıiletken teknikle­rinin uygulandığı düz panel ekranlar geliştiril­miştir. Minyatür televizyon aygıtlarında ise, hesap makinelerinde ve sayısal (dijital) saat­lerde kullanılan türden sıvı kristalli gösterici­lerden yararlanılmaktadır.
Herhangi bir renk üç özelliğe göre tanımla­nır. Bunlar, rengin koyuluğunu ya da açıklığı­nı gösteren parlaklık ya da seçiklik; rengin, siyah ve beyaz katılmadan önceki halini belir­ten ton; rengin içinde bulunan katışıksız renk oranını veren doymuşluktur. Televizyona gelen sinyalden bu özellikler ye­niden oluşturularak, aslına uygun bir resim elde edilebilir.
Kablolu Televizyon
Fazlaca yaklaşılamayan ortamların gözlenebilmesi için televizyon kullanımı giderek yay­gınlaşmaktadır. Örneğin bir enerji santralındaki kazanlar ve basınç göstergeleri, bunların görüntüsünü denetim merkezine ileten bir te­levizyon kamerası aracılığıyla sürekli izlenebi­lir. Radyoaktif maddelerin hareketini. ve dökümhanelerde büyük parçaların dökümünü  izlemek ve denetim altında tutmak için de televizyon kullanılabilir. Denenmekte olan roket ve jet motorlarının durumu ya da batmış bir gemiyi kurtarma işlemleri de televizyonla izlenebilir. Tıp öğrencilerine hastanenin bir başka yerin­de yapılmakta olan ameliyatın yakın çekimle­rini sınıflarındayken izletmek ve bilimsel araş­tırmalarda pek çok iş için televizyondan ya­rarlanılabilir. Güvenlik merkezindeki aygıtla­ra bağlı kameralar da elektronik "bekçi" gö­revi görebilir.
"Kapalı devre" televizyon olarak adlandırı­lan bu tür televizyon sistemleri kısa mesafeler için yararlıdır. Kamera ile alıcı arasındaki bağlantı kabloyla sağlanır. Bazı büyük mağa­zalardaki televizyon sistemi bu türdendir.
Kablolu televizyon evde çeşitli programları izlemek için de kullanılabilir. Bir kablo ağı aracılığıyla uydu yer istasyonlarına bağlanıla­rak bütün dünyadaki televizyon programları izlenebilir; ama seçilen kablo kanalının ücre­tinin de ödenmesi gerekir.
Televizyon programlarını uzun mesafelere göndermek için, televizyon sinyallerinin belir-
li aralıklarla yerleştirilmiş aktarıcı (röle) istas­yonlarında güçlendirilmeleri gerekir. Eğer verici istasyona 80 kilometreden daha uzaktaysanız, aldığınız resimler oldukça kötü olabi­lir. Bunun nedeni, televizyon sinyallerinin bir doğru boyunca yol alması ve Dünya'nın yu­varlak olması nedeniyle de giderek yeryüzün­den uzaklaşıp uzay boşluğunda kaybolmala­rıdır.
izleyicilerin uzak ülkelerdeki olayları anında izleyebilmeleri için, uzaya çok sayıda güçlü haberleşme (iletişim) uydusu gönderilmekte­dir. ABD ile Avrupa arasında gerçekleştirilen denizaşırı, düzenli yayınlar vardır; bütün Av­rupa'yı kapsayan mikrodalga radyo ve kablo ağı Eurovision adıyla anılır. Televizyon yayın­larının bir uydu aracılığıyla doğrudan evlere iletilebilmesini sağlayan DBS ("Uyduyla Doğrudan Yayın" anlamına gelen İngilizce Direct Broadcasting by Satellite sözcüklerinin başharflerinden) sisteminden çeşitli ülkelerde yararlanabilmektedir.
Videonun bulunması televizyon için yeni kul­lanım alanları yaratmıştır. Videobant kaydı­nın kullanılması, resimlerin ve seslerin sakla­narak istenilen sıklıkta yeniden üretilebilme­sine olanak verir. Futbol maçlarının verildiği canlı yayınlarda heyecanlı anların "anında yeniden gösterilmesi" de bu yöntemle olanak­lı olmaktadır. Dahası, bir kanal izlenirken bir başka kanaldan yayımlanmakta olan program videoyla kaydedilebilmektedir.
Televizyonlarda elektronik oyunlar oyna­nabildiği gibi, bir bilgisayar veri tabanıyla sağ­lanan bilgileri gözden geçirmek için gene tele­vizyondan yararlanılabilir. Bilgisayar veri ta­banının sağladığı bilgiler ya da daha genel bir anlatımla bir teletekstin (telemetin) "elektro­nik sayfalan" televizyon sinyalleriyle gönderi­lir ve resim için kullanılmayan yedek hatlarda kodlanmış olarak görünür. Gerekli kod çözücüleriyle donatılmış alıcılarda, izleyici uzak­tan kumanda aygıtındaki bir düğmeye basa­rak bilgi isteyebilir ve bu bilgiyi televizyon ek­ranından izleyebilir. İlk teletekst sistemleri İngiltere'de 1976'da geliştirilen Ceefax siste­mi ile 1978'de geliştirilen Oracle sistemidir. Daha sonraları ABD'de Infotext, Kanada'da Telidon ve başka birçok ülkede farklı sistem­ler geliştirilmiştir. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu da 1990'da teletekst hizmeti sunma­ya başlamıştır.
Viewdata ya da videote:t çok daha gelişmiş bir sistemdir ve daha geniş bir veri tabanını kapsar. Televizyon veri ya da bilgi bankasına telefonla bağlanır ve sayfalar telefon hatlarıy­la gönderilir. Bu iki yönlü olarak işleyen bir sistemdir: Kullanıcılar istedikleri bilgiyi ala­bildikleri gibi, başka kullanıcılar için mesajlar da bırakabilirler. Ayrıca yer ayırtma ve mal siparişi gibi hizmetler için de bu sistemden ya­rarlanabilirler.
Televizyon evlerde izlenen bir eğlence aracı olarak başlamış, ama gün geçtikçe gelişen ve çoğalan kullanım alanlarıyla bugün artık he­men hemen herkes için yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. John Logie Baird'in 1926'da ilk titrek görüntüleri "küçük ekran­da" göstermesinden bu yana televizyon tek­nolojisinde gerçekten çok önemli gelişmeler olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder