Ana Sayfa Bilgi Bankası

24 Aralık 2010 Cuma

Tiyatro ve siname oyunculuğu,Oyunculuğun Başlangıcı,Profesyonel Oyuncular,Modern Oyunculuk,

bir öyküyü sahnede, perdede ya da ekranda söz ve hareketlerle canlandırma sanatıdır. Buna "rol yapmak" da denir. Aslında zaman zaman hepimiz rol yaparız. Eğer sıkıcı bir öy­küyü dinlerken ilgileniyormuş gibi görünü- yorsak ya da mutsuz olduğumuz zaman gülümsüyorsak, rol yapıyoruz demektir. Yani oyunculuk için her zaman ışıklandırılmış bir sahne, özel dekor ve kostümler gerekmez. Asıl gerekli olan canlandırılacak bir "olay", oyuncular ve izleyicilerdir. Herkes bir derece­ye kadar oyuncu sayılsa da, profesyonel oyun­culuk, yani oyunculuğu meslek edinmek eği­tim, disiplin ve yetenek gerektiren ciddi bir iştir.
Oyunculuk öğretilebilir mi sorusu 2.000 yılı aşkın bir süredir tartışma konusu olmuştur. Günümüzde temel oyunculuk çalışmaları ses eğitimiyle fiziksel eğitimi kapsar. Oyuncunun birbirinden değişik karakterleri inandırıcı bir biçimde canlandırabilmesi, sesini güçlü, etkili ve değişken bir biçimde kullanabilmesine bağlıdır. Fiziksel eğitim ise vücuda esneklik ve canlılık kazandırır. Çeşitli rollerde gergin­likle gevşeklik arasında denge kurmak ancak bedene egemen olmakla olanaklıdır. Oyuncu­luk eğitimi veren okullarda öğrencilerin kendi bedenlerini, seslerini, duygu ve düşüncelerini tanımalarına yardımcı olacak çalışmalar yapı­lır. Bir tiyatro okulunun programında şan, dans, mim ve eskrim gibi derslerin yanı sıra, doğaçlama (oyuncunun metne dayanmadan, ansızın bir şey yapmasını hedefleyen oyun tekniği), anlatım aracı olarak yüz yerine mas­ke kullanma türünden uygulamalı dersler var­dır. Ne var ki, böyle bir eğitim görmeden de yeteneğini kanıtlamış pek çok tiyatro ve sinema oyuncusunun bulunduğunu belirtmek gerekir.
Bir oyuncu kendini çok çeşitli teknikler için hazırlar. Örneğin, yakın plan çekim gerekti­ren televizyon oyununda kullanılan beceriler­le, büyük bir tiyatroda 2.000 kişinin önünde oynamak için gereken beceriler aynı değildir. Kamerayla yapılan yakın çekimlerde mimiklerdeki en ufak değişiklik anında fark edilece­ği için gerçeklik duygusunun yaratılması daha büyük önem taşır. Ama her iki teknik de, iz­leyici kitlesine karakterin ne düşündüğünü ya da duyduğunu göstermenin farklı yollarıdır.
Bir oyunun ya da filmin gerçekleşmesi için bir yönetmene gereksinim vardır. Yönetmen, oyuncular arasında işbirliğini sağlayan, oyun ya da filmin bir sanat ürünü niteliği kazanma­sında baş sorumluluğu alan kişidir. Prova sü­recinde yönetmen ve oyuncular ortak bir ça­lışmayla karakterleri yorumlar. Her oyuncu yaratmakta olduğu karakteri çeşitli deneme ve değişikliklerle biçimlendirir. Bir oyuncu­nun belleği güçlü, sesi pürüzsüz ve kontrollü olmalı, soluğunu denetleyebilmen, söylediği sözcükler kolayca anlaşılmalı, cümlelerin vur­guları yerinde olmalıdır. Oyuncu, rolünün ge­rektirdiği beden şeklini benimseyebilmeli, ge­rek bedenine, gerek sesine egemen olabilme­lidir. Oyuncudan ayrıca, beklenmedik du­rumlarda kıvraklık göstererek oyunda her­hangi bir aksaklığı önlemesi de beklenir.
Diyelim ki, siz de bir oyunda rol alacaksı­nız. Önemli olan, izleyiciyi canlandırdığınız karakterin gerçekliğine inandırabilmektir.
Bunun için de her şeyden önce o karakteri tüm özellikleriyle tanımanız gerekir. Önce elinizdeki metni yüksek sesle birkaç kez oku­yun ve kendinize bazı sorular sorun: Oyun günümüzde mi, geçmişte mi, gelecekte mi ge­çiyor? Olay kendi ülkenizde mi, yoksa yaban­cı bir ülkede mi yer alıyor? Söz konusu yerin iklim özellikleri nelerdir? İnsanların ne gibi alışkanlıkları var? Canlandıracağınız karakter sizden genç mi, yaşlı mı? Bunu en inandırıcı biçimde yansıtabilmenin yolları neler? Oyu­nun dilinin ne gibi özellikleri var? Konuşma­lar fiziksel hareketleri etkiliyor mu? (Örneğin sarayda geçen bir sahnede oyuncular hareket­lerini en aza indirmeye özen göstererek konu­şurken, bir pazaryerinde özgürce dolaşarak söyleşirler.) Tüm bunların yanı sıra, oyundaki karakterlerin birbirleriyle ilişkisi ve birbirleri­ne ilişkin düşünceleri de önem taşıdığı için, bunu da araştırmamız gerekir.
Metinle ilgili çalışmalarda oyun yazarının verdiği ipuçlarını çözümleyerek rolün özünü ve amacını bulabilirsiniz. Bundan sonrası ya­ratıcı düş gücünüze bağlıdır. Canlandıracağı­nız karakterle ilgili her yeni keşif yararlı ola­caktır. Düş gücünüzü kullandığınız ölçüde, karakteri canlandırmada kazanacağınız başarı artar. Kendinizi o karakterin yerine koyun. Onun otobüse nasıl bineceğini, nasıl kahvaltı edeceğini, giyineceğini, otomobil kullanacağı­nı, tenis oynayacağını ya da alışverişe çıkaca­ğını düşünün. Bunun çok zevkli bir oyun ol­duğunu göreceksiniz; üstelik her yerde, her zaman oynayabilirsiniz. Düşünmeyi sürdü­rün, öbür oyuncularla konuşun, birbirinizle düşünce alışverişinde bulunun. Kendi kişiliği­nizle o karakter arasında belki de çok büyük bir fark yoktur. Ama bu farklılıkların ne oldu­ğunu anlarsanız, "yeni" karakterinizle her şe­yi deneyebilirsiniz. Bir süre için başka biri ol­mak çok heyecan verici olabilir!
Oyunun provalarında bu deneylerden ya­rarlanın. Canlandırmaya çalıştığınız karakter­le değişik şeyler deneyin, bakalım oluyor mu? Yönetmeninizden öğüt isteyin; onun görevi size ne yapacağınızı söylemek değil, yardım etmektir. Oyunculuğunuzun doğal olup olma­dığını araştırın. Çünkü sonuçta önemli olan izleyicilerin sizin rol yaptığınıza değil, gerçek­ten başka bir kişi olduğunuza inanmalarıdır.
Provalar deneme, hata yapma, yorumda bulunma ve her şeyden önce karar verme fır­satı sağlar. Oyunun metnine ilişkin yorumlar başta gelir. Metinde anlatılmak isteneni kav­ramak ve bunun nasıl iletileceğine karar ver­mek çok önemlidir. Örneğin hangi duygulara ağırlık verilecektir? (Bu öfke, gurur ya da kıs­kançlık olabilir.) Provalarda sahnede nasıl ha­reket edileceğine (belli bir cümlenin ayakta mı, yoksa oturarak mı söyleneceğine), nasıl giyinileceğine karar verilir. Ayrıca giyimi bütünleyecek baston, kılıç, çanta ya da gözlük türünden eşya gerekebilir. Peruk mu takacak­sınız, yoksa kendi saçınız uygun mu? Görünü­şünüzü değiştirmek için makyaja gerek varsa, bunu nasıl yapacaksınız? Eğer obur birini canlandıracaksanız, ağzınıza ara sıra bir şey­ler atmayı unutmamalısınız. Gördüğünüz gi­bi, provalarda düşünülecek çok şey vardır ve hepsine yetişmek için zaman hiç yetmeyecekmiş gibi gelir.
Canlandırdığınız karakterin nasıl bir kişi ol­duğunu ve neyi niçin söylediğini kavradıktan sonra, provalarda artık hiç çaba harcamadan cümlelerinizi hatırlamaya başladığınızı fark edeceksiniz. Gene de, eksiksiz ezberleyebil­mek için çok sıkı çalışmanız gerekecektir. Bu konuda öbür oyunculardan yardım beklerken siz de onlara yardım etmelisiniz. Çünkü oyun­culukta başarı ekip çalışmasıyla olanaklıdır. Cümleleri ezberlerken bunları yalnızca söz­cükler olarak görmeyin, ne anlama geldikleri­ni, sizden önce ve sonra konuşanların sözle­riyle ilişkisini düşünün. Bu da sizden önceki oyuncunun son sözlerini, yani sizin lafa başla­manız için işaret olacak sözleri ezberlemenize yardımcı olacaktır.
Oyunun başarısı oyuncuların yaratıcılığına ve yorumuna bağlıdır. Sahnedeyken yalnızca konuşma sıranız geldiği zaman değil, her an rol yapmanız gerektiğini unutmamalısınız. İyi bir oyuncu, öbür karakterler konuşurken din­leyerek ve dikkatini onlara vererek sürekli oyunun içinde olur. Sahnedeki oyuncuları dinlediğinizi, yerine göre şaşırmış görünerek, gülerek, öksürerek ya da sabırsızlıkla ikide bir saatinize bakarak belirtebilirsiniz. Ama bunları yaparken, izleyicilerin dikkatini ken­dinize çekerek oyundaki daha önemli bir kişi­nin rolünü çalmaktan kaçınmalısınız. Oyuncu arkadaşlarınıza ve yazarın yapıtına karşı say­gılı olmalısınız.
Sahnede ya da kameranın karşısında hiçbir şey yapmadan durmak çok zordur. Dikkatini­zi öbür oyuncuları dinlemeye yöneltir ve ken­dinizi gevşek bırakırsanız bu zorluğu yenersi- niz. Sahnede hiçbir şey yapmadan durma sa­natının ustası olmaya çalışın; oyunculuğunu­zun en güçlü yönü bu olabilir.
Oyunculuğun Başlangıcı
Eski Yunan'da şarap tanrısı Dionysos'u kut­samak için düzenlenen şenliklerde başlangıçta sadece koro yer alırken, İÖ 6. yüzyılda Atina­lı şair Thespis, korobaşıyla karşılıklı konuş­maya girerek, tarihte ilk oyunculuk örneğini verdi.
Eski Yunan'da oyuncular toplumda saygı görürdü, oysa Roma İmparatorluğu dönemin­de aşağılandılar. Hıristiyanlığın Roma'da ka­bul edilmesinden sonra oyunculuk yasaklandı ve 6. yüzyılda tiyatrolar kapatıldı.
Ortaçağda ilk oyunlar kilise törenlerinden doğdu. Bu oyunlar Avrupa'da birçok ülkede din görevlileri ve koroda şarkı söyleyen ço­cuklar tarafından oynanıyordu. Giderek kilise topluluğundan bazı kişilerin de oyunlarda rol almasına izin verildi, ama kadınlara oyuncu­luk yasaktı. Oyuncu sayısı arttıkça daha geniş bir sahne gerekti ve oyunlar önce kiliselerin avlusunda, bir süre sonra da arabalarda sah­nelenmeye başlandı. Arabaların kentin so­kaklarında dolaşması kent halkının oyunları izlemesine olanak veriyordu. Her arabada Kutsal Kitap'tan değişik bir öykü canlandırılı­yor, bu konuda kentlerdeki çeşitli loncalar iş­bölümü yapıyordu. Örneğin Nuh'un Gemisi öyküsünü gemi yapımında çalışanlar, Hz. Yu­nus ile balina öyküsünü balıkçılar sahneliyor­du. Bu oyunlara mucize oyunu ya da gizem oyunu deniyordu.
Profesyonel Oyuncular
Ortaçağdaki dinsel oyunlarda rol alan herkes amatördü. Bu uğraşıda kazanç amacı güdül­müyordu. Zamanla oyunlar dindışı bir nitelik kazanınca kilise görevlileri oyunculuktan çe­kildi ve işi kilise dışındaki kimselere bıraktı. 16. yüzyılda, Rönesans'la birlikte tiyatroda oyunculuğu meslek edinmiş profesyonel sa­natçılar rol almaya başladı. İtalya'da bu dö­nemde halk arasından yetişmiş ve halka sesle­nen oyunculardan oluşan commedia delVarte adlı tiyatro toplulukları kuruldu. Dinle bir il­gisi olmayan bu topluluklardaki oyuncular halk tiplerinden esinlendi ve uşak, asker, tüc­car, âşık gibi bir dizi tip yarattı. Hep aynı rolü oynayan bazı oycular Ödeşme be­nimsiyordu ki, kendi adlarını değiştirip can­landırdıkları karakterin adını alarak en sev­dikleri tiple özdeşleşiyorlardı. Belli bir temayı işleyerek doğaçlama oynanan bu oyunlar şar­kı, dans, akrobasi, palyaçoluk ve mim türün­den gösterileri de içeriyordu. Kadınlar Eski Yunan'da oyunculuk yapamaz, Eski Roma'da ve ortaçağda ise pek seyrek sahneye çıkarken, ilk profesyonel kadın oyuncular commedia delVarte topluluklarında ortaya çıktı. En ünlü­leri de Isabella Andreini'ydi (1562-1604).
İngiltere'de Kral VII. Henry, "ara oyunu" denen kısa oyunlar oynamaları için bir erkek­ler tiyatro topluluğu kurdurdu. Kraliçe I. Elizabeth tahta çıktığında, sarayın ya da soylula­rın koruduğu birçok profesyonel oyuncu top­luluğu vardı. O dönemde oyuncular böyle bir koruma altına girmezse serseri sayılıyor, yol­culuk yapmalarına izin verilmiyor, tutuklanıp cezalandırılabiliyordu. Oysa, örneğin "Leicester Kontu'nun Oyuncuları" adlı bir toplu­lukla rahatça yolculuk ederek oyunlarını sah­neleyebiliyor ve izleyicilerin ödediği pa­rayla geçimlerini sağlayabiliyorlardı.
I. Elizabeth döneminin en ünlü oyunlarını aynı zamanda oyuncu olan William Shakes- peare yazdı. Shakes- peare'in Hamlet, Kral Lear, Othello, III. Richard gibi ünlü karakterlerini sahnede ilk canlandıran oyuncu James Burbage'dı (1531- 97). Burbage'ın oyunculukta en büyük rakibi Edward Alleyn'di (1566-1626). Alleyn yaşadı­ğı dönemde çok beğenilen bir oyuncuydu; ne­rede sahneye çıksa, halk onu görmeye ko­şardı.
Bu topluluklarda kadın oyuncu yoktu. Ka­dın rollerini ince sesli, zarif davranışlı deli­kanlılar canlandırırdı. Hatta yalnızca çocuk oyunculardan oluşan topluluklar bile vardı.
İngiliz İç Savaşı'nın (1642-51) başlangıcında tüm tiyatrolar kapatıldı, çünkü Oliver Cromwell'i destekleyen Püritenler tiyatronun kötülüğe yol açtığını düşünüyorlardı. Gene de, halka açık tiyatroların yasaklanmasına karşın, evlerde gizlice tiyatro oynatılırdı.
İngiltere'de tiyatrolar 18 yıl boyunca kapalı kaldı. 1660'ta başlayan Restorasyon döne­minde Kral II. Charles'ın yüreklendirmesiyle, oyunculuk yeniden canlandı. Bu dönemde ilk kez profesyonel kadın oyuncular sahneye çık­tı. Bunlardan en tanınmışı Nell Gwyn'di (1650-87). Thomas Betterton (1635-1710) tra­jedi oyuncusu olarak büyük başarı kazandı. O dönemde, oyunlardaki uzun, ağdalı konuşma­lara uygun olarak son derece ağır bir oyuncu­luk tarzı geçerliydi. 1741'de David Garrick (1717-79) adlı genç bir oyuncu bu geleneğin değişmesine yol açtı.
Garrick'in anlamlı bir yüz ifadesi, ışıl ışıl parlayan gözleri vardı ve rolünü, izleyicileri çok etkileyen rahat, doğal bir biçimde oynu­yordu. 35 yıl boyunca Shakespeare'in trajedi ve komedilerini başarıyla yorumladı. Başka oyuncuları taklit etmedi; gerçek yaşamdaki insanları inceleyerek her rolü kendi düşündü­ğü gibi oynadı, bu da onun sahnede daha do­ğal görünmesini sağladı. Çok tutulan bu oyun­culuk tarzı giderek eskisinin yerini aldı. Garrick aynı zamanda oyunlar yazdı ve sah­nede gizli bir ışıklandırma sistemi uyguladı. Londra'daki Drury Lane Tiyatrosu'nda sah­nelenen oyunları için hazırladığı manzara re­simli dekor panoları benzersizdi.
Garrick'ten sonraki oyuncular da onun gibi doğal oyunculuk tarzını benimsediler. Kadın oyunculardan Sarah Siddons (1755-1831) bunların en başarılılarından biriydi. Ünlü tiyat­ro oyuncuları yetiştirmiş bir aileden geliyor­du. 1783'te Londra'da sahneye ilk çıkışından başlayarak büyük bir ilgi gördü. Olağanüstü yetenekli bir oyuncu olan Sarah yalnızca rol yapmıyor, oynadığı karakterle neredeyse özdeşleşiyordu. Özellikle trajedilerde çok etki­leyici bir oyun çıkarıyordu. Anlatıldığına gö­re, bir oyundaki ölüm sahnesinde öyle inandı­rıcıydı ki, izleyiciler onun gerçekten öldüğünü sanmıştı.
18. yüzyılın ortasında İngiltere'den ABD'de Virginia'ya giden konuk oyuncular yerle­şik tiyatrolar kurdular. Charles ve Mary Stagg' in, Virginia'da Williamsburg kentindeki ti­yatrosundan başka, Philadelphia ve New York'ta da tiyatrolar kuruldu. ABD'nin ilk ünlü tiyatro sanatçıları William Dunlap (1766- 1839) ve Joseph Jefferson'dı (1829-1905).
19. yüzyılın başında İngiltere'de yeni bir ti­yatro yıldızı parladı. Bu, çocukluğu tiyatroda geçmiş bir yetim olan Edmund Kean'di (1789- 1833). Kean hem usta bir oyuncu, hem de bir yenilikçiydi. Doğal oyunculuk anlayışını yeni­den gündeme getirdi. Oyunculuk sanatı üze­rinde kalıcı etkiler bıraktı. Bir dahi gözüyle bakılan Kean'in oyunculuğunun etkisinde ka­lan izleyicilerden bayılanlar olurdu. Çok içen ve çelişkili davranışları olan Edmund Kean 1833'te sahnede düşüp öldü. Bu dönemin öbür ünlü oyuncuları William Macready (1793-1873) ve oyunculuğunun yanı sıra, Lon­dra ile New York'ta sahneye konan 100'den fazla oyunun yazarı olan Dion Boucicault (1820-90) idi. İngiltere'de ün kazanan ilk ABD'li oyuncu ise Edwin Booth'du (1833- 93).
1871'de Londra'da halk Henry Irving (1838-1905) adında bir oyuncudan söz etmeye başladı. Irving'in kendine özgü abartılı bir oyun tarzı vardı. Bu yüzden eleştirilse de izleyi­cilerden büyük ilgi görüyordu. İlk oyuncu yö­neticilerden olan Irving kendi tiyatrosunu ku­rarak, ünlü kadın oyuncu Ellen Terry (1847- 1928) ile 24 yıl boyunca başarılı oyunlar sergi­ledi. Henry Irving 1895'te, tiyatrodaki hiz­metlerinden ötürü "sir" unvanı ile onurlandı­rılan ilk oyuncu oldu. Bu bütün oyuncular için büyük bir aşamaydı; böylece artık İngiltere' de oyunculuk bir meslek olarak kabul edilmiş oluyor ve oyuncular "serseri" tanımından kurtuluyordu.
İkisi de kadın olan iki ünlü Avrupalı oyun­cudan söz etmeden geçemeyiz: Sonsuz çeşitli­lik gösteren oyunculuğuyla İtalyan Eleonora Duse (1858-1924) ile şiirsel yorumları en iyi trajedilerde ortaya çıkan ve "altın ses"iyle ta­nınan Fransız Sarah Bernhardt. Birçok ülkede hayranlıkla iz­lenen Eleonora Duse, Gabriele d'Annunzio' nun (1863-1938) ve Henrik Ibsetı'in yapıla­rındaki kadın kahramanlara getirdiği yorum­larla dikkati çekti. En zor rollerin başarıyla üstesinden gelen Sarah Bernhardt, sakatlandıktan sonra bile sahneyi terk etmedi. Aynı dönemde yaşayan bu iki sanatçıdan hangisinin daha yetenekli olduğu konusunda izleyiciler tartışmaya girerdi. Bir keresinde Londra'da, bir oyunun iki ayrı çevi­risinde aynı rolü biri Fransızca, öbürü İtalyan­ca oynadı.
Modern Oyunculuk
19. yüzyılın sonlarında Rus tiyatro oyuncusu, yönetmeni ve kuramcısı Konstantin Stanis- lavski (1863-1938), oyuncunun dikkatini geç­mişteki yoğun, duygusal bir olayın anısı üze­rinde toplayarak, yeri geldiğinde bunu belli bir sahnede kullanmayı öğrenebileceğini sa­vunuyordu. "Duygusal bellek" olarak nitele­nen bu öğreti 20. yüzyılda oyunculuk sanatını büyük ölçüde etkiledi.
Alman oyun yazarı ve kuramcısı Bertolt Brecht ise "yabancı­laştırma etmeni" ile oyunculuk sanatını Stanislavski'den farklı bir yönde etkiledi. Ona göre, oyunun özünü daha nesnel bir biçimde aktarabilmeleri için, oyuncuların yorumladık­ları karakterin zaman zaman dışına çıkmaları gerekiyordu. 1949'da kurduğu Berlıner Ensemble adlı tiyatro topluluğu bu kurama uy­gun oyunlar sergiledi. Ünlü oyuncuları arasın­da Brecht'in eşi ve ölümünden sonra Berliner Ensemble'ın yöneticisi olan Helena Weigel (1900-71) ile şarkıcı ve oyuncu Lotte Lenya (1900-81) vardı.
20. yüzyılda oyunculuk sanatını önemli öl­çüde etkileyen bir başka gelişme de oyun ya­zarı, şair, oyuncu ve kuramcı Antonin Artaud'nun (1896-1948) "Vahşet Tiyatrosu"dur. Uygarlığın insanı kendi özüne yabancılaştırdı- ğını ve dayanılmaz bir baskı altında tuttuğunu savunan Artaud, tiyatronun işlevinin insanı bu baskıdan kurtarmak olduğuna inanıyordu. Oyuncu ile izleyici arasındaki sahne engelini kaldırarak gizemli sözler, fısıltılar, iniltiler, çığlıklar ve ışık efektleriyle oyuncunun izleyi­ciyle psikolojik bir bağ kuracağı görüşündey­di. Artaud'nun görüşleri Fransa'da Jean- Louis Barrault ve Jean Vilar ile ABD'de Li- ving Theatre (Yaşayan Tiyatro) topluluğunun oyunlarını etkiledi.
Bu etkilerle birlikte, yeni oyunların kahra­manlarının tarihsel kişiler yerine günümüzün sıradan insanları olması modernleşmenin baş­lıca öğelerindendir. İngiltere'de Sir Laurence Olivier, Sir John Gielgud, Sir Ralph Richard- son, Sir Alec Guinness, Dame Sybil Thorn- dike, Dame Edith Evans ve Dame Peggy Ashcroft klasik oyunlar kadar, modern oyun­lardaki başarılarıyla da dikkati çektiler.
20. yüzyılda sinema sanayisi hemen hiç oyunculuk deneyimi olmayan film yıldızları yarattı. Bu arada birçok tiyatro oyuncusu da sinemaya geçti. ABD'de sessiz sinemanın ün­lü oyuncuları arasında Mary Pickford, Lillian Gish, Rudolph Valentino ve Douglas Fair- banks sayılabilir. Sille tokat" (slapsîick) tü­ründe komediler Buster Keaton, Stan Laurel ve Oliver Hardy'yi yıldızlığa yükseltti. Sesli sinema ile birlikte ise Greta Garbo, Charles Laughton, Orson Welles, Louis Jouvet, Spencer Tracy, Katherine Hepburn, Bette Davis, Henry Fonda, James Stewart, Joan Craw- ford, Ingrid Bergman gibi üstün yetenekli oyuncular yetişti. Charlie Chaplin sessiz sine­mada olduğu kadar, sesli sinemadaki ustalı­ğıyla da oyunculuk yeteneğini kanıtladı.
1947'de ABD'de, New York kentinde ku­rulan ve oyunculuk eğitimi veren Actors Studio, Stanislavski yönteminin uygulandığı önemli bir merkez oldu. Marlon Brando, James Dean, Montgomery Clift, Rod Steiger, Geraldine Page gibi ABD tiyatro ve sineması­nın önde gelen oyuncuları burada yetişti.
Büyük Dünya Bunalımı ve II. Dünya Sava­şı sırasında ABD'de, insanları katı gerçekler­den uzaklaştırmak amacıyla, müzik ve dansın bir olay örgüsüyle birleştiği gösteri ve filmler ortaya çıktı. "Müzikal" olarak nitelenen bu gösteriler yeni bir oyuncu türünün doğmasına yol açtı. Müzikallerin ünlü oyuncuları, Judy Garland, Mickey Rooney, Ruby Keeler, Nelson Eddy, Jeanette MacDonald, Bing Crosby, Fred Astaire, Ginger Rogers, Gene Kelly gibi sanatçılardı. Bu sanatçıların çoğu, şarkı söylemekte ve dans etmekte olduğu kadar, oyunculukta da ustaydı.
Günümüzde tiyatro, sinema ya da televiz­yon oyunlarındaki başarılarıyla tanınan Glenda Jackson, Vanessa Redgrave, Jane Fonda, Maggie Smith, Jack Lemmon, Dustin Hoffman ve Jack Nicholson dünya çapında ünlü sanatçılardır. Bu yetenekli oyunculardan ba­zıları İngiltere'deki Ulusal Tiyatro ve Kraliyet Shakespeare Topluluğu'nda, New York'ta Broadway'deki ve Broadway dışındaki tiyat­rolarda ya da Kanada'da Ontario eyaletindeki Stratford Shakespeare Festival Tiyatrosu gibi önde gelen tiyatrolarda da sahneye çıkmakta­dırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder