Ana Sayfa Bilgi Bankası

29 Aralık 2010 Çarşamba

Türkiyede tarım,sanayi ve madencilik.

Tarım
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye'nin tarıma dayalı bir ekonomik yapısı vardı. Özel­likle 1970 sonrasında sanayileşmenin gelişme­sine bağlı olarak ekonomi içindeki ağırlığının azalmasına karşılık, tarım hâlâ ekonominin önemli bir kesimi olma özelliğini korumakta­dır. Çalışan nüfus içindeki payı yüzde 50 olan tarım kesiminin milli gelir ve dışsatım içindeki payları da yüzde 20 dolayındadır. Türkiye'de tarım ürünlerini işleyen gıda, içki, tütün, do­kuma, deri-kösele gibi sanayi dallan sanayi içinde bugün de ağırlığını korumaktadır. Bu, tarımın sanayinin hammadde üreticisi olarak da ekonomide önemli bir yer tuttuğunu gös­termektedir.
Türkiye dünyada gıda maddeleri üreti­minde kendi kendine yeterli az sayıdaki ülke­den biridir. Türkiye tarımının özelliklerinden biri, doğal koşulların sağladığı olanaklar ne­deniyle bitki çeşidinin çok zengin olmasıdır.
Ayrıca, Türkiye fındık, kuru üzüm, incir, kayısı, antepfıstığı, kavun, karpuz, şekerpan­carı, ayçiçeği üretiminde dünyada ön sıralar­da yer alan ülkelerdendir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımsal üreti­min artırılabilmesi için özellikle vergi, kredi ve toprak mülkiyeti konularında önemli ka­rarlar alınmıştır. Ama köylerden tüketim merkezlerine ulaşımın güç olması, kentsel nü­fusun azlığı ve tarım ürünlerini işleyen sanayi­nin cılızlığı pazara yönelik üretimin yeterince gelişmesini engellemiştir. Ayrıca karasabana dayalı ilkel ekip biçme yöntemleri üretimin sınırlı kalmasına yol açmıştır. Bu yapı, demir­yolu ulaşımına yakın olan yerler dışında kalan bölgelerde geçimlik üretimi yaygın kılmıştır.
Tarımda atılım 1950'lerde gerçekleşti. Kre­di olanaklarının genişlemesi, traktör sayısının hızla artması, karayolu ulaşımının geliştiril­mesi ve tarım ürünleri fiyatlarının desteklen­mesi tarımda değişimi hızlandırdı. Tarımsal gelişmeye asıl damgasını vuran olgu traktör sayısındaki artışa bağlı olarak işlenen toprak­ların artmasıydı. Tarım topraklarının genişle­mesi büyük ölçüde ya tümüyle kamu mülkiye­tinde olan ya da köy birimlerinin ortak kulla­nımında bulunan arazinin özel kişilerce işlen­mesi biçiminde gerçekleşti. Daha önce olduğu gibi başta buğday olmak üzere tahıllar en bü­yük paya sahip olmakla birlikte, şekerpanca­rı, pamuk, çay gibi sanayi bitkilerinin üretimi de önemli ölçüde arttı. Ayrıca pazara açılma sürecinin yaygınlaşmasıyla meyve ve sebze üretiminde de önemli artışlar oldu. Tüm bu köklü değişime karşılık, tarımsal işletmelerin yaklaşık 3/4'ü" küçük ya da çok küçüktür.
1950'lerde tarımsal üretim artışının kaynağı tarıma yeni açılan alanlarken, ekilebilir top­rakların sınırına ulaşıldığı 1960'larda makine ve ileri tarımsal girdileri kullanan yoğun ta­rım teknikleri önem kazandı. 1960'lar ve 1970'lerde daha önceki dönemlere oranla bir verim artışı gözlendi. Özellikle sanayi bitkile­rinde yüksek verimlilik sağlandı. Bunda, kap­samı 1975'te 19 ürüne ulaşan destekleme alımlarının da rolü vardı. 1975'ten sonra Tür­kiye ekonomisinin içine girdiği bunalımın et­kisiyle tarımsal üretimin büyüme hızı düşme­ye başladı. 24 Ocak Kararları'yla ekonomi için önemli bir yük oluşturmaya başlayan des­tekleme alımları azaltıldı. Ayrıca yapay güb­reye sağlanan devlet desteğinin çekilmesi gübre fiyatlarında büyük artışa, bunun sonu­cu olarak da gübre kullanımında düşmeye ne­den oldu. Tüm bu gelişmeler 1980-83 arasında tarımsal üretimde azımsanmayacak bir düşüş yarattı. Günümüzde tarımsal üretimin ağırlıklı Bölümünü bitkisel üretim oluşturmaktadır. Hay­van sayısının yüksek olmasına karşın verimli­liğin düşük olduğu hayvancılık çok önemli bir gelişme potansiyeline sahiptir.
Sanayi
1930'larda uygulanmaya başlanan devletçi po­litika sanayileşmede önemli adımların atılma­sını sağladı. Devletçi sanayileşme politikası­nın temel amaçlarından biri yurtdışından alı­nan mallan ülkede üretmekti. Bu dönemde en önemli gelişmenin yer aldığı dokuma sanayisi 1930'lann sonunda ülke tüketiminin yüzde 80'ini karşılayacak düzeye erişti. Ayrı­ca şeker üretimi dışalıma son verdirecek, çimentoysa tüketim fazlası yaratacak duruma gelmişti. Gene bu dönemde ülkenin ilk de- mir-çelik fabrikası Karabük'te kuruldu. Sana­yileşmedeki hızlı gelişme II. Dünya Savaşı yıllarında yavaşladı. Savaşın getirdiği bazı zorunlu harcamalar sanayileşmeye yönelik yatırımların hızını kesti.
1950'lerde sanayi tarımdaki değişime ve kentleşmeye bağlı olarak genişleyen iç paza­rın etkisiyle canlılık kazandı. 1950 sonrası özel kesimin geliştirilmesine öncelik verilerek bu kesime kamu-özel ortaklıkları yoluyla sermaye aktarımına gidildi. Ayrıca sanayinin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla ula­şım, enerji ve haberleşme gibi altyapı yatırım­ları hızlandırıldı. Ülke içindeki yatırımların sermaye sorunlarını çözmek amacıyla 1950'de Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kuruldu.
Bankanın amacı, yabancı ve yerli özel serma­yenin Türkiye'de kurulan sanayi ortaklıkları­na yardım etmek ve bu konuda özendirici çalışmalar yapmaktı. Gene 1950'nin başların­da devlet işletmelerinin özel sermayeye devri söz konusu edildiyse de bu gerçekleştirileme­di. Özel sektör oldukça güçlenmesine karşın genişleyen iç talebi karşılayabilecek bir geliş­me gösteremedi. Bunun sonucu olarak devlet işletmeleri üretimlerini genişletmek duru­munda kaldı. Bu dönemin bir başka özelliği de tüm özendirme ve çabalara karşın yabancı sermayenin umulan oranda gelmemesiydi.
1960'tan sonraki planlı dönemde sanayileş­meye büyük önem verilerek dışarıdan alman malların ülke içinde üretilmesine öncelik ta­nındı. Bu dönemin başında, Türk ekonomisi­nin yapısı, devlet ve özel girişimin yan yana bulunduğu bir karma ekonomi olarak tanım­lanmaktaydı. Kamu kesimi ürettiği işlenmiş ya da yarı işlenmiş mallarla özel kesimin girdi gereksinimini karşılıyor ve bu kesimin geliş­mesine olanak sağlıyordu. Bu dönemin 1960- 72 yılları arasındaki bölümünde özellikle sa­nayinin tüm dallarında önemli gelişmeler görüldü. 1970'lerin sonuna doğru yaşanılan ekonomik bunalım sanayinin gelişmesini bü­yük oranda sekteye uğrattı. 24 Ocak Kararları'yla uygulanmaya başlanan dışsatıma dönük sanayileşme politikası yeni bir dönemin baş­langıcı oldu. Dışsatıma tanınan olanaklar sanayicilerin gözlerini ülke dışındaki pazarla­ra çevirdi. Bunun sonucu olarak 1980 sonra­sında maliyet ve nitelik sorunlarının çözümü­ne öncelik verildi. Yeni üretim tekniklerinin kullanımı ile ürün niteliğinin artırılıp maliyeti­nin düşürülmesi yoluyla dış pazarda rekabet olanakları arandı. Uygulamanın ilk aşamasın­da sanayileşmenin özel girişimciliğe bırakıl­ması yoluna gidildi. Daha sonraysa var olan devlet işletmelerinin özel yerli ve yabancı sermayeye satılmasına yönelindi.
Bu gelişmelerin sonucu olarak sanayinin ülke ekonomisi içindeki önemi ve ağırlığı arttı. 1950'de ülke içinde yaratılan gelirde sanayicinin payı yüzde 13 iken 1989'a gelindi­ğinde yüzde 32'ye çıkmıştı.
Sanayi sektörü kendi içinde yapım (imalat) sanayisi, madencilik ve enerji olarak üç ana kesime ayrılır, ama sanayi dendiğinde ilk akla gelen yapım sanayisidir.
Yapım Sanayisi. Sanayi kesiminde üretilen ürünlerin tümü insanlarca tüketilen ürünler değildir. Bunların ancak bir bölümü tüketici­nin yararlanmasına elverişlidir. Kalan bölümü ise insanın biyolojik ve öbür gereksinimlerini karşılayacak nitelikte malların üretilmesi için gerekli ürünlerdir. Bu nedenle imalat sanayi­sinde üretilen malları, tüketim mallan, ara mallan ve yatınm mallan olarak üçe ayırırız. Tüketim mallan insanların gereksinimine doğrudan cevap verebilecek nitelikteki mal­lardır. Bunlar tüketilme sürelerine bakılarak dayanıklı ve dayanıksız olarak ikiye aynlır. Genellikle bir kerede tüketilen ürünlere da­yanıksız tüketim mallan, uzun süre yararlan­maya elverişli olanlara da dayanıklı tüketim mallan denir. Yatırım mallan bireylerin ge­reksinimlerini karşılamak amacıyla talep et­tikleri mallan üretmek için kullanılan çeşitli araç ve gereçlerdir. Bir başka deyişle, tüketim mallarını ve öteki mallan üreten araç ve gereçlere yatırım mallan adını veriyoruz. Ara mallan ise gerek tüketim, gerek yatırım mallan üretimi için gerekli olan maddelerdir. Ör­neğin bir elbiselik kumaş tüketim malı, bunu üreten makine yatırım malı, pamuk ipliği ise ara malıdır.
Sanayileşme cumhuriyetin kuruluşundan beri hep önde gelen hedef olmuş, dışsatım ve ulusal gelir içindeki payı sürekli bir artış göstermiştir. Çağdaşlaşmanın ve ekonomik gelişmenin ölçütü olarak, alınan sanayileşme­nin 1980'e kadarki genel gelişme çizgisi, dışarıdan alman tüketim mallarının ülke içinde üretilmesinde yoğunlaştı. 1930'larda ara malı üreten fabrikalar kuruldu. 1960'tan sonra başlayan planlı ekonomide ise dayanıklı tüke­tim malına yönelindi. 1962'de Türkiye yapım sanayisinin toplam üretiminin yüzde 61,6'sı tüketim mallan, yüzde 27,5'i ara malları ve yüzde 10,9'u yatırım mallarıydı. 1963-72 dö­neminde gerek nicelik, gerek nitelik açısından imalat sanayisinin tüm dallarında büyük geliş­me gerçekleşmiştir. 1972'de yapım sanayisi içinde ilk dört sırayı gıda, dokuma, metal eşya ve makine yapım dalları almaktaydı. Aynı yıl tüm işyerlerinin yüzde 25'i gıda, yüzde 21,3'ü dokuma, yüzde 19,7'si metal eşya ve makine yapım dallarındaydı. 1989'da ise yapım sana­yisinde tüketim mallan toplam üretimin yüz­de 38'ini, ara malları yüzde 43'ünü, yatırım mallan da yüzde 19'unu oluşturuyordu.
Türkiye'de yapım sanayisi oldukça hızlı ge­lişmektedir. Ama yatırım mallan dalında ye­terli gelişme sağlandığı söylenemez. Bu ne­denle Türkiye sanayisi makine, donanım, tek­noloji ve birçok temel girdi açısından dışa ba­ğımlıdır.
Madencilik.
Yeraltı zenginlikleri açısından varlıklı sayılabilecek durumda olan Türkiye' de maden rezervleri henüz tam olarak sapta­nabilmiş değildir. Cumhuriyet öncesi dönem­de maden üretimi hemen tümüyle yabancı şirketlerin elindeydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da madenler yabancı şirketlerin elinde kaldı. Devletçiliğin benimsendiği 1930'larda taşkömürü ve bakır madenleri kamulaştırılarak yeni kurulan Etibank'a devredildi. 1935'te işletmeye elverişli cevher yataklarının bulunması ve rezervlerinin saptanması ama­cıyla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ve bu kuruluşun bulacağı madencilik alanlarında üretim yapmak üzere Etibank kurulmuştu. Ama tümüyle dışarıya satılan ve dünya pazarlarını elinde tutan tekellerce üre­tilen boraks, krom ve manganezde kamulaştır­ma yoluna gidilmedi. Yalnızca küçük yerli krom işletmeleri kamulaştırıldı. 1933'te Divri­ği'de bulunan demir cevheri yatakları, kuru­luşundan sonra Etibank'ça işletilmeye başlan­dı. 1945'te Raman Dağı'nda bulunan petrol 1960'larda düzenli işletilmeye başlandı.
Bugün Türkiye'de kamu ve özel kesim kuruluşları madencilik sektöründe etkinlikte bulunmaktadır. Kamu kuruluşları taşkömürü, linyit, bakır, kükürt, cıva, demir cevheri, kurşun, tuz ve krom üretiminde özel kesime oranla çok daha büyük paya sahiptir. Özel kesim ise asbest, antimon, barit, bor tuzlan, çinko, lületaşı, manganez, zımpara taşı, magnezit, mermer, sodyum sülfat, dolomit üreti­minde egemendir.
Enerji. Türkiye enerji üretim ve tüketimine batı ülkelerine göre çok geç başlamıştır. İlk elektrik üretimi 1902'de bir yabancı işletme­nin Tarsus'ta kurduğu hidroelektrik santralda gerçekleştirildi. İstanbul 1914'te, Adapazarı 1923'te elektriğe kavuştu. Bu tarihte Türki­ye'de yalnızca bu üç kentte elektrik vardı. Cumhuriyet döneminde her kent ve kasaba­nın elektriklendirilmesi için yoğun bir çaba içine girildi. 1923-33 arasında 105 kent ve kasaba elektriğe kavuştu.
Türkiye enerji kaynağı yönünden oldukça zengindir. Kömür, linyit, asfaltit, bitümlü şist, petrol, doğal gaz ve su kaynaklan gerekli enerjinin tümünü üretmeye yetecek potansi­yele sahiptir. Buna karşılık enerji üretimi ile tüketimi arasındaki fark sürmekte, tüketimin ancak yüzde 56'sı yurtiçi kaynaklardan karşı­lanmaktadır. Enerji üretiminde yüzde 40 pay­la linyit ilk sırayı almakta, onu yüzde 23'le hidrolik enerji, yüzde 9'la da petrol ürünleri izlemektedir. 1990'da toplam 57,5 milyar kilowatt-saat olan elektrik üretiminin yüzde 60'ı termik, yüzde 40'ı da hidroelektrik santrallardan sağlandı. Kurulu güç kapasitesi ise 16.300 megawatt dolayındaydı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder