Ana Sayfa Bilgi Bankası

20 Aralık 2010 Pazartesi

Televizyon ? Resim Oluşturma ? Resim Gönderme ?

Televizyon sözcüğü, "uzak" anlamındaki Yunanca tele ve "görme" anlamındaki Latin­ce visio sözcüklerinden gelir. Buna göre, televizyonun sözcük anlamı "uzaktakini gör­medir.
İlk televizyon görüntüsünü 1926'da İskoç mühendis John Logie Baird yayımlamıştır. Önceleri görüntüler noktalar halinde ve titrekti, ama Baird bunla­rı giderek iyileştirdi. Baird'ın sisteminde me­kanik olarak döndürülen diskler kullanılıyor­du; bunun karşısında, Marconi EMI sistemi gibi elektronik olarak işleyen rakip sistem­ler de vardı. (Çeşitli ülkelerde televizyon ya­yınlarının gelişimine ilişkin ayrıntılı bilgiler RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI maddesinde verilmiştir.)

Resim Oluşturma
Televizyonda ilk sorun, görüntüyü, yani stüd­yo ya da bir başka yerdeki sahneden yansı­yan ışığı, uzun mesafeleri aşabilecek, katı cisimlerin içinden geçebilecek ve köşeleri dolanabilecek bir biçime dönüştürebilmektir. Elektrik akımı bunların hepsini yapabilir ve ışık da elektriğe dönüştürülebilir. İkinci so­run, sahnenin görüntüsünü yeniden oluştur­mak için, alıcıdaki bir ışık kaynağını bu elektrik akımıyla denetleyebilmektir.
FOTOSEL maddesinde, üzerine ışık düşen bazı maddelerin nasıl bir değişime uğradıkları anlatılmıştır. Bu tür maddelerden yararlanıla­rak, değişen şiddetteki (parlaklıktaki) ışığı, bu değişimlere karşılık düşen elektrik akımla­rına dönüştüren aygıtlar yapılabilir.
Sahnenin önüne bir fotosel yerleştirirsek, bunun üreteceği akım yalnızca yansıyan orta­lama ışık miktarı kadardır. Demek ki, oluştu­rulacak resmin niteliğine ya da hangi bölüm­lerinin aydınlık, hangi bölümlerinin karanlık olması gerektiğine ilişkin herhangi bir bilgi bu yöntemle elde edilemez.
Bu güçlüğün üstesinden gelmek için sahne küçük bölümlere ayrılır ve her bölümden gelen ışık sırayla fotoselin üzerine düşürülür. Bunu yapmanın en basit yolu (ama en iyisi değil), üzerine sarmal düzende delikler açıl­mış disk biçiminde bir obtüratör (örtücü ya da ışık kesici) kullanmaktır. Eğer bu obtüratör sahne ile fotosel arasına yerleştirilir ve delik­leri sırayla açık kalacak biçimde döndürülür- se, her bir deliğin açık kalışında, sahnenin bir başka küçük bölümünden yansıyan ışık foto­selin üzerine düşer. Fotosel her ışık alışında, almış olduğu ışıkla orantılı bir elektrik vuru­su üretir/Tarama olarak adlandırılan bu yön­temi 1884'te Alman mühendis Paul Nipkow (1860-1940) bulmuş, Baird de uygula­mıştır.
Modern yöntemin temelinde ise, ışığa du­yarlı maddeyle kaplanmış bir yüzeyin kullanıl­ması yatar. Bu türden işe yarar ilk aygıtı, yani kamera tüpünü, Rus asıllı fizikçi Vladimir Zworykin (1889-1982) geliştirdi. Zworykin, ikonoskop adını verdiği bu aygıtın patentini 1923'te aldı, ama yapım güçlükleri nedeniyle bunu ancak 1929'da gösterime sunabildi. Bu­gün uygulanmakta olan sistemler çok daha
gelişmiş olmakla birlikte, temelde ikonoskop ilkelerine dayanır.
Kamera tüpü, bir biçimiyle, havası boşaltıl­mış ve kutu içine yerleştirilmiş bir cam silindir görünümündedir. Silindirin bir ucunu düz bir cam yüzey oluşturur ve çekimi yapılan sahne­nin görüntüsü merceklerin yardımıyla bu yü­zeyin üzerinde odaklanır.
Bu yüzeyin iç yanı elektrik iletebilen, say­dam bir maddeyle kaplıdır; bu katmana sinyal levhası denir. Bu katmanın iç yanı da, ışığa duyarlı, ısı iletken (fotoiletken) bir maddeyle kaplıdır. "Hedef" olarak adlandırılan bu kat­man, her biri minik bir fotosel işlevi gören milyonlarca tanecikten oluşur. Görüntüden gelen ışık sinyal levhasından geçer ve hedefin üzerine düşer. Bu durum her taneciğin,üzerine düşen ışığın şiddetiyle belirlenen bir miktarda artı yüklü hale gelmesine yol açar. Böylece hedefin üzerinde, çekimi yapılan sahnenin, değişken elektrik yükü dağılımıyla belirlenen bir görüntüsü oluşur.
Silindirin öbür ucunda, hedefe elektron demeti salan bir elektron tabancası vardır. Silindirin dışına da, üzerlerinden elektrik akımı geçirilen bobinler yerleştirilmiştir. Bu elektrik akımı, tarama üreteci denen devre- lerce üretilir ve elektron demetini denetleme­ye yarar. Bu denetimin yardımıyla elektron demeti, üst köşesinden başlayarak hedefi bir uçtan öbür uca yatay olarak tarar; sonra ikinci satırı taramak için yeniden başa döner ve hedef bütünüyle taranıncaya kadar bu böyle­ce sürüp gider. Sizin gözleriniz de bu sayfayı buna çok benzer bir biçimde taramaktadır. Elektron demeti hedefin dibine ulaştığında akım değişir ve demeti tekrar başlangıç nok­tasına taşır. Tarama işlemi sürekli olarak yinelenir.
Elektronlar eksi yüklü olduğundan, hedef
üzerindeki fotoseller "mozaiği"ni bir baştan bir başa tarayan demet, taneciklerdeki artı yüklerin etkisini ortadan kaldırır, yani onları nötrleştirir. Bu, bir elektrik akımının oluşma­sına yol açar. Eğer sahnenin görüntüsü belirli bir noktada parlaksa yük de büyük olacağın­dan, sonuçta oluşan akım da büyük olur. Görüntüdeki karanlık bir nokta yalnızca kü­çük bir akım yaratır. Böylece, elektron deme­ti hedefi taradıkça değişken bir sinyalin doğ­masına neden olur. Resim ya da görüntü sinyali denen bu değişken sinyal, resimdeki ışık ve gölgelerin elektriksel karşılığıdır.
Elektron demeti herhangi bir tanecik üze­rindeki yükün etkisini yok edip o noktayı geçer geçmez, yük yeniden doğar ve demet aynı noktayı yeniden tarayıncaya kadar da varlığını sürdürür. Bütün kamera tüplerinde görülen bu depolama etkisi, modern sisteme, Nipkow diskini kullanan eski mekanik tarama yönteminde bulunmayan bir duyarlılık sağlar.
Demetin bir satırın ya da alanın sonuna her gelişinde, kameraya bağlı bir aygıt özel eşzamanlama (senkronizasyon) vurulan üretir, (Bunun neye yaradığı daha sonra anlatılacak­tır.) Demek ki, stüdyodan gelen iki ayrı sinyal dizisi (resim sinyalleri ve eşzamanlama vuru­lan) ile stüdyo mikrofonlarından gelen ses sinyallerini de sayarsak, üç ayrı sinyal dizisi bulunmaktadır.
Dünyanın farklı yerlerinde, özellikle tele­vizyon resmini oluşturmak üzere taranan satır sayısı açısından farklı standartlar uygulanır. İlk günlerdeki Baird sisteminde, seçiklik de­recesi düşük, yani ayrıntı sayısı görece az olan resimleri üretmek için 30 satır taranırdı. Eğer bir tam taramada kullanılan satır sayısı artın- lırsa, ayrıntı sayısı da artar ve resim daha net hale gelir. Avrupa standardı 625 satırdır; tamamlanan 625 satırlık her dizi bir resim oluşturur. Aynı standarda göre, bir saniyede oluşturulan resim sayısı 25'tir; ama, geçmeli tarama denen ve resimdeki titrekliği azaltan bir yöntemde (önce tek sonra çift satırlar tarandığından), her saniye 50 kez yarım resim taranmış olur. ABD'de ise 525 satır taranarak saniyede 30 resim oluşturulur.


Mikrofondan gelen ses sinyalleri bir taşıyıcı dalga üzerinde taşınır (bu, ses sinyallerinin radyo dalgalarıyla taşınmasına benzer; bak. Radyo). Resim sinyalleri ile eşzamanlama vuruları için ise ikinci bir taşıyıcı dalga kulla­nılır.
Uzaya yayılan sinyaller, evlerdeki alıcılar tarafından toplanır, yükseltilir ve ayrılır. Ses taşıyıcı dalga işlevini tamamladığında bir ke­nara ayrılır. Ses sinyalleri ayn bir yükselteçten geçirilerek hoparlöre gönderilir. Resim sinyalleri ile eşzamanlama vurularını getiren taşıyıcı dalga da bir yana ayrılır.
Televizyon alıcısı Çapalıyken ekranı grimsi beyazdır. Bu renk, alıcıdaki katot ışınlı tüpün (lambanın) ön yüzündeki camın içini kapla­yan fosforışıl maddeden kaynaklanır. Bu kap­lamanın herhangi bir noktasına bir elektron demeti çarptığında, bu noktada ışıklı bir benek oluşur; elektron demetinin şiddeti ne kadar büyükse, bu nokta o kadar çok ışıldar.
Tüp ekranın hemen ardında daralır ve silindir biçiminde bir boyun oluşturur. Boy­nun iç yanında, ekranın üzerine elektron demeti salan bir elektron tabancası vardır. Elektron demeti ekranı tarar; bu, kamera tüpünde olduğu gibi, tarama üreteçlerinde üretilen ve tüpün boyun çevresine yerleştiril­miş bobinlerden geçirilen akımlarla sağla­nır. Eşzamanlama vurulan tarama üreteçle­rine beslenir ve böylece üreteçler denetim altında tutularak alıcıdaki tarama ile verici kameradaki tarama arasında eşzamanlama sağlanır. Elektron demeti hareketsiz haldey­ken fosforışıl kaplama üzerinde parlak bir benek oluşturur; ama tarama hareketi çok hızlı olduğundan göz aldanır ve bu benekler, tüpün yüzünde bir uçtan bir uca uzanan, alt alta sıralanmış yatay çizgiler (satırlar) halinde görülür. Resim sinyali elektron tabancasını denetleyerek, demetteki elektron sayısını, dolayısıyla da beneğin parlaklık derecesini belirler. Örneğin, kameradaki demet sahne­deki beyaz bir noktayı tarıyorsa, üretilen sinyal büyük olur. Bu resim sinyali alıcıya ulaştığında elektron tabancasının daha fazla elektron salmasına neden olur ve sonuçta ekranın üzerinde beyaz bir benek oluşur. Ama kamerayla taranan siyah bir noktaysa, üretilen resim sinyali alıcının elektron taban­casından herhangi bir elektron çıkışı sağlamaz ve ekran üzerinde bu noktada hiçbir ışık gözükmez. Böylece ekranda resim, hızla ha­reket eden ve parlaklığı değişen tek bir benek tarafından oluşturulur; ama benek son derece hızlı hareket ettiğinden, insan gözü bunu bütün bir resim olarak algılar. Hareket etkisi, sinema filmlerinde olduğu gibi, birbirinden biraz farklı sabit resimlerin hızla gösterilmesi yoluyla oluşturulur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder