Ana Sayfa Bilgi Bankası

30 Aralık 2010 Perşembe

GSMH ve İnşaat Sektörünün Gelişimi


BÖLÜM 1


İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN ÖNEMİ


1.1. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN TANIMI VE KAPSAMI

Sektörler, ülke ekonomisinde ulusun çeşitli mal ve hizmet gereksinimlerini karşılayan ana birimlerdir. Tarım sektörü tarımsal ürünleri, eğitim sektörü eğitim hizmetlerini, inşaat sektörü de ülkenin gereksinimi olan inşaatı sağlarken, bunu fiilen gerçekleştiren inşaat sektörü yanında, kamusal yönetim ve denetim mekanizmalarını, finansal vb. kuruluşlarını da içermektedir.
İnşaat sektörü; sabit sermaye yatırımlarının yapı ile ilgili faaliyetlerini kapsamaktadır. Bu nedenle sektörün hasılası, diğer sektörlerde yapılan yatırımların bir fonksiyodur. Bina ve bina dışı inşaat faaliyetlerinden oluşan sektör, kullandığı girdiler ve yarattığı istihdam açısından , gerek ulusal gelire katkısı, gerekse yeni iş alanları ve olanaklarının yaratılmasındaki rolü, gerekse diğer endüstrilerle olan ilişkileri nedeniyle ekonomik durgunluktan büyümeye geçişte anahtar bir rol üstlenmiştir.
Hemen hemen tüm üretimi yatırım malı sayılan inşaat sektörü, başta konut olmak üzere okul, fabrika, hastane gibi her türlü bina inşaatını; yol, köprü, baraj yapımından doğalgaz boru hattı döşenmesine kadar her türlü altyapı faaliyetini; elektrik işleri, sıhhi tesisat, ısıtma, havalandırma gibi her türlü donanım işlerini kapsayan geniş bir yelpazeye sahiptir.
İnşaat sektörü, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye ekonomisi açısından da önemli bir ekonomik faaliyet dalıdır. Sektör büyük ölçüde yerli sanayiye dayanması, istihdam potansiyelinin büyüklüğü, başta imalat sektörü olmak üzere diğer sektörlerle sıkı bir girdi-çıktı ilişkisi içinde olması nedeniyle Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörü sayılmaktadır. Diğer sektörlerle sıkı bağı olan, inşaat sektörü geliştiği zaman birçok sektörde gelişmektedir.
İnşaat sektörü çok hızlı etkilenen ve etkileyen bir sektördür. Ekonominin genelinde çıkan bir sorun, örneğin büyüme hızında görülen bir düşüş, kendini hemen inşaat sektöründe gösterir. İnşaat sektöründeki bir hızlanma çimento, demir, cam...vb. gibi birçok girdinin imal edildiği sektörlerinde hızlanmasına neden olur.
Herhangi bir sanayinin, piyasalardan aldığı girdiler nedeniyle bunları üreten sektörlere (gerisel); ayrıca ürettiği (nihai talebe gitmeyen) çıktılar nedeniyle bunları kullanan sektörlere (önsel) etkisi olmaktadır.(1) İnşaat sektörünün de geriye dönük bağları yani girdileri ile çok yönlü ve güçlü ilişkileri vardır. Bir inşaatın yapımında neredeyse sayılamayacak derecede girdi kalemi kullanılmaktadır. Bu nedenle inşaat sektörünün bir sıkıntıya girmesi, diğer bazı madencilik, imalat sanayi gibi sektörlerde de bir kriz olasılığını göstermektedir. Dolayısıyla da inşaat sektörü makro ekonomik dengeler konusunda en önemli göstergelerden biridir.
İnşaat sektörünün en temel özelliklerinden biri, son derece emek-yoğun bir teknoloji ile çalışabilmesidir. Ancak son yıllarda teknolojinin gelişmesi ile sektör sermaye-yoğun çalışabilmektedir. Buna rağmen sektör genelinde göreceli olarak emek-yoğundur ve işsizliği azaltan çok önemli bir araç halindedir. Bu nedenle az gelişmiş ülkelerde, özellikle nüfus çok hızlı artarken, hem artan nüfusa konut, hem de konut bulmak açısından inşaat sektörü belki de en kritik sektör olma durumundadır.

1.2. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ

İnşaat sektörü çıktıları ürün bazında boyut, görünüş ve son kullanım amacı yönünden oldukça farklı çeşitlemelere sahiptir.
Bugün az gelişmiş ülkelerin çoğunda karayolları, demiryolları, limanlar, barajlar, enerji santralleri veya sulama projeleri gibi altyapı projeleri toplam sektör çıktısının büyük bir bölümünü teşkil etmektedir. İnşaat faaliyetlerinin geri kalan kısmını ise diğer inşaat türleri oluşturur. Bunlar hastane, sağlık merkezleri, okullar, ofis binaları, fabrikalar, tarımsal yapılar ve otellerdir.
Ayrıca mevcut yapıların devam eden, bakım ve onarımları da söz konusu inşaat faaliyetleri içinde görülmektedir. Fakat bu tip faaliyetler az gelişmiş ülkelerde ekonomik faaliyet içinde gösterilmez.
Çimento, demir, kum, çakıl gibi temel inşaat malzemeleri dışında inşaat sektöründe kullanılan malzemelerde (birbirlerini ikame etme özelliği, sebebiyle) yüksek
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/aysegul/LOCALS%7E1/Temp/msoclip1/01/clip_image001.gif[/IMG]

(1)HAN Ergül, KAYA Ayten Ayşe, Kalkınma Ekonomisi Teori ve Politika, Düzeltilmiş ve Genişletilmiş 3. Baskı, Eskişehir, 1999, s:2.
derecede elastikiyet mevcuttur. Özellikle ince inşaat girdilerinin ikamesi çok kolaydır. Bu özellik sektör faaliyetlerinin malzeme yokluğundan aksamasını önlemekte ve sürekliliğini sağlamaktadır.
İnşaat sektörü çıktıları; malzeme, üretimde kullanılan teknoloji, mekan, kullanım amacı, kalite ve güvenlik ile ilgili standartlar yönünden de çok farklılık gösterir. Estetik
özellikler ayrıca bir fark unsurudur. Diğer bir deyişle, imalat sanayinin aksine, inşaat sektöründe standart bir üründen bahsetmek çok zordur. Bir okul veya hastane ile bir konutu veya bir altyapı inşaatını aynı standartlarla karşılaştırmak veya yapı olarak bir tutmak imkansızdır. İnşaat sektörü ürünlerinin; temel girdiler, teknoloji, standartlar ve nihai kullanım amaçları açılarından göstermiş olduğu bu heterojen yapı sektörün araştırmacılar tarafından bir bütün olarak doğru bir biçimde algılanıp ele alınmasını zorlaştırmakta ya da imkansız kılmaktadır. İnşaat sektörüne has bu özellikler sektörü ekonominin diğer sektörlerinden ayırmaktadır.
Buna ek olarak inşaat sektörü nihai ürünlerinin taşınabilme özelliği olmadığından yapıları sipariş üzerine inşa edilmesi veya önceden satılması gerekmektedir. Kısacası gelecekte oluşacak bir talep üzerine sektörün faaliyet göstermesi veya çıktı miktarını artırması mümkün değildir. (prefabrikasyon hariç)
Özetle, inşaat sektörü ürünlerinin devamlılığı (yapımda devamlılık), sağlanacak talep sürekliliğine bağlıdır. Ancak, sektörde talep sürekliliğini sağlamak gerçekten çok zordur.
Ayrıca inşaat endüstrisi çıktılarının stoklama özelliğinin olmaması üretim hızını etkileyen önemli bir unsurdur.
İnşaat sektörü ekonomideki dalgalanmalardan veya ekonomideki mevcut faaliyet seviyesinden etkilenebilecek bir yapıya sahiptir. Nitekim, hızlı ekonomik büyüme sürecinde inşaat sektörü diğer sektörlere nazaran hızlı bir gelişme göstermesine rağmen, ekonominin durgunluğa girmesi durumunda olumsuz yönde etkilenecek ilk sektör konumundadır. Belli ölçüde kaçınılmaz olan bu dalgalanmalar hükümetlerin bazı uygulamaları ile yönlendirilmeye çalışılmaktadır. “Hükümetler inşaat sektörünü bir regülatör olarak kullanmakta; ekonominin çok hızlı bir büyüme sürecine girmesi durumunda inşaat projelerini azaltma veya bu sektörü besleyen fonları kesme, ekonominin talep darlığı çektiği veya işsizliğin arttığı dönemlerde ise sektörü canlandırma yoluna gitmektedirler. Talep seviyesindeki bu sık dalgalanmalar sektörün en önemli darboğazıdır.”(2)
İnşaat sektörü faaliyetleri kendisini etkileyen bir çok faktör yüzünden ekonominin karmaşık sektörlerinden biridir. Özellikle riskli ortamlar ve ekonomik belirsizlik inşaat sektörü talebini etkileyen önemli bir faktördür. Buna ek olarak, sektörde talebin zaman zaman bastırılması ve üretimde devamlılığın bozulması inşaat sektöründe sabit sermaye yatırımlarını engelleyici veya azaltıcı rol oynamakta; bu da üreticilerin varlıklarını devamlı olarak likit halde tutmalarına ve sabit yatırımdan uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
Ayrıca, inşaat sektörünün krize girdiği dönemlerde, inşaat malzemesi üreten yan sanayilerde uzun ve düşük kapasitelerde çalışmaya zorlanmakta; bu da ulusal ekonomiyi özellikle imalat sanayini ve dolayısıyla istihdamı negatif olarak etkilemektedir. Böyle bir durumda imalat sanayinde ve dolayısıyla maliyetler yükselmekte, finansman yükü artabilmekte, yatırımların planlanmasında gecikmeler olmakta ve neticede kuruluşların mali yapıları zayıflayabilmektedir.(3)
Gelir dağılımındaki bozukluk, inşaat talebini etkileyen önemli faktörlerden biridir. Doğal olarak özellikle alt gelir grubundan kaynaklanan talep yetersizliği, sektörü olumsuz yönde etkilemektedir.
Nüfus ve şehirleşme hızı inşaat talebini büyük oranda etkileyen diğer önemli faktörlerdir. Kalkınmakta olan ülkelerde yapılan bir çalışmada; toplam inşaat sektörü talebinin yüzde 40’ ının konut, yüzde 22’sinin konut dışı bina inşaatları ve yüzde 38’inin bina dışı (altyapı) inşaatlarından oluştuğu belirlenmiştir. Çalışmalarda ayrıca özel sektörün büyük oranda konut tipi bina inşaatlarında, kamu sektörünün ise altyapı inşaatlarında yoğunlaştığı tespit edilmiştir.

1.3.İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN DİĞER SEKTÖRLERLE İLİŞKİSİ

İnşaat sektörü 200’ü aşkın alt yan sanayii veya alt sektörlerle ilişkisi olan, kilit sektör, sürükleyici sektör niteliğindedir. İnşaat sektörünün üretim değeri (diğer sektörlerden alınan girdiler + yaratılan katma değer) analiz edildiğinde, üretim değeri içinde diğer sektörlerden aldığı girdilerin payı yüzde 59, katma değerinin payı ise yüzde 41 olarak hesaplanmaktadır. Sektörün geri bağımlılığı çok yüksektir. Bunlar arasında girdilerinin hemen hemen tümünü tarım ve hayvancılık gibi tek sektörden alan besin maddeleri üretimi, dericilik vb. sektörler çıkarıldığında inşaat sanayii ilk 15 sektör arasına girmektedir. Çeşitli sektörlerden girdi sağlayan inşaat sektörü özellikle demir-çelik, çimento, ağaç ürünleri, elektrikli makineler, taş ocakçılığı ve taşa toprağa dayalı diğer sanayii sektörleri için en önemli talebi oluşturmaktadır.(6)
DİE tarafından yapılan girdi-çıktı analizlerine göre bina inşaatları , 3 temel üretim, 15 imalat ve 6 hizmet sektörü olmak üzere 24 ana sektörden girdi almaktadır. Bu sektörlerden bazıları demir-çelik sanayi, çimento, ağaç ve mantar üretimi, elektrikli makineler, kimyasal maddeler, cam ve camdan mamüller, taş ocakçılığı, elektrik, metal eşya sanayi, bankacılık ve sigortacılıktır.
İnşaat sektörü özellikle çimento, toprak sanayii, ağaç ürünleri, taş ocakçılığı ve demir çelik sanayii için, en önemli ara tüketim talebini oluşturmaktadır. Bu nedenle inşaat sektöründe meydana gelen bir durgunluk süratle bu sanayilere de yayılmaktadır.
İnşaat sektörü ile sayılan bu sektörler arasındaki sıkı bağımlılık nedeniyle bu sektörlerdeki herhangi bir duraklama inşaat faaliyetlerine de yansımaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM


1.İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN EKONOMİK ETKİLERİ

Bir ekonomideki en can alıcı sektörlerden biri inşaat sektörüdür. Bunu temel nedeni, insanoğlunun en temel gereksinmelerinden birinin barınak sorunu olmasıdır. Otomotiv veya gemi inşaatı gibi sektörlerde elbette çok önemlidir. Ama gıda, inşaat gibi sektörler yaşamsaldır. Bu bağlamda inşaat sektörünün özellikle gelişmesi gereği doğar.
Ayrıca, Türkiye gelişmekte olan bir ülke olduğundan, inşaat sektörü son derece büyük önem taşımaktadır. Bir ülkenin hızlı kalkınması sanayileşmeye bağlı olduğundan fabrikaların inşaatı gerekecektir. Karayolları, demir yolları, limanlar, barajlar, enerji santralleri de altyapı yatırımları içinde olduğundan toplam inşaat sektörü çıktısının önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Öte yandan nüfusun hızla artması konut talebi yaratacak bu da inşaat sektörünü güdüleyecektir.
Temel girdiler açısından inşaat sektörüne bakıldığında önemli bir kısmın kamu tarafından karşılandığını görmekteyiz. “Çimentonun yüzde 32’si demirin yüzde 40’ı, mazotun ve elektriğin tamamı, kuyu açılmadığı taktirde suyun tamamı kamudan sağlanmaktadır.(7) Bununla beraber, inşaat sektörü hemen hemen tamamıyla özel sektör elindedir. T.C. Merkez Bankasının verilerine göre inşaat sektörünün kamudaki payı yüzde 30, özel sektördeki payı yüzde 70 mertebesindedir.(8) Bu oran özel kesim yatırımlarının ülke ekonomisinde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Ancak özel sektörün elinde bulunan inşaat sanayi bir başka bakımdan da kamuya bağımlıdır. Çünkü özel sektörün gerçekleştirdiği inşaatların bir kısmı kamu içindir.
Sektörde göreceli olarak emek yoğundur ve işsizliği azaltan önemli bir araç halindedir. Türkiye’deki sektörü öncelikle istihdama etkileriyle incelediğimizde çalışanlarla ilgili rakamların iki bakımdan gerçeği yansıtmadığı görülecektir. Birincisi; birçok inşaat işçisi sigortalı değildir ve resmi rakamlar gerçek rakamlardan düşüktür. İkincisi; inşaat sektörünün mevsimsel olma özelliğini korumasıdır. Bütün bunlara rağmen sigortalı işçilerin takriben yüzde 13’ü yapı sektöründe çalışmaktadır.(9)


(7) www.dpt.gov.tr/dptweb/
(8) İntes işveren Dergisi,Yıl: 10, sayı: 60, Temmuz-Ağustos 2000, s:3.
(9) ERKUT, Haluk. a.g.e, s:32.
İkinci önemli konu, inşaat sektörünün gayri safi milli hasıladaki payıdır. Çok sayıda sektörle girdi-çıktı ilişkisi olması nedeniyle kilit sektörler grubunda olan, sürükleyici veya lokomotif sektör olarak değerlendirilen inşaat sektöründeki bir durgunluk etkisini diğer sektörlerde de göstermektedir. Örneğin, enflasyonu düşürmek amacıyla, her alanda talebin kısılması finansman darboğazı nedeniyle ara girdi maliyetinin yükselmesi inşaat maliyetlerinde de önemli ölçüde yükselmelere neden olacaktır. Fakat maliyetlerin düşürülmesi durumunda sektör yeniden canlanmaya başlayacaktır. Gelir artışı inşaat sektörünün gelişmesine neden olmaktadır.
Türkiye’de inşaat sektörü özellikle 1980’li yıllar itibariyle net döviz kazandırıcı bir özellik kazanmış ve dış ülkelere açılmıştır. Özellikle, orta doğu ülkelerindeki petrol gelirlerinin elverdiği hızlı kalkınma ve bunun için ortaya çıkan yapılanma gereğinden pay almaya çalışılmıştır.
Bu bölümde inşaat sektörünün ulusal ekonomiye katkısı; sektörün katma değer olarak GSMH’ ye etkisi, istihdama, enflasyon üzerine, kamu gelirlerine , gelir dağılımına etkileri ve diğer katkıları olmak üzere beş ana başlık altında incelenmektedir.

2.1. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN KATMA DEĞER OLARAK GSMH’YE ETKİSİ

İnşaat sektörünün yarattığı katma değer, toplam inşaat sektörü çıktı değerinden diğer ekonomik sektörler tarafından üretilen mal ve hizmet değerinin çıkarılması ile elde edilmektedir. Diğer bir deyişle katma değer, toplam sektör çıktısı ile ara malı tüketim değeri (girdi) arasındaki farka eşittir.
Genel olarak ülke ekonomilerine bakıldığında kişi başına GSMH arttıkça konut yatırımlarının GSMH’ye oranlarının da arttığı görülmektedir. Belli bir büyüme hızında bu oran belli bir süre yavaş artarken, yüksek gelişme hızına ulaşıldığında hızla artmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan GSMH hesaplarına göre 1990’lı yılların en büyük daralmasının yaşandığı 1999 yılında ekonomi yüzde 6.4, inşaat sektörü de yüzde12.7 oranında küçüldü.
İnşaat sektöründeki küçülme boyutundaki fazlalık kamu harcamalarındaki kısılmadan kaynaklanmıştır. Bu küçülmeyle birlikte inşaat sektörünün GSMH içindeki payı da yüzde 5.1 düzeyine inmiştir. Bu durumu Tablo 1’de görülmektedir.

.2. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN İSTİHDAMA ETKİSİ

İnşaat sektörü, pek çok ülkede olduğu gibi Türk ekonomisi için de, çok sayıda çalışanı ve işgücü potansiyeli ile önemli sektörlerden biri durumundadır. Bu sektörün 200’den fazla alt sektörü ve buralarda çalışanı mevcuttur.
Bir üretimin gerçekleşebilmesi için sermaye, hammadde ve emek faktörlerinin kullanılması gerekmektedir. Üretim sonunda faktörler, sağladıkları katkı oranında bir gelir elde edeceğinden, bu gelirlerin toplamı milli gelire eşit olacaktır. Faktör gelirleri arasında emeğin ayrı bir yeri vardır ve üretim sürecinde emeğin kullanılması ‘istihdam’ olarak adlandırılmaktadır. İstihdam doğrudan insanı ve insanın yaşam şartlarını belirlemesi yönü ile sosyal politikaya konu teşkil ederken, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi açısından da iktisatçıların ilgi alanına girmektedir.(12)
Milli geliri faktör gelirlerinin toplamı olarak tanımladığımızda, ekonomik büyüme veya milli gelir artışı ile gelir bölüşümünden erkesin pay almasını sağlayabilmek açısından istihdam önemli bir araçtır. Bu nedenle istidam ile milli gelir arasında bir bağlılık olduğu gibi, istihdam artışı için etkili bir diğer faktör de yatırımlar olmaktadır. Ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkeler kıt sermaye kaynakları yüzünden, sahip oldukları insan kaynaklarını tümüyle kullanabilmek için emek-yoğun yatırımlara yönelirler. Hizmetler ve özellikle inşaat sektörü emek-yoğun teknoloji gerektiren bir üretim faaliyeti olduğundan, bu konuda önemli fonksiyonlar üstlenirler. İnşaat yatırımları bu kesimdeki istihdama etkisini doğrudan gösterirken, inşaata girdi sağlayan ve Türk sanayinde oldukça ağır yer tutan sektörler üzerindeki istihdam etkisini de dolaylı olarak gösterir.
İstihdamın sektörel dağılımı ile ilgili olarak, yıllık programlarda hazırlanan rakamlar DPT tarafından 1978 yılından başlamak üzere yeniden düzenlenmiştir. Yeni tahminlere göre inşaatın istihdamın diğer sektörlere göre, yıllar itibariyle durumu Tablo
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/aysegul/LOCALS%7E1/Temp/msoclip1/01/clip_image001.gif[/IMG]5’de görülmektedir.
İnşaatın toplam istihdam içindeki payı 1987 yılı verilerine göre yüzde 5.51 düzeyindedir. Bu oran 1993 yılında yüzde 6 düzeyinde olup, 1996’ya gelindiğinde yüzde 6.19’a ulaşmıştır. Tarım dışı istihdam içinde inşaatın payı 1987 yılında yüzde 48.92’den 1993’te yüzde 45’lere düşmüştür. Aradan geçen zaman içinde toplam istihdam içinde inşaatın payının yükselmesinin nedeni imalat sanayinin payında artış kaydedilmesidir.
Sigortalı çalışanlar açısından bakıldığında, inşaat çalışanlarının sigortalı işçiler içindeki payının % 20 civarında olduğu görülmektedir. Fakat 1986’da % 22.31’e çıkan bu oran daha sonra giderek düşmeye başlamıştır. 1990’dan sonra % 15’e kadar düşmüştür. Sigortalı inşaat çalışanları ile DPT’nin inşaat için tahmin ettiği istihdam rakamlarını kıyasladığımızda, arada 300 bin kişilik bir fark olduğu göze çarpmaktadır. Bu da inşaat sektöründe kaçak çalışan (sigortasız) işçilerin ne derece yoğun olduğunu göstermektedir. Durumu Tablo 6’da görmekteyiz.

2.3.İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN ENFLASYON ÜZERİNE ETKİLERİ

Ülkemiz 1970’li yıllardan itibaren hızlı bir fiyat artışı sürecine girmiş, bu süreç hala devam etmektedir. Türkiye ekonomisindeki en önemli sorunlardan biri olan enflasyon olgusu oldukça geniş bir konuyu kapsamaktadır.
İnşaat sektöründeki yatırım harcamalarının enflasyonu artırıcı bir etkisi olup olmadığı konusunda iktisatçılar genelde hemfikir olamamışlardır. Ancak, devletin gerçekleştirdiği altyapı yatırımlarının enflasyonu artırıcı etkisi olduğu kabul edilmektedir. Ekonomide yapısal değişmeyi sağlamak için gerekli altyapıyı oluşturmaya yönelik politikaların kamu gelir ve harcamaları üzerinde yarattığı baskılar, kamu açıklarını artmasına neden olmuştur. Bu açıkların finansmanı kısmen doğrudan talep etkisiyle, kısmen dolaylı olarak mali piyasalarda faizleri artırarak fiyatlar üzerinde yükseltici bir etki yapmaktadır.
Kamu harcamaları enflasyona karşı duyarlı olmakla birlikte, kamu gelirleri için aynı şey söylenemez. Bu durum kamu bütçesinin açıklarını daha da artırarak, bir sonraki dönemde tekrar fiyat artışlarına neden olur. Bu kısır döngü böylece enflasyon sürecine süreklilik kazandırmaktadır. Oysa devlet, getirisi düşük altyapı yatırımları yerine daha üretken alanlara yönelse hem daha fazla milli gelir artışı sağlanacak hem de faizleri indirerek enflasyonu düşürmek sağlanabilir.(14) Altyapı yatırımlarında olduğu
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/aysegul/LOCALS%7E1/Temp/msoclip1/01/clip_image001.gif[/IMG]

(14) ÇİLLER Tansu, ÇİZAKÇA Murat. “ Türk Finansman Kesiminde Sorunlar ve ReformÖnerileri” 1989, s:158
olduğu gibi konut üretiminde de yatırım harcamaları tasarruf hacmini aşarsa enflasyonist etki meydana getirecektir.
İnşaat sektöründe gerek emeğin gerekse sermayenin verimliliği düşüktür. Buna rağmen, bu üretim faktörlerinin üretime katılması sonucu istedikleri bedeller verimliliklerinin üzerinde olduğundan genelde maliyetler yüksektir. Maliyet enflasyonu açısından baktığımızda, ülkemizde satış gelirlerinden elde edilecek karlar maliyet unsuru olarak kabul edilmekte ve fiyata yansıtılmaktadır. Oysa kar bir maliyet unsuru olmayıp, satış gelirleri ile maliyet arasındaki fark olmalıdır. İnşaat sektöründe özellikle konut kesiminde yüksek karların varlığı bilinmektedir. Bu sektördeki yüksek kar talebi maliyet unsuru olarak fiyatlara yansıtıldığından maliyet enflasyonuna neden olmaktadır. Bu konuda gelişmiş ülkelerin yaşadığı tecrübeler, genel ekonomi ve inşaatta oluşan yüksek konjonktürün ülkeyi enflasyona götürdüğünü ve her iki alandaki bunalımın ise ekonomiyi deflasyona sürüklediğini ama inşaat sektörünün bu hareketlerde daima önden gittiğini göstermektedir. (15)
Ülkemizde yatırımların enflasyonla finansmanı politika olarak benimsendiğinden, enflasyon kamu inşaat yatırımlarının sonucu değil nedenidir denilmektedir. İnşaat yatırımlarının ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkelerde, büyük harcamalar gerektirmesi enflasyonu artırıcı bir eğilim göstermeyeceği aksine enflasyonu düşürücü, en azından durdurucu bir etki göstereceği fikri açıkça kabul görmektedir. Buna göre, ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkelerde teknoloji ve yatırım malları tamamıyla mevcut olmadığından ithal edilmek suretiyle sağlanabilmektedir. Halbuki mevcut döviz rezervi ve dış kaynak yetersizliği buna engeldir. Bu nedenle Türkiye’de tasarruf miktarı artsa da bu tür ekonomik sorunların olması, sanayi üretiminin artmasını olumsuz etkilemektedir. Bu durum talep fazlasından doğan enflasyonu önlemek için gerekli olan, sanayi üretim artışı sağlanamamasını göstermektedir. Ülkemizde konuta kayabilecek talep, gerek konutun diğer mallara göre daha uzun sürede üretiliyor olması ve gerekse sektörün yerli sanayiye dayanıp ithal mallara gereksinim duymaması sayesinde enflasyonun hızını yavaşlatan bir etki yaparken konjonktür dalgalanmalarında da ekonomiyi durgunluktan çıkarabilecek bir sonuçta yardımcı bir rol oynayabilecektir. Aksi durumda enflasyonu düşürmek amacıyla, her alanda talebin kısılması finansman
(15) www.dpt.gov.tr /dptweb/ekutup98/enflasyo.html.
maliyetlerinin de artmasına neden olacaktır. Fakat maliyetlerin düşürülmesi ve devletin kaynak ayırımındaki etkinliği sağlaması reel sektörün canlanmasına ve inşaat sektörü açısından da gelir artışına neden olacaktır.

Kamu harcamaları yada kamusal ve mal hizmetlerin finansmanı, genellikle kamu gelirleri ile karşılanmaktadır. Kamu gelirleri başta vergi gelirleri olmak üzere sosyal güvenlik fonları, belli bir amaca tahsis edilen vergiler ve vergi dışı çeşitli gelirlerden oluşur. Eğer kamu gelirleri kamu harcamalarının tamamını finanse etmeye yetmezse aradaki fark para basma ve borçlanma yoluyla karşılanmaktadır.
İnşaat sektörünün, doğrudan vergiler ve harçlar yoluyla, dolaylı olarak da inşaatın temel girdilerini üreten kamu kuruluşlarının ürünlerine talep oluşturması yoluyla iki yönden kamu gelirlerine katkı sağladığı söylenebilir.
Bu yüzden inşaat sektörünün ekonomideki makro değişkenlere etkisini belirler ve ekonomideki yerini vurgularken vergi gelirlerine tesirini de belirtmek gereklidir. Özellikle konut inşaatları üretim sürecinin her aşamasında vergi ya da harç alınmaktadır. İnşaata uygulanan vergi ve harçların sayısı 35 adet civarında hesap edilmektedir. Vergi maliyetlerinin toplam maliyet içindeki payı konusunda kesin bir rakam olmamakla birlikte, % 20 ile 30 arasında değişen bir oran oluşturduğu tahmin edilmektedir. Kamu gelirlerinin en büyük kalemini vergiler oluşturduğundan, inşaatın bu vergiler içindeki payı önem taşımaktadır. Ancak bu konuda yayınlanmış seriler olmadığından kamunun gelirlerine inşaat kesiminin katkısını tam olarak bilemiyoruz. Fakat, inşaat firmalarının karı düşük gösterme eğiliminde olması, bu sektörde azımsanamayacak miktarda vergi kaçaklarının oluşmasına neden olmaktadır.(16)
İnşaat girdilerinden çimentonun yüzde 22’si, demirin yüzde 80’i ve petrol ürünleri ile elektriğin neredeyse tamamının kamu tarafından sağlanması dolaylı yoldan kamuya gelir temin etmektedir. Ancak bu sektörlerden bazıları özelleştirilmiş, diğerleri de özelleştirme kapsamına alınmış olduğundan bu katkının ileride söz konusu olmayacağı söylenebilir.

2.5.İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN GELİR DAĞILIMINA ETKİSİ

Piyasa ekonomisi işleyişine bağlı olarak, gelir ve harcamalar hane halkı ve iş alemi arasında döngüsel bir akıma tabi olurlar. Buna göre, hane halkının gelirini oluşturan maaş, ücret, faiz, rant ve kar toplamından oluşan gelir akımı iş aleminden hane halkına doğru akmakta; hane halkı bu gelirlerin bir bölümünü tüketim için harcarken, geriye kalan kısmını tasarruf etmektedir. Hane halkının tüketim harcamaları iş aleminin gelirini oluşturmakta ve bu gelirler üretilecek olan mal ve hizmetlerin satın alımında kullanılmaktadır. Hane halkının tasarrufları ise, sermaye piyasası aracılığı ile iş alemi tarafından borç alınarak, yatırımlara kanalize edilmektedir.
Hane halkları tasarruf yapabilecek gelir düzeyine sahip olduktan sonra, gelirlerini tüketim harcamaları ve tasarruf diye ikiye ayırırlar. Ailelerin tasarrufa yönelmelerinin amacı, bugünkü tüketimlerinden yaptıkları fedakarlığı ileride daha fazla gelir oluşturarak ihtiyaçlarını daha çok tatmin edebilmektir. Eğer aileler gelirlerinin büyük bir kısmını konut kirası olarak ayırırlarsa, hem tasarrufların hem de diğer tüketimlerin azalması gerekecektir. Bu da ülkemizde zaten giderek bozulmakta olan gelir dağılımında dengesizliğin göstergelerindendir. Gelirin önemli bir kısmını barınmaya ayıran aileler, eğitim, sağlık, eğlence hatta beslenme için yeterli imkanlardan mahrum kalacaktır.
DİE’ nin 1998 yılı Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçlarına göre kentsel olarak toplam tüketim harcamaları içinde, konuta yapılan harcamalar içerisinde Türkiye ortalamasında birinci sırayı yüzde 35.62 ile gıda, ikinci sırayı ise yüzde 22.84 ile konut
harcamaları alırken ev eşyasına yapılan harcamalar yüzde 9.02 ile üçüncü sırayı almaktadır. Kentsel yerlerde konut harcamalarının payı yüzde 24.78 olurken, kırsal alanda konut harcamaları yüzde 19.02’ye düşmektedir. Hane halklarının konut sahibi olması, özellikle kentsel yerlerde izafi kira harcama payının diğer tüketime ya da tasarrufa yönelmesini sağlayacağından, gelir artışı etkisi yapmaktadır. Yine izafi kira

(17) http:// ekutup.dpt.gov.tr/edergi.html.
ödemeleri (konut sahibinin kiracı olması durumunda yapacağı tahmini ödeme) Türkiye genelinde yüzde 55.63, kentsel yerlerde de yüzde 58.43 pay ile birinci sıradadır. Kiracı olan hanelerin aylık konut harcamaları içinde Türkiye genelinde yüzde 67.82 ve kentsel yerlerde yüzde 69.62 ile ev kirası yine birinci sırada yer almaktadır. Bu sonuçlar konut sahipliliğinin gelir dağılımına yapacağı olumlu katkıları göstermektedir.
Buradan da görüleceği üzere özellikle kentsel alanlarda inşaat sektörü yüzde 25’e yaklaşan payı ile tüketim harcamaları açısından yine gıda harcamalarından sonra ikinci büyük paya sahip olmaktadır. Çünkü hane halkının tüketim harcamaları dışındaki gelirleri tasarrufa yönelmekte, tasarruflarda yatırımları kanalize ederek ulusal gelirin sektörler arası döngüsünü tamamlamaktadır. Söz konusu tasarrufların artması, ekonominin yatırım kapasitesinin artması demektir.

2.6. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN DİĞER KATKILARI

İnşaat sektörü sahip olduğu işgücü, teknik bilgi, hizmet ve organizasyon ihraç potansiyeliyle yada diğer bir deyişle yurtdışı müteahhitlik hizmetleri faaliyetleriyle ülke kalkınmasına önemli katkılarda bulunabilecek bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle inşaat sektörü içinde müteahhitlik hizmetlerini; istihdam, döviz girdisi, ihracat ve teknoloji açısından giderek artan katkıları ve Türk müteahhitlerin dış ülkelerde uluslar arası alanda isim yapmış firmalarla yarışarak gerçekleştirdikleri hizmetlerin daha da yaygınlaştırılması, problemlerin daha etkin bir biçimde ele alınmasını gerektirmektedir.
Türkiye’nin ve Türk müteahhitlerin potansiyelinin iyi değerlendirilmesi ve önündeki engellerin aşılması için gerekli tedbirlerin alınması önem arz etmektedir. Ülkemizde Yap-İşlet, Yap-İşlet-Devret ve diğer finansman modelleri ile gündeme alınan önemli telekomünikasyon, petrol üretim ve dağıtım, enerji ve altyapı projeleri gibi veya yurt dışında yeni iş koşullarında, yalnız veya yabancı ortakla birlikte, iş yapmaları için bilgi, teknoloji ve donanıma sahip olacak şekilde sektör teşvik edilmelidir.
Sektörün mal ihracatına da olumlu katkıları mevcuttur. Yurt dışında üstlenilen işlerde kullanılmak üzere önemli ölçüde temel inşaat malzemesi ile yarı mamül ve mamül ihracatı yapılmaktadır. Bu yöndeki ihracatın geliştirilmesinde, yurt dışı müteahhitlik ve teknik müşavirlik hizmetlerinin arttırılması gerekmektedir. Çünkü bu gelişme, beraberinde yapılacak işlerde uygulanacak teknik şartnameleri, ülke kaynaklarından sağlanabilecek malzemenin yurt içinde daha yaygın şekilde kullanımına imkan sağlayacaktır.
Sektör, ülke ekonomisine olan doğrudan sağladığı katkıların yanı sıra, ülkelerin uluslar arası ikili ilişkilerini de etkilemeye başlamıştır. Özellikle büyük ölçekli ve entegre projelerin gerçekleştirilmesi, firmalar boyutunu aşarak hükümetler düzeyinde işbirliğinin kurulmasını ve diyaloğun sağlanmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Ayrıca, bugün müteahhitlik hizmetleri kapsamında 49 ülkede faaliyetlerini sürdürmekte olan inşaat firmalarının ülke ekonomisine sağladığı döviz girdisi, Türkiye’nin yıllık ihracat tutarının % 10’u düzeyine erişmiş durumdadır.(18)
İnşaat sektöründe, taahhüt edilen işler daha çok projelere ilişkin olarak sağlanan kaynaklarla finanse edildiğinden, genel olarak yabancı kaynakların toplam kaynaklar içindeki payı yüksektir.
Sektörün çok değişik alanlara hizmet vermesi, sektör hizmet ihracı ile yurt içi istihdam problemine, mal ihracı ile ülke ihracatına ve dolayısıyla ödemeler dengesine ve elde edilen işçi gelirlerinin transferiyle de döviz ihtiyacına çok olumlu katkılarda bulunmaktadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


3. İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

3.1. YATIRIM ÖDENEKLERİNİN YETERSİZLİĞİ SORUNU

Ekonomilerin hayat damarlarından biri olan inşaat sektörü, 1997-1998 yılları içinde gerek dünya gerekse Türkiye ekonomisinin yaşadığı sorunlardan büyük ölçüde etkilenmiştir. Kasım 2000 ve şubat 2001’de peşpeşe yaşanan iki krizle birlikte 2001 yılı da bir buhran ve daralma yılı olarak kayıtlara geçmiştir. Özel sektör inşaat faaliyetleri 1999’da % 8.8, 2000’de % 9.7, 2001’de % 8.7 oranında bir küçülme yaşanmıştır.(19) Bu güne kadar ülkedeki sorunlarını yurtdışında yürüttüğü başarılı çalışmalarla çözebilen inşaat sektörünün bu çözüm yolu son dönemde yurtdışı işlerin ağırlıklı olduğu ülkelerde de yaşanan ekonomik kriz nedeniyle tıkanmıştır.
Genel bütçedeki yatırım ödenekleri reel anlamda her yıl azalan bir eğilim göstermektedir. 1999 yılı ödenekleri 1994 yılından bu güne enflasyon karşısında yüzde 38 oranında azalmıştır. 1999 yılı bütçesinde personel harcamaları 6.6 katrilyon TL, diğer cari harcamalar 2.4 katrilyon TL iken yatırım ödenekleri 1.4 katrilyon TL düzeyinde kalmıştır. Yani toplam bütçede yatırım ödenekleri yüzde 4.9 gibi sembolik bir oranda bırakılmıştır.(20)
Aynı zamanda kamu yatırım ödenekleri GSMH’ nin de yüzde 2’ si civarındadır. Halen devam eden 5047 projenin, bu şartlarla yaklaşık 11 seneden önce bitirilmesi ve yapılan harcamaların ekonomiye dönmeye başlaması mümkün değildir. Ancak 1-2 senede bitirilebilecek sağlık ve eğitim yatırımları dışında kalan altyapı yatırımlarının bitirilmesi yaklaşık 18-20 senede mümkün olabilmektedir. (21)
Diğer taraftan kamu yatırımlarının devam ettirilmesi ülke kalkınmasının en temel sorunudur. Bu şartlar altında Türkiye’ de kamu yatırımlarının bitirilmesinin de mümkün olamayacağı açıktır.

Türkiye gelişen ve özellikle altyapı yatırımlarına hızlı bir şekilde gereksinimi olan bir ülke konumundadır. Sanayileşebilmesi ve sanayinin gerekli hızda gelişebilmesi için altyapısının tamamlanması ve özellikle enerji altyapısının gelişen talebi karşılayacak düzeye çıkarılması gerekmektedir. Bu günkü bütçe imkanları içerisinde yeni yatırım ihalelerinin yapılması gerekir. Mevcut yatırımların bitirilmesi için milli bütçe imkanlarına ilave olarak dış kaynak yaratılması gerekir. Özellikle ihalesi yapılmış ve rantabilitesi yüksek projeler için Dünya Bankası, Avrupa Kalkınma Bankası gibi finans kuruluşlarından kredi bulunabilir. Ayrıca Yap-İşlet ve Yap-İşlet-Devret sistemlerinin etkin bir şekilde devreye sokulması, kamu tarafından ekonomik ve teknik fizibiliteleri ile uygulama projelerinin hazırlanarak özel sektöre sunulması gerekir.

3.2. ALTYAPI YETERSİZLİĞİNİN GİDERİLMESİ

Ekonomik büyümede altyapı kritik bir önem taşımaktadır. Altyapının tamamlanması sanayileşmenin ön koşullarından biridir. Altyapı ile üretken sektörlere yapılan yatırımlar arasında bir denge sağlanmadığı taktirde yatırımlardan gerekli randıman alınması mümkün olamamaktadır. Ulaşımdan, enerjiye kadar altyapı yetersizliği ancak inşaat sektörünün üretimi ile giderilebilmektedir.

Bugün Türkiye’de ekonomi yüzde 50’ yi aşkın bir oranda devletin kontrolü ve güdümü altındadır. Yatırımların da büyük oranda devlet tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bütçenin durumu, açıkları da bu yatırımların gerçekleştirilmesine olanak tanımamaktadır. Devletin, gerçekleştirmek yükümlülüğünü taşıdığı altyapı yatırımları için finansman olanakları da bulunamamaktadır.
Çözümlerden biri bütçeden önemli bir yükü kaldıracak ve bu nedenle yatırımların hayata geçirilebilmesine fırsat verecek özelleştirme faaliyetlerine hız verilmesi ve planlanan özelleştirmelerin mutlaka zamanında bitirilmesi olacaktır. Bunun yanı sıra Yap-İşlet ve Yap-İşlet-Devret modelleri ile finansman temini yöntemleri kullanılarak yatırımların devlet bütçesine yük oluşturmadan hızla tamamlanması sağlanacaktır.





3. 3. KENTSEL KONUT SORUNU
1950’ li yıllardan sonra hızlı kentleşme sorunu konut gereksinimini büyük ölçüde artırmıştır. Toplam yatırımlar içinde önemli bir paya sahip olan konut yatırımlarına karşın yıllık konut açığı büyümüştür.
1., 2. ve 3. Plan dönemlerinde (1963-1977) konut gereksinimi 2.5 milyon birim olarak hesaplanmış, buna karşılık 1 milyon birimin az üzerinde konut üretilebilmiş, 4. Plan dönemine 500 bin dolayında konut açığı devredilmiştir. 4. Plan dönemi için kent konut gereksinimi, nüfus artışı; ailelerin küçülme eğiliminden doğan konut gereksinmesi ve yenileme faktöründen doğan konut gereksinmesi ile konut üretimi incelendiğinde 4. Plan dönemi için 1.705 milyon gereksinim varken ancak 300 bin civarında konut üretilmiştir. Yani 1.4 milyonun üzerinde konut açığı bir sonraki döneme devredilmiştir. Bu dönemde büyük bir konut açığı söz konusudur. (22)
Hızlı bir nüfus artışı ve kentleşme süreci içinde olan Türkiye’ de konut açığının hızla arttığı, konut sorununun çözümünün gittikçe ağırlaştığı bir gerçektir. Konut sorunun etkin bir çözüme kavuşturulamaması, kent çevrelerinin sağlıksız ve denetimsiz gecekondu yerleşmeleri ile sarılmasına yol açmıştır. 5. Beş yıllık (1984-1988) Kalkınma Planı açısından konut durumunu incelersek konut sorununu daha iyi anlamış oluruz. Devlet Planlama Teşkilatı 5. Beş Yıllık Kalkınma Planı Konut Özel İhtisas Komisyonu-İşlem Alt Komisyon Raporuna göre kentlerde her yıl ortalama 360 binin üzerinde yeni konut üretilmesi gerekmektedir. Bu sayı yalnızca demografik konut gereksinimi ve ilave olarak yenileme miktarını da katarak toplam gereksinimi belirlemektedir. Burada Türkiye’ nin tüm konut politikası içinde asla gözden uzak tutulmaması gereken gecekondu olgusu ve bu olgunun doğurduğu konut ihtiyacını da 360 bin sayısına eklediğimizde her yıl kentlerde 400 binin üzerinde konut üretilmesi gerektiği sonucuna varabiliriz.
Barınmak kişilerin en doğal gereksinmelerinden biridir. Fiziki, ruhsal ve kültürel açıdan sağlıklı bir toplum geliştirmek için kişilerin barınma gereksinimini karşılayan konut sorununa çözüm getirmek zorunluluğu vardır. Nitekim, gelişmiş tüm ülkeler konut sorununa çözüm getiren etkin önlemler almışlardır. Fonların önemli bir bölümünün konut sektörüne tahsisi, ucuz kredi, vergi avansları önlemler arasındadır.

3.4.KAMU YATIRIMLARINDA YILLIK BÜTÇE ÖDENEKLERİ YETERSİZLİĞİ SORUNU
Türkiye’de istikrarlı bir yatırım politikasının olduğunu rahatça söyleyebilmemiz mümkün değildir. Halihazırda kamu sektöründe ihale edilmiş işleri istenen zamanda tamamlayabilmek için yeterli kaynak ve bütçe imkanları yoktur.
Müteahhitlik anlaşmalarında kayıtlı harcama limitlerinin fiili bütçede çok aşağılara düşürülmesi sonucu taahhüt edilen işlerin öngörülen süreden daha fazla zamanda bitirildiği görülmektedir. Bu yüzden bir taraftan iş alan müteahhit yönünden karlılık durumu ortadan kalktığı gibi diğer taraftan devlet kaynaklarının uzun süre ölü yatırım olarak kalıp ekonomiye geri dönmesi sağlanamamaktadır.
Bu durum karşısında yeni ihaleler olabildiğince durdurulmalı öncelikle ihalesi yapılmış projelerin süratle bitirilmesi planlanmalıdır. İnşaatı devam eden veya bitirilmiş işleri tamamlayacak veya rantabilitesini artırabilecek nitelikteki projelerin yapımına ve ihalelerine öncelik verilmelidir.

3.5.ÖDEME VE ÖDENEK SORUNLARI
Türkiye’de istikrarlı bir ekonomi politikası olmadığından inşaat sektöründe de ödemeler aksamakta ve müteahhitler gereksiz kesintilere maruz kalmaktadır. Müteahhit ödemeleri mutlaka iş mukavelelerinde belirtilen zaman içinde yapılmalı; yapılmadığı takdirde bunun cezai müeyyideleri sözleşmelerde yer almalıdır. Ayrıca geç ödenen hak edişlerden sonra karşılaşılan en büyük sorunda ödeneklerde mukavele dışı yapılan gereksiz ve sürpriz kesintilerdir. Teşkilatını o yılın ödeneğine göre kuran müteahhit ödenek kesintisi ile önemli zararlara uğramakta ve kurduğu teşkilatı ayakta tutmak için yaptığı harcama hesapları alt-üst olmaktadır.
Bu durum hak edişini zamanında tahsil edemeyen müteahhidin kendini kurtarmak için yasal olmayan yollarla tahsilat yapma çabasına girmesine veya ödeme yapacak kişilere çıkar talep etmelerine sebep olabilmektedir. Böyle bir yolsuzluğun ve ahlak çöküntüsünü önlemenin başlıca şartı hakların tam ve zamanında verilmesi, verilmezse tazmin edilmesidir.
Bütün bu ödenek ve ödemelerle ilgili sorunların çözümü için yapılacak iyi niyetli çalışmalarda dikkat edilmesi gereken husus müteahhitlik müessesinin bir finansman kuruluşu olmadığı sadece işin organizasyonu ve başlangıç masrafları ile yükümlü olduğudur.

3.6. VERGİ SORUNLARI
Diğer bir sorun da elde edilen kazançlara uygulanan vergi oranlarının yüksekliğidir. Kurumlar vergisi mükellefleri arasında yıllara yaygın inşaat işleri ile uğraşan müteahhitler dışında aylık vergi stopajı uygulanan başka bir mükellef grubu mevcut değildir.(23)
Yıllara yaygın inşaat işlerinde uygulanan stopajda, vergi oranlarında indirimlere gidilmesi ve bugünkü ekonomik ortamda makul bir orana çekilmesi gerekmektedir. Stopaj yüksek oranlı peşin bir vergi olduğundan dolayı vergi mükelleflerine göre inşaat sektöründeki müteahhitlere büyük haksızlık ve adaletsizlik yapılmaktadır. Müteahhitlerin devam eden işleri için her sene geçici karlarına göre beyanname verip yıllık vergilerini ödemeleri daha adilane bir uygulama olacaktır.

3.7. ÖRTÜLÜ KAZANÇ SORUNU
İnşaat işlerinde işin süresi 8-10 yıl hatta daha uzun süre devam etmektedir. Bu süre içinde şirketlerin ortaklarının kendi ihtiyaçları için şirketten para çekmeleri örtülü kazanç olarak kabul ediliyordu. Şu andaki uygulamada bu şekilde çekilen paralardan KDV ödenmesi mecburiyeti getirilmiştir. Vergi stopajı ile bir anlamda geçici karın vergisi zaten ödenmektedir. Bunun karşılığı olan miktarın ortaklara dağıtılması ile ayrıca bir KDV alınması haksızlık doğurmaktadır. Bu yüzden uygulama kaldırılmalıdır.

3.8. SAKAT İSTİHDAMI SORUNU
1475 sayılı İş Kanununun 25. Maddesi uyarınca istihdamı zorunlu olan sakat ve eski hükümlülere ilişkin yüzde 2’ lik çalıştırma zorunluluğu, 01.01.1999’ dan itibaren yüzde 3’ e çıkmıştır. Bu düzenleme ile 50 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde zorunlu istihdam oranı yüzde 8’ e (yüzde 3 sakat, yüzde 3 eski hükümlü, yüzde 2 terörle
[IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/aysegul/LOCALS%7E1/Temp/msoclip1/01/clip_image001.gif[/IMG]

(23) TİSK, a.g.e, s: 124
mücadele mağduru) çıkmıştır. Sakat, eski hükümlü, terörle mücadele mağdurları gibi yaşam içinde dezavantajlı konumda olan vatandaşlarımızın özel ayrıcalıklardan yararlandırılmaları elbette sosyal adalet duygusunun bir gereğidir. Dünyanın diğer ülkelerinde de benzer uygulamalar yaşanmaktadır. Mevzuatımız gereği inşaat sektörü ağır ve tehlikeli işlerden sayılmaktadır. Ülkemizde en çok iş kazasının meydana geldiği sektörde sakat işçilerin diğer sektörlerle aynı oranda istihdam mükellefiyetinde olması yeni iş kazalarını kaçınılmaz hale getirmektedir. İnşaat sektöründe büroda ve üretim süreci dışında istihdam edilseler bile şantiye riski altında çalışacak olan sakat işçilerin maruz kalacağı riskin büyüklüğü ortadadır.
Sakat işçilerimizin yeni kazalara maruz kalmalarını engellemek üzere inşaat işkolu için bu sakatlık oranının daha düşük tespit edilmesi ve inşaat sektörü gibi ağır ve tehlikeli işlerden sayılan işkolları için yüzde 3’lük oran düşürülmelidir.

3.9. FİYAT ARTIŞLARI SORUNU
Şubat 2001 ekonomik krizi, giderek beraberinde fiyat artışlarını getirmekte ve dolaylı olarak enflasyon oranı yükselmektedir. Bu durumda, zaten az olan yatırım ödenekleri daha da küçülecek ve devam eden projelerin bitirilmesi daha da gecikecektir. Bu sorunun tasfiyeye imkan sağlayan fiyat farkı düzenlemesi ile çözülebileceği umulmaktadır.

SONUÇ


Günümüzde, insan faktörünün ekonomik kalkınmadaki rolü daha iyi anlaşılmaktadır. Bazı araştırmalar, ekonomide verimliliğin makine ve araç gereçlere yapılacak yatırımlardan çok insan faktörüne yapılan yatırımlarla gerçekleştiğini ortaya koymuştur.
Sağlık ve eğitimin yanı sıra kişilerin barınma gereksiniminin karşılanması insan verimliliğini artıracak bir yatırım olarak düşünülmelidir. Çünkü barınmak kişilerin en doğal gereksinmelerinden biridir. Fiziki, ruhsal ve kültürel açıdan sağlıklı bir toplum geliştirmek için kişilerin barınma gereksinimini karşılayan konut sorununa çözüm getirmek zorunluluğu vardır. Nitekim gelişmiş tüm ülkeler konut sorununa çözüm getiren etkin önlemler almışlardır. Fonların önemli bir bölümünün konut sektörüne tahsisi, ucuz kredi, vergi avansları önlemler arasında sayılabilir.
Altyapı ile üretken sektörlere yapılan yatırımlar arasında bir denge sağlanmadığı taktirde üretken yatırımlardan gereken randımanın alınması mümkün olmamaktadır. Ulaşımdan, enerjiye kadar altyapı yetersizliği inşaat sektörünün üretimi ile giderilebilmektedir. Enerji sorurunun çözümü için karayolu, demiryolu, liman inşaatı ülkenin altyapı yetersizliğini gösterdiği gibi yarattığı, dışsal ekonomilerle de üretken sektörlerde üretim, verimlilik ve karlılığı artırmaktadır.
İnşaat sektöründeki yatırımlar göreli olarak likit olmadığından özel riskler taşımaktadır. Ürünün sabit olarak, bir bölgede yer alması sonucu fiziksel koşullar ürünün yapısını belirlemektedir. Bunun önemli bir sonucu da inşaat ürünlerinin standardizasyonundaki güçlüktür.
İnşaat sektöründeki gelişmeler ülke geneline ait veriler ve DİE’ de yer alan bilgiler ışığında değerlendirildiğinde; şu sonuçlara ulaşılmıştır:
İnşaat sektörü, yüksek katma değer yaratması, istihdam potansiyelinin büyüklüğü, diğer sektörlerle sıkı bir girdi-çıktı ilişkisi içinde olması ve döviz kazandırıcı özelliği nedeniyle Türkiye ekonomisi açısından büyük önem taşımaktadır.
GSMH hesaplarına göre en büyük daralmanın yaşandığı 1999 yılında ekonomi yüzde 6.4 küçülürken, inşaat sektörü yüzde 12.7 oranında küçülmüştür.
İnşaat sektöründe büyüme hızı büyük ölçüde özel sektör yatırımları ile kamu sektörü tarafından gerçekleştirilen sabit sermaye yatırımlarına bağlıdır.
İnşaat sektörü ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli firmalardan oluşmaktadır. Ancak, çalışanların yarısı büyük ölçekli firmalar tarafından istihdam edilmektedir.
İnşaat sektöründe faaliyet gösteren firmalar, istihdam, aktif büyüklüğü, öz kaynaklar ve net satışlar açısından değerlendirildiğinde; ihale usulü ile iş üstlenen firmaların, diğer alt sektörlerde yer alan firmalara göre daha büyük ölçekli firmalar olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bu alt sektörlerdeki gelişmeler sektör genelindeki gelişmeleri büyük ölçüde etkilemektedir.
İnşaat sektörü, taahhüt işleri ile ilgili olarak yapılan harcamaların dönen varlıklar içinde gösterilmesinden dolayı dönen varlık ağırlıklı bir sektördür.
İnşaat firmalarının maddi duran varlıklarını reel olarak artırması firmaların sabit sermaye yatırımlarına hız verdiklerini göstermektedir.
İnşaat sektöründe taahhüt edilen işler, daha çok projelere ilişkin olarak sağlanan kaynaklarla finanse edildiğinden, genel olarak yabancı kaynakların toplam kaynaklar içindeki payı yüksektir.
1998 yılında dünya genelinde yaşanan mali kriz ve ekonomide meydana gelen olumsuz gelişmeler nedeniyle hak edişlerin bir bölümünü alamayan inşaat firmalarının, hak edişlerindeki artış oranı inşaat harcamalarındaki artış oranının gerisinde kalmıştır.
İnşaat sektöründe yer alan firmalar inşaat harcamalarının karşılanmasında hak edişleri ile diğer finansman kaynaklarının yetersiz olduğu yıllarda kısa vadeli banka kredisi kullanmaktadır.















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder