Ana Sayfa Bilgi Bankası

20 Aralık 2010 Pazartesi

Telefon ve İletişim Hatları ?

Konuşmaların bir telin yardımıyla bir uçtan öbür uca iletilebileceği 17. yüzyıldan beri biliniyordu. 1870'lerde ise sesin elektrik akı­mına dönüştürülerek metal kablolar aracılığıy­la iletilebileceği anlaşıldı; birçok bilim adamı ve mucit ilk kullanışlı telefonu yapabilmek için çalışmaya koyuldu. İskoç asıllı ABD'li mucit Alexander Graham Bell, 1875'te ilk telefonu yapmayı başardı ve ertesi yıl buluşu­nun patentini aldı. Bu buluşu izleyen yıllarda telefon hatları ve hizmetleri olağanüstü bir hızla dünyanın birçok yerine yayıldı. Bugün ev ve işyerlerinin hemen hepsinde telefon bulunmaktadır. Devletler ya da özel kuruluş­larca kurulan telefon ağları sayesinde yurtiçi ve yurtdışı görüşmeler yapılabilmektedir. Ba­zı yerlerde hâlâ görüşmelere yardımcı olan santral görevlileri bulunmakla birlikte, çok uzak mesafeler de içinde olmak üzere birçok görüşme doğrudan aramayla otomatik olarak gerçekleştirilebilmektedir.
Bell'in bulduğu telefonun çalışma ilkeleri ile günümüzde kullanılan telefonların çalışma ilkeleri arasında çok önemli bir fark yoktur. Telefon, ağızlık bölümüne yerleştirilmiş bir verici ile kulaklık bölümüne yerleştirilmiş bir alıcıdan oluşur. Telefonlar arasında, bir elek­trik akımı kaynağına bağlanmış kablo hattı bulunur. Verici, bir kömürlü mikrofondur. Telefonla ko­nuşan kişinin ses dalgaları vericideki bir diyaframı (zar) titreştirir. Diyafram ince, esnek bir plastikten yapılmıştır ve içi karbon tanecikleriyle dolu, ilaç kapsülüne benzeyen küçük bir kabın ağzına yerleştirilmiştir. Kar­bon iyi bir elektrik iletkenidir. Herhangi bir konuşma olmadığında, aygıta bağlı olan elek­trik akımı karbon taneciklerinin arasından düzgün bir biçimde akar. Ama konuşma başladığında, konuşan kişinin sesi diyaframı kabın içine ve dışına doğru titreştirmeye başlar. Diyaframın içeri doğru her hareketin­de karbon tanecikleri sıkışır ve bunun sonu­cunda karbon taneciklerinin elektrik akımının geçişine karşı direnci azalır. Böylece verici­den daha çok elektrik geçer. Diyaframın her dışarıya doğru hareketinde ise karbon tane­cikleri gevşer ve aralarındaki uzaklık artar, bunun sonucunda da karbon taneciklerinin elektrik akımının geçişine karşı direnci artar ve vericinin gönderdiği akım azalır. Böylece telefonla konuşan kişi, kablolar aracılığıyla uzaktaki birine değişen şiddetlerde elektrik akl,pıı gönderir. Kulaklık bölümünde bulunan alıcıda ise bir elektromıknatıs ile gene ince, esnek bir diyafram bulunur. Elektromıknatı­sın uçları, karşı taraftaki telefonun vericisin­den gönderilen mesajı taşıyan kabloya bağlı­dır. Elektromıknatısın arkasında kalıcı bir çelik mıknatıs vardır ve bu mıknatıs, yumuşak demirden yapılmış diyaframı sürekli olarak sabit bir güçle çeker. Konuşma başladığında, elektromıknatısın bobininden geçen elektrik akımı artar, elektromıknatıs kalıcı mıknatısın etkisini güçlendirir ve diyaframı içe doğru da|a çok çekmesini sağlar. Bobinden geçen akım zayıfladığında ise alıcının diyaframı üze­rindeki çekme etkisi de zayıflar ve diyafram dışa doğru hareket eder. Alıcının diyaframındaki bu titreşimler, karşı tarafta konuşanın ses titreşimlerinin aynısıdır. Diyaframın bu titreşimleri, çevresindeki havayı da titreştire­rek telefon edenin sesinin kulağımıza kadar ulaşmasını sağlar.
Telefon Santralları. İlk telefon hizmetleri başladığında, bütün aramalar ve bağlantılar, önünde anahtarlar ve fişlerden oluşan bir sistem bulunan santral görevlisi tarafından el­le gerçekleştiriliyordu. İlk otomatik bağlan­tı sistemi 1889'da ortaya çıktı. Bu sistemde numaratör denen bir. aygıt vardı ve arayıcı, gerekli numarayla bağlantı kurmak için numaratörün üzerindeki bir dizi düğmenin her birine aramak istediği rakam kadar basmak zorundaydı. Santralda ise, bütün abonelerin telefonlarıyla ilişkili elektrik bağlantı noktala­rı bir silindirin üstünde sıra halinde dizilmişti. Numara çevrildiğinde, bu silindirin içinden geçen mile bağlı bir kol arayıcının bastığı nu­maralara uygun olarak hareket ediyor ve iş­lem tamamlandığında iki telefon arasında bağlantı kurulmasını sağlıyordu. Bu bağlantı sonucunda aranan abonenin telefonunun zili çalmaya başlıyordu.
Daha sonraları bu sistem geliştirildi ve numaratörlerde numaraların döner bir kadra­nın yardımıyla çevrilmesi sağlandı. Mekanik aletler kullanılarak oluşturulan ilk tam oto­matik telefon santral 1921'de ABD'de, Nebraska eyaletinin Omaha kentinde kullanıma girdi.
Otomatik arama alanındaki en büyük iler­leme, "lamba" denen elektron tüpünün ve daha sonra da onun yerini alan transistorun geliştirilmesiyle gerçekleşti. Bu elemanların uygun biçimde bir araya getirilmesiyle, meka­nik numaratörlerdekine benzer bir biçimde açılıp kapanabilen elektrik devreleri elde edilebilir. Bu alandaki son gelişmeler 20. yüzyılın ikinci yarısı ile 1980'lerin sonlarında gerçekleştirilmiş ve bilgisayarlı tam otomatik arama sistemi yaygınlık kazanmıştır.
Telefon aygıtlarının biçimi ve görünümü de oldukça değişmiştir. Döner kadranlı numara- törler daha da geliştirilmiş ve bunların yerini, tuşlarla donatılmış numaratörler almıştır. Silis­yum çiplerinin sayesinde de bellekli telefon­lar yapılmıştır. Bugün telefonlar istenilen numarayı kendi kendine defalarca arayabil­mekte, arayan kişinin telefon numarasını gösterebilmekte ve hatta bazıları küçük bir bilgisayar gibi kullanılabilmektedir. Taşınabi­lir "telsiz telefon"lar da vardır.
1960'lara kadar telgraf ve telefon sinyalleri, verici ile alıcı arasına çekilen yalıtılmış bakır kablolar aracılığıyla taşındı. 19. yüzyılın ikinci yarısında telgraf ağının yaygınlaşması çok da­ha uzun menzilli haberleşme olanaklarının aranmasına yol açtı. Karada, direklerin arası­na çekilen kabloların yardımıyla bağlantı ku­rutabiliyordu, ama birbirinden denizle ayrılmış iki yer arasında bağlantı kurmak büyük sorunlar doğuruyordu. Sualtına döşenecek olan kabloların çok iyi yalıtılması, suyun bü­yük basıncına ve kablo üzerindeki gerilim etki­lerine karşı çok dayanıklı olması gerekiyordu. İlk denizaltı kabloları 1850'lerde döşenmeye başlandı. Avrupa ile Amerika arasındaki ilk denizaltı telefon kablosu 1858'de İrlanda ile Newfoundland arasında döşendi.
Telgraf ve telefon mühendislerinin uzak mesafelere kablo döşerken karşılaştıktan en önemli sorun, sinyallerin kat ettikleri yol bo­yunca zayıflaması idi. Bu güç kaybını önlemek için kablo hattı boyunca belirli aralıklarla, "yineleyici" denen yükselteçler yerleştirildi; bunlar aldıkları elektrik sinyalini tekrar güç­lendirerek bir sonraki yineleyiciye gönderiyor ve bu böylece alıcıya kadar gidiyordu. Bunun sonucunda uzun menzilli iletişim olanaklı du­ruma geldi, ama parazitlerden, elektrik akımı kaybından ve başka birtakım nedenlerden do­layı sinyaller gene de bozulabiliyordu.
Bu sorunlar 20. yüzyılın ikinci yansında, geleneksel kablo sistemi ile radyo ve mikro- dalga kanallarının uygun bir biçimde birleşti­rilmesiyle çözümlendi. Bugün telefon ve benzeri aygıtlarla iletişimin bir bölümünde hâlâ kablolardan yararlanılır, ama mesaj lan taşıyan sinyaller yolculuklarının büyük bölümünü uzayda gerçekleştirir. Günümüzde telekomünikasyon alanında uy­dular çok önemli rol oynar. Mikrodalgaların ve yapma uyduların sayesinde, çok uzak me­safeler arasında son derece net ses ve görüntü iletişimi sağlanabilmektedir.
Aynı anda birçok insanın haberleşmesi so­runu da çözüme kavuşturulmuştur. Sorunun çözümünde ilk başvurulan yöntem, çok sayı­da telin tek bir kablonun içine yerleştirilmesi oldu. Her tel aynı anda çok sayıda konuşmaya olanak vermekte, her konuşma bir zaman bö­lüşümü sistemine dayalı olarak gerçekleştiril­mektedir. Sinyallerin sayısal (dijital) olarak gönderilmesine dayalı modern iletim yöntem­leri sayesinde bu görüşmelerde sinyal kalitesi daha da iyileştirilmiştir. Bu alandaki en bü­yük gelişme ise, tek bir hat üzerinden aynı an­da binlerce mesajın gönderilmesini sağlayan lif optiği sisteminin kullanılmasıyla gerçekleşti. Bu telekomünikasyon tek­nolojisinde, ses laser ışığı vurularına dö­nüştürülerek insan saçı kadar ince cam lif­lerin içinden iletilebilmektedir. Bu yöntemin üstünlüğü, laser demetinin cam lif içinde yol alirken defalarca yansımaya uğraması ve bu yüzden de sinyallerin hemen hemen hiçbir güç kaybına uğramamasıdır. Optik lif kablo­lar yardımıyla aynı anda 40 bin telefon konuş­ması iletilebilmektedir.
Telekomünikasyon alanındaki en son geliş­melerden biri de, telsiz telefonun ortaya çık­masıdır. Kısa dalga radyo alıcı vericilerinin normal telefon ağına bağlanabildiği bu sistem sayesinde, hareket halindeyken telefonla ko­nuşma olanağı doğmuştur. ABD'de uygula­maya konan bir telsiz telefon sisteminde abo­ne elindeki alıcıyla, belirli bölgelere ayrılmış olan telefon ağıyla bağlantı kurar; bölgeler arasında kesintisiz bağlantı olduğundan, ara­yıcı çok uzun menzilli yolculuklarda bile iste­diği yeri arayabilir.
Öte yandan, günümüzde telefon hatlarından metinler gönderilebilmektedir; bu amaç­la, telefona bağlanan ve kısaca "faks" denen faksimile aygıtlarından yararlanılır. Faksimile aygıtı, metnin yazılı olduğu sayfayı tarayarak gördüklerini elektrik sinyallerine dönüştürür ve bu sinyalleri telefon aracılığıyla aranan te­lefona bağlı öbür faksimile aygıtına iletir.
Bilgisayarlar da telefon sistemine bağlana­bilir. Merkezi bilgisayarda depolanmış olan bilgiler, telefon sistemine bağlı herhangi bir "terminal"in ekranına aktarılabilir. Böylece bankalar arasında havaleler yapılabilmekte, havayolu şirketlerinde yer ayırtılabilmekte, kütüphane kataloglan incelenebilmekte, bor­sa fiyatlan izlenebilmektedir. Bilgisayar siste­me, "modem" denen bir aygıtla bağlanır; mo­dem, bilgileri telefonla iletilebilecek bir biçi­me dönüştürür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder