Ana Sayfa Bilgi Bankası

29 Aralık 2010 Çarşamba

Türkiye siyasi tarihi,Cumhuriyetin İlanı,Tek Parti Yönetiminin Yerleşmesi,Atatürk Döneminde Dış Politika,İsmet İnönü Dönemi,1938-50 Döneminde Dış Politika,Demokrat Parti Dönemi,1950-60 Döneminde Dış Politika,27 Mayıs'tan 12 Mart'a siyaset,12 Mart'tan 12 Eylül'e siyaset,12 Eylürden Bugüne siyaset,

Tarih:
Cumhuriyetin İlanı
Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştıran, saltana­tı kaldıran, Lozan Barış Antlaşması'yla da varlığını bütün dünyaya kabul ettiren TBMM için sıra devletin niteliğini belirlemeye gelmiş­ti. Aslında 23 Nisan 1920'den beri var olan, ulusal egemenliğe dayalı devlet biçimi adı konmamış bir cumhuriyetti. TBMM 29 Ekim 1923'te cumhuriyeti ilan ederek devletin nite­liğini de açıklığa kavuşturdu
Cumhuriyetin ilanından önce başbakan ve bakanlar TBMM tarafından seçiliyordu. Cumhuriyetin ilanıyla aynı sırada yapılan ana­yasa değişiklikleriyle cumhurbaşkanının baş­bakanı ataması, başbakanın da bakanları se­çerek cumhurbaşkanının onayına sunması ka­bul edildi. îlk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal, 30 Ekim günü Cumhuriyet döneminin ilk başbakanı olarak İsmet Paşa'yı (İnönü) görevlendirdi.
Bu arada, saltanatın kaldırılmış olması ve ardından cumhuriyetin ilan edilmesi tutucu kesimleri halifelik çevresinde toplanmaya itmişti. Bunun üzerine 3 Mart 1924'te TBMM'de üç önemli yasa kabul edildi. Bun­ların ilkiyle Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din İş­leri ve Vakıflar Bakanlığı) ile Erkân-ı Harbi- ye-i Umumiye Vekâleti (Genelkurmay Ba­kanlığı) kaldırılıyor ve yerlerine başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği (Diyanet İşleri Başkanlığı) ile cumhurbaşkanlığına bağlı Er- kân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genel­kurmay Başkanlığı) kuruluyordu. İkinci yasa olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün okullar Maarif Vekâleti'ne (Eğitim Bakanlı­ğı) bağlanıyordu. Üçüncü yasa ise halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı üyelerinin sınırdışı edilmesine ilişkindi. Bütün hanedan üyelerinin yurttan ayrılmasıyla halifelik tarihe karıştı.
Halifeliğin kaldırılmasından sonra sıra, si­yasal açıdan gelişmiş ve güçlenmiş olan yeni devlet için yeni bir anayasanın hazırlanması­na gelmişti. Çalışmalar başlatıldı ve Nisan 1924'te TBMM'de kabul edilen yeni Teşki­lat-ı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) bir ay sonra yürürlüğe girdi. Aynı yılın sonlarına doğru ise Halk Fırkası'nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) olarak değiştirildi.
Kasım 1924'te siyasal yaşamda önemli bir yenilik gerçekleşti. CHF'den ayrılan 30 kadar milletvekili cumhuriyetin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı (TCF) kurdu. Tüzüğünde "düşünceye ve din­sel inançlara saygılı" olduğunu belirten bu parti kısa sürede halifelik yanlısı çevrelerin ve cumhuriyet karşıtı İstanbul basınının desteği­ni topladı. Bu sırada İsmet Paşa'nm başba­kanlıktan istifa etmesi üzerine yeni hükümeti kurma görevi Fethi (Okyar) Bey'e verildi. Bu hükümeti, Kâzım (Karabekir) Paşa başkanlı­ğındaki TCF de destekledi. Ama, Şubat 1925'te patlak veren Şeyh Said Ayaklanma­sıyla ilişkisi olduğu suçlamaları partinin duru­munu sarstı.
Ayaklanmayı bastırmak için hazırlanan as­keri planı siyasal açıdan destekleyecek önlem­lerin alınması için güçlü bir hükümete gerek duyuluyordu. Fethi Bey 2 Mart günü istifa etti ve başbakanlığa yeniden İsmet Paşa getirildi. Hükümetin güvenoyu aldığı 4 Mart günü Tak- rir-i Sükûn Kanunu (Dirlik Düzenlik Sağlama Yasası) da meclisten geçti. Bu yasa hüküme­te, düzeni korumak amacıyla, gazete kapatmaktan partileri dağıtmaya kadar her türlü yetkiyi veriyordu. Aynı gün, Ankara'da ve ayaklanma bölgesindeki Diyarbakır'da birer istiklal Mahkemesi kurulması da karara bağ­landı. Takrir-i Sükûn Kanunu uyarınca ko­vuşturmaya uğrayan kuruluşlar arasında TCF de vardı. Partinin bazı yöneticileri İstiklâl Mahkemeleri'nde yargılandılar. Şeyh Said Ayaklanması aynı yılın nisanında bastırıldı; yargılanan ele başıların pek çoğu ölüm cezası­na çarptırıldı. TCF de haziran ayında kapatıldı. (Bu partinin bazı yöneticileri, 1926'da Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan İzmir Suikastı'yla ilgili olduk­ları gerekçesiyle yargılandılar; bazıları idam edildi. Suçsuz bulunanlar arasında Kâzım [Karabekir] Paşa da bulunuyordu.)
Devrim karşıtı hareketlerin bastırılmasıyla çağdaşlaşma yolundaki önemli engeller aşıl­mış oluyordu. Böylece, art arda atılan adım­larla bir dizi önemli dönüşüm gerçekleştirildi. 1925'te çıkarılan bir yasayla tekke ve zaviye­ler kapatıldı. Aynı yıl uluslararası takvim ve saat kabul edildi; hafta tatili cumadan pazara alındı; Şapka Kanunu çıkarıldı.
1926'da Türk Medeni Kanunu kabul edile­rek kadın erkek eşitliğinin sağlanması yolun­da büyük bir adım atıldı. Bu yasanın getirdiği en önemli yenilik, aile birliği için "imam nikâ­hı" yerine "medeni nikâh" ilkesinin kabulü idi. Aynı yıl ülkede batı hukuk sistemini yer­leştiren Türk Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu gibi yasalar da çıka­rıldı.
1927'de toplanan CHF II. Kurultayı'nda partinin yeni tüzüğü kabul edildi. Bu tüzükle Mustafa Kemal partinin değişmez genel baş­kanı oluyordu. Tüzüğe göre CHF'nin temel ilkeleri cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık ve laiklikti. Laiklik, yani din ile devlet işleri­nin birbirinden ayrılması anayasa değişikliğini de gerektiyordu. 10 Nisan 1928'de devletin di­ninin İslam dini olduğunu belirten cümle ana­yasadan çıkarıldı. Mayısta uluslararası rakam­lar kabul edildi. Aynı yılın kasım ayında çıka­rılan bir yasayla da Arap alfabesi yerine Latin harflerine dayanan yeni Türk alfabesi kulla­nılmaya başlandı. Ardından "millet mektep­leri" açılarak okuma yazma seferberliğine gi­rişildi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenen ekono­mi politikası sanayileşmede özel sektöre ön­celik tanıyordu. Bu politika ekonomide bek­lenen gelişmeyi sağlayamadı. 1929-30 Büyük Dünya Bunalımı da Türkiye ekonomisini olumsuz yönde etkileyince bu durumu aşmak için ekonomide devletçilik ağırlık kazanmaya başladı.
Bir yandan da yeni bir muhalefet partisi ku­rulması için girişimlerde bulunuluyordu. Mus­tafa Kemal, TBMM'de yer alacak bir muhale­fet partisinin hükümetin çalışmalarını eleşti­rerek onu olumlu yönde etkileyeceği kanısın­daydı. Ayrıca bir muhalefet partisi değişik gö­rüşlerin mecliste dile getirilmesine de olanak verecekti. Mustafa Kemal, ekonomide libera­lizm yanlısı görüşleriyle tanınan yakın arkada­şı Fethi (Okyar) Bey'i böyle bir partiyi kur­makla görevlendirdi. Fethi Bey Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı (SCF) kurdu. SCF programında partinin cumhuriyet ilkelerinin yaygınlaşması için çalışacağı belir­tiliyordu. Programda yabancı sermaye yatı­rımlarının gerçekleştirilmesi, ekonomide özel sektörün rolünün artırılması, tek dereceli se­çimler ve kadınlara seçme, seçilme hakkı gibi yeni haklar da öngörülüyordu.
Beklenmedik bir hızla gelişen SCF'nin hü­kümete ve CHF'ye yönelttiği sert eleştiriler ülkedeki siyasal ortamı gerginleştirdi. CHF' nin de muhalefete karşı baskıya girişmesi üze­rine Fethi Bey ve arkadaşları Kasım 1930'da partiyi kapattılar. Öte yandan cumhuriyet karşıtı çalışmalar durmuyordu. Aralık 1930' da Menemen'de ayaklanan bir grup gerici Ku- bilay adlı bir yedeksubayı öldürdü. Bölgede sıkıyönetim ilan edilerek ayaklanma sert bir biçimde bastırıldı ve suçlular askeri mahke­mede yargılanarak cezalandırıldılar.
Tek Parti Yönetiminin Yerleşmesi
Mayıs 1931'de toplanan CHF III. Kurulta­yı'nda yeni bir parti programı benimsendi. Program, 1927'deki kurultayda kabul edilen dört ilkeye devletçilik ve devrimcilik ilkelerini de ekliyordu. ("Altı Ok" biçiminde CHF'nin simgesi olan bu altı ilke, 1937'de anayasaya geçirilerek cumhuriyetin temel ilkeleri sa­yıldı.)
Devletçilik ilkesiyle, bir süre önce günde­me gelen devletçi ekonomi politikası kesinle- şiyordu. Bu dönemde ekonomik alandaki en önemli devletçi atılımlar, ilki 1933'te hazırla­nan "beş yıllık sanayi planları" oldu. Sümer- bank ve Etibank gibi öncü kuruluşlar bu dö­nemde oluşturuldu.
Bir yandan da toplumsal alandaki atılımlar sürdürülüyordu. Mart 1931'de uluslararası öb çüler kabul edildi. Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (sonradan Türk Tarih Kuru­mu) kuruldu. Ocak 1932'de camilerde eza­nın Türkçe okunmasına başlandı. Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti (sonradan Türk Dil Kurumu) kuruldu. 1913'ten beri Türkçülük doğrultusunda çalışmalar yapan Türk Ocağı kapatıldı ve yerine cumhuriyet il­kelerini halka benimsetmek amacıyla "halk­evleri" kurulmaya başlandı.
Mayıs 1933'te eğitim alanında önemli bir reform gerçekleştirildi; Darülfünun kaldırıla­rak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Haziran 1934'te Soyadı Kanunu çıkarıldı; TBMM'de Mustafa Kemal'e "Atatürk" soy­adı verildi. Kasım 1934'te çıkarılan bir yasayla da bütün lakap ve unvanlar kaldırıldı. Bir ay sonra çok önemli bir anayasa değişikliği ger­çekleştirildi. Bu değişiklik kadınlara seçme ve seçilme hakkı vererek onları bu alanda erkek­lerle eşit duruma getiriyordu.
Atatürk Döneminde Dış Politika
Cumhuriyetin ilanından Atatürk'ün ölümüne kadar izlenen dış politikada temel ilke, Ata­türk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" özdeyi­şinde ifadesini bulan barışçı yaklaşım ol­muştur.
Musul'un Türkiye'ye mi yoksa Irak'a mı bağlı sayılacağı konusu Lozan Barış Antlaş­masında çözüme bağlanamamıştı. Milletler Cemiyeti İngiltere'nin baskısıyla 1925'te Mu­sul'un Irak'a verilmesini kararlaştırdı. Türki­ye bölgede yeni karışıklıklar çıkmasını iste­mediğinden 1926'da Musul üzerindeki hakla­rından' vazgeçti ve karşılığında önemli bir şey elde edemedi. Milletler Cemiyeti'nin İngilte­re'ye uyarak Türkiye'yi yalnız bırakması, bir yandan da Batı Avrupa devletlerinin SSCB'ye karşı bir yalıtım siyaseti izlemeleri, Türkiye ile SSCB arasında Kurtuluş Savaşı'nda başla­yan dostluk ilişkilerinin gelişmesine yol açtı. Milletler Cemiyeti'nin Musul konusundaki kararından hemen sonra bir Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı imzalandı.
1930'da Ankara'da Yunanistan'la imzala­nan antlaşma da iki ülke arasında 100 yıldır süren gerginlik ve çatışma dönemini sona er- diriyordu. 1926 ve 1933'te de Fransa'yla Osmanlı borçlarının ödenmesine ilişkin antlaş­malar yapıldı.
Bu dönemde Türkiye'nin uluslararası ilişki­lerinde görülen önemli gelişmelerden biri de Milletler Cemiyeti'ne üye olmasıdır. Türkiye, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan ülkelerden biri olduğu gerekçesiyle uzun süre bu örgüte alınmamıştı. 1932'de ise İspanya ile Yunanistan'ın önerisiyle üyeliğe çağrıldı ve başvurusu kabul edilerek Milletler Cemiyeti üyeleri ara­sında yerini aldı.
1930'da Türkiye ve Yunanistan'ın öncülü­ğüyle Balkan ülkeleri arasında bir antant ku­rulması söz konusu olmuştu. Yugoslavya ve Romanya'nın da katıldığı, Bulgaristan'ın ise I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durumu kendi lehine değiştirmek için katılmadığı Bal­kan Antantı 1934'te kuruldu. Antant II. Dün­ya Savaşı sürerken 1941'de dağıldı.
1936'da İsviçre'de Türkiye, Avusturya, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Japonya, Ro­manya, SSCB, Yugoslavya ve Yunanistan'ın katıldığı Montrö (Montreux) Sözleşmesi im­zalandı. 1935'te Habeşistan'ı (bugünkü Eti­yopya) işgal eden İtalya'nın imzalamaktan ka­çındığı bu sözleşme, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirerek Türkiye'ye İstanbul ve Çanakkale boğazlarında asker bulundurmak hakkını veriyordu.
Almanya ve İtalya'nın 1930'larda izlemeye başladığı yayılmacı siyaset İngiltere'yi Türki­ye ile yakınlaşmaya yöneltmişti. Türkiye bu durumu değerlendirerek İngiltere'yle ilişkile­rini geliştirdi. Türkiye bir yandan da Almanya ile ekonomik ilişkilerini sürdürüyordu. Bu arada Ortadoğu'daki ilişkilerini de sağlamlaş­tırmaya yöneldi. Bu amaçla 1937'de Tahran' da İran, Irak ve Afganistan'la Sadâbad Paktı imzalandı.
Atatürk'ün barışçı dış politikasının en bü­yük başarılarından biri de Hatay sorununun çözüm yoluna girmesidir. Atatürk, bir süredir devam eden rahatsızlığına karşın Hatay soru­nunun çözümü için özel olarak uğraşmıştı. So­nunda Eylül 1938'de Hatay Cumhuriyeti ku­ruldu ve çözüme giden yol açılmış oldu.
Bu, Atatürk'ün son büyük başarısıydı. Ha­tay sorunu nedeniyle çıktığı uzun Güney Ana­dolu gezisinden dönüşünde hastalığı ağırlaştı ve 10 Kasım 1938 günü yaşamını yitirdi. Böy­lece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk dönemi kapanmış oluyordu.
İsmet İnönü Dönemi
11 Kasım 1938'de İsmet İnönü cumhurbaşka­nı seçildi. Ertesi ay toplanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) I. Olağanüstü Kurulta­yında yapılan tüzük değişikliğiyle Atatürk partinin "ebedi genel başkanı", İnönü de "de­ğişmez genel başkan" ve "milli şef" ilan edildi.
Haziran 1939'da Hatay Millet Meclisi oy­birliğiyle Türkiye'ye katılma kararı aldı. Ar­dından yeni Türkiye-Suriye sınırı çizildi; Temmuz 1939'da da Hatay il oldu.
Almanya'nın 1 Eylül 1939'da Polonya'yı iş­gal etmesiyle II. Dünya Savaşı başladı. Türki­ye büyük bir özenle koruduğu barışçı dış poli­tikasının yardımıyla savaştan uzak kalmayı başardı. Türkiye, II. Dünya Savaşı'na katıl­mamakla birlikte savaşın yol açtığı sıkıntılar­dan uzak kalamadı. Bu yüzden., Atatürk dö­neminde başlatılan planlı kalkınma çabalan bir süre ertelendi. Öncelikle, büyük bir ordu­yu her an gerçekleşebilecek bir saldırıya karşı hazır bulundurmak gerekiyordu. Erkeklerin büyük bölümünün askere alınması çalışan nü­fusu azalttığı için özellikle tarımsal üretim bü­yük ölçüde düştü t Bu düşüş askeri gereksi­nimlerin artmasıyla birleşince fiyatlar hızla yükseldi, büyük kentlerde temel tüketim maddelerinin satışı sınırlandırılarak vesikaya bağlandı ve tarım ürünlerine vergi kondu.
Karaborsanın yaygınlaşması üzerine Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu çıkarıldı. Ola­ğanüstü artan devlet giderlerini karşılamak amacıyla Varlık Vergisi adıyla yeni bir vergi uygulamaya kondu. Varlık Vergisi uygulama­sı CHP yönetimine karşı gelişmeye başlayan muhalefeti yaygınlaştırdı.
II. Dünya Savaşı sırasında, bütün olumsuz koşullara karşın toplumsal atılımlar sürdürül­dü. Eğitim konusundaki en önemli atılım, 1940'ta köy kalkınmasına önderlik edecek in­sanları yetiştirmek amacıyla köy enstitüleri­nin kurulmasıydı.
Eğitim alanındaki bir başka büyük adım da mesleki ve tekniköğretimin ilk kez sistemli bir biçimde düzenlenmesi oldu. Ayrıca Dev­let Konservatuvarı geliştirildi, Devlet Tiyat­rosu kuruldu, bir senfoni orkestrası oluşturul­du. Tercüme Bürosu kurularak batı ve doğu düşünce dünyasından pek çok klasik yapıt Türkçe'ye kazandırıldı.
Bir yandan da topraksız köylülerin toprağa kavuşturulması doğrultusunda çalışmalar yü­rütüldü. Atatürk'ün gerçekleşebilmesi için çok uğraştığı toprak reformu konusunda 1942'den başlayarak geniş araştırmalar yapıl­dı ve toprak reformu, büyük toprak sahibi milletvekillerinin muhalefetine karşın, 2 Ma­yıs 1945'te yasalaştı. Ne var ki, 1950'de çok partili düzene geçişin yarattığı siyasal sorunlar yasanın tam anlamıyla uygulanmasını önledi.
II. Dünya Savaşı'nın bitimine doğru bütün dünyada demokrasi yönünde gelişmeler görü­lüyordu. Türkiye'nin ve yıllardır ülkeyi yönet­mekte olan CHP'nin bu gelişmelerden etki­lenmesi kaçınılmazdı. İnönü 19 Mayıs 1945'te yaptığı konuşmada yeni partiler kurulması ge­rektiğinden söz etti. İlk olarak Temmuz 1945'te işadamı Nuri Demirağ başkanlığında­ki Milli Kalkınma Partisi kuruldu. Bu arada haziran ayında CHP içindeki muhalif millet­vekillerinden Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü partinin da­ha demokratik bir yapıya kavuşturulmasını is­tiyorlardı. İsteklerinin reddedilmesi üzerine görüşlerini basma duyurdular ve partiden ko­parak Ocak 1946'da Demokrat Parti (DP) adıyla yeni bir parti kurdular.
Genel başkanlığına Celal Bayar'ın getirildi­ği DP'nin programında özel girişimciliğin des­teklenmesi, üniversitelerin özerkleştirilmesi ve işçilere grev hakkı gibi ilkeler yer alıyordu. Parti kısa sürede geniş bir kitlenin desteğini kazandı ve gelişti. CHP hükümeti yeni parti yurt düzeyinde örgütlenmesini tamamlayamadan erken seçim kararı aldı. Temmuz 1946'da yapılan seçimlere bazı illerde katılabilen ve 62 milletvekili çıkarmayı başarabilen DP, CHP yönetiminin seçimlerde hile yaptığını ve halka baskı uyguladığını ileri sürdü.
Seçim sonrası kurulan yeni CHP hükümeti­nin pogramında özel girişime büyük bir yer veriliyor, devletin özel girişime yardımcı ol­ması öngörülüyordu. Ülkenin ekonomisini sa­vaş sonrası koşullarına uydurmak gerekçesiy­le Türk Lirası'nın değerinin yüzde 50 oranın­da düşürülmesi yeni hükümetin yaptığı ilk iş­lerden biriydi. Bu karar dışarıdan gelen mal­ların pahalanmasına ve savaş sırasında biriken altın ve döviz stoklarının azalmasına yol açtı. Bu da CHP yönetimine karşı bir süre önce başlamış bulunan eleştirileri yaygınlaştırdı. Hükümet DP dışındaki siyasal partilere karşı da sert bir politika izliyordu. Büyük bölümü sol eğilimli olan bu partiler birbiri ardı sıra kapatıldı; antidemokratik uygulamaları eleşti­ren aydınlar, bilim adamları ve düşünürler baskı altına alındı.
1947'de yapılan DP kongresinde hüküme­tin demokratikleşme yönünde önlemler alma­sı isteniyordu. Bu durum CHP içinde tartış­malara ve hükümetin değişmesine yol açtı. Yeni hükümet demokratikleşme yönünde ba­zı adımlar attı.
1948'de DP içindeki bir bölünme sonucu Millet Partisi (MP) kuruldu. Bu sırada kuru­lan yeni CHP hükümeti "din düşmanı" oldu­ğu yolundaki eleştirilere karşı, laikliğin önem­li bir ilkesi olan eğitim birliğinden geri adım atarak imam-hatip okulları ve Ankara'da bir ilahiyat fakültesi açma kararı aldı (1949).
Genel seçimler 14 Mayıs 1950'de, bu geliş­melerin yumuşattığı bir siyasal ortamda yapıl­dı. Yeni seçim yasası uyarınca gizli oy, açık sayım ilkesiyle yapılan seçimlerde kesin bir zafer kazanan DP 408 milletvekili çıkardı. CHP ise ancak 69 milletvekilliği kazanabildi.
1938-50 Döneminde Dış Politika
İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduğu sırada, Türkiye kendisini dünyaya kabul ettirmiş, bü­tün ülkelerle barışçı ilişkiler içinde olan bir ülkeydi. 1938-50 döneminin büyük bir bölü­münün savaş koşullarında geçmesine karşın, Atatürk'ün temellerini attığı barışçı dış politi­ka bu dönemde de titizlikle sürdürüldü. II. Dünya Savaşı'nın dışında kalmayı başaran Türkiye Şubat 1945'te Almanya'ya savaş ilan edişinin ardından Birleşmiş Milletler'in (BM) kurucu üyeleri arasına alındı.
II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB Türki­ye'ye karşı tavrını değiştirdi. 1925'ten beri yü­rürlükte olan Türk-Sovyet Dostluk Saldır­mazlık Paktı savaş sürerken SSCB tarafından tek yanlı olarak ortadan kaldırılmıştı. SSCB Ağustos 1946'da Türkiye'ye bir nota vererek İstanbul ve Çanakkale boğazlarının hukuksal durumunun yeniden düzenlenmesini ve bura­ların iki devlet tarafından ortak olarak savu­nulmasını istedi. Eylül 1946'da verilen ikinci SSCB notasından sonra İngiltere ve ABD Türkiye'yi desteklediklerini bildirdiler.
Türkiye 1945 sonunda ABD'den ekonomik yardım istemişti. 1947'de ABD Başkanı Harry S. Truman'ın ortaya koyduğu "Truman Doktrini" çerçevesinde Türkiye ve Yunanis­tan'a ekonomik ve askeri yardım yapılması kabul edildi. Türkiye'nin bu yardımla aldığı silahları ABD'nin onayı olmaksızın kullana­mayacağını hükme bağlayan bir ikili antlaşma imzalandı. ABD Kongresi'nin 1948'de kabul ettiği bir ekonomik işbirliği yasası ile de "Marshall Planı" uygulamaya kondu.
II. Dünya Savaşı sonunda Doğu Avrupa'da art arda sosyalist devletlerin kurulması bazı Batı Avrupa devletlerinin 1948'de bir güven­lik antlaşması imzalamalarına yol açtı. Bu devletler 1949'da ABD'nin öncülüğünde NATO'yu (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdular. Aynı yıl Batı Avrupa ülkeleri ara­sında siyasal dayanışmayı güçlendirmek ama­cıyla Avrupa Konseyi oluşturuldu. Henüz NATO üyeliğine alınmamış olan Türkiye bir­kaç ay sonra Yunanistan ve İzlanda ile birlik­te Avrupa Konseyi üyeliğine kabul edildi.
Demokrat Parti Dönemi
14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen DP'nin Genel Başkanı Celal Bayar TBMM ta­rafından Türkiye'nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Bayar parti genel başkanlığına getiri­len Adnan Menderes'i başbakanlığa atadı. Menderes hükümetinin programında DP'nin görüşlerine uygun olarak özel girişimciliğe ve yabancı sermayeye dayalı yatırımlara ağırlık verilmesi öngörülüyordu. Gerçekten, dış yar­dım ve kredilerin de katkısıyla yatırımlar hız­landı, tarımın makineleşmeye başlamasıyla tarımsal üretim arttı.
Ama, bu dönemde Atatürk devrimleri ko­nusunda olumsuz gelişmeler görüldü. Hükü­metin ilk işlerinden biri, kuruluşundan bir ay sonra ezanın Arapça okunmasının serbest bırakılmasıydı. Ardından radyoda dinsel yayın­lar başlatıldı. İlkokullarda zorunlu din dersle­ri kondu. DP iktidarı bu gelişmelere karşı­lık Temmuz 1951'de Atatürk Aleyhine İşle­nen Suçlar Hakkında Kanun'u çıkartarak Atatürk'ün yasal koruma altına alındığını gös­termeye çalıştı.
Bir yandan da hükümete karşıt görüşleri sa­vunan kişilere ve örgütlere çeşitli baskılar uy­gulanıyordu. 1953'te çıkarılan bir yasayla CHP'nin malları hazineye devredildi. Ertesi yıl, 1948'de DP'den ayrılanların kurduğu Mil­let Partisi laikliğe aykırı davrandığı savıyla ka­patıldı. Aynı yıl, 1947'den beri yapılan deği­şikliklerle kuruluş amacından iyice uzaklaştı­rılmış olan köy enstitüleri de ilk öğretmen okullarıyla birleştirilerek kapatıldı.
1954'teki genel seçimler kalkınma atılımı­nın ülkenin refah düzeyini yükselttiği bir dö­nemde yapıldı. Muhalefetin gücünün kırılmış olmasının da etkisiyle DP bu seçimlerden tam bir zaferle çıktı. Kapatılan Millet Partisi'nin yerine kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) de seçimlere katılmış, ama henüz yete­rince örgütlenemediği için başarılı olamamış­tı. Muhalefet üzerindeki baskılar seçimden sonra da sürdürüldü.
1954'ten başlayarak ülke ekonomisinde bir duraklama yaşandı. Başlıca dış ticaret malları olan tarım ürünlerinin dış pazarlarda değer kaybetmeye başlaması ve aşın tüketim sonu­cu yatırım gücünün azalması dışarıdan büyük ölçüde borç alınmasına yol açtı. Ama borçla­rın yerinde kullanılmaması ve bütçe olanaklarının çoğu verimsiz olan yatırımlarla azaltıl­ması enflasyonu artırdı. Fiyatlar yükseldi, ba­zı mallarda yokluk ve karaborsa başladı.
Bu arada DP yönetimine karşı parti içinde de muhalefet başlamıştı. Sonunda DP'den ay­rılan bir grup partili Aralık 1955'te Hürriyet Partisi'ni (HP) kurdu. DP yönetimi kendisine karşıt hareketleri baskı altına almak için deği­şik yöntemlere başvurdu. Her şeye karşın mu­halefetin güçlendiği görülüyordu. DP ise hal­kın desteğini yitirmediğini göstermek amacıy­la seçimleri bir yıl öne aldı ve seçim yasasında yapılan değişiklikle muhalefetin güçlerini bir­leştirmesini engelledi.
Ekim 1957'de bu koşullarda yapılan seçim­lerde DP oyların yüzde 48'ini alarak iktidarda kalmayı başardı. Ama muhalefet de güçlen­mişti. Muhalefete karşı sert tavrını seçimler­den sonra da sürdüren DP, TBMM'yi deneti­mi altına almak için meclis iç tüzüğünü değiş­tirdi. Ekim 1958'de yurt çapında, "Vatan Cephesi" adıyla, muhalefetin etkisini kırmaya yönelik bir propaganda çalışması başlatıldı. Bu durum karşısında muhalefet partileri de güç birliğine gitme yolunu seçtiler. 1958 sonla­rında Türkiye Köylü Partisi ile Cumhuriyetçi Millet Partisi birleşti ve yeni parti Cumhuri­yetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı. Ardından Hürriyet Partisi de CHP'ye katıldı.
DP hükümeti 1960'ta TBMM'de geniş yet­kilerin verildiği bir araştırma komisyonu ku­rarak muhalefetin meclisteki çalışmalarını iyi­ce denetim altına aldı. Bu tutum 27 ve 28 Ni­san günleri İstanbul ve Ankara'da üniversite öğrencilerinin gösterilerine yol açtı. Bu iki il­de sıkıyönetim ilan edilmesi, silahlı kuvvetleri de tavır almaya zorladı. Başbakan Menderes radyoda yaptığı bir dizi konuşmada muhalefe­ti ve üniversite öğretim üyelerini suçladı. Ar­dından bir yurt gezisine çıktı. 27 Mayıs günü ise ülkenin içine sürüklendiği duruma son ver­mek isteyen bir grup subayın oluşturduğu Milli Birlik Komitesi (MBK) yönetime el koydu.
1950-60 Döneminde Dış Politika
DP'nin yönetime geldiği 1950'de bir Uzakdo­ğu ülkesi olan Kore, Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılmış, birbiriyle savaşıyordu. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi,
SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin desteğin­deki Kuzey Kore ile savaşan Güney Kore'ye asker gönderme kararı aldı. Bu kararı benim­seyen DP hükümeti de Kore'ye 4.500 kişilik bir tugay gönderdi. Muhalefet karara katıl­makla birlikte, bu kararın TBMM'nin onayı­na sunulmadan doğrudan hükümetçe alınma­sını eleştirdi. Türkiye'nin NATO'ya üyelik için yaptığı başvuru daha önceleri reddedil­mişti. Kore Savaşı'na asker göndermesinin de etkisiyle 1952'de Yunanistan'la birlikte Türki­ye NATO üyeliğine alındı.
1953'te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalandı. Ama, Yu­goslavya'nın SSCB ile ilişkilerinin düzelmesi ve Yunanistan ile Türkiye arasında Kıbrıs so­rununun ortaya çıkışı paktı işlemez hale getir­di. (Balkan Paktı 1960'ta resmen sona erdi.)
Balkan Paktı ile Balkanlar'da işbirliği sağ­lamaya çalışan Türkiye bir yandan da Ortado­ğu'daki yerini sağlamlaştırmak istiyordu. Bu amaçla 1955'te Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanan bir antlaş­mayla Bağdat Paktı kuruldu. Ama Irak 1958'de krallığa son veren askeri darbenin ardından Bağdat Paktı'ndan ayrıldı. Adı 1959'da Merkezi Antlaşma Teşkilatı'na (CENTO) dönüşen pakt Mart 1979'da Pakis­tan'ın ve İran'ın ayrılması üzerine kendini fes­hetti.
1954'te Fransız sömürgeciliğine karşı başla­tılan Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında Türkiye Fransa'yı destekledi. Bağımsızlıkları­na yeni kavuşan Asya ve Afrika ülkelerine karşı olumsuz tavır alınması da DP hükümeti­nin dış politikadaki yanlışları arasında sayıl­mıştır.
1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Kıbrıs İngiltere'ye bırakılmıştı. İngiltere II. Dünya Savaşı'ndan sonra Kıbrıs'a bağım­sızlık tanımayı düşünmeye başladı. Yunanis­tan, Kıbrıs'ı İngiltere'den resmen isterken Türkiye adanın statüsünün değişmesine kar­şıydı. Yunanistan'la birleşmek isteyen Kıbrıslı Rumlar 1950'lerde adada bir kampanya baş­lattılar. 1955'te Yunanistan, Türkiye ve İngil­tere'nin katıldığı Londra Konferansı toplandı. Türkiye bu konferansta, adanın statüsü değiştirilecekse Türkiye'ye verilmesi gerektiğini savundu. Sonuçsuz kalan konferans Türkiye- Yunanistan ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı. Ertesi yıl Kıbrıs konulu yeni toplantılar yapıldı, ama gene bir sonuç alınamadı. 1957'de Birleşmiş Milletler Kıbrıs'ın "kendi kaderini tayin hakkını kabul etti. Türkiye ise Kıbrıs'ın Türkiye ile Yunanistan arasında paylaşılması ("taksim") tezini savunmaya baş­ladı. 1958'de Kıbrıs sorunu Birleşmiş Millet- ler'de yeniden görüşülürken Yunanistan da görüşlerini yumuşattı ve Kıbrıs'a önce özerk­lik, sonra da bağımsızlık verilmesini savundu.
1959'da Kıbrıs'ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasını onaylayan, adanın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantör­lüğüne bırakan Zürich ve Londra antlaşmala­rı imzalandı. Ertesi yıl da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu
27 Mayıs'tan 12 Mart'a
27 Mayıs 1960'ta yönetime el koyan Milli Bir­lik Komitesi (MBK) TBMM'yi kapattı. DP' nin yöneticilerini ve milletvekillerini tu­tukladı. MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gür­sel devlet başkanlığı ile birlikte başbakanlığı da üstlendi. Feshedilen TBMM'nin yerine Ocak 1961'de MBK ve Temsilciler Meclisi üyelerinden oluşan bir Kurucu Meclis kurul­du. Temsilciler Meclisi'nce hazırlanıp MBK' nin onayladığı yeni anayasa 9 Temmuz 1961'de halkoyuna sunularak kabul edildi ve yürürlü­ğe girdi.
27 Mayıs sonrasında ilk genel seçimler 15 Ekim 1961'de yapıldı. Bu seçimlerden CHP birinci parti olarak çıktı. Ama hükümeti tek başına kuracak çoğunluğu sağlayamadığı için, yeni kurulmuş olan Adalet Partisi (AP) ile bir koalisyon hükümeti oluşturmak zorunda kal­dı. CHP lideri İsmet İnönü başbakan oldu. Mayıs 1962'de dağılan bu koalisyondan sonra İnönü, Yeni Türkiye Partisi (YTP), CKMP ve AP'den ayrılan bağımsız milletvekilleriyle yeni bir koalisyon kurdu. Bu koalisyon da Aralık 1963'te dağıldı. Bu kez hükümeti kurma görevi AP lideri Ragıp Gümüşpala'ya verildi, ama onun da başarısız olması üzerine İnönü bu kez bağımsızlarla üçüncü bir koalisyon hükümeti kurdu.
Şubat 1962 ve Mayıs 1963'te 27 Mayıs'ı ha­zırlayan subaylardan biri olan Albay Talat Aydemir iki darbe girişiminde bulundu. Her iki girişim de bastırıldı, Talat Aydemir ve bir arkadaşı idam edildi.
1965'e kadar süren koalisyonlar döneminde dış ilişkilerde önemli gelişmeler görüldü. Ey­lül 1963'te Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Ankara Antlaşması imzalandı. Ay­nı yılın sonunda Kıbrıslı Rumlar adadaki Türkler'e saldırmaya başladılar. Bu saldırıla­ra karşı Türk savaş uçakları 25 Aralık günü Lefkoşe üzerinde uyarı uçuşları yaptı. 1964'te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Maka- rios'un olumsuz tavırları ve yapılan toplantıla­rın da sorunu çözememesi üzerine Türkiye garantör devlet olarak adaya müdahalede bu­lunacağını bildirdi. Bunun üzerine Haziran 1964'te ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Başbakan İnönü'ye bir mektup göndererek Kıbrıs'a müdahalenin bir Türk-Yunan savaşı başlatacağını öne sürdü. Türkiye Kıbrıs'a as­ker çıkarmaktan vazgeçmekle birlikte Ağus­tos 1964'te hava kuvvetleri aracılığıyla müda­halede bulunarak Rum saldırılarını geriletti.
1964 sonlarında SSCB ile ticari ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine çalışıldı ve bu ülkey­le bir kültürel değişim anlaşması imzalandı.
Koalisyonlar döneminde yeniden planlı ekonomi uygulamasına başlandı. 1963-67 dö­nemini kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda sanayide dışa bağımlılığı azaltacağı düşünülen önlemler yer alıyordu.
Şubat 1965'te İnönü'nün üçüncü koalisyon hükümeti düştü ve yerine bağımsız senatör Suat Hayri Ürgüplü'nün başbakanlığında AP, YTP, CKMP ve MP'nin katıldığı yeni bir koa­lisyon hükümeti kuruldu.
Ekim 1965'te yapılan genel seçimlerde AP oyların yüzde 53'ünü alarak tek başına iktida­ra geldi. Yeni hükümeti kurma görevi AP Ge­nel Başkanı Süleyman Demirel'e verildi. Bu seçimlerde Türkiye'nin siyasal yaşamında önemli bir yenilik gerçekleşmiş ve 1961'de ku­rulan sosyalist eğilimli Türkiye İşçi Partisi (TİP) 15 milletvekilliği kazanmıştı. Mart 1966'da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel rahat­sızlığı nedeniyle görevinden ayrıldı; yeri­ne Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay se­çildi.
ABD ve Avrupa'daki gençlik hareketleri­nin de etkisiyle Haziran 1968'den başlayarak üniversite öğrencileri arasında bir hareketlen­me görüldü. Eğitimde reform istekleriyle baş­layan hareketler giderek siyasal bir nitelik ka­zandı. Sağ ve sol görüşlü öğrenci grupları ça­tışmaya başladılar.
Şubat 1969'da ABD 6. Filo'sunun İstan­bul'a gelişi sırasında iki öğrencinin ölümüyle sonuçlanan olaylar çıktı. Devam eden ekono­mik sıkıntılar, artan grevler ve sendikalı işçi­lere yönelik baskılar 15 Haziran 1970'te İstan­bul'da büyük bir işçi yürüyüşü düzenlenmesi­ne yol açtı. Öğrencilerin de katıldığı yürüyü­şün büyük bir toplu gösteriye dönüşmesi ve ertesi gün de devam etmesi karşısında İstan­bul ve Kocaeli'de sıkıyönetim ilan edildi. AP içindeki muhalif grup da partiden ayrılarak Aralık 1970'te Demokratik Parti'yi (DP) kurdu. Gelişen huzursuzluk silahlı kuvvetlerin de tepkisini çekiyordu.
Sonunda 12 Mart 1971'de silahlı kuvvetle­rin komutanları bir muhtırayla Demirel hükü­metinin istifa etmesini istediler. "12 Mart Muhtırası" adıyla anılan bu muhtıra üzerine Başbakan Süleyman Demirel aynı gün istifa etti.
12 Mart'tan 12 Eylül'e
12 Mart askeri müdahalesiyle 1973'e kadar sürecek bir "ara dönem" başladı. 19 Mart'ta Nihat Erim başkanlığında kurulan hükümette AP ve CHP milletvekillerinden başka parla­mento dışından üyeler de yer alıyordu. Nisan­da başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere bazı illerde sıkıyönetim ilan edildi. İs­lamcı eğilimli Milli Nizam Partisi ile TİP ka­patıldı. Eylülde pek çok temel hak ve özgür­lüğü kısıtlayan anayasa değişiklikleri yapıldı. Aralıkta Nihat Erim, bazı bakanların istifası üzerine yeni bir hükümet kurdu. Dört ay sü­ren ikinci Nihat Erim hükümetinden sonra görev Suat Hayri Ürgüplü'ye verildi. Ürgüplü'nün başarısız olması üzerine hükümeti Ma­yıs 1972'de Milli Güven Partisi'nden (MGP) Ferit Melen kurdu.
Mayıs ayı içinde CHP'de de önemli bir yönetim değişikliği gerçekleşti. Genel Başkan İnönü ile eski Genel Sekreter Bülent Ecevit arasında çıkan anlaşmazlık sonucu toplanan olağanüstü kurultayda İnönü görevinden ay­rıldı; Ecevit genel başkanlığa seçildi. İnönü bir süre sonra parti üyeliğinden de ayrılarak siyasal yaşamını noktaladı.
Nisan 1973'te görev süresi dolan Cevdet Sunay'ın yerine emekli Oramiral Fahri Ko- rutürk cumhurbaşkanı seçildi. Aynı ay AP ile Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) Naim Talû başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurdular. Ilımlı bir siyasal ortamda yapılan 14 Ekim 1973 seçimlerinde düzen değişikliğini ve siyasal özgürlükleri savunan CHP 185 millet­vekiliyle birinci parti durumuna geldi Ama tek başına hükümet kuramadığı için İslamcı görüşleri savunan Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon kurmak zorunda kaldı. Koalis­yon ortakları arasında, çıkarılması söz konusu olan af yasası gibi konularda derin görüş ayrı­lıkları bulunuyordu
15 Temmuz 1974 te Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesini savunan EOKA örgütü liderle­rinden Nikos Sampson bir askeri darbeyle Makarios'u devirdi. Türkiye, İngiltere ve Yu­nanistan'ı bir şeyler yapılması konusunda uyardıysa da bir sonuç elde edemedi. Sonun­da 20 Temmuz günü garantör devlet sıfatıyla adaya çıkarma yaptı. 16 Ağustos'ta tamamla­nan harekât sonunda adanın kuzeyinde Türk- ler'in çoğunlukta olduğu bölge denetim altına alındı. Harekâtın ardından ABD Türkiye'ye yaptığı askeri yardımı kesti ve silah ambargo­su uygulamaya başladı. Buna karşılık Türki­ye de ABD üsleriyle ilgili antlaşmaları tek ta­raflı olarak askıya aldı; Temmuz 1975'te de NATO'ya bağlı İncirlik üssü dışındaki bütün ABD üslerinin devralınmasına karar verildi.
CHP-MSP koalisyonu içindeki anlaşmaz­lıklar harekât sonrasında iyice artmıştı. Eylül 1974'te Başbakan Ecevit istifa etti. Başbakan­lığa getirilen Demirel'in de hükümeti kurmayı başaramaması ve CHP'nin erken seçim öneri­sinin öteki partilerce kabul edilmemesi üzeri­ne, Cumhurbaşkanı Korutürk Cumhuriyet Senatosu üyesi Sadi Irmak'ı başbakanlığa ata­dı. Irmak'ın kurduğu "partilerüstü" hükümet güvenoyu alamadığı halde, başka bir hükü­met kurulamadığı için Mart 1975'e kadar gö­revini sürdürdü. 31 Mart'ta AP, MSP, Milli­yetçi Hareket Partisi (MHP) ve CGP'nin ka­tıldığı, bu sırada DP'den ayrılan bir grup millet­vekilinin de desteklediği, Süleyman Demirel başkanlığındaki "I. Milliyetçi Cephe hükümeti" kuruldu.
I. Milliyetçi Cephe dönemi döviz sıkıntısı ve sürekli enflasyonun getirdiği toplumsal hu­zursuzluklar yanında sağ sol çatışmalarının tırmandığı ve şiddet olaylarının artmaya baş­ladığı bir dönem oldu. Dış politika alanında ise, Yunanistan'ın Ege hava sahasında ve Ege Denizi'nde denetimi eline almak istemesi Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin artarak devam etmesine yol açtı (bak. Ege Sorunu). Buna karşılık Arap ülkeleri ve Filistin Kurtu­luş Örgütü ile daha olumlu ilişkiler kuruldu.
Toplumsal huzursuzlukların yükselişi ve sağ sol çatışmalarının artması karşısında hü­kümet "Devlet Güvenlik Mahkemeleri"ni kurmaya çalıştıysa da, CHP'nin ve işçi sendi­kalarının direnişi karşısında bunu başarama­dı. 1 Mayıs 1977'de işçi bayramını kutlamak için İstanbul'da Taksim alanında toplananlara ateş açılması sonucu çıkan kargaşada 30'dan fazla insan öldü. Suçluların belirlenememesi hükümetin durumunu sarstı ve mecliste erken seçim kararı alındı.
5        Haziran 1977'de yapılan seçimlerde CHP oylarını ve milletvekili sayısını artırdı. Ne var ki, tek başına hükümet kuramıyordu. CHP' nin kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu ala­mayınca temmuzda AP, MSP ve MHP'nin katıldığı "II. Milliyetçi Cephe hükümeti" ku­ruldu. Kısa bir süre sonra bu koalisyona karşı çıkan bir grup milletvekili AP'den ayrıldı ve CHP ile anlaşarak Aralık 1977'de hükümetin düşürülmesine yardımcı oldu. CHP'nin kur­duğu yeni hükümette bu milletvekilleriyle bir­likte DP ve CGP'den de bakanlar yer alı­yordu.
II. Milliyetçi Cephe hükümetinin düşüşünü hızlandıran şiddet olayları ve siyasal cinayet­ler CHP hükümeti döneminde de devam etti. Nisan 1978'de Malatya'da, aralıkta da Kahra­manmaraş'ta mezhep ayrılığı gerekçesiyle çı­karılan olaylarda 100'den fazla insan öldü; olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. 1979 sonlarında yapılan ara seçimlerde beş milletvekilliğini de AP'nin kazanması üzerine Ecevit başbakanlıktan ayrıldı. Kasım 1979'da Demirel, MSP ve MHP'nin dışarıdan desteklediği bir AP hükümeti kurdu.
Yeni hükümet döneminde de toplumsal çalkantıların önü alınamadı. Fatsa ve Çorum' da da Malatya ve Kahramanmaraş'takilere benzer olaylar çıktı. Aralık 1979'un son gün­lerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Ke­nan Evren ve kuvvet komutanları Cumhur­başkanı Fahri Korutürk'e CHP ve AP'nin ül­keyi birlikte yöneterek sorunlara çözüm getir­mesini öneren bir uyarı mektubu verdiler. Ancak iki parti de bu uyarıya ilgisiz kaldı.
Ocak 1980'de Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) önerisiyle "24 Ocak Kararları" uygula­maya kondu; bu kararlar uyarınca devalüas­yon yapıldı ve dışsatımın artırılması için ön­lemler alındı.
6        Nisan 1980'de görev süresi dolacak olan Korutürk'ün yerine yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi gerekiyordu. Ama, bu süre dolduğu sırada cumhurbaşkanı hâlâ seçilememişti. Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu Başkanı îhsan Sabri Çağlayangil cumhurbaş­kanına vekâlet etmeye başladı. Hiçbir adayın cumhurbaşkanı olmaya yetecek oyu alamadı­ğı, siyasal bunalımın yoğunlaştığı bu dönemde şiddet olayları da artış gösteriyordu. Sonunda 12 Eylül 1980 günü silahlı kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koydu.
12 Eylürden Bugüne
12 Eylül harekâtını gerçekleştiren Milli Gü­venlik Konseyi (MGK), Genelkurmay Başka­nı Orgeneral Kenan Evren ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şa- hinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Orami- ral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komuta­nı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşuyordu. Devlet başkanlığını da Evren'e veren MGK ilk olarak TBMM'yi ve hükümeti feshetti, parlamento üyelerinin dokunulmazlığını kal­dırdı. Bütün ülkede sıkıyönetim ilan edilerek siyasal partilerin, sendikaların ve derneklerin çalışmaları durduruldu. Parti başkanları göze­tim altına alındı; bunu bazı milletvekilleri ile parti, sendika ve derneklerin bazı yönetici ve üyelerinin gözaltına alınması izledi.
Kısa bir süre sonra eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Bülend Ulusu başkanlığında bir hükümet kuruldu. Son AP hükümetinde başbakanlık müsteşarlığı yapan ve 24 Ocak Kararları'nı hazırlayan Turgut Özal bu hükümette başbakan yardımcılığına getirildi.
Ekim 1981'de bütün siyasal partiler feshe­dildi. Ardından MGK ile atama yoluyla gelen üyelerin yer aldığı Danışma Meclisi'nden olu­şan bir Kurucu Meclis çalışmalara başladı. Kurucu Meclis anayasa, siyasal partiler yasası ve seçim yasası gibi temel yasaları hazırlaya­caktı. Hazırlanan anayasa MGK'nin de ona­yından geçtikten sonra Kasım 1982'de halk­oyuna sunuldu. Oylama öncesi anayasa aley­hinde görüş belirtmek yasaklanmıştı. Anaya­sa yüzde 91,2 evet oyuyla kabul edildi; aynı oylamada MGK ve Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığı da kabul edildi.
Yeni anayasa uyarınca, MGK'nin görevi seçimler yapılıp TBMM toplanıncaya kadar sürecekti; bundan sonra ise MGK altı yıllık bir süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ni oluşturacaktı. Anayasadaki geçici maddeler­le, kapatılan siyasal partilerin yöneticilerinin 10 yıl, parlamenterlerinin ise beş yıl süreyle yeni partiler kurmaları ve kurulacak partilere üye olmaları yasaklandı. Başka bir geçici maddeyle de MGK ve Danışma Meclisi ile 12 Eylül 1980'den TBMM'nin açılacağı tarihe kadar görev yapacak olan hükümetlerin çalış­maları her türlü soruşturma kapsamı dışında tutuluyordu.
Nisan 1983'te Siyasal Partiler Kanunu, ha­ziran ayında ise Seçim Kanunu kabul edildi. Bu yasalara göre MGK yeni partilerin kuru­cuları ve milletvekili adayları içinden uygun bulmadıklarını veto edebilecekti.
Mayıs 1983'te kurulan ilk parti emekli Or­general Turgut Sunalp'in başkanlığındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi'ydi (MDP). "12 Eylül ruh ve felsefesinin devamı" olduğunu belirten bu partinin kurucularından çoğu emekli general ve Danışma Meclisi üyesiydi. İkinci parti, Bülend Ulusu hükümetindeki gö­revinden Temmuz 1982'de istifa eden Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) oldu. Bu partide milliyetçi, sosyal demokrat,
İslamcı ve sağ eğilimli eski ve yeni siyasetçiler yer alıyordu. Bülend Ulusu döneminde baş­bakanlık müsteşarlığı yapmış olan Necdet Calp'ın kurduğu Halkçı Parti (HP) ise eski CHP'lilerin ağırlıkta olduğu bir partiydi. Eski AP'lilerin emekli Orgeneral Ali Fethi Esener başkanlığında kurdukları Büyük Türkiye Par­tisi (BTP) AP'nin devamı olduğu gerekçesiyle MGK tarafından kapatıldı. Bir süre sonra ge­ne AP çizgisinde yer alan Doğru Yol Partisi (DYP) kuruldu. Yıldırım Avcı'nın başkanlı­ğındaki bu partiyi İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü'nün başkanlığında kurulan Sosyal De­mokrasi Partisi (SODEP) izledi.
Yeni yasaya göre 400 milletvekilinin seçile­ceği genel seçimlerde oy vermek yasayla zo­runlu kılınmıştı. 6 Kasım 1983'te yapılan se­çimlere, birkaç kez veto edildikleri için yeterli kurucu sayısını tamamlayamayan SODEP ve DYP katılamadı. Katılan üç partiden ANAP 212, HP 117, MDP ise 71 milletvekilliği ka­zandı. 12 Eylül sonrasının seçimle işbaşına ge­lecek ilk hükümetini kurma görevi ANAP Genel Başkanı Turgut Özal'a verildi. Hükü­met kurulacağı sırada Kıbrıs'ta önemli bir ge­lişme oldu. Kuzey Kıbrıs'ta 1974'teki askeri müdahale sonrası kurulmuş olan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) 15 Kasım günü ba­ğımsızlığını ilan ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adını aldı. Türkiye bu yeni Türk devletini hemen tanıdı.
Aralık ayında kurulan Özal hükümetinin programında ekonomide özel sektörün payı­nın artırılacağı, dışsatımı yükseltecek önlem­lerin alınacağı ve enflasyonun azaltılacağı be­lirtiliyordu.
6 Kasım seçimlerine katılamayan SODEP seçim sonrası güçlenmeye başladı. Parti genel başkanlığı MGK tarafından veto edilen Erdal İnönü yeniden başkanlığa seçildi. 24 Mart 1984'te yapılan erken yerel seçimlere SODEP ve DYP de katıldı. Bu seçimlerde oyların yüz­de 41,5'ini alan ANAP üç büyük ilde ve bele­diyelerin büyük çoğunluğunda başkanlıkları kazandı. SODEP de HP'den daha çok oy top­ladı.
12 Eylül'den sonra Türkiye ile ilişkilerini askıya almış olan Avrupa Konseyi, ülkede parlamenter demokrasiye dönülüşünün ardın­dan Türk temsilcileri konseyin Danışma Mec- lisi'ne kabul etti. ABD ile bir süre önce yeni­den başlatılan yakın ilişkiler sürdürüldü. İran- Irak Savaşı'nda tarafsız kalmayı seçen Türki­ye iki ülkeyle de ticaretini geliştirdi.
Kasım 1985'te HP ile SODEP birleşerek Sosyal demokrat Halkçı Parti (SHP) adını al­dı. Sosyal demokratların bir bölümü SHP'ye katılmayı reddederek Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit başkanlığında Demokratik Sol Parti'yi (DSP) kurdular. Gücünü iyice yitiren MDP Mayıs 1986'daki kongresinde kendisini feshetti. Bu partinin milletvekillerinden bir bölümü Mehmet Yazar başkanlığındaki Hür Demokrat Parti'yi (HDP) kurdu. Eylül 1986'da yapılan ara seçimlerden başarısız çı­kan HDP, ANAP'a katıldı.
Eylül 1987'de eski siyasetçilere konan ya­sakların kaldırılmasını öngören bir anayasa değişikliği halkoyuna sunuldu. Halkoylaması yasakların kaldırılması yönünde sonuçlandı; aynı oylamada milletvekili sayısı da 400'den yeniden 450'ye çıkarıldı. Yasaklan kaldırılan eski siyasetçilerden Bülent Ecevit DSP'nin, Süleyman Demirel DYP'nin, Alparslan Tür- keş Milliyetçi Çalışma Partisi'nin (MÇP) Necmettin Erbakan da Refah Partisi'nin (RP) genel başkanlığına getirildiler.
Kasım 1987'de yasadışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve 12 Eylül'de kapatılmış olan TİP'in Genel Sekreteri Nihat Sargın yurda döndüler ve tutuklandılar. (Kutlu ve Sargın iki yıldan fazla tutuklu kaldıktan sonra 1990'da serbest bırakıldılar. Bir süre sonra da yasal bir komünist partinin kurulmasını engel­leyen yasa maddelerinin henüz kalkmamış ol­masına karşın, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin resmen kurulduğunu açıkladılar.)
Kasım 1987'de yapılan erken seçimlerde ANAP oyların ancak yüzde 36,3'ünü alması­na karşın, seçim sisteminin yardımıyla 292 milletvekili çıkararak meclisteki çoğunluğunu korudu. SHP ve DYP dışındaki partiler ise hiç milletvekilliği kazanamadı.
Ocak 1988'de Başbakan Özal İsviçre'nin Davos kentinde Yunanistan Başbakanı An- dreas Papandreu ile görüştü. Bu görüşmede alınan kararlar Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu gelişmelere yol açtı. ABD ile Türkiye arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) Şubat 1988'de, 1990'a ka­dar uzatıldı. Ertesi ay Almanya Federal Cumhuriyeti'nden NATO çerçevesinde 347 mil­yon dolarlık askeri yardım sağlandı. 1988'de Türkiye'de demokratikleşme konulu tartış­malar da devam etti. Şubat ve ağustosta Av­rupa Konseyi ile BM'nin işkence konusunda­ki sözleşmeleri Türkiye tarafından onaylandı. Ama Türk Ceza Kanunu'nun örgütlenmeyi ve düşünce özgürlüğünü sınırlayan 141. 142. ve 163. maddelerinin tartışılması sürdü.
Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde SHP başta üç büyük kent olmak üzere pek çok il merkezinde belediye başkanlıklarını kazandı. DYP ikinci durumdaydı. ANAP ise elindeki belediye başkanlıklarının çoğunu kaybetti. İl genel seçimlerinde de sıralama aynı oldu. Mu­halefet partileri bu sonucun ANAP'ın iktidar­dan düştüğü anlamına geldiğini savunarak er­ken seçime gidilmesini ve cumhurbaşkanlığı seçiminin de yeni TBMM'de yapılmasını iste­diler.
Bulgaristan'daki Türkler üzerinde bir süre­dir devam eden baskılar 1984'ten başlayarak yoğunlaştı. Ülkede Türk olmadığı ileri sürülü­yor, Müslüman Bulgarlar olduğu söylenen Türkler'in adları değiştiriliyordu. Türk hükü­metinin Bulgar hükümetine bir göç anlaşmasını da kapsayan görüşme önerilerinde bulun­ması sonucu Bulgar hükümeti Türkler'i Tür­kiye'ye gönderebileceğini açıkladı. Türk hü­kümetinin bunu onaylayan açıklamasından sonra iki ay içinde 300 bin Türk Türkiye'ye göç etti. Bu sayının artacağını ve çözümün güçleşeceğini gören hükümet 22 Ağustos 1989'da bir karar alarak Bulgaristan'dan vize­siz gelecek olanların ülkeye girişlerini yasak­ladı.
31 Ekim 1989'da Başbakan Turgut Özal Türkiye'nin sekizinci cumhurbaşkanı seçildi. Turgut Özal görevi devraldığı 9 Kasım günü başbakanlığa TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut'u atadı. Birkaç gün sonra toplanan ANAP I. Olağanüstü Kongresi'nde Turgut Özal'dan boşalan genel başkanlığa Yıldırım Akbulut getirildi.
1980 öncesinde pek çok eylem gerçekleşti­ren ayrılıkçı bir örgüt olan Kürdistan İşçi Par­tisi (PKK) 1984'ten başlayarak Güneydoğu Anadolu'daki eylemlerini yoğunlaştırdı. Bazı PKK'lıların Irak'a kaçtıkları saptanınca Irak hükümetinden izin alınarak askeri operasyon­lar Irak'ta da sürdürüldü ve Mart 1987'de bu ülkedeki PKK kampları bombalandı. Ardın­dan Güneydoğu Anadolu'da Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Asayiş Jandarma Kolordusu oluşturuldu. İran-Irak Savaşı'nın ateşkesle so­na erdirilmesinden sonra Ağustos 1988'de Irak yönetimi ülkenin kuzeyindeki Kürtler'e karşı toplu imha harekâtına girişti. Kaçan Kürt savaşçılar (peşmergeler) ve aileleri Tür­kiye'ye sığındılar. PKK eylemlerinin artış gös­termesi üzerine Nisan 1990'da iki kararname çıkarıldı. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'ne ve İçişleri Bakanlığı'na geniş yetkiler tanıyan bu yasa gücünde kararnamelere göre bölgede ve bütün ülkede yayın yasağı konabilecek ve böl­gede kalması sakıncalı görülen kişiler bölge dışına çıkarılabilecekti. Kararname Aralık 1990'da yumuşatıldı. Bu kararnamelerle Bat­man ve Şırnak da il oldu; böylece 1989'da Ak­saray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale illerinin kurulmasıyla 71'e çıkan il sayısı 73'e yükseldi.
Irak'ın Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal et­mesiyle Basra Körfezi'nde yeni bir sorun or­taya çıktı. Türkiye bu olay karşısında BM Gü­venlik Konseyi'nin Irak'a ekonomik ambargo kararını destekledi ve Irak petrolünü Yumur­talık'a taşıyan boru hattını kapattı. Ocak 1991'de çıkan savaş sırasında Türkiye ABD ile müttefiki olan ülkelerin yanında yer aldı. İncirlik üssünün ABD tarafından Irak'a kar­şı hava saldırılarında kullanılmasına izin ve­rildi. Hükümetin bu tutumu özellikle muhale­fet partileri tarafından yoğun biçimde eleşti­rildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder