Ana Sayfa Bilgi Bankası

20 Aralık 2010 Pazartesi

Karma Felsefesi

Karma fikrini, Doğuya özgü bir kavram olarak ele almak çok yanlış olur. Karma, her birimizin kendi eylemlerimizden sorumlu olmasını sağlayan ve bizi, bu eylemlerin ardından gelen sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımız bir konuma getiren yasadır. Buna, kişinin kendi sorumluluğu yasası diyebiliriz. Reenkarnasyon kuramıyla birleşik olduğu gerçeği bunu geçersiz kılmaz, çünkü bunun tamamen şimdiki enkarnasyonumuzda iş başında olduğunu görebiliriz. Karmanın gerçek anlamı "yapmak"tır, uygulamadaki anlamı ise, basit bir şekilde bir kişinin karmasının, onun kendi yaptığı işler olduğudur. Karma terimi, özgün ifadesinde zihinsel eylemleri içerir buna göre; kendimizi, şu an ne isek, kendi eylemlerimizle yapmışızdır.

Karma, Evren Zihninin, . uymayı gerçekleştirme, dengeyi yenileme ve telafi etmeye yarayan bir denge ortaya çıkarma gücüdür. Sonuç olarak, herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde ve zamanda yaptığımız bir şey, eninde sonunda bize geri dönecektir. Yapılan hiçbir iş boşa gitmez; er geç yapan kişiye değiştirilemez bir biçimde geri dönecek olan meyveyi taşıyacaktır. Karma, kendi kendine işleyen bir güçtür. Hiç kimse, insan ya da insanüstü, bunu işletmek zorunda değildir.

Bu öğreti, bizi uyuşuk kaderciler haline getirmez, çünkü kendini beğenmiş bireyciler olarak şişinmemize izin vermez. Berbat bir zayıflık konusunda bir özür de sunmaz, ya da yanılsatıcı bir gücü desteklemez. Bize gerçekten olanaklarımız konusunda dengeli bir bakış, güçlerimiz konusunda mantıklı bir bakış esinler.

Materyalistler, evreni, kaderimiz, düşüncelerimiz ve eylemlerimizin tümüyle fiziksel çevremiz tarafından belirlendiği engin bir hapishane biçiminde berbat bir tablo olarak resmederler. Doğulular arasındaki bilgisizler, tanrısal önceden belirlenmişliğin mahkumları, aciz bir şekilde, bir aşağı bir yukarı adımladığımız kilitli bir dünyada yaşar.

Karma, bu iki kasvetli savı da çürütür; kendimizi ve çevremizi biçimlendirme konusunda bize yeterli özgürlüğü verir. Kendi gelişimimizle, çevremizi etkiler ya da zenginleştiririz, Doğaya yardımcı olur ya da onu engelleriz, aynı zamanda bunun tersi de doğrudur. Karma kaderimizin kapısı önünde zavallı dilenciler gibi beklemek zorunda olduğumuzu söylemez. Geçmiş özgür irademiz, şimdiki kaderimizin kaynağı olacaktır, tıpkı şimdiki özgür irademizin, gelecekteki kaderimizin kaynağı olacağı gibi.

Sonuç olarak, en güçlü faktör, özgür irademizdir. Bu nedenle, belirsiz bir kadercilik ya da aşırı güvene yer yoktur. Hiçbirimiz suçu başka bir şeye ya da başka bir kişiye yükleyerek, dış çevreyi ve kendi içsel görüş açımızı biçimlendirme konusundaki kişisel sorumluluğumuzdan kaçamayız.

Engellerle mücadele eden herkes usta besteci Beethovenın elinden, bir kadeh ilham şarabı içmelidir. Müziğin büyülü nağmelerini işitmeye çabalayan Beethoven, tamamen sağırdı. Yaşamı tümüyle başkaları için melodik kompozisyonlara adanmış olan Beethoven, bir gün kendi kompozisyonlarını işitemez hale gelmişti. Bu onu hayal kırıklığına uğrattı, ama cesaretini kıramadı. Bu sorunla sağlam bir yürekle yüzleştikten sonra, "Kader ile boğuşacağım; beni asla alaşağı edemeyecek!" dedi. Çalışmalarına devam etti ve dünyaya daha muhteşem, daha görkemli şeyler verdi, çünkü acısı içinde öğrendiği şeyi, şarkılarda öğretti.

Karma, biri genel biri de özel olan iki katlı bir yasadır. İlki mutlaktır, evrendeki her şeye . de uygulanabilir, çünkü basit bir şekilde, her ayrı varlığın, kendi sürekliliğinin yasasıdır. İster bir gezegen olsun, ister bir protoplazma, önceki varoluşunun özelliklerini aktarmak, bu yüzden de sonucu, nedene ayarlamak zorundadır. İkincisi ise mevcut durumdur, yalnızca kendiliğinin şuuruna varan, böylelikle eylemlerinin başlangıcını beşeri varlıklarla sınırlayan bireyler için geçerlidir. Bu, bireyi düşüncelerden . ve kendi düşüncelerinden doğan eylemlerden sorumlu kılar.

Evren, yerkürenin eksenleri üzerinde ya da gezegenlerin güneşin çevresinde dönmesinde olduğu gibi, bir tür dengeleyici düzen olmasaydı var olamazdı. Bir parça düşünmek, insanların kendi aralarında ve Dünya Zihni [Tanrı] ile ilişkilerinde de aynı ilkeyi gösterecektir. Bu ilke, burada kendini karma olarak ortaya koyuyor.

Karmayı evrensel güçten ayırmak ve ayrı bir güç olarak ele almak hata olacaktır. Bu hata, kozmosun kendini göstermesinde karmanın rolünü anlamadaki güçlüğü açıklamaktadır. Karmayı, Tanrının bir yönü ve Tanrıdan ayrılamaz bir şey ya da Tanrının varlığının kendini gösterme biçimlerinden biri olarak ele alın.

Benliğin dışında, insafsızca aciz teslimiyetimiz için emirlerini buyuran bir güç olduğuna inanılırsa karmanın asıl doğası kavranamaz. Tersine, tüm dünyanın zihinsel olduğu gerçeği nedeniyle, o da, her şeyde ve herkeste işleyen bir güçtür. Bu, başımıza gelen şeylerin, en içteki varlığımızın gizli iradesiyle gerçekleştiğine dair açık bir anlam ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında, belki katlanmak zorunda olduğumuz acılar mutlak anlamda birer kötülük değil, yalnızca o an için kötülüktür ve kör bir dışsal ve insafsız kuvvet olarak gözüken şey, gerçekte bilinçli, içsel ve arındırıcı bir kuvvettir.

"Karma" sözcüğünün doğru anlamı, beden, konuşma ve zihin aracılığıyla yapılan iradeli eylemdir. Bu eylemin sonuçlarını, özellikle yeniden . doğmayı ortaya çıkaran ya da bunu etkileyenleri içermez. Böyle bir dahil etme popüler kavramlara girmiştir, ama söz konusu terimin aslından uzak bir kullanımını göstermektedir. Karma, sonuç değil, iradeyle yola çıkan sebeptir. Bu nedenle "Karşılık Yasası" terimi, tatmin edici değildir ve daha iyi bir terime ihtiyaç vardır.

Karşılık yasası . terimini, yansıma yasası olarak yeniden adlandırmak belki de daha iyi olacaktır. Çünkü yapılan iş, sanki muazzam kozmik bir ayna tarafından, her eylemin, bu eylemi yapan kişiye geri yansıtılması, her düşüncenin, kaynağına geri yansıtılmasıdır. Belki de karşılık fikri oldukça güçlü, saklı bir ahlaksal anlam içeriyor, bu yüzden de "karma" sözcüğünün doğru karşılığı olma konusunda son derece dar bir anlam taşımaktadır.

Sonuçlar yasası, asıl olarak etik bir yasa değildir: Etik bir yanı olduğunu söylemek, daha uygun olabilir.

Bir karma "yasa"sından söz etmek yanlıştır ve bilimsel değildir. Karma, uyulacak ya da uyulmayacak bir yasa değildir, yanlış yapan kişilere yönelik . bir ceza kanunu da değildir. O sadece, kaçınılamaz sonuçlarla ilgili bir ilkedir.

Karma, insanın davranış alanında karakterden ne fazla ne de eksiktir. Gerçekten de ihtiyacımız kadar özgür iradeye sahibiz. Farkına varamayacak kadar kör olduğumuz için sunulan fırsatlardan yararlanamazsak, hata bizdedir. Başlangıçta ve yüzeysel olarak yararlı olan, ama mutlak olarak ve derinlemesine bakıldığında kendi çıkarımıza ters düşen bir eyleme girişirsek ve bu eylem de bizi arka arkaya başka istenmeyen eylemlerden oluşan tüm bir diziye kendi sırasında ulaştırırsa, karmanın acımasızlığına değil, kendi akılsızlığımıza ağlamalıyız.

Bir alışkanlık olarak kendine acıyıp duranlar karmada kullanışlı bir günah keçisi bulabilirler, ama gerçek insanlığın . zihinsel niteliklerinin ve etik standartların, kaderimizi önceden kararlaştıran gizli faktörler olduğudur.

Karma, zihnimizi köreltmesi ya da ellerimizi felç etmesi gereken bir fikir değildir. Karma, uluslarda ve bireylerde etik bir sorumluluk duygusu uyandırarak, onları geçmiş hatalardan kaynaklanan yaraları gönüllü olarak iyileştirmeye ikna eden pozitif bir değere ve düzeltici bir etkiye sahiptir.

Geçmiş yüzyılların etiği, belki de var olan bir Tanrının belirsiz korkuları üzerine kurulmuştu; içinde bulunduğumuz yüzyılın etiği ise, tümüyle var olmayan bir Tanrıya karşı tam bir kayıtsızlık üzerine kurulu. İlki, davranışta bazı sınırlamalara yol açtı, ikincisinin yol açtığı şey ise hiç. Geleceğin etiği, karma gücünün rasyonel anlayışı . ve kişisel sorumluluk yasası üzerine kurulacaktır; bu da, davranışta doğru bir sınırlamaya yol açacaktır. Çünkü, yaşamın çevresel kısıtlamalarını, çabalanmamış hazları ve kaçınılmaz sıkıntıları düşündüğümüzde, yavaşça karmanın gücüyle ilgili bir algıya varırız.

Karmada çağdaş tarihimizin birçok sorunuyla ilgili bir anahtar buluruz. Karma, şimdiki kısmetimizin kozasını, büyük ölçüde geçmiş dünyevi yaşamlar ve şimdiki yeniden bedenlenişimiz süresince kendimizin ördüğü düşünceler ve eylemlerle hazırlamış olduğumuz konusunda bizi uyaran bir doktrindir. Ve bu doktrin tek tek bireylerin tarihine olduğu kadar tüm insanların tarihine de uygulanabilir durumdadır.

Bunun doğal sonucu, karakterlerimiz ve zihinlerimizin, çağlar boyunca zahmet ve sıkıntı içinde olduğudur; bazıları saçları ağarmış bir geçmişin engin tecrübesiyle yaşlıdır, ama pek çoğu genç, akılsız ve terbiye olmamıştır. Verdiği ders kimsenin kaderinin ve bireysel anlamda talihin değişen gelgitlerinin anlamsız olmadığıdır. Tersine, felsefi düşüncelere davetiye çıkarırlar, bu şekilde ihmal edilmiş görevler ya da olumlu yanlış yapmaların nasıl olup da sıkıntılarımızın gizli kökü olduklarını anlayabiliriz.

Karma . ilkesini doğru olarak anlayanlar, onu dışsal, bağımsız bir kader olarak yanlış anlamayan ve aslen eylemlerimizle harekete geçirilen bir kuvvet olarak görenler aynı zamanda insan yaşamında acı çekmenin oynadığı anlamlı rolü de anlarlar. Hak edilmiş ceza aslında ham bir eğitim biçimidir. Düşünceli kişiler kendi kederlerinden dersler çıkarır ve aynı günah ya da aynı hatayı ikinci kez işlememeye karar verirler.

İnsan iradesi tarafından yapılmış olan karma insani değişikliklere tabidir. Daha yüksek bir gücün buyurduğu kader ise buna tabi değildir. Genel anlamda ölüm gerçeği kaderle ilgili bir örnektir, bu anlamda şair James Shirleynin dizesi doğrudur: "Kadere karşı hiçbir zırh yoktur." Ancak özel anlamda ölüm gerçeği, zamanı ve biçimi, değiştirilebilir.

Yaşamın gidişatının önceden kararlaştırıldığı doğru olsa, bu mutlaka yaşamın keyfi bir şekilde önceden kararlaştırıldığı anlamına gelmek zorunda değildir. Hayır, karakterinizin iyi ve kötü nitelikleri, kapasitelerinizin gelişmesi ya da gelişmemesi ve tesadüfen ya da bir nedene bağlı o olarak alınan kararlar yaşamınızın gerçek belirleyenleridir. Davranış ve sonuç, düşünce ve çevre, karakter ve alın yazısı arasında kaçınılmaz bir denklem vardır. İşte, karma budur; yaratıcı eşitlik yasası.

İmgeleme süreçleri sonsuzdur, ardı arkası kesilmez. Zihnin, kendi dinamik karakteri nedeniyle bir fikrin bir başka fikre yol açması gerektiği, zihnin doğasında var olan bir şeydir. Karma, işte bu ikisini bağlayan yasadır.

Karmanın iki katlı bir karakteri vardır. İnsan aklının tasarlayabileceği hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bir türü ve bir de, karşı düşünceler ve karşı eylemlerle ya da tövbe ve dua ile değiştirebileceğimiz bir türü bulunmaktadır. Kötü karma, kurnazlıkla değiştirilebilse bile ahlaksal tövbe olmaksızın ortadan . kaldırılamaz.

Karmanın özgün anlamıyla, zamanın akışı içinde buna verilmiş olan anlam arasında, büyük ve açık bir faktör vardır... Karma doğumdan önceki gebe kalma anından ölümden sonraki ölüyü yakma anına kadar insanların yaşamını tamamen önceden kararlaştırdığı ve biçimlendirdiği anlamına gelmeye başlamıştır, oysa özgün anlamı sadece kişinin alışılmış düşünce ve eylemlerinin sonuçlarından kurtulamayacağıdır.

Yaşamdaki başarıların ya da başarısızlıkların büyük ölçüde kendi elimizde olduğu, hoşnutluk ya da kederin kaçınılmaz biçimde erdem ya da yanlış yapmanın ayak izlerini takip ettiği anlamına gelir.

Yetenek ya da hırs, fırsat ya da soyaçekim, kişiyi zenginliğe ulaştıran şey her ne ise bu, bizzat o kişinin karmasının ürünüdür.

Şimdi, bize geçmişten gelir, gelecek de, şimdide oluşturulmaktadır. Bunların üçü de birbirine bağlıdır... İnsan yaşamının daha yüce bir güce tabi olduğu; her birimizin, eylemlerimizden daha yüce bir yasaya, karşı sorumlu olduğumuz ve yapılan hataların cezalarından ya da doğruluğun ödülünden kaçamayacağımız fikri, insan kültüründe bulunan en eski fikirlerden biridir.

Eski Romanın Stoacıları bu fikre sahipti ve buna Kader demişlerdi. Eski Yunanın Eflatuncuları da bu fikre sahipti ve buna Alın Yazısı adını vermişlerdi. Hintlilerde de, genellikle Budistler ve Hindularda da bu fikir vardı, hala da vardır ve adına Karma denir.

Dünya Fikrinin ifşası, dinsel mistiklerin karşısına çıktığında, buna yalnızca "Tanrının İradesi" diyebileceklerdir. Yunanlıların karşısına çıktığında, bunu "Gereklilik" olarak adlandırmışlardır. Hintliler ise buna "Karma" demiştir. Bunun yankıları bilimsel düşünürler tarafından işitildiğinde ise bu düşünürler buna "Doğanın yasaları" demiştir.

Görebilecek gözü olan bir kişi evrenin kendisinin akıl içeren ve anlaşılabilir bir düzen içinde olduğunu açığa vurduğunu görebilir. Keyfi kapris, zamanın bir yerinde dünyayı yaratmadı. O zamandan beri de, kör bir düzensizlik hüküm sürmemiştir. Bu evrensel varoluşta, gerçek anlam vardır, katı bir yasa vardır, hakiki bir tutarlılık vardır, taştan çiçeğe, canavardan insana, bütünleşmenin daha yüksek düzeylerine doğru bir hareket vardır.

Bu anlaşıldığında, karmanın yalnızca aktarılan eski etkilerin ya da kendini yeniden oluşturmanın veya ahlaksal cezalandırıcı adaletin bir yasası değil, aynı zamanda, çok daha büyük bir şey olduğu da anlaşılabilir. Bireysel anlamda işleyişi, evrensel işleyişe ayarlama eğilimi gösteren ebedi ve ezeli bir yasa vardır. Bir bütün olarak kendi bütünleyici dengesiyle evrenin sayısız birimini uyum içinde tutacak biçimde evren için çalışır.

Ceza, küçük bir ortak merkezli dairenin daha büyük olan başka bir dairenin içine düşmesi gibi, sadece bu etkinliğin içine düşer. Her bireyin varoluşunun sonuçları, her kişinin düşünce ve eyleminin kalıtımı kontrol edilmek durumundadır, bu şekilde bunlar sonunda kozmosun kendisinin o daha büyük düzenliliğine uyacaktır. Her parça, bütüne bağlıdır. Bu nedenle her şey, mutlak doğruluğa eğilim gösterir. Aslında evrenin gizli özünde, bu tür anlamlı bir dengeye sahip olduğunu görmek rahatlatıcı bir durumdur.

Karmanın ezoterik yorumu, tümüyle yalıtılmış bir kişinin, yalnızca bir hayal ürünümüz olduğunun, herkesin, yaşamının yerel, ulusal, kıtasal, en sonunda da gezegenlerle ilgili bir boyutun sürekli genişleyen döngüleriyle, tüm insanlığın yaşamıyla birbirine sarıldığının farkına varmak; her düşüncenin, dünyanın baskın zihinsel atmosferinden etkilendiğinin; her eylemin de, insanlığın genel anlamda etkinliğince verilen baskın ve güçlü telkininin işbirliğiyle bilinçdışı bir şekilde yapıldığının farkına varılmasıdır.

Her birimizin düşündüğü ve yaptığı şeyin sonuçları, bir ırmak ayağı . gibi toplumun daha büyük nehrine akar ve orada sayısız diğer kaynaktan gelen sulara katılır. Bu, karmayı, tüm bu karşılıklı ilişkilerin sonucu haline getirir, bu nedenle de onu kişisel bir düzeyden kolektif bir düzeye çıkarır. Yani, "ben", diğer tüm bireyler tarafından ortaya çıkarılan karmada, bir bireyin payıdır, diğer yandan onların da, benimkinde bir payı vardır.

Bununla birlikte bu "ben"in kendi kişisel geçmiş etkinliğimin sonuçlarından en büyük payı almasında ve insanlığın etkinliğinin geri kalanının sonuçlarının en küçük payı arasında bir fark vardır.

Bu nedenle, üstü kapalı bir şekilde düşündüğümüz şey, her acının hak edilmediği, ama telafi etme niteliğindeki iyi . talihin buna dayanarak oyuna katıldığıdır. İnsanlığın karşılıklı olarak birbirine bağlılığı yüzünden kişisel olarak hak etmediğimiz bir acı çekmek zorundaysak, aynı karşılıklı bağlılık nedeniyle genel anlamda iyi karmadan hak edilmemiş yararlar görebileceğimiz ifadesi de aynı derecede doğru olur.

Bu yüzden karmanın bu kolektif işleyişi, her iki şekilde de kesen iki kenarlı bir kılıca benzer: Bir tarafı acı verici, diğeri ise zevkli. Ezoterik görüş bu doktrinin popüler biçimine yeni bir yüz getirirken genel olarak arka planda tutulmuşsa, bunun tek nedeni, insanların ortak anlamda mutluluk ve sağlık içinde yaşamaktan çok, kendi kişisel mutluluk ve sağlık içinde yaşamalarıyla daha çok ilgilenmeleridir...

Başkalarıyla ortak yaşarız, ortak günah işleriz ve bunun bedelini ortaklaşa ödemek zorundayız. Bu son sözdür, belki de arkadaşlarını geride bırakmış olanları yıldırmak, ama geride kalmış olanları cesaretlendirmek. Bu daha geniş bakış açısına göre karma, bizim bir bütün olarak toplumla acı çekmemizi ve toplumla sevinmemizi sağlar.

Bu nedenle, kendi mutluluk . ve sağlık içinde yaşamamızı, toplumsal anlamda mutluluk ve sağlıktan ayıramayız. İçsel yalıtımdan kurtulmak ve çıkarlarımızı Tümel Yaşamınkilere katmak zorundayız. Sınıflar, uluslar ve ırklar arasında kine gerek yoktur, büyük ya da küçük olsun, farklı gruplar arasında nefret ve çatışmaya gerek yoktur.

Bunların tümü, eninde sonunda karşılıklı olarak birbirine bağlıdır. Ayrılıkları, bireylerin ayrılığı kadar büyük bir yanılsamadır, ama bu gerçeği yalnızca felsefe ve tarih kanıtlar. Bugün hepimizin kendini içinde bulduğu durum, karşılıklı çıkarlarımızdaki bu zorlu mücadeleyi gerektiren gerçekliğin kabul edilmesini gerektirir.

Karma Felsefesi "Dayanma"-"Üstesinden Gelme"

Her birimiz kötü karmada kendi yükümüze sahibiz. Bunun ne tür ve ne kadar ağır olduğu önemli ama daha önemlisi bunu ne kadar taşıyacağımız. Felsefe asla karşılık yasasına yönelik pasif bir tutumu teşvik etmez ayrıca yanlış umutlara dayanan yanıltıcı düşünce okullarının hatasına da düşmez.

Belli bir zamana kadar bir kişinin alın yazısının gidişi kişinin etki hatta kontrol alanı içindedir ama bu zaman aşıldıktan sonra değildir.

Kaçınılmaz olana boyun eğmek akıllıcadır ama öncelikle bunun kaçınılmaz olduğundan emin olmak gerekir. Alın yazısına karşı tıpkı tutsak edilmiş bir kaplan gibi mücadele etmenin daha akıllıca olduğu zamanlar vardır; bazen de tıpkı ocağın yanındaki bir kedi gibi hareketsiz oturmak daha akıllıca olur.

Koşullara boyun eğme çevreye uyum sağlama kaçınılmaz olanı kabullenme ve önüne geçilemez olanı gönülsüz de olsa kabul etme bunların da özgür saldırgan iradenin kullanımı kadar yerleri vardır.

Cesaret göstererek zorluklara saldırma zamanını ve sabırla ya da marifetle bunları atlatma zamanını öğrenmek bilgeliğin bir parçasıdır. Her olay için doğru bir zaman vardır. Çok erkenden meydana getirilirlerse sonuçları da iyi ve kötünün bir karışımı olacaktır tıpkı çok geç meydana getirildiklerinde olduğu gibi. Bununla birlikte kişi doğru zaman için bekleyecek sabır ve bu zamanın farkına varacak bilgeliğe sahipse bu durumda sonuçlar sadece iyi olacaktır. Faktörlerin uygun bir birleşimi meydana gelir gelmez devreye girer.

Zaman harcamaya değer bir amaç için sıkı bir şekilde uğraşıp alın yazısı bunun gerçekleştirilmesi için elverişsizse bu amacın bırakılmasına razı olmakla bunun için hiçbir şey yapmayıp bu amacı tümüyle kadere bırakmak aynı şey değildir. Kişinin içinde talihsizlik ve sıkıntının önlenebilir sebeplerini ortadan kaldırıp insan yaşamının kaçınılmaz payı olanlara anlayışlı bir şekilde dayanmakla sebeplerin el değmeden kalmasına izin verip bunların sonuçlarını kader olarak körü körüne kabul etmek de aynı şey değildir.

Yanlış yolda uğraşmak bizi engeller doğru yolda uğraşmaksa bize yardımcı olur. Kadere isyan etmek değil; kaderin kabul edilmesi ve düzeltilmesi yardımcı olur.

Bazı zamanlar karmanın kararlarına sert bir şekilde direnmeniz gerekirse bazı zamanlarda da bu kararlara boyun eğerek saygı göstermeniz gerektiği de doğrudur. Çünkü bırakmak akıllıca olduğunda bırakma dersini öğrenememişseniz bu kararlara karşı direnme yönündeki parmaklarınızın her hatalı çabası size sadece daha fazla ve gereksiz acı verecektir. Bunlara karşı körü körüne isyan etmemelisiniz. Hangi yolun alınacağının nasıl kavranacağı sizin bulmak zorunda olduğunuz bir şeydir. Hiçbir kitap size bunu söyleyemez ama akılla kontrol edilen sezginiz ya da sezginizle aydınlatılan aklınız bunu yapabilir.

Böyle bir sezgi kendi duygusal komplekslerinizin içsel önyargılarınızın ya da hüsnükuruntularınızın salt bir yansıması olan yalancı sezgiden dikkatlice ayırt edilmelidir. İlki kendi Yüce Benliğinizin otantik fısıltısıdır. Yaşlanmayan Yüksek Benlik adeta onunla ilişkili kişiliklerle ilgili sayısız anıların tümünü çözelti halinde tutar bu şekilde hem vardırlar hem de yokturlar.

O sadece eylemlerinizle göstermiş olduğunuz karakteristikler için hep size adil bir şekilde bedelini ödediği şey olan bu ardıl yaşamlar süresince karmık olarak hak ettiğinizi gerçekleştirmeye çalışır. Yüksek Benlik bu karmik ayarlamanın kaynağı olduğu için her birimizin tamamen kendi yargımız olduğu söylenebilir. Çünkü temelde Yüce Benliğin kişinin asıl benliği olduğu asla unutulmamalıdır; size yabancı ya da sizden uzak olan bir şey değildir.

Yaşamı biçimlendirme özgürlüğü hakkındaki heyecan verici ifadelerle ya da talihi yaratma kapasitemiz hakkındaki sıkça duyulan cümlelerle kişinin kendini aldatmasının yararı nedir ki? Gerçek olduğu gibi durmaktadır: Karma bizi kıskacında tutar geçmiş her yerde bizi kuşatır ve ne kadar yaşlanırsak küçük özgürlüğün kaldığı alan da o kadar küçük bir hale gelir. Gelin elbette geleceği şekillendirmek ve geçmişi düzeltmek için elimizden geleni yapalım ama bize gelecek ya da bizimle kalacak olan bu kadar çok düşünce ürününe dayanma gücüne de kendimizi bırakalım ve yapabileceklerimizi gerçekleştirelim.

Böyle bir aydınlanmış ve nitelikli kaderciliğin iradenin felç olması ve beynin pasifliğine yol açması söz konusu değildir. Daha iyisi için payımızın oranını değiştirme konusunda hiçbir şey yapamayacağımız ya da daha kötüsü bizi bunu değiştirme isteği bile olmadan bırakmasına kesin olarak dövünmez. Hayır bir doktrinin öğrettiği kadere boyun eğme kendisinden daha az aydınlamış ve daha az nitelikli değildir.

Ona yalnızca inanmamakla kalmayıp aynı zamanda onu anlamayanlar üzerindeki etkisi alçakgönüllü bir boyun eğme ile kararlı bir direnç arasında bir denge mücadelesi gerçekten kaçınılmaz olan ve kişisel olarak değiştirilebilir olanın oldukları gibi görülmesini sağlayacak şekilde tüm durumların doğru biçimde değerlendirilmesi yönünde olur. Böylece Tanrı'nın iradesine bırakır ama bu nedenle kendi irademizin varlığını inkar etmeyiz.

Keskin içerleme ya da melankoli kötümserliği şeklinde yenilgiye uğrayabiliriz. Her iki tutum da tamamen faydasızdır. Üçüncü ve daha iyi bir yol var; farklı bir ilerleme için bu yenilginin başlangıç noktası olarak görev yapmasını sağlamak. Bu ilk olarak hataları bulmak ve yanlışları itiraf etmek için içten isteyerek yapılan ve araştırmacı bir kendini incelemeyle ikinci olarak da tövbekar düzeltme eylemleri ve yeni bir bakış açısının öncülüğüyle yapılabilir.

Karmik yükümlülükler yerine getirilmek zorundaysa en azından bu genel bir bilgisizlikle yapılamayacaktır. Kinden çok boyun eğmeyle ve daha yüksek bir kazanım umuduyla olacaktır.

Kontrol edemediğiniz ya da önleyemediğiniz şeye nasıl uyulacağını öğrenmek zorunda olabilirsiniz. Bu boyun eğmedir Muhammed'in dünyaya sunduğu dinin tam da adı İslam'dır (Tanrı'nın iradesine teslim olma). Ama belli şeyleri kabul etmek zorundaysanız bu bunlara uymak onları onaylamanızı beraberinde getirir demek değildir. Daha çok bunlar hakkında şikayet etme ya da endişelenmeye son vereceğiniz anlamına gelir.

Sezgileriniz sizi değiştirilemez bir şekilde takdir edilmiş ve kaçınılmaz olacağını bildiğiniz bir tarzda olması yakın bir olay hakkında uyarsa bile bu olayın olmasını engelleme yetersizliğiniz sizi kendinizi korumak böylece ondan başka türlü yapmış olsanız çekeceğiniz acıdan daha az acı duymak için olası mümkün olan tüm önlemleri almaktan alıkoymamalıdır. Böyle bir uyarı beklenmedik olanın korkusunun başkalarını çok şaşırtabileceği bir paniğe kapılmaktan kurtarırsa ancak yararlı olabilir.

Ara sıra karma dayanması hoş olmayan dertler ve sıkıntılar getirebilir. Yine de bunların da bize öğreteceği bir şeyler var: Dıştaki yaşamın faniliği ve olaylarını dengeleyebilmek için daha doyurucu bir içsel yaşam bulma gereksinimiyle ilgili o kadim ders. Bu yerkürede yaşadığınız sürece bunlardan kaçamazsınız ama bunları anlamayı ve en sonunda bunlara zihinsel tepkilerinize hükmetmeyi umabilirsiniz. Orada huzur ve bilgelik yatmaktadır.

Şahsımızın ya da talihimizin tamamen kontrolümüz dışında kalan bazı parçaları hep vardır. Ne yapacak olursak olalım bunu değiştiremeyiz. Bu durumun kaçınılmazlığını kabul etmek yararsız bir mücadeleyle gücümüzü tüketmekten daha sağduyulu bir şey olacaktır. Bazen bunu kendi yararınıza bile döndürebilirsiniz. Ama bu kaçınılmazlığın kaderin bu kararının varolduğunu bilince nasıl olacaksınız? Bunu değiştirmek için ne kadar uğraşırsanız uğraşın başarısız olacağınız gerçeğiyle.

İçsel ve dışsal olarak kaderin bir yayının bizim için gerilmiş ve kendini tamamlamak zorunda olduğunu deneyimle öğreniriz. Bu yaya karşı gelmeye çalışmak boşuna bir çabadır; onun sınırları içinde kalmaya boyun eğmekse bilgece olur. Zihinsel ve fiziksel yaşamımızın tutması gereken başlıca yönü ona bırakmalıyız. Aklımızda en çok dolaşacak düşünceler ve en çok başımıza gelecek olaylar zaten bu yayın sınırlarını belirler. Bununla birlikte bu konuda aaafi olan hiçbir şey yoktur çünkü düşünceler ve olaylar ilişkilidir ve birlikte bu gezegen üzerindeki insan yaşamını oluşturan uzun bir sıra halinde içsel bir doğumla daha çok ilgilidir.

Yaşamınızın olması gereken yolu buysa alın yazısı kartlarınızın dağıtılma biçimi böyleyse ve dıştaki ses sizi bunu değiştirme yönünde yararsız bir çabaya sürükledikten sonra eğer içteki ses bunu kabul etmenizi söylüyorsa bu durumun belirli bir sebebi olmalıdır. Bu sebebi araştırın.

Kendi karmanızı tümüyle ve itiraz etmeden kabul edin. Hatta günahlarınızın bağışlanmasını istemekten sakınacak derecede çünkü bu sadece bir sonuçtur. Bunun yerine sebep olan zayıflığın üstesinden nasıl gelineceğinin gösterilmesini isteyin.

Başınıza gelen derdi öğrenmeniz gereken mesajlar taşıdığını düşünerek kabul ettiğinizde acı duymak yerine onlara çok daha kıymet vererek sabırla tahammül edebileceksiniz.

Alın yazısının bizden alacağı şeylerden vazgeçmeyi bunları gönüllü olarak terk etmeyi öğrenmek zorundayız.

Böyle bir kabul huzuru bulmanın tek yolu ve sürekli mutluluğa giden tek etkili yoldur. Bireysel olarak sahip olduğumuz şeyleri ve ilişkilerimizi daima olacaklarmış gibi görmeye son vermeliyiz.

Alın yazımızı önceden kararlaştıran kuvvetler vardır ve bilmemiz gerekir ki Napeleon gibi Kaderin kararına boyun eğip geri çekilerek savaşların kazanıldığı anlar vardır. Yoganın Ötesindeki Gizli Öğreti isimli kitabımın son bölümünde kötü bir karmik döngünün önlenemez akışıyla karşılaşma konusunda usta boksörlerin kullandığı mükemmel bir teknik önerilmektedir.

Bu noktada yararlı olabilecek bir başka örnek de ju-jutsu'dur; ju-jutsu'nun ilkesi rakibin kendini yenecek ya da kendi kaslarına zarar verecek biçimde gücünü kullanmaya zorlayacak ustalıklı bir tarzda ona izin vererek yenmektir. Yani kötü bir karmayı bir süreliğine ona teslim olup en sonunda başlangıçta sahip olduğumuzdan daha büyük bir bilgelik ve tepkiyle ondan çekilerek yenebiliriz.

Bu teslim olma işini yaptığınızda bir insan olarak bu konuda yapılabilecek şeyi yaptığınızda ve sonuçları tamamen yüksek benliğe havale ettiğinizde onun derslerini tekrar tekrar analiz edip kalbinizin derinliklerine aldığınızda bu sorun artık sizin olmaz. Fiziksel olarak durum ne olursa olsun ondan azat edilir zihinsel olarak ondan kurtulursunuz. Artık ne olursa olsun en iyisi için olacağını bilirsiniz.

Eğer düşüncelerde ilgili karmayı değiştirmeye yetecek bir gelişme olursa; büyük acılar veren bir evlilik daha iyiye doğru tamamen değişebilir ya da ikinci bir evlilik daha mutlu bir evlilik olabilir.

Zihninizi onunla ilgili tüm olumsuz düşünce ve davranışlardan kurtarmadıkça; hoş olmayan bir ilişkiden karmik olarak kurtulamazsınız. Sonrasında karmik kuvvetler sizi azat edecektir ya da kendinizi nasıl serbest bırakacağınız size içsel olarak gösterilebilir.

Bir karmik borcu ödemek için evli kalmanız gerekli değildir diğer yandan bu konuda kişisel arzularınızı izlemek için özgür de değilsinizdir. Böyle bir borcun kişinin yaşamının sonuna kadar ödenmeye devam etmesi gerektiğini düşünmek hata olur. Yine de kişinin iç yaşamı ve yolu engellenmeyecekse tamamıyla ödenmelidir. Yalnızca vicdanınızın derinlerinden gelen ses bu noktayı belirleyebilir.

Aile yaşamına özgü durumların karmik ilişkileri sevgi yerine düşmanlık olan iki kişiyi bir araya getirmesi seyrek görülen bir şey değildir. Bunlar erkek ve kız kardeş hatta karı-koca olarak bir araya getirilebilirler. Birinin diğerine karşı felsefi tutumu ne olacaktır? Somut bir örnek alıp evlilikle ilgili bir uyuşmazlık vakası varsayarsak ve ayrılma ya da boşanma -gerekli olarak görülebilir- gibi tatbiki yöntemler hakkında önyargısız olursak aydınlanmış eşin diğerini öncelikle kendi kusurlarını keskin bir tanımlamayla getirecek açığa vuran bir aracı ikinci olarak da bu tür kusurların yok edilmesiyle deney yapabildiği bir laboratuar olarak görmesi gerektiği söylenebilir.

Bu yüzden kadın sıklıkla hiddetli bir öfaaale parlıyor ya da sürekli olarak kusur bulan laflar dile getiriyorsa onun kışkırtmalarının kocasının öfkesini değil gizli öz kontrolünü ortaya çıkarmasına izin verilmelidir; kadının anlayış eksikliği kendi adına ilgili bir eksiklik uyandırmamalı tersine daha fazla düşüncelilik sağlamalıdır. Bu şekilde kadının davranışının yol açtığı durum daha yüksek şeylere çıkmak için bir fırsata dönüştürülebilir.

Aileyle ilgili her kavga her ne kadar önemsiz olsa da erkeğin kendi içindeki daha tanrısal yönlerden bir şeyleri ileri doğru sürebilmesini sağlamalıdır. Yine bu iki kişinin birbirine kökten bir şekilde uygun olmadıklarım ve er geç ayrılmak zorunda kalacaklarını varsaysak bile bunun getireceği mutsuzluk aydınlanmış eş tarafından mutluluk için dışsal şeylerden bağımsızlık kazanma yönünde daha kararlı olmak ve ancak zihinde en iyi biçimiyle sonuç verebilecek içsel doyumlara daha fazla güvenir olması için kullanılabilmelidir.

Ayrıca kişinin düşüncesizce davranma biçimi aptallığı ya da tutkusu aracılığıyla kendi hak ettiği geçmiş karmasını ödemekte olduğunu anlamasını da sağlamalıdır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder