Ana Sayfa Bilgi Bankası

15 Aralık 2010 Çarşamba

Farklı İnanç ve Kültürlerde Nevruz Bayramı

„Nevruz“, „Newroz“ veya „Roz-i nau“ kelimesinin Türkçe karşılığı „yeni gün“ demektir. (Farsça ve Kürtçe’de new/nau „yeni“; ruz/ roz „gün“ demektir). 

Güneşin koç burcuna girdiği 21 Mart’a rastlayan Nevruz, ilkbaharla birlikte, yeni bir hayatın, canlılığın, bereketin ve bolluğun başlangıcını simgeler. Hiristiyanlıktaki Osterfest (Paskalya Bayramı) ile çok yakın benzerlikleri olan 21 Mart Nevruz Bayramı, yeniden dirilmenin, canlanmanın ve yenilenmenin bir ifadesidir.[1] 

21 Mart, baharın başlangıcıdır. Güneşin Koç burcuna girdiği 21 Mart nevruz günü gündüz ve gece eşittir. Nevruz bu anlamda eşitliğin de bir ifadesidir. “Nevruz gibi eşit ve adil ol!” deyimi burdan gelmektedir. Yılın eşit olan günlerinden biri de güneşin Terazi burcuna girdiği ve sonbahrın başlagıcı olan 23 Eylül’dür. Gündüzün en uzun olduğu 21 Haziran günü yazın, gündüzün en kısa olduğu 21 Aralık ise kış mevsiminin başlangıcıdır.[2] Bu günlerde doğa kültünden ve eski halk inançlarından kalma “yıldönümü” veya “gündönümü” dediğimiz, coğrafyaya, inanç ve kültürlere göre değişen ve farklı isimlerle adlan-dırılan çeşitli bayramlar kutlanılmaktadır. 

Tabiat kültüne dayanan Nevruz, birçok eski takvimlerde, özellikle Celâli, İlhâni ve günümüzde İranlıların kullandığı Şemsi takvimlerinde yılbaşı olarak kabul edilmiş ve halen İranlılar, İslâmiyet’ten önceki inançları olan Zerdüştlük’ ten kalma, Ferverdin ayının (Bahar mevsiminin ilk ayı) ilk günü olan Nevruz’u yılbaşı olarak kutlarlar. Ferverdin ayının ilk gününe „Nevruz-ı âmme“ denir. Bu ilk gün, İran’ın efsanevi dördüncü hükümdarı olan Cemşid (Cem) Şahın tahta geçtiği, âlemi nura boğduğu ve Cenab-ı Hakk’ın âlemi ve Âdemi halkettiği (yarattığı) gün olarak kutlanır. Ferverdin ayının 6. Gününe ise „Nevruz-ı hassa“ denir. O gün, Cemşid, devletin yönetiminde olan tüm adamları yanına çağırtıp, sorgudan geçirir; kendisi hakkındaki şikâyetleri de dinler, suçlu görü-nürse, o da diğerleri gibi cezalandırılır. Böylece yönetimdeki aksaklıklar, hak-sızlıklar giderilmeye çalışılır. 

„İran Hükümdarları ‘Nevruz’ ve ‘Mihrican’ günlerinde bütün efradın hazır bulundukları umumi büyük bir içtima akdederlerdi ve hûkümdar o gün bütün şikâyetleri dinlerdi. Eğer kendisi aleyhinde bir şikâyet vâki olmuşsa, onun hakkında bir hüküm itasını (yargılamayı) ruhanilerin en büyüğü olan onun ‘Mubed-i Mubedan’a (Zerdüşt din adamlarına) havale eder ve kendi hakkında müsamahakâr davranmayıp adaletten ayrılmamasını tenbih eylerdi. O vakit münadi (tellal), hükümdar hakkında kimlerin şikâyeti varsa bir tarafa ayrıl-mamalarını söylerdi. Hükümdar tekrar Mubed’e tevcih-i hitapla: ‘Allah indinde hükümdarlar tarafından irtikâp edilen (işlenen) günahlar kadar büyük günah olamıyacağını, hükümdarların, tebaasının (halkın) iyiliğine çalışmakla mükellef olduğunu, eğer hükümdarlar adaletsizlik ederlerse, askerlerin de Allah’ı unuta-rak adaletsizliğe koyulacaklarını, o zaman memleket ve hükümdar ailesi üzerine Allah’ın gazabı davet edileceğini, binaenaleyh bu husuta asla adaletten ayrılmamak vazifesinin şimdi Mubed-i Mubedan’a teveccüh ettiğini (verildiğini) söylerdi... Alelâde zamanlarda (âdet olduğu üzere) hükümdara en yakın ve en nüfuz sahibi olanlar, bu toplantı gününde en uzak ve en nüfuzsuz kalırlardı...“[3] Nevruz günü halkın istekleri ve ihtiyaçları yerine getirilir, sorunları ve sıkıntıları giderilmeye çalışılır; küskünler barıştırılılır; suçlular ve hapis yatanlar affedilirdi. Daha açıkçası, yeni yılla birlikte, yeni bir yaşam başlardı. 

İranlılar tarafından aynı şekilde kutlanan ikinci büyük bayram da, güz mevsi-mine denk gelen (21 Eylül-21 Ekim) Mihrican veya Mihrigân bayramıdır. Nevruz bayramından iki hafta önce yapılan bayrama, (İran takviminin son ayı olan Esfend’ten) „Esfendan“ bayramı denir. Ayrıca „Çarşamba suri“ dedikleri yılın son çarşamba günü, güneşin batışından sonra, toplanan kuru dikenler ve çalılardan ateş yakılır. Ateşin üzerinde atlayanlar, „sarılığım sana, kırmızılığın bana!“ (zerdiye men ez to, surhğiye to ez men) diye tekerlemeler okurlar. Ayrıca o gün „Çarşamba suri acili“ dedikleri kuru yemişlerden oluşan bir lokma dağıtılıp yenilir. Nevruz günü, „Nevruziye“ denilen bir çeşit macun veya tatlı yapılır. Osmanlılarda da âdet olan Nevruziye tatlısı „heftsin“, ilk harfi „sin“ olan yedi maddeden (somak, sebze, sümbül, semek, sirke, sir, senced’ten) yapılırdı. Söylentiye göre bu tatlı, ilk dönemlerde, Cemşid zamanında, „Ş“ harfiyle başlayan yedi maddeden yapılıyormuş. O zaman „Ş“ harfiyle başlayan Şarap’ta kullanılıyormuş. Daha sonraki dönemlerde (İslâmiyet’e geçişten sonra) içki yasaklanınca, „Ş“ harfi de „S“ harfine çevrilip, o zaman „S“ harfiyle başlayan maddeler kullanılmış. Kırk bir türlü baharat ve koyuca şerbetle yapılan macun çeşidine ise „semenu“ denir. 

Osmanlı devrinde Nevruz bayramıyla ilgili özel törenler düzenlenirdi. „.. Güneşin Koç burcuna girdiği anda „nevruziye“ denilen bir mâcun veya tatlı yemek âdet olmuştur. Sarayda hekimbaşı, misk, anber, türlü baharat ve kokulu otlar ilavesi ile hazırladığı macunu porselenden yapılmış kapaklı kaseler içinde padişaha akşamdan takdim eder ve kendisine hil’at (kaftan) giydirilirdi. Nevruziye, kadın efendilere, sultanlara ve mühim şahsiyetlere de verilir ve bu macundan yemenin, kuvvet ve şifa verici bir tesiri olduğuna inanılırdı. Osmanlıların son zamanına kadar nevruz ananesinin devam ettiği ve saray eczahanesinde tertip olunan nevruziyelerin mevki sahiplerine gönderildiği, hal-kın da bu âdete uyarak, nevruzda hiç olmazsa tatlı yediği bilinmektedir. Nevruz münasebeti ile sadrazam padişaha donanmış atlar, murassa (değerli taşlarla döşenmiş) silahlar ve pahalı kumaşlar bibi hediyeler verir, bunlara „nevruziye pişkeşi“ (armağanı) denilirdi. Nevruzda divan edebiyatı şairlerinin câize (armağan, bahşiş) almak için, büyüklere kaside (övgü şiirleri) sunduklarını da kaydetmek lâzımdır.“[4] Osmanlı saray çevresinde sürdürlen bu kutlamalar daha çok eski İran/Pers geleneklerine dayanır. „Eski Iran edebiyatında, özellikle Persler zamanında nevruz dolayısıyle sultanlara, şahlara kaside sunmak, yeni yılı kutlamak bir gelenek niteliği taşırdı. Zamanla bu gelenek birçok müslüman ülkesinde de benimsendi.“ [5] 

Eskide Nevruz günü, komşulara, yakın dostlara nevruziyeler ikram etmek, hatta nevruz gününün anlamını ifade eden tebrik kartları (tebriknâme-i nevruz) göndermek; ayrıca nevruz günü nevruziyeler yiyerek ağızları tatlandırmak, yaygın bir gelenekti. „Bilhassa İstanbul’ da Nevruz’a çok önem verilir, törenlerle kutlanır ve Nevruz günü, bir sevgili gibi beklenirdi. 

Gerek zengin, gerek orta halli, gerekse fakir aileler arasında ‘Nevruz-i Sultani’yi kutlamayanlar hemen hemen yok gibiydi. Daha Mart ayının ilk dokuzunda nevruz hazırlıkları başlar, evlerde temizlik yapılır, tahtalar gıcır gıcır ovulur, tozlar alınır, camlar silinirdi. Nevruziyeler için de kristal taklidi kapaklı kâseler, surahiler, bardaklar dolaplardan (büfelerden) çıkarılır; eskileri kırılmış ise, yenileri alınırdı. 

Nevruz’un gelişi, geceye tesadüf ederse o vakite kadar uyumamaya çalı-şılırdı. Tam saatinde Nevruziye yenilirdi. Uyuyanlar olursa uyandırılırdı. Bütün ev halkı, neşeli, şenü şâtır, memnun ve bahtiyar yeni yılı kutlardı. Yine o yıllarda yüksek tabakaya mensup kişilerin konaklarına, dairelerine, bildik eczahane-lerden zimbaki canfes örtülere, renkli kâğıtlara sarılı tepsiler içinde, cicili bicili kâselere konulmuş ‘Nevruziye’ler gönderilirdi. Kâselerin üstüne yapıştırılan armut biçimindeki etiketlere bu leziz taamin (lezzetli yemeğin) hangi saatin hangi dakikasında yenilmesi gerektiği de yazılırdı. Ellerinde böyle birer rehber olmayanlar Müneccimbaşı takvimine[6] baş vururlardı (Müneccimbaşı Takvimi, eski devrin bir nevi almak’ı[7] idi. Taş basması olarak basılır ve satılırdı. Takvim, ufak çapta ve cepte taşınır şekildeydi. Bu takvimde her türlü takvimi bilgiler yazılı bulunurdu). 

O devirlerde, halk arasında Nevruziye hakkında sarsılmaz bir inanç vardı. Bu inanca göre Nevruziye, bazı hastalıkların en birinci ve en etkili bir ilacı idi. Örneğin: Nevruz sabahı aç karnına alınacak bir kaşık Nevruziye, körlükten kötürümlüğe; ısıtmadan romatizmaya kadar birebir gelen bir ilâçtı. Hatta kısır-lığın, cinsi iktidarsızlığın (ananetin) yegane sağaltıcı (tedavi edici) bir ilacıydı...“[8] 

Görkemli törenlerle kutlanan Newroz (Nevruz) bayramının Kürtler’ de de önemli bir yeri vardır. Bu olayı, kurtuluş günü olarak Dehak (Dahhâk)[9] efsanesine dayandıran görüşler olduğu gibi, bunu Kürtlerin ve İranlıların İslâmiyetten önceki inançlarına (Zerdüştlüğe) dayandıran görüşler de vardır. 

Kürd yazarılarından Kurdiye Bitlisi (Halil Hayali)’nin, ilk sayısı 7.11.1918’de İstanbul’da Kürdçe ve Türkçe olarak yayınlanan ve Kürdistan Teali Cemiyeti (Kürdistan Gelişme Derneği)’nin resmi olmayan yayın organı olan ve daha sonra kurulan Teşkilât-ı İctimayie Cemiyeti (Sosyal Örgüt Derneğin)’nin yayın organı olarak günlük gazeteye dönüşen „Jin“ (Hayat) dergisinde, Dehak efsa-nesi ili ilgili yazdığı yazıda, „Kürd halkının ulusal bayramı“ olarak tanımladığı Kawe ihtilalinin tarihi 31 Ağustos olarak verilmektedir. 

Bitilisi, Dehak efsanesini şöyle özetler: „Dehak adlı bir Arap fatihi var. İran’ı istilâ eden bu zalim, iki omuzundaki yılanları beslemek için her gün dört kişinin beynini çıkartıyor. Bu işin görevlisi, millettaşlarının verdikleri kayıpları bir ölçüde azaltmak için, günde iki kişinin beyni yerine iki koyunun beynini koyuyor ve kurtardığı iki çaresizi çevredeki dağlara kaçırıyor. Dağlara sığınan bu adamlar çoğalıyorlar. İşte bunlardan Kürd ulusu meydana geliyor. 

Efsanenin geriye kalan bölümüne gelince; bir gün Demirci Kawe (Gâve)’nin iki çocuğunu birden kaldırıyorlar. Bunu haber alan baba, meşin önlüğünü bir (...) bayrak yapıyor, bağıra çağıra sokakları dolaşıyor. Sonunda taşan ulusal kin ve nefretin karşısında zulüm ve keyfi yönetim layık olduğu cezayı buluyor; Dehak öldürülüyor, Feridun tahta çıkarılıyor ve ulus kurtuluyor. 

Bir Kürd tarafından yazılan ve zamanına göre iyi bir Kürd tarihi olan „Şerefname“, Kürdlerin milliyet kökeni konusunda anlattığı söylentiler arasında bu efsaneyi önemle kaydediyor...“ 

Bitlisi, Dehak efsanesini böylece özetledikten sonra, olayın tarihi hakkındaki görüşlerini ise şöyle açıklar: „İşgalcileri ülkeden kovup çıkarmaya çalışmakla vatanın kurtuluşunu göçe tercih eden diğer kısımlar, gerçekten ulusal galeyana bayrakta olan Demirci Kawe’nin yönettiği savaş hareketleri ile umduklarına kavuşmuşlar ve yurtlarını bağımsızlığa kavuşturmuşlardır. Her millet, tarihinde bu gibi büyük olaylara kaynaklık eden günleri özel gün kabul eder ve tantanalı törenlerle kutlar. Gerçekten, Kürdlerce de, yılın 31 Ağustos’una rastlayan Kurtuluş Günü, layık olduğu önemle kabul edilmiş ve her yıl Ağustosun otuzbirinde Demawen’de ulusal Kurutuluş adına bayram yapılmıştır…“[10] 

Jin Dergisi de, baharın ve yeni yılın başlangıcı olan 21 Mart Newroz bayramını, İranlılar gibi, „Sersal“ (Yılbaşı) ve „sosyal gün“, Kawe ihtilalini ise ulusal bayram olarak kabul etmiştir. 

Ahmed-i Hani de Mem u Zin’de, Newroz’dan sözetmiş ve onu Sersal (yılbaşı) olarak göstermiştir: 

Dewra felekê ji bextê fîrûz 

Dîsan ku numa ji nû ve Newrûz 

Mebnî li wî adetê mubarek 

Şehrî û sipahîyan bi carek 

Bajêr û kelat û xanî berdan 

Teşbîhê bi nijdîyan û cerdan 

Sef sef dimeşîne kûh û deştan 

Ref ref dixuşîne seyr û geştan 

(Feleğin dönüşü mavi talihten 

gösterince Newroz’u yeniden 

o kutlu geleneğe göre 

tüm kentliler, varıncaya dek askerlere, 

terketti kenti, kaleleri, evleri 

andırarark avcıları ve talancıları 

Saf saf tepelere ve ovalara yürüdüler 

Öbek öbek gezmeye, seyretmeye döküldüler). 

Sersalî û bakir û ruwalan 

Sedsalî-w ciwan û pîr û kalan 

Sersal-i li resam û rahê ma’hûd 

Gêrane diçû meqamê mehmûd 

(Yılbaşına katılan bakireler, delikanlılar 

gençler, yüzüne varmiş erkek ve kocakarılar 

geleneksel yol ve yöntemle yılbaşını 

kutladılar, göklere dek yükselterek seslerini.“ [11] 

Eski Med, Asur, Babil kültürlerinden etkilenen Zerdüşt takvimine göre Newroz, yeni yılın, yeni bir yaşamın başlangıcıdır. Newroz, aynı zamanda kötü-lüklerden, kötü ruhlardan, kötü yönetimlerden, hastalıklardan, baskı ve zulüm-lerden kurtuluşun günüdür. 

Newroz’un altıncı günü Zerdüşt’ün (Zerdüşt öğretisinin kurucusu, M.Ö. 599-521) doğum günü olarak ta kutlanırdı; Avesta’dan (kutsal kitaptan) dualar okunurdu. Ahura Mazda’ya (Zerdüştçülükte iyi ruhları simgeleyen Bilge Tanrı’ya) övgüler dizilirdi. Ölümün, hastalıkların, soğuğun ve karanlığın yaratıcısı Ahriman’ın kötülüklerinden kurtulmak için dualar edilirdi; ateşler yakılıp, lokmalar (kutsal yiyecek ve içecekler) dağıtılırdı. Ateş, toprak ve su Zerdüşt inancında kutsaldı. Ateş, güneşin, aydınlığın, sıcaklığın, iyiliğin ve erdemin bir simgesidir; insanları karanlıktan, soğuktan, hastalıktan ve kötü ruhlardan korurdu. Anadolu’nun halen bir çok yörelerinde, özelikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da güneşin, ayın ve bunların yeryüzündeki simgesi olan ateşin ve ocağın kutsallığı, daha çok bu geleneklerden kaynaklansa gerektir. 

Türklerin, Türkmenlerin İslâmiyetten önceki inançları olan Şama-nizm’de de ateş, ocak, bazı hayvan ve ağaç türleri kutsaldı. Bu inanış-ların ve âdetlerin bir kısmı Anadolu ve Balkanlardaki, özellikle Alevi Türkler/Türkmenler tarafından halen sürdürülmektedir. Yunanistan Türklerinden araştırmacı Abdurrahim Dede, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirilerinde konuyu şöyle açıklar: 

„Şamanizme göre dağlar, göller, ırmaklar (Yer-Su) hep canlı nesnelerdir. Ötüken ormanlarının Gök Türkler ve Uygurlar devrinde bütün Türklerce mukaddes sayıldığını biliyoruz. V. Gordlevski de Karakoyunlu Alevi Türkmen-ler’de orman kültünü tespit etmiştir...[12] Orman kültünden mâda bazı ağaçların ve bilhassa kayın ağacının (ve ardıcın) Şamanistlerce kutsal olduğu bilin-mektedir. Abdülkadir İnan’ın tespitlerine göre kayın ağacı koruyucu ve merhametli Ana Tanrı Umay ile beraber Ülgen tarafından yere indirilmiştir. Kaç Şamanı da kayın ağacına kurban sunarak şöyle hitap edermiş: 

Altın yapraklı mübarek kayın, sekiz gölgeli mukaddes kayın, dokuz 
köklü, altın yapraklı bay kayın! Ey mübarek kayın ağacı, sana kara 
yanaklı ak kuzu kurban ediyorum. 

(Anadolu’da ziyaret edilen, kurbanlar adanan, dilekler sunulan, renkli iplikler bağlanan yüksek tepelerdeki ulu ardıçlar, ziyaretler de bundan farklı değildir)... Altay Şamanları da tapınma sıralarında Gök Tanrı Ülgen’e şöyle yakarırlar: 

Otuz dişli ateş anam, karanlık gecelerde bizi (kötü ruhlardan) koru- 
yorsun. Ulusun koruyucusu, sürülerimizin bekçisisin. Ülger yıldızı 
arkadaşın bir (Tanrı) dan fermanlısın. Üç köşeli taş ocak, alevli yanan al 
ateşim! Ey Abakan dağının payı, ey ay ve güneşin parçası olan ateş! 
Bereket ver, kısmetimiz bol olsun!.’ 

Dağ için söylenen bir Şaman duası ise şöyle: 

Ey pulat dağ!.. Güneş senin her yanını çeviremez 
Ay; ey altın dağ!.. Senin her yanını kuşatamaz 
Abakan uruğunun (kavminin) örtüsü (hâmisi) 
Kutlu kurban isteyen yüce Dağım!.. 
Büyüklerimiz, atalarımız yere baş koyup sana tapmışlardır. 
Bir küçük alkışını (keremini) vermez misin? 
Bitmeyen, tükenmeyen kısmetimizi yaratıver. 
Ülüşümüz, elle tutulsun; 
Ey kutlu beşiği yaratan!.. 
Sürü davarlarına bolluk ver 
Arıg yurduma geçim ver. 
Ey kutlu ulu Dağ, yüce Kara-Kaya!..[13] 

Şamanizmdeki ateş, dağ, su ve ocak kültünün kalıntılarını Batı Trakya Türklerinin inanış ve âdetlerinde de görmek mümkündür. Onlara göre ateşe tükürmek günahtır. Çünkü ateş nurdur. Cigara ile ayak yoluna gidilmez. Hatta cigara tiryakileri helâda da cigara içebilmek için kendilerine uzun ağızlıklar yaptırarak, cigaranın ateşini helânın dışında tutmaktadırlar. Ateşte soğan kapçığı yakılmaz. Ateş söndükten sonra sacağıda kıvılcım kalmışsa o eve paranın gireceğine inanılır. Hamur, süt ve yoğurt, geceleri konu komşuya verilmez. Ancak vermek gerekirse bunların içine mutlaka kızgın bir kor atılır. Ateşın onları bu şekilde kötü cinlerden koruyacağına inanılır. Lohusa kadının helâya tek başına gitmesine izin verilmez. Gitmesi gerekirse elinde ateşle gitmesi gerekir. Ateşin lohusa kadını koruduğuna inanılır... 

Ateş ve ocak kültü ile ilgili çok orijinal olduğuna inandığımız bir âdeti İskeçe’nin Demircik köyünden 65 yaşındaki Abdulla Dede’den dinleyelim: ‘Köyümüzde eski bir âdet var.. Aşağı yukarı her sene «Canlı Ateş» denilen şeyi yakmaktadırlar. Bu, etrafta hastalık işitildiği zaman, hastalık önlensin diye yapılır (köyün ortasında iki kütük ardıç dikilirek bir ateş yakılır)... Canlı ateşten tutuşturdukları ocaktaki ateşi hiç söndürmezler. Bütün sene öteki canlı ateşe kadar. Çünkü o ateş mübarektir; hastalığın eve girmesini önler... Köyün âdetlerinden biri de şu: Mesela bir akşam bir kimsenin ineği gelmezse veyahutta keçisi, veyahut eşeği, bir hayvanı gelmezse bizim köylüler alıyor bir tas, ocaktan da bir kor alıyorlar ve maşa ilen «haydi hay hoy... hay hoy... haydi... » diyerek taslan o kızgın koru kapatıyor ve kapadıktan sonra alıyorlar bir makas ağzını iplen bağlıyorlar, dışarıda kalan hayvanı yemesinler diye. O bağlı makası tasın üstüne koyuyorlar... Böyle yapıldı mı kurt falan, canavar yiyemezmiş kırda kalan hayvanı. Sabahleyin açıyorlar tası. O zaman bakıyorlar, kapattıkları kor kömür olmuşsa canavarlar hayvanı yememiş demek... Ama kor kömür kül olmuşsa, yanmışsa, o zaman canavarlar hayvanı yemişler demekir...’ Nazar kapmalara karşı Türkiye’de genellikle kurşun dökülür. Batı Trakya’da ise nazara karşı kor atılır. Ateş burada da nazara karşı bir güç olarak kendisini gösterir...“[14] 

Azeriler, Kırgızlar, Tacikler, Özbekler, Çuvaşlar, Tatarlar ve daha birçok halklar tarafından kutlanan Nevruz bayramına, Tatarlar „Narduğan“, Tacikler „Gül Gardon“, „Bay Şeşek“ veya „Gül Navrız“, Buryatlar „Sagan Sara“, Cuvaşlar „Noris Oyahe“ derler. 

Tahatacı Alevilerde, eski (Rumi) takvime göre Mart’ın dokuzu (miladi, 21-22 Mart), Sultan Nevruz’dur. O günün sabahı erken kalkılır. Soğan kabuğu ile sarı renkli, Gangılız (kan kızıl) çiçekleri ile al renkli yumurtalar kaynatılır. Her ev kendi çocuklarına bunlardan muhakkak ikişer üçer tane verir. Ayrıca Nevruz günü, hazırladıkları çeşitli yiyecek maddeleriyle yakınlarının mezarlarını ziyaret edip, onları rahmetle anarlar. 

Alevi-Bektaşiler, 21 Mart Nevruz bayramını, Hz. Ali’nin doğum günü olarak
kutlarlar. Bugüne verilen önem birkaç noktaya dayanır: 

1) Hazreti Ali’nin doğum günü olması. 

2) Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in kızı Fatıma ile evliliğinin bugüne rastlan- 
ması. 

3) Hz. Ali’nin, Peygamber tarafından Gadirhum’da halife olarak ilân edildiği, diğer bazı kaynaklara göre, Hz. Muhammed’e nübüvvetliğin (peygamber-liğin), Hz. Ali’ye velayetliğin verildiği gün olması. 

4) Güneşin Hamel (Koç) burcuna girmesi. 

5) Eski Türk/Türkmen boylarının kışın sığındıkları yerlerden obaya çıktıkları
ve yeni hayata kavuştukları gün olması.[15] 

Alevi-Bektaşi şairlerinin Nevruz konusunda yazmış oldukları şiirlere, „Nevruziye“ denir. İşte, günün anlamını ve önemini açıklayan Nevruziye-lerden bir kaç örnek: 

Nübüvvet izharı bugünde oldu 

Cenab-ı Ali de bugünde doğdu 

Kainat bügünde nur ile doldu 

Bugün Nevruz oldu eyyam bizimdir 

Sevinelim canlar bayram bizimdir. 

– Hüseyin Hüsni Erdikut – 

Yine devreyledi deverân-ı âlem 

Eyledi tecelli Nevruz-ı Sultan 

Eyyâm-ı sürurdur, hüzün değildir 

Mübârektir beli Nevruz-ı Sultan 

Bugünkü gün oldu ol Şah-ı Merdan 

Batn-ı Fâtıma’dan gün gibi ıyan 

Harem-i Kâ’be’den oldu nümayan 

Ziyâ verip Ali Nevruz-ı Sultan. 

– Fevzi – 

Her yerde tâ Nevruz ola, gül bustan efruz ola 

Nevruz tek firuz ola eyyâm-ı Şah-ı Evliya. 

(Her yerde Nevruz ola, gül bahçeleri parlaya 

Veliler Şahı (Ali’nin) günleri, Nevruz gibi kutlu ola). 

– Fuzuli – 

Pir Sultan’ın eydür, erenler cemde 

Akar çeşmim yaşı her dem bu demde 

Muhabbet ateşi yanar sinemde 

Himmeti erince Nevruz Sultan’ın. 

(Bk. Alevi-Bektaşi Edebiyatında Nevruziyeler, 3. Cild, s. 1089-1093) 

Alevi-Bektaşiler arasında Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutlanan Nevruz günü, kimi bölgelerde Aynicemler kurulur, semahlar dönülür, gülbanglar çekilir; günün anlamı ve önemiyle ilgili nefesler (Nevruziyeler), Duazı İmamlar ve Nad-ı Ali okunur. Kimi bölgelerde „Güneşin Koç Burcuna girdiği saatten önce meydanda toplanırlar. Baba, Oniki İmâm’a salavatı ihtivâ eden ve «Salavât-Nâme» denen salâvatı Nad-ı Ali’yi okur; sonra sâkıylik eden kişi, içinde lohusa şerbeti ezilmiş sütü, babadan itibâren kıdem sırasıyla herkese sunar; sürahiden kadehe koyup sunarken, «Yâ Muhav-vil’el-hâli ve’l-ahvâl» yâni «Ey yılı, zamanı ve hâlleri evirip çeviren Tanrı» der; kendisine süt sunulan kişi, sütü içtikten sonra o ve herkesle beraberce «Havvil hâlenâ ilâ ahsen’il-hâl » yâni «Bizim hâlimizi en güzel hâle çevir» der. Sonunda kendisi de içer ve Baba gülbang çeker; bayramlaşılır. 

Mevlevilerin Şems kolu denen ve Ehl-i Beyt taraftarı olanlarında da Nevruz, bayramdır, aynı âyin icra edilir. Yalnız, fazla olarak «Heft-Selâm» (Selâm-esenlik) sözüyle başlayan yedi âyet de İmam Hüseyn’in toprağıyla bir kâğıda yazılmış ve süt kabına konmuştur. 

İmâmiyye’de ise Nevruz, Gadiruhum gününe (Hz. Muhammed’in veda hacı dönüşünde, Mekke ile Medine arasında Gadirhum denilen yerde, «Ben kimim mevlâsı, yani velisi isem, Ali de onun mevlasıdır» diyerek, Hz. Ali’yi halife ilân ettiği güne; Hicri takvime göre Mart ay’ının sekizine, bayramın ise Mart ay’ının dokuzuna, Milâdi takvime göre, 20-21 Mart’a) rastlaması dolayısiyle bayramdır. Nevruz sofrası yapılır; sofrada Heft-Sin, yâni Sin harfiyle başlayan yedi şey (Sünbül, Sirke, Sumak, Senced, Sir, Sebze, Semnu) bulunur ve yukarıdaki duâ yılın günleri sayısınca, üçyüz altmış altı kere okunur. Bu duânın başına, «Ey geceyi, gündüzü tedbir ve tasarruf eden, ey kalbleri ve gözleri çeviren» sözleri de ilâve edilir...“[16] 

Balkanlardaki Aleviler-Bektaşiler arasında yaygın olan Nevruz bayramı, Kırklareli bölgesinde bir bahar eğlencesine dönüşür; Hırisitiyanlık’taki „Ostern“ bayramında (Paskalya yortusunda)[17] olduğu gibi bereketin simgesi olan yumurtalar boyanır; özel Nevruz yemeği olan „ekşi aş“ yenir; Alevi köylerinde ortak kurbanlar kesilir; köylü masrafa ortak olur. Buna „çomat“ denir.[18] Deliorman ve Dobruca yöresindeki Aleviler, Nevruz bayramını “Kırklar Bayramı” olarak kutlarlar. O gün cem yapılır, Kırklar semahı dönülür. Musahipli olan aileler 40, musahibi olmayan aileler ise 20 yumurta pişirirler; ayrıca Cebrail kurbanı olarak bir horoz veya tavuk keserler. Pişirilip ceme getirilen bu lokmalar eşit bir şekilde üleşilir ve birlikte yenilir. 

Doğanın uyanışını simgeleyen Nevruz günü yöre insanları kırlara çıkıp eğlenirler; ulu cevizlere salıncak kurup, sağlık sağlamlık için sallanırlar. Nisan ayında ise köfür günleri başlar. Köfür günleri hayvan koşulmaz, süt kaynatıl-maz, yumurta pişirilmez, ele makas, iğne alınmaz, sıva yapılmaz. 5-6 Mayıs’ta ise Hıdırellez törenleri başlar. O gün ateş yakılır; ateşin üzerinde atlanır; delikanlı kızlar tarafından nişan çıkarılır, Kırat oyunu oynanır, hastalar ziyaret edilir, demir dövülür; demir maşa ile sağlık sağlamlık için nallanma işlemi yapılır. Kır atımı nallarım / çöl avında oynatırım / yüzbin asker gelmiş olsa/ Ben atıma çiğnetirim... türküleriyle sokakları dolaşıp insanları coşturan Kırat kafilesinin sundukları temsillerle, Hıdırellez günleri büyük bir sevinç ve coşkuyla kutlanır.[19] 

Silifke Tahtacıları, Nevruz bayramını, Hazreti Hüseyin’in doğum günü olarak kutlarlar. Malatya/Arguvan çevresindeki Aleviler Nevruz’da „Kış bitti Bayramı“ yaparlar. Uğur getirsin diye taştan küçük evler yapılır, ateş yakılır, el ele tutuşarak ateşin etrafında dönülür.[20] 

Cem ayinleri ve çeşitli şenlikler düzenlenerek, yiyecek ve hediyeler sunularak kutlanan Nevruz törenlerinin önemli bir özelliği de, bu günde küskünlerin barış-tırılması, kırgınlıkların giderilmesi, düşkün ve yoksullara yardım edilmesidir. Anadolu’da, Nevruz’la, eski takvime göre „Mart dokuzu“yla ilgili birçok halk inançları, gelenek, töre ve âdetler vardır; ayrıca „Nevruz“ adında birçok şahıs ve yer isimleri vardır: Sivas/Yıldızeli ilçesine bağlı „Nevruz Yayalsı“ köyü; Yıldız-eli’nin Direkli bucağına bağlı „Nevruz“ köyü; K.Maraş/Pazarcık/ Narlı Bucağın bağlı „Nevruzlu“ köyü; Çanakkale/Yenice ilçesine bağlı Nevruz köyü vd. 

Nevruz, köylere, şahıslara, tatlı çeşitlerine; „Nevruz-Hüseyni“, „Nevruz-Hicaz“, „Nevruz-Nevâ“, „Nevruz-Rehavi“, „Nevruz-i Sultani“ gibi müzik makamlarına isim olur da, baharı müjdeleyen çiçeklere ve halk türkülerine isim olmaz mı? 

Nevruz der ki, ben nazlıyım / Sarp kayalarda gizliyim 

Mavi donlu gök yüzlüyüm / Benden alâ çiçek var mı?“ 

Nevruz nevruz bahara / Güller güller nahara / Bahçemizde gül olsun / Gül olsun, bülbül olsun!.. Dilekleriyle konuyu, Alevi-Bektaşi ozanlarından Şükrü Baba’nın şu Nevruziyesiyle bağlayalım: 

Akşamlar aşk olsun bayram gecesi 

Bu ayın nurudur Sultan-ı Nevruz 

Fazl-ı şahım budur dilek gecesi 

Ne mübarek gündür Sultan-ı Nevruz 
Muhabbet şehrinin nurdan yapısı 

Oniki İmam’dır cennet kapısı 

Hakk’a secde eder kulun hepsi 

Dilekler kabuldur Sultan-ı Nevruz 

Bayram kutlu olsun açılmış güller 

Konmuşlar meydana garip bülbüller 

Esmai Hayder’i zikreder diller 

Ne saadet bize Sultan-ı Nevruz 
Sakii kevserdir ol Şah-ı Merdan 

Sundular kevseri ol demde heman 

Süreriz demleri yıkılsa cihan 

Şad olur kalbimiz Sultan-ı Nevruz 

Muhammed Mustafa Sultan-ı cihan 

Ali’nin sırrını çün kıldı beyan 

Hatice sırrından kamusu şâdân 

Ruha safa verir Sultan-ı Nevruz 
Ondört Mâsum-u Pâk sırrı sırrullah 

Ayini cem içre nuru nurullah 

Cümlenin muradın’ verici Allah 

Bizi de şâd eder Sultan-ı Nevruz 

Saadet hırkasını büründü Ali 

Velâyet tacını vurundu Ali 

Melek secde etti bilindi Ali 

Nübüvvet sırrında Sultan-ı Nevruz 
Şükrü Baba söyler, bu deme şükür 

Nurunu, sırrını kıldı tefekkür 

Muhammed Ali’dir dilinde zikir 

Ne mürüvvet bize Sultan-ı Nevruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder