Ana Sayfa Bilgi Bankası

9 Aralık 2010 Perşembe

EDEBİYAT..

Sözlü edebiyat. Afrika uygarlığının te­mel iletişim tekniği sözlü iletimdir. Levi- Strauss (Arıthropologıe structurale, 1958) ya da Marcel Jousse (/ Anthropoiog.e du geste, 1969) gibi avrupalı etnologlar, af­rika toplumlarının, bireyler arasındaki so­mut ilişkilere dayandığı olgusu üzerinde durmaktadırlar. Bu tür ilişkilere ayrıcalık tanıyan bir toplum, doğaı c!arak söze ve belleğe daha büyük bi' önem vermeye yönelir. Afrika toplumunda görevi koruyu­culuk ve aktarıcılık yapmak olan kişiler vardır. Bunlar şecereleri anımsar, soyları yüceltir, atalarının deneyimini atasözleri ya da bilmeceler halinde korurlar: örne­ğin Fildişi Kıyısı'nda Beteler'vn lir ya da tambur çalan bir çalgıcı eşliğinde konu­şan "söyleyiciler"i, Mali sarayının büyü­cüleri. Halkın ya da klanın ruhunu simge­leyen bu kadın ve eruek (Yorubalar'daki gibi) şair ve tarihçiler, kutsal bir güç ve kutsal bir eylem sayııan sözün bekçileri­dir. Tarihi anlatan ya da bilgeliği öğreten bu kişiler hem kendi topluluğu için, yani ona bilgi vermek amacıyla, hem de onun adına konuşurlar. Ağızdan çıkan söz, top­luluğu bağlar ve belirli bir diksiyon (hal­kın dikkatini canlı tutmak için ses :ı temi/ ve ritimli olması gerekir) ve l-;llerr ? to­niğini (dinsel törenlerdeki sözısrir kul'> tif yaptırım kaygıs yıa yanıtsız .^unrıası gerekir), öze1 yer ve zamaı > koşullarını (tö­renler, köyür. ya da mahallenin de katıl­dığı aile ç: ; ..aylar) gerektirir En uygun zaman gecedir; alanda ya da bu amaca ayrılmış birada bir araya gel?n topluluk, masal oyun"una katılır; bö/e;e şarkı söylenir, dans eo:ı!r ?f!oi çalın. ; knı za man g, jplaı araşınca.; .'tabet yarışmala­rı yapılaraK V.-plumsal saygıııl'k sağlanır.
Bu sözlü edebiyat'ın yapısı ner şeyden önce belleğe dayanır. Bu yapı, temelde, her Arrıka dilinin doğal yapısına bağlı bir ritimden ohşur. Yine, birçok boyut taşı­yan bu ürünleri tek bir metin olarak yaz­mak çok zordur. Edebiyat genellikle oku­nur, oysa Afrika'nın ~ö.-Jü edebiyatı yaşa­nır. FranşızIcY'm "f;u.ssiqı..s ^irıcains" (Julliarn,, ingilizlerin " The Oxford Library of African i torıture" yapıtlarına ve Bel­çikalılar 'o ı ^n ,jren müzesi yayınlarına karşın, -^özıü Jtnka edebiyatının kendine özgü yanını ;ok az tanıyabilmiş olduğu­muzu kabul <;tr -ek zorundayız. Bununla birlikte, epik(£\ındiata'nın Ruanda kutsal \ krallığını yüceten şiirlerden oluşan malin­ke 'fest-"0 m tarihsel (Futa-Calon yöre­sinden pı^l dil': de kronikler) türler açısın­dan bunün zengin bir edebiyat olduğu­nu biliyoruz. Arr.a yoruba (ijaia) ya da nza- kara şiirlerinde olduğu gibi, çoğu zaman, efsanelerin anımsanması güncellikle iç içedir. Afrika'daki sözlü anlatımda tiyatro, dinsel ayinler ve şarkılı eğlenceler aracı­lığıyla önemli bir yer tutar: genellikle de Bambaralar'da olduğu gibi (Bamako'nun koteba's\) bilinçli bir yergi ve toplumsal eleştiri içerir. Ne yazık ki, dilbilgici ve ant­ropologların gösterdikleri bilgince ilgiye karşın, bu sözlü edebiyatın yazgısı Afri­ka'nın sosyal ve ekonomik değişimlerine bağlıdır (kentleşme, göç, sanayileşme, kuşak çatışmaları): Amadou Hampatö Bâ, "ölen bir yaşlı, yanan bir kütüphanedir" demiştir.
• Yazılı edebiyat. Afrika dillerinde (yo­ruba, hausa, suahili) latin harfleriyle yazıl­mış metinler vardır; bunların dinsel esin taşıyan bir bölümü, hıristiyan misyonerle­rin eylemlerinden kaynaklandı; laik nite­likte olan diğerleri, siyasal eylemlerden ve daha çok da Nijerya'da doğdular. Ama geleneksel yazılı edebiyatlar, kaynağını IX. yy.'dan başlayarak zenci Afrika'nın is- lamlaştırılmasından aldı. Arap yazısı ön­celeri, pöl, hausa, suahili, uolof
dillerinde­ki metinlerin yazılmasını sağladı. Daha sonra, din değiştiren soylu zencilerin an­latım aracı oldu. Bunlar, klasik arapçayı okuyup yazıyor ve arap yazarlarını kendi dillerinde açımlıyorlardı. XVI. yy.'dan baş­layarak, kendi uyrukları arasında islamı yaymaya çalışan bu aristokrasi, bir çeşit oyalanma yazısından, öğretici ve din sa­vunucu bir edebiyata geçti, bilim ve sa­nat koruyuculuğu yaptı. Yapıtlar, temel­de. Kuran'ın ilkelerini halka öğretmey amaçlayan dinsel şiir ve destanlarda uzunluğu sınırlı olan (ortalama yüz dize) bu şiirlerde çoktanrıcıların ve animistlerip cehennemiyle inananların cennetini can­landırmak için somut ve ilginç imgelere başvuruldu. Afrika dillerinde yazılmış me­tinlerin yer aldığı birçok elyazması, arap­ça bir önsöz, bir sonuç bölümü ve yorum­lar içerdi.
Ama en canlı yapıtlar, kadınlara ve sı- vasal gelişmeye karşı kaleme alınmış, ço­ğu kez aristokrasiye ve geçmişe bağlı öz lemler taşıyan koşuklu yergiler ve IX-XIX yy.'lar arası islam imparatorluklarının ku­rucularını yücelten kroniklerdi. Sömürge­leştirme müslüman zenci aristokrasisin " çökmesine yol açtı. Ama bu kesimin kül türü birtakım aydınlar arasında günümü­ze kadar yaşadı. Bunlar, arapça ve afn ka dillerinde kaleme aldıkları kronikler ve şiirlerde, çağımızdaki siyasal ve toplurr sal bunalımların nedenlerini ortaya koy maya çalışmaktadırlar.
• Kökenler ve fransızcanın önceliği. Fortunatae insulae denilen adalar ve Iro- quois'ler ülkesi, XVIII. yy.'ın büyük bir bo­lümü boyunca avrupalının imgelemini de­rin biçimde etkilemişse de, gezginler İçj- uzun süre bilinmez kalan Afrika kıtasına karşı gerçek bir ilginin başlaması için, XIX yy. başlarını beklemek gerekti. Bununu birlikte, 1830'da, Ren6 Caillıe nin ünlü Journal d'un voyage â Tombo- uctou et â DjennĞ'yi yayımlaması, zengc bir keşif edebiyatının ilk adımı oldu; kısa süre içinde, ilk sömürge keşifleri bu ede­biyatın güncelleşmesini sağladı. Bunır üzerine misyoner, yönetici ve subaylar s- nografya bilgileri toplamak için birbirleriy­le varışa girdiler. Bu koşullar altında, « aı,ikalı yazarlar olan senegalli Ousma-e SocĞ (Karim, 1935), dahomeyli Paul h~ zoumö (Doguicimi, 1938) ya da sudanı Fily Dabo Sissoko'nun, her yönden ter- dit altında olduğu görülen bir geleneğ iş­lemeye büyük özen göstermeleri olağa-- dı. Daha birkaç yıl önce, Blaise Cerc- rars'ın Anthologıendgre'i yayımladığı s- rada guyanalı Renö Maran, sömürge st teminin Ubangi-Şari'li geleneksel toplun- lar üzerindeki yıkıcı etkilerini Batouala s. anlatmıştı. Özellikle yankılar uyandıra* önsözü yüzünden yarattığı skandalla Ti­ran'ın 1921 Goncourt ödülünü almaş fransız dilindeki afrika edebiyatının çıkf noktası sayılabilir. Zaten yapıtın ilk afrika okurları da bu gerçeği hemen sezdıc Batouala, zenci aydınların başucu ktec oldu. Afrika kültürlerinin saygınlığı ve s:- mürgeciliğin girişiyle başgösteren tehı« konusundaki bu bilinçlenme, XX. yy r başlangıcında dünyayı altüst eden bir a: bunalımdan ayrı düşünülemez. Birı-c Dünya savaşı'nda senegalli askerlerin • lesel biçimde çarpışmalara katılmala- dan doğan ırk karışımına ve bundan o
ğan çeşitli sonuçlara, 20'li yıllarda, yeni bir sorun eklendi: bu sorun batı uygarlık­larının üstünlüğüne o güne kadar besle­nen inancın sarsılmasıydı. Leo Frobeni- us (Und Af rica sprach, 1912), Maurice Delafosse (l'Âme nögre, 1923) ya da Th6- odore Monod gibi etnologların etkisiyle, "zenci insanf'nın da geçmişsiz olmadığı, dolayısıyla Afrika'yı üzerine herhangi bir şeyin inşa edilebileceği bir boşluk (Ka- rim'in önsözü) saymanın saçmalığı anla­şıldı. Bu kültürel görecelik hareketi ve aynı doğrultuda, Haiti'de doktor Jean Price- Mars'ın (Ainsi parla 1'Oncle, 1928) gös­terdiği çabalar, kısa süre sonra Londra' da, Paris'te toplanan zenci aydınlar tara­fından benimsendi ve böylece daha son­raları "zencilik" olarak adlandırılan dü­şünce akımı ortaya çıktı. Bu akımın ilk ör­neği, edebiyat alanından önce, 1932'de LĞgitime DĞfense (Meşru Müdafaa) gibi kışkırtıcı bir başlıkla yayımlanan bir çeşit program-bildirge oldu; ama özellikle Le- on Gontran Damas, AimĞ CĞsaire ve LĞ- opold SĞdar Senghor tarafından 1934'te Paris'te kurulan l'Etudiant noir (Zenci üni­versiteli) gazetesi çevresinde, bir zenci kültür rönesansına yönelik istek ve özlem­ler belirginleşti. Başlangıçta temel olarak fransızcanın etkisindeki bu hareket, ola­ğanüstü bir lirizm patlamasına yol açtı. Akımın örnekleri aşağıdaki yazarların ar­tık klasikleşmiş kitaplarıydı: LĞon Gontran Damas (Pigments, 1937; Black Label, 1956; NĞvralgies, 1966), Aime Cesaire {Cahier d'un retour au pays natal, 1939; Ferrements, 1960; Cadastre, 1961), Le- opold S6dar Senghor (Chants d'ombre, 1945; Hosties noires, 1948\Ethiopiques, 1956) ve Jacques Rabemananjara (Ant- sa, 1948). Şiir alanındaki bu sıçramanın kökeninde, tüm bu insanların batı kültü­rünün üstünlüğünü kırmak ve hor görme­yi öğrendikleri bir geçmişle yeniden bağ kurmak için gösterdikleri ortak isteği gör­mek gerekir; böylece, öz kaynaklara dö­nüş temasının ve derin bir ürperişle tüm zenci şiirini kaplayan başkaldırı duygusu­nun kazandığı önem, kolayca anlaşılabi­lir. Bu duyguyu Senghor, kusursuz biçim­de şu dizeyle özetler: "Fransa duvarların­daki o sırıtkan banania afişlerini yırtaca­ğım." Bu büyük zenci yortusunu izleyen dönem, şiir alanında kısır olmadıysa da -Gârald Tchicaya U Tam'si(/e Mauvais Sang. 1955; Feu de brousse, 1957; £pi- tomâ, 1962), David Diop (Coups de pi­ton, 1956), Lamine DiakhatĞ (Primordia- le du sixiĞme jour, 1963), Patrice Kayo (Hymnes et Sagesse, 1971), Maxime N'Debeka [Soleils neufs, 1969; l'Oseille, les citrons, 1975) gibi adlar bunun kanıtı­dır-.ikinci kuşak afrikalı yazarlar büyük öl­çüde romana ve lirik çalışmalardan çok, eleştiri yazılarına yöneldiler.
Gerçekten de 50'li yıllardan başlaya­rak, sömürge toplumunu ödünsüzce be­timleyen, keskin ve alaycı bir dille, say­gınlığını gitgide yitiren bir sistemin tıkanı- şını anlatan bir dizi öykü ortaya çıktı. Ezo Boto adıyla yazan Mongo Beti, dışardan ülkeye sokulan uygarlıkla ilişki içindeki köylülerin yozlaşmasını anlatır (l/ille cru- elle, 1955; Mission terminâe, 1957), Ka­merun'daki hıristiyanlaştırma girişiminin başarısızlığını eleştirirken (/e Pauvre christ de bomba, 1956; le Roi miraculâ, 1958) aynı ülkeden Ferdinand Oyono, Lİne v'ts de boy ve le Vieux NĞgre et la mâdaille adlı yapıtlarında (1956) yurtlarından uzak­taki avrupalıların değersizliğini ve kibirini alay konusu yaptı. Daha bağımlı ve da­ha sert bir tutum içindeki Ousmane Sem- bene aynı dönemde, Ö pays, mon beau peuplel (1957) ve özellikle 1947 Dakar - Nijer grevine açık göndermeler yapan les Bouts de bois de Dieu'de (1960) sömür­ge egemenliğinin içyüzünü sergiledi. Bu yazarlar sömürge toplumuna karşı çıkar­ken, romancılar da haklı olarak kendileri­ni geçmişin kahramanlarıyla, ünlü kişile­riyle özdeşleştirme gereksinimi duydular; bu kaygı, Djibril Tamsir Niane'nin Soun- diata ou l'Epopâe mandingue (1960) ki­tabındaki
epik öykülerin başarı kazanma­sını ve eski zamanların anısını tazeleme­yi amaçlayan masalların, kroniklerin, ef­sanevi öykülerin bollaşmasını sağladı: Je­an Malonga'nın Leğende de M'Pfoumou Ma Mazono (1954); Nazi Boni'nin Crö- puscule des temps anciens: chronique de Bwamu (1962) ya da Birago Diop'un les Nouveaux Contes d'Amadou Koum- ba (1947 ve 1958). Ama, geçmişin say­gınlığı ne olursa olsun, yeni kuşakların yazgılarını kendileri belirlemeleri gereki­yordu. Batı öğretileri ve yöntemleriyle ye­tişen afrikalı gençlerin birçoğu Avrupa ile ilişkileri sonucu, anayurtlarına dönmekte belirli bir güçlük çektiler; bu oldukça aoı deney, birçok "çıraklık romanf'na konu oluşturdu: senegalli şeyh Hamidou Ka- ne'nin Aventure ambigue adlı romanı (1961) bunların en iyi örneğiydi; gineli Ca- mara Laye'nin Enfant noir'ı (1953) ve fil­dişi kıyılı Bernard DadiĞ'nin ClimbiĞ'si (1956) öbür başlıca örnekleri oluşturdu. "Köksüzleşme" temalı bu romanlarda hep üstü örtülü biçimde yer alan boğun­tu teması, çizgidışı iki yapıtta doruk nok­tasına ulaştı: Olympe Bhely-Quenum'un Un piĞge sans fin' i (1960) ve Camara La­ye'nin le Regard du Roi'sı (1954); bu ikin­ci romanın kahramanı efsanevi bir Afrika' da mistik bir arayış içindedir. 1959-60'ta afrika ülkelerinin bağımsızlığa kavuşma- larıyla birlikte siyasal yergi ve sömürge mirasını elinde tutan "komprador" burju­vazilerin yolsuzluklarının sergilenmesi, aşağıdaki romanlarda yeniden gündeme geldi: Ahmadoü Kourouma'nın les Sole­ıls des Indöpendances (1968), Alioum FantourĞ'nin le Çerde des Tropiçues
(1972)    ,     Mongo Beti'nin Remember Ru- ben ve PerpĞtue (1974), Henri Lopes'in Tribaliques( 1971), Ousmane Sembene' nin Mandat (1969) ve Xala (1973), Valen- tin Yves Mudimbe'nin Bel immonde (1976) adlı yapıtları. Bununla birlikte, bu köksüzleşme temasının yerini, bir ölçüde geleneksel toplumun gerek yüceltmek, gerek mahkûm etmek üzere işlenmesi al­dı; bu tema Jean Pliya (l'Arbre fetiche, 1971), Ftemy Medou Mvomo ve özellikle de le Sang des masques (1976) ve No- ces sacrĞes (1977) ile Seydou Badian gi­bi birçok çağdaş yazar için çekiciliğini ko­rudu.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, ilk afrika ro­manlarının pek çoğunu besleyen özya- şamsal esin kaynağı, hiçbir zaman kuru- madı ve yeni yapıtları biçimlendirmeyi sürdürdü. Kuşkusuz bu olay, bugün Av­rupa'da gelişen ve "teyp edebiyatı" de­nilen çok sayıda yapıtta kendini gösteren "yaşamöyküleri" biçimine tümüyle ya­bancı değildi; ancak Batı'nın olası etkile­rinden ayrı olarak, afrika insanının, özel biçimsel araştırmalardan uzak, kendi de­neyimlerini anlatma gereksinimi duyan yazarların yazdığı yapıtları okumaktan zevk aldığı düşünülebilir. Buna tipik ör­nekler, Seydou TraorĞ'nin Vingt-Cinq Ans d'escalier ou la Vie d'un planton (1975) ve daha küçük çapta da Amadou Ham- patĞ Bâ'nın bir çevirmenin serüvenle­rini anlattığı £trange Destin de Wangrin
romanlarıdır. Son olarak çağdaş yazarlardan bir bölümünün bireyin bağlı olduğu topluluktan çok, bireye önem ver­me eğilimi taşıdıkları belirtilebilir. Özellik­le teknik ilerlemeye ve göreneklerdeki ge­lişmeye karşın, sosyal bağların hâlâ çok güçlü olarak sürdüğü ve geleneğin kişi­sel girişimleri çoğu zaman yasakladığı, ya da en azından kısıtladığı bir toplumda bu eğilim dikkat çekicidir. Ayrıca toplum ku­rallarına karşı koyan kişilerin çoğunlukla "iyi yetişmiş" kesimden geldiğini, bu tu­tumlarında yurt dışında bir süre kalmala­rı ve orada öğrenim görmelerinin etkili ol­duğunu da kabul etmek gerekecekti. Bu­nunla birlikte, V. Y. Mudimbe (Entre les ea- ux, 1973) gibi romancıların yapıtlarında bu tür kişileri işlemeyi göze almaları yeni bir durumdu; bu yapıtlarda kahramanın ruhsal açıdan incelenmesi-burada Tan­rı ile devrim arasında kararsızlığa düşmüş bir papaz eskisi sözkonusudur- toplum­sal çevrenin
(1972)   betimlenmesine göre büyük öncelik taşıdı. Yeni kuşak yazarları bilinçli olarak ya da olmayarak, kendilerinden önce toplumsal romana ya da etnografik röportaja tutsak kalmış ağabeylerini bu­naltan durumdan gerçekten kurtulmak ve haklı olarak daha tam bir anlatım özgür­lüğü elde etmek istediler.
Afrika tiyatrosuna gelince; Dakar'da VVilliam Ponty okulu deneyimiyle simge­lenen uzun etnografya geleneğinden sonra, tiyatro da sömürge ve sömürgeci­lik sonrası düzenini sergilemeye ve bu dü­zene karşı çıkmaya girişti. Bugün tiyatro başlıca üç yönde gelişmektedir: sömür­geciliğin ve onun yarattığı sıkıntıların ser­gilenmesi (Seydou Badian'ın la Mort de Chaka, 1961; Jean Pliya'nın Kondo le Requin, 1966; AimĞ Cfeaire'in Une sai- son au Congo, 1967; Şylvain Semra'nın Tarentelle noire et Diable blanc, 1977), kuşak çatışmalarının çözümlenmesi (Guil- laume Oyono Mbia'nın Trois Pretendants et un mari, 1964; Jean Pji'/a'nın la Sec- retaire particuliĞre, 1973), ,bugünkü siya­sal tutumların eleştirisi. (Câsaire'in la. Tr'a- gödie du roi Christopbe, 1964; Bernard Dadie'nin Monsieur thogo-Gnini, 1970; Maxime N'Debeka'nın le PrĞsident, 1970).
Bugün yeni kuşaklar, eskiye.bağlılığı ve gericiliğinden dolayı zencilik ideolojisini kı­nayıp ona karşı çıkıyorlarsa da, bu akımın yaklaşık on yıl boyunca, afrika kıtasının tü­mü yönünden hem gerçek bir edebiyat tekeli gerçekleştirdiğini, hem de bir kül­tür lokomotifi görevini yaptığını kabul et­mek gerekir.
1945'ten 1955'e kâdarki on yıllık dö­nemde, apaçık bir düşünsel kaynaşma­nın belirtisi olarak, edebiyat yapıtlarında gerçekten zengin bir gelişme görüldü. Özellikle 1947'de zenci aydınların tümü­nü bir araya getiren PrĞsence.^fricaine dergisi ve yayınevinin kurulmasıyla fjafis, on yıla yakın süre edebiyatŞretinılnigİek merkezi ofarakjkaldı. Ay-nı^ne'mtfe'in- gilizce yazan yâzarlarda/ı yalnÖİkifcî, gü­ney afrikalı; Peter Abrahams ile nijeryalı Amos Trupla .belli bir üpe kavuştular; 1962'de çağdaş afrika edebiyatı nınjjk in­gilizceyapıtlarından biri olan Gerald Mo- ore'un Seven African Mfr/fef£'ı(,en büyük yeri yine fransıjca^şzân yazarl^fâ ^yır­dı. Spnüçta, doğa^ fjîarak Paris, birinci uluslara^ zenci" yazar- ve sanatçılar kongresinin toplandığı kent oldu (1956). Bu toplantı, afrikalı aydınlar arasında çok büyük yaıpkı yaptı: sert bir sömürgecilik karşıtlığı^ve kavgacı bir lirizmle pekişen zencilik ideolojisinin yayılmasına katkıda bulundu; Lizbon'da, "Casa dos estuden- te&.do imperio"da-toplanan lusitanialı- afrikalı öğç'encilep'şrasınjjjp L^opöld SĞ- dar Senghor ile Üavid Diop'un kazandık­ları 6aşa(jiıpwı kaynağı oldu. • Ingilşcejfopuşan zenci Afrika. Ne var ki, 19,34'te Sen kıyılarında doğan hareket, özellikle ingilizce konuşan zenci Afrika' da etkisini jgöşterecekti. 1957'de Nijerya' nıh ibadan Jfentinde Black Orpheus der­gisini çıkarap, Janheinz Jahn ve Ulli Bei- er adj^pnfia afrika uzmanı iki alman, böy- . .lece dokuz-^yıl önce Jean-Paul Sartre' ın LĞopold,S6dar Senghor'un l'Antholo- gie de la hoyvelle poesie nĞgre et mal- , gache de la langue française (1948) adlı yapıtına yazdığı l'Orphee noir başlıklı ön­söze saygılarını açıkça göstermiş oldular. Zaten derginin ilk sayılarında african per- sonality'yi araştırma düşüncesiyle, özel­likle fransızca yazan afrikalı ve antilli ya­zarlardan çevirilere yer verildi. Ancak 1960'tan başlayarak, çok kuramsal ve aşırı idealist bir anlayış sayılan Senghor' un zenciliğine karşı bir tepki hareketi or­taya çıktı. Nijeryalı büyük oyun yazarı Wo- le Soyinka da, fransızca yazmaya karşı çı­karak şu espriyi yaptı: "Kaplan, ben kap­lanım demez, avına saldırır!"
ingiliz dilindeki afrika edebiyatı, uzun sûre yoksul bir akraba sayılırken zaman­la fransız dilindeki afrika edebiyatını kıs­kanmayacak bir duruma ulaşabildi. Ba­ğımsızlık hareketlerinin doğurduğu çal­kantıların (1966'da Nkrumah'ın devrilme­si, 1967-1970 arasındaki Biafra savaşı) ar­dından, birdenbire eski ingiliz sömürge- lerindeki durumun eleştirici bir dökümü­nü yapan romancı, şair ve oyun yazarla­rının ortaya çıktığı görüldü: Nijerya'da Wole Soyinka (The interpreters, 1965: A Dance of the forests, 1960), Cyprian Ek- wensi (People of the city, 1954), Timothy Aluko (Chief The Honourable Minister, 1970) ve Chinua Achebe, yapıtlarında öz olarak yeni siyasal sınıfın yeteneksizliği ve çürümüşlüğü tehlikesiyle yüz yüze olan bir toplumu betimlemeyi seçtiler. Things fail apart'ta (1958) Achebe, ilk misyoner­lerin ibo ülkesine gelişini ve halkın öz kül­türünden koparılması sürecinin başlama­sını anlattı. Bu sürecin kötü sonuçlarını Ar- rowofGcxf da inceledi (1964). Toprağın­dan kopmuşlara ve güçsüzlere karşı acı­masız kent tema'sı da No Longer At Ea- se'de (1960) Achebe ve Jagua Nana'da (1961) Cyprian Ekvvensi tarafından işlen­di. Yapıtlarında aynı bakış açısını yansı­tan şairler de şunlar oldu: Pepper Clark (A Reed in the Tide, 1965; The Ozidi of Atazi, 1966), Biafra savaşı sırasında öldü­rülen Christopher Okigbo (Heavensgate, 1962; Labyrinths wıth Path Of Thunder, yazarı öldükten sonra 1971 'de yayımlan­dı). Achebe'nin tarih karşısındaki derin karamsarlığı ganalı iki yazar tarafından da paylaşıldı: Ayı Kwei Armah (The Beautı- ful Ones are not yet born, 1968) ve Kofi Avvoonor {This earth, mybrother, 1971). Bu yazarların romanları toplumdaki son­radan görme tabakanın kazanç hırsını ve ikbalciliğini betimledi. Kenya'da bu acı­masız tanıklık görevini James Ngugi Wa Thion'go üstlendi; Thion'go, görkemli ro­manlarında (Weep not, child, 1964; The River between, 1965; A Grain of wheat, 1967) Mau-Mau'ların ingiliz tahtına karşı ayaklanmasını anlattı; son öyküsü Petals ofblood(1977) onu cezaevine götürdü.
Son olarak Uganda'da, Okat P'Bitek' ın yapıtlarının büyük bölümünü uzun düzyazı-şiirleri oluşturdu (Songs of Lawı- no, 1966; Songs of Ocol, 1970); Robert Serumaga ise, Return to the Shadovvs (1969) adlı romanında sömürge sonrası döneminin üzücü siyasal gerçeklerini be­timledi.
140
Ne var ki, bu birkaç ad ingiliz dilindeki afrika edebiyatını hiçbir biçimde özetle­mez. Örneğin bu edebiyat tiyatro yapıtı alanında büyük gelişme gösterdi - özel­likle Hubert Ogunde (Yoruba Ronu, Olog- bo Dudu) ve Duro Ladipo'nun oyunlarıyla (Oba Moro, Oba Koso, Oba Waja) yoru­ba tiyatrosu- Bunun yanı sıra Onitsha' da düşük fiyatlı niteliksiz kitapçıklardan oluşan zengin bir halk edebiyatı hızla ye- şerdi; bu edebiyat çoğu zaman ahlak der­si verme eğilimi taşıyor, konu olarak da toplumdışına itilmiş kişilerin serüvenlerin­den ya da destanlardan yararlanıyordu (Beware of Harlots and many friends, How to get a Lady in love). • Portekizce alanı. Gerektiği gibi değer­lendirilemeyen portekiz dilindeki afrika edebiyatı -Castro Soromenho'nun Terra Morta (1949) adlı romanı belki bunun dı­şında tutulabilir-özellikle angolalı yazar- larca temsil edildi. Bunlar 1948'den baş­layarak "Vamos descobrir Angola" hare­keti içinde bir araya geldiler ve Senghor' un zencilik ideolojisinden derinlemesine etkilendiler. Mario De Andrade'nin 1959' da bu yazarlar (ve cabo verde'li, sâo to- me'li ve mozambikli şairler) için hazırla­dığı antoloji, Antonio Jacinto, Viriato da Cruz ve özellikle de başkaldırı temaları­na canlı bir duyarlılık katan Agostinho Ne- to'nun şiirlerinin keşfedilmesini sağladı. Mozambik'te Valente Malangatana, Jose Cravirinha ve NoĞmia de Souza, ameri­kan zencilerinin negro-spiritual'lerinin et­kisinde kaldılar ve kimi zaman pidgin, kre- ol ve portekizcenin karışımı bir dille fahi­şelerin ve Güney Afrika'ya göçe mahkûm edilen madencilerin büyük yoksulluğunu konu edindiler
• Bilanço ve yönelimler: afrikalı edebiya­tı ve ulusal edebiyatlar. Afrika edebiyatı­nın bilançosunu yapmaya çalıştığımızda, bugün birçok yazarın temalarını yenileme gereksinimi ve okurlarına uygun bir şiir, roman ya da tiyatro dili kullanma kaygısı gibi ikili düşünceyle hareket ettikleri izle­nimini ediniyoruz. Çok sayıda çağdaş ya­zarı okuyunca anlıyoruz ki, afrikalı yaza­rın konu alanı gerçekten bir sorun haline gelmiştir; yapıtlarında artık iki istek, evren- selcilik ve sınırları iyice belirli bir toprağa yerleşme isteği hesaba katılmak zorunda­dır. Henüz gerçek anlamda ulusal ede­biyatlardan söz edilemezse de, son yıllar­da ortaya çıkan bazı yapıtlar yalnız yazar­larının imgeleminin değil, aynı zamanda ortaya çıktıkları toplumların ve bu toplum­larda sözkonusu olan ideolojik söylev tip­lerinin de ayrılmaz bir parçası olmuştur: beninli Jean Pliya'nın Kondo le Requin (1966), togolu F6lix Couchoro'nun tüm yapıtları, Francis Bebey ya da RenĞ Phi- lombĞ'nin ("Kamerun'daki yaşamdan bir­kaç sahne" gibi açıklayıcı altbaşlıklar ta­şıyan) birçok öyküsü gibi. Kongolu ro­mancı E.B. Dongala'nın çok haklı olarak belirttiği gibi "bir afrika edebiyatı'ndan söz etmek her ne kadar yerindeyse de, eski dönemde sömürgeleşme sonucu birbirine tıpatıp benzer hale getirilmiş ül­kelerin, her geçen yıl daha çok farklılaş­maları ve her toplumun siyasal rejim tü­rüne göre ayrı kaygılara ya da en azın­dan ayrı önceliklere yol açışı gitgide ke­sinleşmektedir".
Temalarındaki bu gelişmeye koşut ola­rak afrika edebiyatının ve özellikle fransız dilindeki edebiyatın biçimsel görünümle­ri konusunda da sorular ortaya çıktı (Fran­sızca yazmayı sürdürmeli mi? Hâlâ canlı olan sözlü geleneklerden esinlenmeli mi?) ve doğal olarak yazarla okurları arasında­ki ilişkiler sorunu gündeme geldi. Fransız­ca yazan afrikalı yazarların bir bölümü, kendi anadillerine, hiç değilse yazı diline yeteri kadar egemen olmadıkları halde, eski sömürgeci dilini kullanmaktan rahat­sız oldular; bu ikilem kimi yazarları ilginç biçimsel denemelere yöneltti. Örneğin Amadou Kourouma, anadili olan malin- ke dilini fransızcaya aşılamaktan çekin­mezken, fildişi kıyılı Bernard Zadi Zaou- rou, l'Oeil(1975) adlı oyununda kimi kişi­lerini, Abican'ın kenar mahallelerinde çok yaygın biçimde kullanılan bir çeşit pidgin, "Moussa fransızcası" ile konuşturdu. Za­ireli Mbwil a Mpaang Ngal ise Giamba- tista ou le Viol du discours africain (1975) adlı ilginç öyküsünde, sözlü anlatımın ta­dıyla batılı anlatım tekniğinin kesinliğini bağdaştırmaya kalkışan ve bu yüzden köy ihtiyarlarının tepkisiyle karşılaşan bir kahramanı ve onun bu yoldaki deneme­lerini ele aldı.

Bu birkaç örnek, yazarların, hem batı yazım biçiminin kıskacından kurtulmuş, hem de geleneksel sözlü edebiyata da­ha yakın olan bir dil yaratma kaygısını açıkça ortaya koyar. Gerçekten, batılı ay­dınlar tarafından tanınmaya öncelik veren zencilik ideolojisi "önder"lerinin tersine, birçok genç yazar, uluslararası ilgiyi yad- sımaksızın, bugün gerçek okurlarıyla ka­çınılmaz bir diyalog kurmanın yollarını arar görünmektedir. Ama burada zor olan ve bugün hâlâ teknik, dilbilimsel ve ideo­lojik nitelikte sayısız engellerle karşı kar­şıya bulunan bir çaba sözkonusudur. Fransızca konuşan ülkelerde, öncelikle yayın sorunu vardır. Son yıllarda Afrika' da yayınevi sayısının artışı, kimi yazarla­ra yapıtlarını ülkelerinde yayımlama ola­nağı sağlamışsa da, pazarlama koşullan karşısında kitap,Afrikalılar'ın çoğu için hâ­lâ ateş pahası, lüks bir metadır. Bu duru­mun nedenleri şöyle sıralanabilir: yayın­cıların deneyimsizliği, hâlâ büyük ölçüde yabancı dağıtım ağına bağımlı olan satış düzeninin yetersizliği ve özellikle halkın okumasını sağlamaya yönelik gerçek bir siyasetin yokluğu. Kamuoyunu edebiya­ta yöneltebilecek tek şey de böylesi bir siyasettir. Yazarlar ister ulusal dilleri yeğ­lesinler, ister ancak şu ya da bu kültür ala­nını renklendirip çeşitlendirecek uydurma bir yeni dil yaratmak pahasına avrupa dil­lerini komplekssizce kullansınlar (fransız- ca yazan pek çok mağripli şair ve yazar gibi), gerçek bir halk edebiyatının yara­tılması için dil sorununun çözümü gerekmektedir.
KAYNAK :BÜYÜK LAROUSSE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder