Ana Sayfa Bilgi Bankası

14 Aralık 2010 Salı

DEKONSTRÜKTİVİZM


Dekonstrüktivizm ya da yapısal analiz, 1980'lerin sonlarında ortaya çıkan bir postmodern mimari akımıdır. Yapının birimlerinin parçalanması fikrine dayanan bu akım, yapıların yüzeylerinde veya cephelerinde, mimarinin bazı elemanlarını yamultmaya ve kaydırmaya hizmet eden yapı ve mahfaza gibi düz çizgili olmayan şekilleri kurgulama fikirlerine ilgidir. Dekonstrüktivist tarza sahip binaların en önemli karakteristik özellikleri, binayı gözlemleyenlere sürekli bir belirsizlik ve kaos hissini vermeleridir.
Esasında, dekonstrüktivistler olaran tanınan bazı mimarlar, Fransız filozof Jacques Derrida'nın fikirlerinden etkilenmişlerdir. Her ne kadar Peter Eisenman ile Jacques Derrida birbirlerine oldukça yakın olsalar da Peter Eisenman'ın dekonstrüktivist olması ve bu mimari tarzı benimsemesi, tanışmalarından çok önce gerçekleşmiştir. Peter Eisenman'a göre dekonstrüktivizm, radikal şekilciliğe ilgisinin bir uzantısı olarak ele alınmalıdır. Dekonstrüktivizmin bazı uygulayıcıları, konstrüktivizmin geometrik dengesizlikleri ve biçimsel deneylerinden de etkilenmişlerdir.
Dekonstrüktivizm hareketinin tarihinin erken dönemlerinde olan ve de gelişimini etkilemiş önemli üç olay vardır. Bunlardan ilki, 1982 yılına ait Parc de la Villette mimari tasarım yarışmasıdır. Özellikle Jacques Derrida ve Peter Eisenman'in tasarımları ile Bernard Tschumi'nin ödül alan tasarımı, dekonstrüktivizm akımına önemli etkileri olmuştur. İkinci önemli olay olan Modern Sanatlar Müzesi'nin; 1988'de, Philip Johnson ve Mark Wigley tarafından düzenlediği New York Dekonstrüktivist Mimarlığı sergisi hem bu akımın tanınması hem de bu akımla özdeşleşdirilecek mimarların ortaya çıkması bağlamında dönüm noktası olan etkinliklerden birisidir. Modern Sanatlar Müzesi'nin New York sergisi; Frank Gehry, Daniel Libeskind, Rem Koolhaas, Peter Eisenman, Zaha Hadid,Coop Himmelb(l)au ve Bernard Tschumi tarafından yapılan çalışmaları sergilemiştir. Bu sergiden sonra dekonstrüktivizim akımı ile özdeşleştirilmiş birçok mimar bu kavrama mesafe koymuştur. Fakat bu terim genel olarak kabul görmüş ve bugünün mimarisinde yaygın kullanılan bir akım olarak kendine yer bulmuştur. Bu akıma önemli katkısı olmuş üçüncü olay da ABD'nin Ohio eyaletindeki Columbus şehrinde yer alan Peter Eisenman tarafından tasarlanmış Wexner Sanat Merkezi'nin, 1989 yılında tamamlanıp hizmete sunulmasıdır.
Dekonstrüktivizm akımında modernizm-postmodernizm karşılıklı etkileşimi; dışavurumculuk, kübizm, minimalizm ve çağdaş sanat gibi diğer 20. yüzyıl hareketlerine de referans olmuştur. Dekonstrüktivizmin uygulamacılarının "biçim işlevi takip eder", "biçimin saflığı" ve "malzemelere dürüstlük" gibi prensipleri daraltıcı modernizm "kuralları" olarak görür ve mimariyi bu kavramlardan uzaklaşmayı amaçlar.
Tarihsel Gelişimi ve Etkilendiği Fikirler,akımlar

Modernizm ve postmodernizm


Günümüzdeki çağdaş mimaride dekonstrüktivizm akımı, düzenli ve rasyonel olan modernizm akımının karşı tarafında yer almaktadır. Benzer şekilde postmodernizmile de genel olarak karşıt kutuplarda bulunur. Her ne kadar postmodern kuramcılar ile henüz fikirleri olgunlaşmamış ilk dekonstrüktivistler Oppositions dergisinde birlikte yazılar yazmış olsalar da; bu yazıların içeriği incelendiğinde, aslında bu iki akımın kesin olarak birbirinden ayrılmaya başlamasının işaretleri de gözlemlenebilmektedir.Dekonstrüksyon, mimarlık ve mimarlık tarihine son derece asi bir şekilde karşı çıkarken; mimariyi parçalamayı ve yeniden bir araya getirmeyi amaçlar.Postmodernizm ise modernizm akımının uzak durmaya çalıştığı ve dekonstrüktivizim akımının tamamen redettiği tarihi mimari referansları, biraz çelişkili ve gizlice de olsa benimsemeye çalışır. Postmodernizmin dekonstrüktivizm akımından bir başka farkı da süslemenin, sonradan düşünülen veya bir dekorasyon olduğu fikrini de reddetmesidir.
Oppositions 'taki yazılara ek olarak dekonstrüktivizm akımını modernizm ve postmodernizmden ayıran başka bir yayın da 1966 yılında Robert Venturi tarafından yazılan Mimaride Karmaşa ve Çelişki (İngilizce: Complexity and Contradiction in Architecture) adlı basımdır. Bu yayımda modernizmin ana unsurlarından olan saflık, netlik ve basitlik kavramları eleştirilir ki bu kavramların eleştirilmesi hem postmodern hem de dekonstrüktivist akımın başlangıç nedenlerindendir. Yine aynı yayın ile modernizmin alt dallarından ikisi olan fonksiyonalizm ve rasyonalizm akımları olumsuz paradigmalar olarak nitelendirilmiştir. Kendisi de postmodernist olan Robert Venturi'nin yazılarında mimarlık ürünlerine tarihsel süsler eklemek yoluyla modernizmin mimarlığa zenginlik kazandırdığı belirtilmektedir. Bazı postmodern mimarlar, süslemeyi ekonomik ve minimal yapılara dahi uygulamaya çabalamışlardır. Bu teşebbüs, Robert Venturi tarafından "dekore edilmiş ahır" ifadesiyle açıklanır. Bu kavrama göre tasarımın rasyonel olması şart değildir; fakat yapının işlevselliği halen önemlidir. Bu bakış açısı Robert Venturi'nin bir sonraki önemli yapıtının ana tezine çok yakındır. Bu teze göre bazı semboller ve süsler uygulamacı olan mimariye uygulanabilir ve semiyolojinin karmaşık felsefesi ile uyum içindedir.
Robert Venturi tarafından yazılan Mimaride Karmaşa ve Çelişki adlı yayımındaki dekonstrüktivizm yorumu oldukça farklıdır. İşlev ve süslemeyi ayırmak yerine Robert Venturi gibi postmodernistler yapıların işlevsel yanları sorgulanmıştır. Postmodernistler için süsleme ne ise geometri de dekonstrüktivistler için de oydu. Karmaşanın konusu ve geometrinin kendine has kaotik yapısı dekonstrüktivist yapıların işlevsel, yapısal ve uzaysal boyutlarına yansıtılmıştır.Dekonstrüktivist karmaşa ile tasarlanmış örnekler arasında Frank Gehry'nin tasarladığı ve Almanya'nın Weil-am-Rheinşehrinde yer alan Vitra Design Museum gösterilebilir. Bu müzede Frank Gehry, kübizm ve soyut dışavurumculuğu kullanarak tipik beyaz küplerden oluşan modern sanat galeri parçalara ayrılıp, yeniden bir araya getirilmiştir. Bu bakış açısı, basit modernist bakış açısının işlevsellik kavramını tamamen gözardı ederken; beyaz stükko kaplaması ile özellikle uluslararası üslup başta olmak üzere modernizm stiline gönderme yapmaktadır. Dekonstrüktivist eser Mimaride Karmaşa ve Çelişki 'de verilen başka bir örnek de Peter Eisenman'ın tasarladığı Wexner Sanat Merkezi'dir. Wexner Sanat Merkezi'nde tasarımında kale şeklinde bir formdan yola çıkılmış; daha sonra bu form birçok kesinti ve form değişikliği ile daha da karmaşık bir forma bürünmüştür. Üç boyutlu iskelet taşıyıcı sistemi yapı içinde gelişigüzel olarak uzanmaktadır. Modernist bir tasarım olan iskelet sistem antik bir ortaçağ tasarımı olan kale yapısı ile çarpışmaktadır. İskelet sistemde yer alan bazı kolonlar özellikle yere değmeyerek ve merdivenlerin arasından dolaşarak nevrotik bir kaygı hissi yaratmayı amaçlarlar. Wexner Sanat Merkezi bir kale örneğinin parçalanıp yeniden bir araya gelmesiyle oluşan bir tasarım olup; boşlukların ve yapının çelişki ve farklılık ile bir araya gelmesinin sağlamayı amaçlamıştır.

Dekonstrüktivist felsefe


Dekonstrüktivist felsefenin mimarlık teorisine yansıması Peter Eisenman'nın filozof Jacques Derrida'nın görüşlerinden etkilenmesiyle başlamıştır. Peter Eisenman bu hususta görüşlerini oluştururken yapısöküm düşünce hareketini felsefi bir başlangıç noktası olarak kabul etmiş ve Jacques Derrida ile Parc de la Villette projesinin yarışması dahil olmak üzere pratik alanda çalışmalar yürütmüştür. Yürütülen tüm bu çalışmalar Chora L Works adlı bir kitapta toplandı. Jacques Derrida ve Peter Eisenman'a ek olarak Daniel Libeskind de “bulunuş metafiziği” konusuna ilgi duyuyorlardı ki bu kavram dekonstrüktivist felsefenin mimari teori ile açıklanmasının en önemli ve ana konusudur. Mimarlığın dil felsefesinin metodları kullanarak iletişim kurma kapasitesine sahip bir dil olduğu kabul edilmektedir. Varlık ve yokluğun veya doluluk ve boşluğun diyalektiği kavramları Peter Eisenman'ın uygulama fırsatı bulan veya bulmayan tüm tasarımlarında yer alan kavramlardır. Hem Jacques Derrida hem de Peter Eisenman bulunulan mekânının mimarlık olduğu ve de var olmak ile yok olmak diyaletiklerinin hem inşaat (İngilizce: construction) hem de dekonstrüksiyon (İngilizce: deconstruction) kavramlarından bulunduğu görüşünü benimsemektedir.
Jacques Derrida'ya göre metinlerin anlaşılması en kolay klasik açıklamalar ile mümkün olabilir. Bu bağlamda bakıldığında dekonstrüksiyon stilinde tasarlanmış herhangi bir mimarlık eseri de var olabilmesi için son derece köklü bir geçmişten gelen geleneksel bir yapının varlığına ihtiyaç duyar; böylece o yapının varlığına karşı esnek bir tasarım olduğunu ortaya koyabilir.
Frank Gehry'nin 1978 yılında Santa Monica'da kendisi için tasarladığı konut projesi dekonstrüktivist stilde tasarlanmış örnek bir yapı olarak nitelendirilmektedir. Bu yapının tasarımında başlangıç noktası olarak tipik bir banliyö evi ve o evin sahip olması beklenen tipik sosyal anlamlardan yola çıkılmıştır. Daha sonra Frank Gehry bu yapının kütlesini, üç boyutlu biçimini ve diğer tasarım unsurlarını adeta bir oyuncak ile oynar gibi parçalamış ve yapıyı yeniden inşa etmiştir.
Jacques Derrida oluşturduğu ve sıklıkla kullandığı bulunuş metafiziği ve dekonstrüksiyon kavramlarına ek olarak söküme almak (under erasure veya sous rature) kavramlarını de mimarlıkla ilgili yazılarına yansıtmış ve dekonstrüksivist düşünce yapısına katkıda bulunmuştur. Daniel Libeskind mimarlık kariyerindeki ilk tasarımlarını adeta bir yazı şekli şeklinde yarattığını belirtmiş ve bir inşaat malzemesi olan betonu bir nevi şiir gibi tasarımlarına yansıttığını söylemiştir. Tasarımlarını oluştururken kitapları mimari şekiller gibi tasvir etmiş ve yazı biçimlerini bu yapı kütlelerinin üzerine uygulamış ve bu şekilde mimarlık stilini edebiyata gönderme yapmıştır. Bu bağlamda Daniel Libeskind'in söküme almak (under erasure veya sous rature) ve iz sürme (trace) kavramlarına özellikle Berlin Yahudi Müzesi tasarımında yansımalarını gözlemlemek mümkündür. Holokost dönemini hatırlatması amaçlanan bu yapıda olduğu gibi Maya Lin'in Vietnam Şehitleri Anıtı veya Peter Eisenman'ın Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı projeleri de söküme almak ve iz kavramlarının uygulamaya yansıtıldığı örneklerdir.

Konstrüktivizm ve Rus Fütürizmi 

Dekonstrüktivizmi mimari stil olarak benimseyen bir grup mimar da 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış, daha çok grafiksel ve hayalperest mimari tasarımları olan ve çok azının inşa edildiğiKonstrüktivizm ve Rus Fütürizmi  akımlarından etkilenmişlerdir.
Naum Gabo, El Lissitzky, Kazimir Malevich ve Alexander Rodchenko gibi sanatçılar dekonstrüktivizmi uygulayan Zaha Hadid ve Coop Himmelb(l)au gibi mimarların tasarımlarındaki geometrik biçimlerinin gelişiminde etkili olmuşlardır. Bu mimarlar hem Dekonstrüktivizim hem de Konstrüktivizm akımlarını benimseyerek soyut mimari biçimler oluşturmakla ilgilenmişlerdir. Her iki mimari akımın başka bir ortak yanı, tıpkı grafik sanatları veya heykeltraşlıkta olduğu gibi, geometrik şekillerin temelden basitleştirilmesine önem vermeleridir. Ancak iki akım belli noktalarda birbirlerinden ayrılırlar. Konstrüktivizm genelde kavramların ve biçimlerin saflaştırılması yani özlerine dönülmesine önem verirken bu kavrama dekonstrüktivizmde önem verilmez. Dekonstrüktivizm akımını benimseyenler biçim ne kadar bozulursa (İngilizce: deformed) tasarım da o kadar parçalanmış (İngilizce: deconstructed) olur fikrini benimsemektedirler.
Konstrüktivizmde yaygın olarak kullanılan grafik motifler dikdörtgen çizgiler ve üçgenimsi şekillerdir; ayrıcı kare ve daire gibi basit şekiller de kullanılmıştır. Prouns adı verilen soyut resimler dizisinde El Lissitzky birçok geometrik şekli farklı açılardan uzayda asılı göstermiştir.El Lizzitzky Bunu yaparken de betornarme çeliği veya biçilmiş kerestenin son derece sıkı bir şekilde veya gevşek bir şekilde birbirine bağlandığı; ya da ortalığa saçılmış bir şekilde durdukları sembolize edilmek istemiştir. Aynı kompozisyonları Daniel Libeskind'nin dekonstrüktivist çalışması olan Micromegas'da da görmek mümkündür.

Konstrüktivist eğik ve çapraz çizgi motifleri kullanılarak duvarın sembolik olarak parçalanması çizgileri tanımlayan duvarın yok olmasına sebep oluyor….Son derece belirgin olan bu kaotik durum çizgiyi tanımlayan duvarın inşa edilmesini yani çizginin alyapısının oluşmasını sağlıyor. Bu içsel karmaşıklık çizginin varolmasını sağlarken aynı zamanda o çizginin, duvar üzerinde çentikler gibi, parçalanmasını da beraberinde getiriyor.
Phillip Johnson ve Mark Wigley, Dekonstrüktif Mimari adlı kitaptan alıntı (sayfa 34)
Konstrüktivizm akımı ile dekonstrüktivizm arasındaki önemli başka bir fark da siyasi ideolojileridir. Konstrüktivizm akımı mevcut teknolojinin 1920'lerin SSCB'sinin kuruluş ve Komünist ideolojisine uygun bir sosyal amaçla kullanmayı amaçlarken, dekonstrüktivizm akımının böylesi bir sosyal amacı yoktur. Tasarımlarının bazılarının dekonstrüktivizm akımı ile özdeşleştirildiği Hollanda kökenli bir mimar olan Rem Koolhaas, 1977 yılında yayınladığı The Story of the Pool (Türkçesi: Havuzun Hikayesi) adlı kitapta Konstrüktivistlerin kendi kendine enerji üreten bir Modernist bir havuzun içinde SSCB'den kaçtığını ve ABD'ye vardığını kurgusal bir hikayede tasvir eder. Bu hikayeye göre, tıpkı Stalinizm altında olduğu gibi Konstrüktivizm akımı ABD'de de ölmeye mahkumdur.

Çağdaş sanat


Çağdaş sanatın dallarından en fazla minimalizm ve kübizm akımlarının dekonstrüktivizme etkisi olmuştur. Form ve içeriğin birbirinden ayrılması ve de farklı bakış açılarından aynı anda bakılması nedeniyle Kübizm akımının bir parçası olan Analitik Kübizm'in, bu mimarlık akımına etkisi daha fazla olmuştur. Frank Gehry veBernard Tschumi'nin birçok tasarımında parçalanmış boşlukların eşzamanlı yer alması son derece sık rastlanan bir durumdur. Kübizm akımı içindeki başka bir alt akım olan Sentetik Kübizm'in dekonstrüktivizime etkisi Analitik Kübizm kadar olmasa bile Frank Gehry'nin mimari kariyerinin ilerki dönemlerindeki tarzında kendini göstermektedir. Dekonstrüktivizm akımı tıpkı Minimalizm gibi kültürel referanslardan kendini bağımsız kılmayı amaçlar.
Deformasyon yani biçiminin bozulması ve dislokasyon yani altüst olma kavramlarına yatkın olan dekonstrüktivizm akımı bunlara ek olarak Dışavurumculuk veDışavurumcu Mimarlık akımlarımdan da etkilenmiştir. Dekonstrüktivist bazı tasarımların Dışavurumculuk, Yeni-Dışavurumculuk ve Soyut Dışavurumculukakımlarının taşıdığı özellikleri aynen taşıdıkları bazı örneklere de zaman zaman rastlanmıştır. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse Coop Himmelb(l)au tarafından tasarlanmış ve farklı açılardan oluşmuş şekillerden oluşan Ufa-Kristallpalast soyut geometrik şekillerden oluşan resimler yapmış Franz Kline'nin çalışmalarını anımsatmaktadır. Ufa-Kristallpalast açısal şekilleri ile Almanya kökenli dışavurumcu bir ressam olan Ernst Ludwig Kirchner tarafından tasarlanmış Almanya kasabalarının caddelerini anımsatır. Wassily Kandinsky'nin çalışmaları da dekonstrüktivist mimariye benzerlikler göstermektedir. Kandinsky'nin figüratif ve somut sanattan uzaklaşıp soyut dışavurumculuğa yönelmesi de dekonstrüktivist mimarların aşina olunan geometriyi süs olarak kullanmaktan vazgeçmesi arasında da oldukça belirgin bir benzerlik vardır.
1980'li ve 1990'lı yıllarda oluşturulmuş bazı sanat eserleri ve mimari yapılarda da dekonstrüktivizimin izlerini bulmak mümkündür. Buna en iyi iki örnek Maya Lin ve Rachel Whiteread'in çalışmalarıdır. Maya Lin'in 1982 yılında tasarladığı Vietnam Şehitleri Anıtı'nın granit plakaların yer döşemesi ile çok keskin bir biçimde pozisyonlanması bu duruma güzel bir örnektir. Bu plakaların adeta kırılmış dağılmış gibi gözükmeleri ve üzerlerindeki yazıların minimalist bir şekilde sınırlanmış olması ile bu tasarımın dağılmış, parçalanmış hissi verilmek istenmiş ve tasarımın kendisine yazıdan daha fazla okunması ve anlanması amaçlanmıştır ki bu dekonstrüktivizm anlayaşı ile birebir örtüşmektedir. Maya Lin dekonstrüktivist bir yapı olan ve Peter Eisenman tarafından tasarlanmış Wexner Sanat Merkezi'nin tasarlanması çalışmalarına da katılmıştır. Büyük Britanyalı bir heykeltraş ve sanatçı olan Rachel Whiteread'in tasarladığı mimari mekân düzenlemeleri de çağdaş sanatın mimari ile biraraya geldikleri tasarımlar olarak nitelendirilirler. Mesela 1990 yılında yaptığı bir çalışma olan Ghost tüm bir mekânı alçı ile kaplanmasıyla tüm boşlukların kapatılması simgelenmişti ki bu Jacques Derrida'nın mimarlığın var olma kavramı ile uyumludur.
Dekonstrüktivizim akımına etkisi olan veya birbirini etkileyan başka birisi de ABD'li bir sanatçı olan Gordon Matta-Clark'dır. Eğitimi sırasında Fransız kökenli dekonstrüksiyon felsefecilerinden etkilenen Gordon Matta-Clark; süreç içinde détournement adı verilen var olan sanatsal unsurların yeni bir oluşum için kullanılması anlayışını ortaya koymuş ve tasarımlarını da bu yönde oluşturmuştur. Bina parçaları/kesikleri (İngilizce: Building cuts) adını verdiği; terk edilmiş kullanılmayan binaları bazen içlerindeki yer döşemeleri, tavanları, taşıyıcı sistemleri veya duvarlarını yıkarak sergi mekânı olarak yeniden oluşturması (dekonstrüktive etmesi) ile sanat galerileri ve sanat eserlerini sergileme olanaklarını sunmuştur. Bu uygulama biçimleri sonradan hem dekonstrüktivizm felsefesine, hem de bunun mimarlıkta uygulanmasına oldukça önemli etkileri olmuştur.

1988 MoMa sergisi

Küratörlüğünü Yeni Zelandalı bir mimar olan Mark Wigley  ve ABD'li bir mimar olan Philip Johnson'un yaptığı, 1988 yılına ait Modern Sanatlar Müzesi (MoMa) sergisi dekonstrüktivist akıma enerji vermiş ve onun takipçilerinin birçoğunun ün kazanmasına yardımcı olmuştur. Sergiyle ilgili duyuru makalesini yazan Mark Wigley genelde birbirlerinden farklı olduğu için tanınmış bu mimarların ortak noktalarını bu duyuru makelesinde işlemiştir.
Bu sergide yer alan projeler son derece farklı bir hassasiyete işaret ediyorlar. Bu hassasiyet saf formun rahatsız edilmesi rüyasıdır. Düşünme şeklimizi rahatsız edebilme yeteneğimiz bu projeleri dekonstrüktivist yapan önemli bir unsurdur. Bu sergi modernizmin gizli potensiyelini incelen birçok mimarın sıradışı bina tasarımlarının birbiri ile bağlantısıni incelemektedir.
Phillip Johnson ve Mark Wigley, Dekonstrüktif Mimari adlı kitaptan alıntı
23 Haziran 1988 ile 30 Ağustos 1988 tarihleri arasında düzenlenen ve Deconstructivist Architecture (Türkçesi: Dekonstrüvist Mimarlık) isimli bu MoMa sergisinde döneminde oldukça tanınmış yedi mimarın dekonsrüktivist öğeler içeren bazı tasarımları yer almıştır. Sergiye katılan mimarlar arasında Peter Eisenman, Frank Gehry, Zaha Hadid, Coop Himmelblau, Rem Koolhaas, Daniel Libeskind ve Bernard Tschumi vardı. Mark Antony Wigley ve Philip Johnson bu sergiyi düzenlerkenFransız felsefeci Jacques Derrida'nın Dekonstrüksiyon felsefesi görüşlerinden ayrıca Konstrüktivizm'den etkilenmişlerdir. Ancak sergiye katılan yedi mimardan sadece Peter Eisenman ve Bernard Tschumi tasarımlarının Jacques Derrida'nın görüşleri ile bağlantısının olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca sadece Zaha Hadidtasarımlarının sadece Konstrüktivizm akımından etkilendiğini kabul etmiştir. Diğer mimarlar zamanla bu kavramların yaygınlaşmasıyla kendilerinin bu akımlarla ilgisi olmadığı görüşünu savunmuşlarsa da, dekonstrüktivizm akımı denilince akla gelen mimarların başında gelmeye devam etmişlerdir.

Bilgisayar destekli tasarım


Bilgisayar Destekli Tasarım günümüzün çağdaş mimarlık eserlerinin inşaatı için oldukça önemli bir araçtır.Dekonstrüktivizm stilinde tasarlanmış projelerde bu teknolojinin kullanılması diğer mimari stillere kıyasla daha fazla önem taşımaktadır. Üç boyutlu modelleme ve hem kurgusal hem de gerçek animasyonlarda son derece karmaşık mekânların tasarlanması Bilgisayar Destekle Tasarım ile (İngilizce: CAD veya Computer Aided Design) mümkün olmasının yanı sıra bu teknoloji ile tasarlanmış eserlerin Bilgisayar Destekli Üretim (İngilizce: CAM veya Computer Aided Manufacturing) ile son derece karmaşık bina detaylarının birebir ve ekonomik olarak üretilmesi mümkündür.
Ayrıca zaman içinde teknolojinin gelişmesi ile daha karmaşık mimari modellerin oluşturulması imkanı doğmuştur. Bu yazılımlardan en popüler olanlarından birisi ve Frank Gehry tarafından da kullanılan Digital Project hem CAD programlarının, hem de CATIA adı verilen eşgüdümlü üç boyutlu etkileşimli uygulama programlarının bir araya getirilmesi ile oluşmuş programdır.VectorWorks, ArchiCAD, SolidWorks, Revit gibi farklı yazılımlar da bu amaçla kullanılmaktadır.
Geçmişte inşa edilmiş birçok dekonstrüktivist yapıya bakıldığında bunların tamamımın bilgisayar desteği ile inşa edildikleri düşünülebilir ancak bunun istisnaları da mevcuttur. Örneğin Zaha Hadid'in birçok tasarımı bilgisayar ortamında üretilmemiştir. Ayrıca Frank Gehry'nin birçok eseri, her ne kadar bilgisayar da kullanılmışsa da, daha çok üzerinde çalıştığı maketler ile tasarlanmıştır. Ayrıca hatırlanması gereken başka bir husus bilgisayarlar her ne kadar dekonstrüktivist tasarımların gerçekleşmesini kolaylaştırsalar da her tuhaf gözüken bilgisayar tasarımı dekonstrüktivist değildir.
Dekonstrüktivizm Hakkında Eleştiriler
Kenneth Frampton'a ait Modern Mimari: Bir Eleştiriler Tarihi (İngilizcesi: Modern Architecture: A Critical History) adlı kitabın 1980 yılındaki ilk basımında beri mimarlık teorisinin eleştirilmesi hususunda genel bir bilinçlenme mevcuttur. Bu bağlamda dekonstrüktivizm akımı da Jacques Derrida'nın felsefi bakış açısı baz alınarak postmodernizmin diğer akımları gibi eleştirilmiştir. Bu teorik bakış açısında dekonstrüktivizmin aciliyet ve analiz kavramları baz alınarak eleştirildiği gözlemlenebilir. Ayrıca dekonstrüktivizm akımının eleştirileri incelendiğinde geçmişte inşa edilmiş diğer çalışmaların da yeniden analiz edildiği ve estetk kaygıların arka planda kaldığı görülmektedir; bu bağlamda Wexner Sanat Merkezi iyi bir örnek sayılabilir. Eleştiri Teorisi özünde kapieleştirir; oldukça pahalı olan ve genel elit bir tabakanın faydalanabildiği dekonstrüktivist yapılar, teoride ne iddia ederlerse etsinler uygulamada bu beklentiyi karşılamaktan son derece uzaktadır. Yapılan tüm eleştirilerde Frank Gehry'nin dekonstrüktivzim akımının en önemli temsilcilerinden birisi olduğu kabul edilse de mimarın kendisi tasarımlarınin dekonstrüktivist olduğu görüşünü reddetmektedir.
Dekonstrüktivizm akımını eleştirenler bu tasarım biçiminin tamamen fiziksel bir çalışma olduğunu; sosyal hiçbir mesaj içermediğini ve sosyal bağlamda önemsiz oldukları yorumunu getirmektedir. Bu görüşü paylaşan Kenneth Frampton dekonstrüktivizmi “elitist ve gerçeklerden uzak” olarak nitelendirirken;Nikos Salingaros ise bu akımın yıkılmış formları inşa etmek için tasarımın düşüncesini ele geçirmiş bir “virütik dışavurumculuk” olduğunu söylemiştir. Nikos Salingaros'un eleştirileri Derrida ve Philip Johnson'un tanımları ile benzerlik gösterse de, kendisi bu tanımı dekonstrüktivizmi tamamen olumsuz bir şekilde eleştirmek için yapmıştır. Mimari alanda uygulanan dekonstrüktivizme getirilen diğer eleştiriler dekonstrütivist felsefeye getirilen eleştiriler ile benzerlikler göstermektedir. Yani yeniden inşaat (İngilizce: deconstruction) planlanmış bir aşamalar zinciri değildi, mimar nasıl isterse öyle sonuçlanabilir; hatta mimarın eserlerinde tutarsızlığa da yol açabilir.
Bu bağlamda getirilen başa bir eleştiride günümüzdeki dekonstrüktivizm uygulamalarının ilk felsefi kökeninin tamamen uzaklaştığı ve elimizde sadece dekonstrütivizmin estetik yani görsel yanının kaldığıdır. Bazı eleştirmenler ise mimarlığın dilsel felsenin konusu olamayacağı veya geçmişte mümkünse bugün artık bunun mümkün olmadığını, bu bağlamde dekonstrüktivizmin felsefi bağlamlarda eleştirelmeyeceği görüşünü savunmaktadırlar. Başka bir grup ise geçmişi rededen ve yerine başka bir alternatif önermeyen bir mimarlık akımı olan ve tasarım stratejilerinin insanlara vahşi gelebilen dekonstrüktivizmin gelecek nesillere ne tür bir etki yaratacağını sorgulamaktadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder