Ana Sayfa Bilgi Bankası

10 Aralık 2010 Cuma

Hazreti İsa'nın vaftiz teknesinin yanında iki padişahın mezarı var.

Ayasofya, Bizans İmparatorluğu döneminde kilise olmasının yanısıra Ortodoks dünyasının en önemli dinî merkeziydi.

Ortodoks âleminin en yüksek dinî meclislerinin çalışma mekânları, Ayasofya'da idi. Yapının hemen dışında rahiplere ve rahibelere mahsus ayrı manastırlar vardı ve Bizans'ın dinî otoritesi, Ayasofya'da faaliyet gösteriyordu. Ayasofya, bu özelliğinden dolayı sadece ibadethane olarak değil, çevresindeki yapılarla geniş bir kompleks şeklindeydi, içerisinde ve çevresinde çok sayıda kurumu barındırıyordu.

Kilisede, imparatorun ve Bizans'ın önde gelen idarecilerinin çocuklarının vaftiz edildiği, yani Hristiyanlığa kabul törenlerinin yapıldığı bir de vaftizhane vardı. Burada, Hazreti İsa'nın vaftizinde kullanıldığına inanılan mermerden yapılmış büyük boyda bir de vaftiz teknesi bulunuyordu.



DEVLET PROTOKOLÜNDE

Teknenin hakikaten Hazreti İsa'nın zamanından kalıp kalmadığı, yani gerçek olup olmadığı konusu o devirlerde pek önemli değildi; önemli olan, imparatorun "Ben, peygamberimiz tarafından bizzat kullanılmış olan kutsal bir eşyaya sahibim" demesi ve bu sayede hem siyasî meşruiyet, hem de Hristiyanlar'ın koruyucusu kimliğini kazanmasıydı.

İstanbul'un fethinden sonra Ayasofya cami haline getirildi ama sadece cami olarak kullanılmadı, dinî merkez olma özelliği aynen muhafaza edildi. Etrafına bir medrese ile daha başka okullar da inşa edildi ve Ayasofya'ya tayin edilen imamlar devlet protokolünün ön sıralarında yeraldılar.

Kilisenin içerisindeki büyük vaftizhaneye dokunulmadı, sadece hizmet maksadı değiştirildi ve "yağhane" haline getirildi. Ayasofya'daki yüzlerce kandil için gereken yağlar artık burada muhafaza ediliyordu.

Hazreti İsa'ya ait olduğuna inanılan büyük vaftiz teknesi ile diğer tekneler de yerlerinde bırakıldı ama üzerlerinde küçük bir değişiklik yapıldı: Ön yüzlerinin alt taraflarına yuvarlak birer delik açıldı, bu deliklere musluklar takıldı, teknelerin içleri su ile dolduruldu ve "abdest teknesi" olarak kullanıldılar.

Ayasofya'nın hâlâ çözülemeyen sırlarından biri de, işte burada: Vaftizhanede şu anda iki padişahın mezarının bulunması ve bu Hazreti İsa'nın vaftiz teknesinin hemen ilerisinde yatan padişahların bir türbeye değil de, buraya defnedilmelerinin ardındaki muamma...


TOPRAK BULAMADILAR


Vaftizhane, 1453'ten 1639'a kadar, yani 186 sene boyunca yağhane olarak hizmet verdi. Tâ ki, ikinci defa çıkartıldığı tahttan "delirdiği" için 1623'te indirilen ve 16 sene boyunca Topkapı Sarayı'nın bir odasında mahpus kalan Birinci Mustafa'nın 20 Ocak 1639'da ölümüne kadar...

Sabık sultanın cenaze namazı vefatından hemen sonra Topkapı Sarayı'nda kılındı ama cenaze tam 17 saat boyunca musalla taşında kaldı, zira nereye defnedileceği konusunda bir karara varılamamıştı.

Her nedense, babası Üçüncü Mehmed'in Ayasofya'daki türbesine veya bir başka padişahın yanına gömülmesi istenmedi. Karar, Evliya Çelebi'nin sarayda vazifeli olan babasının Ayasofya'nın vaftizhanesi-nin, yani o zaman yağhane olarak kullanılan mekânın bu işe müsait olduğunu hatırlatmasından sonra verildi. Devrik padişahın cenazesini vaftizhaneye götürüp alelâcele kazılan bir mezara indirdiler ama çıkartılan toprak, mezarı kapatmaya yetmedi ve üzerine yine alelâcele Topkapı Sarayı'nm avlularından getirdikleri toprağı koydular.

Vaftizhanedeki ikinci tuhaflık dokuz sene sonra, 1648'de yaşandı ve aynı yere bir başka padişah daha defnedildi: Sultan İbrahim...

Tarihlere "deli" olarak geçen Sultan İbrahim, 8 Ağustos 1648'de tahtından indirilmiş ve iki cariyesiyle beraber sarayda bir odaya hapsedilmişti. Sabık hükümdarın hayatta olmasının tehlike yaratmasından endişe eden devlet, on gün sonra Sultan İbrahim'i cellâd Kara Ali'ye teslim etti. Türbe olarak yine Ayasofya'nın vaftizhanesinde karar kılındı ve devrik padişahın cenazesini, kendisi gibi "delirdiği" gerekçesiyle tahtından indirilen Birinci Mustafa'nın yanına defnettiler.

Devletin, bu iki padişahı bir hükümdar türbesine değil de vaftizhaneye gömmesinin sebebi asırlardan buyana anlaşılamadı. Halk arasında önceleri, "İki deliyi birarada gömdüler" şeklinde bir söylenti çıktı, ama hükümdarların akıllarının noksan olması "kerametlerine" bağlandı ve halk, sonraki senelerde Sultan Mustafa ile İbrahim'i "Evliya" mertebesine yükseltti.

Aynı mekâna ilerki yıllarda 15 civarında cenaze defnedildi ama bu mezarların kimlere ait olduğu bugün bilinmiyor.


KAPALI BÖLÜMLER

Sultan Birinci Mustafa ile Sultan İbrahim, son uykularını şimdi bir zamanlar Hazreti İsa'ya ait olduğuna inanılan mermerden vaftiz teknesinin hemen ilerisinde uyuyorlar. Vaftizhane, senelerden buyana devam eden restorasyonun önümüzdeki aylarda tamamlanmasından sonra ziyarete açılacak ve ziyaretçiler padişahların sandukalarının önünden iç kısma doğru birkaç adım yürüdükten sonra vaftiz tekneleriyle ve Bizans tuğlalarıyla inşa edilmiş duvarlarla çevrili ve şimdiye kadar ziyarete açılmamış olan orijinal duvarlarla karşılaşacaklar.

Türbenin girişindeki esrarlı minik yazılar

III.Mehmed'in türbesinin girişindeki sütunların altında sütunları çevreleyen elips şeklinde küçük süslemeler var. Bu süslemelerden ikisinde yeralan yazılar dikkatimi çekti.


Süslemelerin birinde "Sultan Mehmed bin Murad Han. Sene 1022" yani "Sultan Murad Han'ın oğlu Mehmed. Sene 1022" yazıyor. Hicrî 1022 tarihi, Milâdî takvimle 1613'e tesadüf ediyor, o tarihte Üçüncü Mehmed'in ölümünün üzerinden on sene geçmiş bulunuyor ve Osmanlı tahtında Birinci Ahmed oturuyor. Dolayısıyla, bu ifade ile neyin kastedildiği anlaşılmıyor.

Yine aynı sütunun aynı yerinde ve biraz geride bulunan diğer süsün üzerinde de benzer bir yazı var. Çok uğraştım ama silinmiş olduğu için okuyamadım.

Sultan'a mozaik tuğra 

AYASOFYA'daki son büyük tamir, Sultan Abdülmecid tarafından, 1847'den itibaren birkaç sene boyunca İsviçreli mimar Gaspare Fossati'ye yaptırıldı.

Binanın çatlaklarını tamir eden Fossati duvarlardaki mozaikleri ortaya çıkartıp temizledikten sonra üzerlerini sıvayla yeniden kapattı ve Ayasofya'nın yanıbaşına bir de "muvakkıthane" yani namaz saatlerini belirleme merkezi inşa etti.
İsviçreli mimar, elden geçirdiği Bizans mozaiklerinden dökülen taşlarla, Sultan Abdülmecid için bir de tuğra yaptı. Zemini koyu sarı, tuğra kısmı ise siyaha yakın renkte olan mozaik, uzun yıllar boyunca Ayasofya'nın depolarında kaldıktan sonra birkaç ay önce Prof. Haluk Dursun tarafından farkedildi ve şimdi teşhirde bulunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder