Ana Sayfa Bilgi Bankası

7 Ocak 2011 Cuma

VAN GOGH, Vincent (1853-1890).

 
Saf ve parlak renklerden ve hareketli fırça vuruşlarından oluşan benzersiz üslubuyla Vincent Van Gogh, Hollanda'nın yetiştirdiği en büyük ressamlardan biridir. Van Gogh'un yaşamını yönlendiren en önemli üç etken din, edebiyat ve resimdi. 10 yıl süren kısa sanat yaşamı boyunca yaklaşık 800 yağlıboya, 700 dolayında da suluboya resim yaptı ve desen çizdi. Tüm yaşamını etkileyen ruhsal bunalımları sonun­da sanatçıyı intihara sürükledi. Parasızlık ve yoğun acılarla geçen yaşamı boyunca, başta yaptığı resimler olmak üzere her konuda yalnızca kardeşi Theo'dan destek gördü. Ya­pıtlarının değeri ve sanatındaki ustalığı ancak ölümünden sonra anlaşıldı. Sanatçının yapıt­ları bugün dünyanın önde gelen müze ve galerilerinde sergilenmektedir.
Vincent Van Gogh, Hollanda'da küçük bir köy olan Groot Zundert'te doğdu. Babası Protestan papazıydı. Vincent genç yaşta ken­dini dine adamaya karar verdi. Bir yandan da resim yapmaya başladı. 20 yaşında vaiz olarak İngiltere'ye gitti. Orada kaldığı üç yıl boyunca çok sayıda çizim yaptı. 1874'te Paris'e gitti. Ertesi yıl Lahey'de, amcasının yöneticiliğini yaptığı Goupil Galerisi'nde çalışmaya başladı.
O dönemde çeşitli galerileri ve müzeleri gezerek, birçok ressamın yapıtlarını inceleme fırsatı buldu. En çok da Rembrandt'ın ve Frans Hals'ın resimlerinden etkilendi. Bir süre aynı firmanın Londra'daki ve Paris'teki şubelerinde çalıştı. Londra'da bulunduğu sı­rada galeri sahibinin kızına âşık oldu. Ama ilgisi karşılıksız kalınca uzun süren bir bunalı­ma girdi. 1876'da işinden ayrılarak Dordrecht' te bir kitapçıda çalışmaya başladı. Edebiyata duyduğu yoğun ilgi yeniden canlandı. Bir süre sonra yaşamını gene dine adamaya karar verdi. Önce İngiltere'de ve Hollanda'da, ar­dından Belçika'da kömür madencileri arasın­da vaizlik yaptı. Bu deney ona din adamı olamayacağını gösterdi ve eskisi gibi resim yapmaya başladı. Brüksel Akademisi'nde bir süre anatomi ve perspektif dersleri aldıktan sonra Etten'e, ailesinin yanma döndü. Orada köylülerin günlük yaşamının ve çevredeki kır­ların resmini yaptı. O dönemde yaptığı Pata­tes Yiyenler (1885) adlı ünlü tablosu için şu sözleri söylemişti: "Gaz lambası ışığında pata­tes yiyen bu insanların aynı ellerle toprağı nasıl kazdıklarını ve yiyeceklerini nasıl dü­rüstçe kazandıklarını göstermeye çalıştım."
Van Gogh 1886'da, kardeşi Theo'yla birlik­te yerleşmek üzere gittiği Paris'te, İzlenimci sanatçıların tablolarını görme fırsatı buldu. Bir süre dönemin tanınmış ressamlarından Fernand Cormon'un atölyesinde çalıştı. Ora­da Henri de Toulouse Lautrec ve Paul Gaugin'le tanıştı. İzlenimci ressamların saf, canlı ve parlak renklerini coşkuyla karşılayan Van Gogh, en çok Monet ve Renoir'dan etkilendi. İzlenimciler'in renk ve üslup anlayışını tüm ayrıntısıyla özümsedi. Bununla birlikte sanat­çının üslubunu belirleyen en önemli etken, o yıllarda Paris'te sanat çevrelerinin ilgiyle izle­diği Japon baskıları oldu. Japon baskılarındaki renklerin parıltısı ve saflığı Van Gogh'u büyüledi. Paris'in hareketli kent yaşamından yorulan Van Gogh, sessiz ve sakin bir ortam­da çalışabilmek için kardeşi Theo'nun yardı­mıyla Fransa'nın güneyindeki Arles'a gitti. Orada sürekli açık havada çalıştı. Boyaları birbirine hiç karıştırmadan, saf ve canlı renk­lerle, çiçek açan meyve ağaçlarının, güneş ışığıyla yıkanan tarlaların, servilerin, ay çiçek­lerinin, yalın ve gösterişsiz odasının resimlerini, köydeki insanların portrelerini yaptı. 1888'de Paul Gaugin de Arles'a yerleşti. İki sanatçı aynı evde birlikte yaşamaya, açık havada birlikte çalışmaya başladılar. Gece gündüz, soğuk sıcak demeden sürekli resim yaptılar. Van Gogh'un o dönemde yaptığı Ayçiçekleri (1888) güneş ışığının, yaşam ener­jisinin fışkırdığı eşsiz güzellikteki tabloların­dan yalnızca biriydi. Ne var ki, iki sanatçının sanat anlayışları ve yaşam biçimleri arasında­ki farklılıktan doğan hararetli tartışmalar sonunda şiddetli kavgalara dönüştü.
Van Gogh yaşamının son üç yılında sık sık ruhsal çöküntü ve bunalım nöbetleri geçirdi. Bu nöbetlerden birinde Gaugin'le yaptığı şiddetli kavganın ardından sinirsel bunalım geçiren sanatçı sol kulağını kesti. Bu olaydan sonra St. Remy'de bir akıl hastanesine kaldı­rıldı. 1890'da intihara kalkıştı. Ama bunalım­ları arasında resim yapmayı sürdürdü ve en güzel tablolarından bazılarını yaşamının son yıllarında yaptı. O dönemdeki başlıca yapıtla­rı Sandalye ve Pipo (1888-89), Yıldızlı Gece (1889) ve Kendi Portresi'dir (1890).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder