Ana Sayfa Bilgi Bankası

4 Ocak 2011 Salı

Türk Resim Ve Heykel Sanat,Heykel Sanatı.

Resim sanatı, ikiboyutlu bir yüzey üstüne uygulanan çizgi ve boyalarla estetik değerlerin yaratıl­ması, bu yolla da duygu ve düşüncelerin iletilmesi demektir. Düz­lem üstünde yaratılan bu düzenleme soyut ya da somut olguları canlandırıyor olabilir, betimleyici ya da süsleyici nitelik taşıyabilir. İnsanların en eskiçağlardan beri kullandıkları bu anlatım aracı Türkler tarafından da kulla­nılmıştır. Orta Asya'nın bozkırlarında yaşa­yan Türk boylarının, ele aldığı konulardan dolayı "hayvan üslubu" olarak adlandırılan resimler yaptığı bilinmektedir. İslamlık be­nimsendikten sonra dinsel yasaklar nedeniyle betimleyici resim daha az kullanılmış, onun yerine süsleyici resim sanatları gelişmiştir. Bu nedenle Türk resim sanatı denince daha çok batı etkisi altında gelişen ve betimleyici yanı da olan çağdaş resim sanatı anlaşılır.
Gene de daha önceki dönemlerden kalan bazı yapıtların resim sanatı içinde sayılabile­ceği unutulmamalıdır. Az sayıda da olsa Anadolu Sel­çuklularından bazı yapıtlar kalmıştır. Bunlar kabartmalar, çini üstüne yapılan çizimler biçi­mindedir. Osmanlı döneminde de yoğun bir minyatür çalışması gözlenir. Fatih Sultan Mehmet döneminde batıdan ressamların ge­tirtilerek padişahın ve ailesinden kişilerin resimlerinin yaptırıldığı bilinmektedir. Os­manlı sanatçılar da İtalya'ya gönderilmiş, oradaki çalışmaları öğrenmeleri istenmiştir. Bu tür girişimler daha sonraki dönemlerde yinelenmemiş, kendine özgü kuralları olan minyatür sanatı sürdürülmüştür. Elyazması kitapların resimlendirilmesinde kullanılan minyatürlerin betimlemeci yanı da vardır. Bu sanatta gerçekçi olmaktan çok simgesel anla­tımlar önemlidir.
Minyatür 18. yüzyılda Levni ile anlatım olanaklarının sınırına ulaşmıştır. Bundan son­ra yerini, giderek yaygınlaşmaya başlayan batı etkisi altındaki resim sanatlarına bırak­mıştır. Bu arada "çarşı ressamları" adıyla anılan sanatçılardan da söz etmek gerekir. Bunlar kahvehanelerin, dükkânların duyarla­rı ya da taşbaskı kitaplar (mâniler, destanlar) için resimler yapan halk sanatçılarıdır. Batılı gezginler arasında bu sanatçılara o çağdaki günlük yaşamı betimleyen resimler yaptırıp ülkelerine götürenler olmuştur.
18. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin Avrupa ülkeleri karşısında gerilemeye başlamasını önlemek amacıyla bu ülkelerin bazı kurum ve uygulamalarının benimsenmesi yoluna gidil­di. Adına "batılılaşma" denen bu sürecin etkisi sanat alanında da duyuldu. Padişahların batı sanatlarına önem vermesi, bu sanatların ülkemizde ilerlemesine yol açtı. Türkiye'de batılı anlamdaki ilk resim denemeleri yeni kurulan Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ile Mekteb-i Harbiye (bugünkü Kara Harp Okulu) gibi mühendis­lik ve askerlik okullarında gerçekleştirildi. Önce haritacılık, teknik resim gibi konularda başlayan eğitim kısa süre içinde serbest resmi de kapsadı, bu amaçla batıdan öğretmenler geldi, Türk öğrenciler de yetiştirilmek üzere batı ülkelerine, özellikle Fransa'ya gönde­rildi.
Yenilikçi padişahlar 19. yüzyılda da batılı­laşma çalışmalarını destekliyordu. II. Mahmud kendi resmini yaptırarak devlet dairele­rine astırmış, Abdülaziz de resimle uğraşmış­tır. Genellikle asker kökenli olan ilk Türk ressamların yapıtları da bu yüzyıldan kalma­dır. Resimlerindeki donuk, acemice hava nedeniyle "19. yüzyıl Türk primitifleri" diye de adlandırılan bu ressamlar bazen fotoğraf­tan yararlanarak saray ve köşk bahçelerinden ya da İstanbul'dan görünümler yapmışlardır. Bunlar arasında Hüseyin Giritli, Hilmi Kasımpaşalı, Süleyman Sami, Ahmed Bedri, Salih Molla Aşki, Osman Nuri Paşa, Ahmed Şekür, Selahattin Bey, Şefik Bey, Necip Bey,Münip Bey, Ahmed Ziya Şam, İbrahim Bey, Mustafa Bey, Şevki Bey gibi adlar vardır.
Abdülaziz zamanındaki asker ressamlar arasında İbrahim (Ferik) Paşa, Tevfik (Ferik) Paşa, Hüsnü Yusuf Bey gibi adlar vardır. Resim eğitimi için Paris'e gönderilen öğrenci­ler arasında Süleyman Seyyid Bey ile Şeker Ahmed Paşa önemlidir. Bu ressamlar aldıkla­rı eğitim nedeniyle manzara ve durağan doğa resimlerinde başarılı olmuşlardır. Aynı ku­şaktan Osman Hamdi Bey ise güncel yaşamı "Oryantalist" (Doğucu, resimde doğu dünyası ile ilgili resim yapan sanatçı anlamına gelir) bir yaklaşımla ele almasıyla tanınır. Tablola­rında kendini model olarak kullanmış olması onu aynı zamanda ilk portre ressamlarından biri yapmaktadır.
Bu dönemdeki gelişmelerden biri ilk resim sergileridir. Belgelerden Oreker adlı bir man­zara ressamının 1845'te sarayda bir resim sergisi açtığı anlaşılmaktadır. 1860'larda dü­zenlenen çeşitli sergilerde resimler de yer almıştır. Türkiye'de yalnız resim çalışmaları­nın yer aldığı ilk resim sergisi ise ressam Şeker Ahmed Paşa tarafından düzenlendi. 27 Nisan 1873'te açılan sergiye hem Türk, hem yabancı ressamların katıldığı, ayrıca Sanayi Mektebi, Askeri Tıbbiye ve Mekteb-i Sultani (Galata­saray Lisesi) öğrencilerinin de sergiye resim verdikleri anlaşılmaktadır. Şeker Ahmed Pa­şa ikinci sergisini 1 Temmuz 1875'te açmış, bunu başka sergiler izlemiştir.
Halil Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa ve Hoca Ali Rıza bir sonraki kuşağın ressamlarıdır. Re­simlerinde İzlenimci bir hava olan Halil Paşa yaptığı İstanbul görünümleriyle tanınır. Çok sayıda küçük taslak çalışmasıyla bilinen Hoca Ali Rıza'nın ise gerçekçi bir tekniği vardır.
19. yüzyılda bir de gemileri, deniz savaşları­nı konu edinen deniz ressamları vardı. Ayrı bir küme oluşturan bu sanatçılar arasında Osman Nuri Paşa, Fahri Kaptan, Kâtip Hüse­yin Hüsnü (Tengüz), Tahsin Bey, Şamlı Ali Cemal, Bahriyeli İsmail Hakkı Bey gibi ad­lar sayılabilir. İstanbul'daki Deniz Müzesi'n- de bu ressamların birçok yapıtı bulunmak­tadır.
Bu yüzyılın sonlarına doğru resim sanatı açısından en önemli gelişme bir devlet sanat okulunun kurulmasıdır. 1874'te ressam Guillemet tarafından İstanbul'da Resim Akade­misi adlı bir özel okulun açılmış olduğu bilinmektedir. Bu okulun öğrencileri çalışma­larını 1876'da düzenledikleri bir sergiyle tanıt­mışlardır. Ama Türkiye'de çağdaş resim da­lında eğitim veren ilk kuruluş 1 Mart 1883'te açılan Sanayi-i Nefise Mektebi (daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi, bugün Mimar Sinan Üniversitesi) oldu. Ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey'in 1882'de müdürlüğüne getirildiği bu kuruluşun ilk yönetmeliğinde okulun "resim, oymacılık, mimarlık (fenn-i mimari) ve hakkaklık ile ilgili bilgi ve hüner­lerin sanata tatbiki usulü"nün okutulup öğre­tileceği yazılıdır. Resim eğitiminin ağırlığı bundan sonra askeri okullardan bu okula kaymıştır.
Sanayi-i Nefise Mekebi'nden yetişen öğren­ciler bir süre sonra kendilerinden söz ettirme­ye başladılar. Aralarından yetenekli bulunan­lara yurtdışında eğitim görme olanağı sağlan­dı ve onlardan daha sonra öğretmen olarak da yararlanıldı. 1910'da bazısı devlet adına, bazı­sı da özel olarak Avrupa ülkelerine gidenler arasında Nazmi Ziya Güran, İbrahim Çallı, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Hik­met Onat, Namık İsmail, Mehmet Ruhi Arel, Sami Yetik gibi sanatçılar bulunuyordu. I. Dünya Savaşı çıkınca geri dönmek zorunda kalan bu ressamlar, gittikleri yerlerde daha çok akademik eğitim veren okul ve atölyeler­de çalışmış olmalarına karşın, yurda döndük­ten sonra daha ilerici sayılabilecek İzlenimci bir yöneliş içinde olmuşlardır. İlk sergileri 1914-15 yıllarında açılmıştır. Bu ressamlar Türk resmine portreyi, figürü ve çıplak kadın resmini {nü) getirmişlerdir.
Türk ressamlar 20. yüzyılda ilk kez bir örgüt çevresinde birleşmişlerdir. İlk Türk ressamlar derneği 1908'de kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'dir. Derneğin adı 1921'de Türk Ressamlar Birliği'ne, 1926'da Türk Sanayi-i Nefise Birliği'ne, 1929'da da Güzel Sanatlar Birliği'ne dönüştürülmüştür. Sanatçılar arasında belli bir dayanışma sağla­yan, düşünce alışverişine olanak veren bu tür örgütler daha ileride belli akımların savunu­cusu olarak da ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra da re­sim alanındaki çalışmalar desteklendi. Sanayi-i Nefise Mektebi 1928'de Güzel Sanatlar Akademisi'ne dönüştürüldü. Batı ülkelerinden öğretmenlerin getirtilmesi, Türk öğrencileri­nin Avrupa'ya gönderilmeleri bu dönemde de sürdü. Cumhuriyetin ilk yıllarında Güzel Sa­natlar Akademisi'ni bitiren ressamlar arasında Şeref Akdik, Refik Epikman, Mahmut Fehmi Cüda, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi, Turgut Zaim gibi sanatçılar bulunmak­tadır. Öğretmen açığını gidermek için kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü'nün (bugün Ankara'daki Gazi Üniversitesi) Resim-lş Bö­lümü yetiştirdiği çok sayıdaki sanatçıyla ikinci bir resim eğitimi kuruluşu görevi görmüştür. Günümüzde bazı üniversitelerin güzel sanat­lar fakültelerinde resim eğitimi verilmektedir.
Cumhuriyet döneminde resim sanatı açısın­dan önem taşıyan çalışmalar arasında, sanat yapıtlarının sergilenmesi amacıyla kurulan kurum ve yapılar da bulunmaktadır. Cumhu­riyet döneminde yapımına başlanan ilk müze Ankara'daki Etnografya Müzesi'dir. Yeni başkentte açılan ilk resim sergisi de "Müstakil (bağımsız) Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birli­ği" adı altında toplanan sanatçılar tarafından 1928'de, yapımı yeni bitmiş olan bu müzede düzenlenmiştir. 1933-35 arasında gene Anka­ra'da, daha sonra Büyük Tiyatro'ya dönüştü­rülen Sergievi yapılmıştır. 20 Eylül 1937'de Atatürk'ün isteğiyle İstanbul'daki Resim ve Heykel Müzesi kurulmuş, çağdaş Türk sanat­çılarının yapıtları Dolmabahçe Sarayı'nın Ve­liaht Dairesi denen bölümünde sergilenmeye başlanmıştır. Müzenin ilk müdürü kendisi de ressam olan Halil Dikmen'di.
Cumhuriyetin 10. yılında ressamlar, özel­likle de yurtdışından yeni gelenler yeni bir atılımda bulunmuşlar, Nurullah Berk, Abi- din Dino, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu ve heykelci Zühtü Müridoğlu "D Gru­bu" adıyla kurdukları birliğin ilk sergisini gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı Ressamları Cemiyeti, Türk Ressamlar Birliği, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği'nden son­raki dördüncü sanatçılar grubu olan D Grubu resme düşünsel bir boyut getirmeye çalışmış­tır. 1930'larda batı ülkelerinde egemen olan akımları Türk sanat ortamına tanıtmaya çalı­şan bu sanatçılar düşüncelerini yazı ve konuş­malarla da yaymaya çalışmışlar, Türk kültür yaşamına o zamana kadar bilinmeyen canlı­lıkta bir tartışma boyutu katmışlardır. Bir süre sonra Arif Kaptan, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Eren Eyuboğlu, Eşref Üren, Halil Dikmen, Salih Urallı, Fahrünnisa Zeyd, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Zeki Kocamemi ve heykeltıraş Nusret Suman gibi sanat­çılar da bu grubun sergilerine katılmışlardır. Hiçbir zaman tam uyumlu bir grup olmayan D Grubu 1947'deki 15. sergisinden sonra grup olarak etkisini yitirmiş, sanatçılar kendi ki­şisel üsluplarını oluşturmayı sürdürmüşler­dir.
Cumhuriyet döneminde resim sanatını özen­dirme girişimlerinden biri 1939'dan bu yana her yıl düzenlenen ödüllü devlet resim ve hey­kel sergileridir. 1940'ların başında, genç res­samların oluşturduğu "Yeniler Grubu" ken­dinden söz ettirmeye başlamıştır. Grubun ku­rucuları Nuri İyem, Ferruh Başağa, Avni Ar- baş, Selim Turan, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Turgut Atalay, Haşmet Akal'dır. Bu sanatçılar o zamana kadar değinilmemiş top­lumsal sorunlara eğilmişlerdir. Ama onların da her biri bir süre sonra kendi yoluna gittiği için grubun etkinliği uzun sürmemiştir.
1914'te ressam Mihri (Müşfik) Hanım'ın gi­rişimiyle İnas (Kız) Sanayi-i Nefise Mektebi' nin kurulduğu bilinmektedir. Müzdan Sait (Arel), Güzin (Duran), Melek Celal (Sofu), Fahrünnisa Zeyd ve Nazlı Ecevit hanımlar bu okulun ilk öğrencileri arasındadır. Cumhuri­yetin kuruluşuyla birlikte atılan bu adım daha ileri götürülmüş, 1926'da kız ve erkek güzel sanatlar okulları birleştirilmiştir. Sabiha Bozcalı, Aliye Berger, Hale Asaf, Eren Eyuboğlu, Melahat Üren gibi adlar Cumhuriyet dö­neminin ilk akla gelen kadın ressamlarıdır. Kadın sanatçılar daha da çoğalmış olarak gü­nümüzün sanat yaşamında yer almaktadırlar.
Resim sanatında 1950'den sonra çok çeşitli eğilimlerin, akımların, düşüncelerin yan yana yer aldığı gözlenmektedir. Farklı yaklaşımları benimseyen sanatçılar birbirlerine üstünlük sağlamadan yapıt vermişlerdir. Malik Aksel halkbilim alanındaki araştırmalarıyla tanın­mıştır. Turgut Zaim kırsal kesim izlenimlerini kendine özgü bir üslupla anlatmıştır. Bedri Rahmi Eyuboğlu Anadolu el sanatlarından esinlenen yapıtlar vermiştir. Sabri Berkel so­yut çalışmalarıyla öne çıkar. İbrahim Balaban şair Nâzım Hikmet'in özendirmesi üzerine kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçıdır. Çalış­malarını Paris'te sürdüren Fikret Muallâ ken­dini yurtdışında da kanıtlayan bir sanatçı ol­muştur. Neşet Günal kırsal kesim insanlarını anlatan gerçekçi resimleriyle tanınır. Mimar olan Cihat Burak kendine özgü bir duyarlığa ulaşmıştır. Adnan Çöker soyut düzenlemele­re yönelmiş, Salih Acar doğal yaşamdan esin­lenen çalışmalar yapmıştır.
Türk resim sanatındaki son önemli gelişme 1970'lerin ortasından beri yaşanmakta olan canlı alışveriş ortamıdır. Sanatçıların çoğal­ması, yapıtların izleyiciye sunulması sorunu o zamana kadar devletin ya da yerel yönetimle­rin ve bankaların sergi salonları aracılığıyla sağlanıyordu. Buna özel galerilerin de katıl­masıyla sergileme olanakları arttı. Bu da hem sergileme, hem pazarlama açısından bir canlı­lık getirerek eski ustaların yanı sıra genç sa­natçıların da kendilerini göstermelerine yol açtı. Eskiden yalnız büyük kentlerde bulunan sergi salonları yaygınlaşarak başka kentlerde de açılmaya başladı, taşralı resim severler ve resim izleyicileri de yeni olanaklara kavuştu­lar. Festivaller, iki yılda bir düzenlenen sergi­ler (bienaller), yarışmalar, özellikle genç sa­natçıları tanıtmaya yönelik sergiler, açık hava sergileri gibi etkinlikler resim alanındaki can­lılığın başka bir belirtisidir. 1980'de Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi açıldı.
Son dönemde Mehmet Pesen, Kayıhan Keskinok, Nedim Günsür, Fahir Aksoy, Şadan Bezeyiş, Nuri Abaç, Mustafa Aslıer, Turan Erol, Orhan Peker, Ruzin Gerçin, Ömer Uluç, Özdemir Altan, Dinçer Erimez, Meh­met Güleryüz, Devrim Erbil, Altan Gürman gibi ustaların yanı sıra, Neşe Erdok, Oya Kat- oğlu, Mustafa Pilevneli, Süleyman Saim Tek- can, Burhan Uygur, Ergin İnan, takma adı "Kornet" olan Gürkan Coşkun, Gülsüm Ka- ramustafa, Balkan Naci İslimyeli gibi genç kuşak sanatçıları da adlarını duyurmuşlardır. Öncü nitelikteki çalışmalarıyla yurtdışında da tanınmış bir başka sanatçı olan Bedri Baykam ise bir sonraki kuşaktandır.
Heykel Sanatı
Heykel ya da yontu, çeşitli gereçler kullana­rak üçboyutlu düzenlemeler yapma, bu yolla yaratılan estetik değerler aracılığıyla da duy­gu ve düşünceleri iletme sanatıdır. Oluşturu­lan üçboyutlu yapıt soyut ya da somut olguları canlandırıyor olabilir, betimleyici ya da süsle- yici nitelik taşıyabilir. Heykel çok eskiçağlar­dan beri herhangi bir kişi ya da olayın anısını yaşatmak amacıyla da kullanılmıştır.
Bu tür yapıtlar taş gibi gereçlerin yontula­rak, kil gibi gereçlerin yoğrularak, tunç gibi gereçlerin dökülerek, bunların dışında kalan­ların da çeşitli yöntemlerle birleştirilerek bi­çimlendirilmesi sonucu oluşur. Kullanılan te­mel gerecin üstünün boyanması da çok yaygın bir uygulamadır. İkiboyutlu olmalarına karşın üçüncü boyuttaki girinti ve çıkıntılarıyla alçak ya da yüksek kabartmalar da heykel sanatının bir türü sayılır.
Türkler çok eskiçağlardan beri taş işçiliğin­de başarılı yapıtlar ortaya koymuşlardır. En eski örneklerine Orta Asya sanatında rastla­nır. Orhun Anıtları anıtsal heykeller olarak da düşünülebilir. İnsan figürünün simgesi olarak taştan yontulmuş balballar, babalar da ilkel heykel örnekleri­dir. İslam dininin benimsenmesinden sonra dinsel kurallar gereği, öteki sanatlarda olduğu gibi heykelde de betimlemecilik bırakılmış, bunun yerine süslemeci yanı ağır basan kabartmacılık, oymacılık, kakmacılık gibi sanat­lar öne çıkmıştır. Gene de Anadolu Selçuklu­larının yaptığı yapılarda insan ve hayvan fi­gürlerini kullanan kabartmalara rastlanır.
Mezar taşları, nişan taşları Osmanlı Devleti döneminde de en ince biçimde işlenen, en gü­zel süslemelerle donatılmış yapıtlar olmuşlar­dır. Bazen çeşme, şadırvan, havuz, fıskiye gi­bi yararlı amaçlarla üretilmiş yapıtları da bun­larla birlikte düşünme olanağı vardır. Günü­müzde Türk heykel sanatından söz edilirken batı etkisi altında gelişen, çağdaş üçboyutlu dü­zenlemeler oluşturma sanatı akla gelmektedir.
Sanayi-i Nefise Mektebi Türkiye'de çağdaş heykel sanatı dalında eğitim veren ilk kuru­luştur. Oskan Yervant Efendi, bu kuruluşta öğretmenlik yapan Osmanlı yurttaşı ilk hey­keltıraşlardandır . Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bu okuldan yetişen sanatçılar İhsan Özsoy, İsa Behzat, Mahir Tomruk, ve Nejat Sirel olmuştur. İsa Behzat dışındakiler Cumhu­riyet döneminde de yapıt vermişler, ayrıca içinden yetiştikleri okulun geleneği uyarınca yurtdışına gönderilmişler ve onlardan öğret­men olarak da yararlanılmıştır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra batılı­laşma süreci daha da hızladı. Batıya özgü sa­natların yaygınlaştırılmaya çalışılması yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kül­tür siyasetinin bir öğesiydi. 19. yüzyılda II. Mahmud'un resmini yaptırıp devlet daireleri­ne astırması gibi, 20. yüzyılda da Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı anlatan ya da simgeleyen anıtların yapımı yaygınlaştı. Bunun için hem batılı, hem de Türk heykeltıraşlardan yararla­nıldı.
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde de batılı anlayışa uygun anıtlar yapılmaya baş­lanmıştı. Bunların arasında şehit pilotların ya da özgürlük kahramanlarının adına düzenlen­miş anıtlar sayılabilir. Bunlar heykeltıraşlar­dan çok mimarların elinden çıkmıştır. Örne­ğin İstanbul'da bulunan Tayyare Şehitleri Anıtı'nı Mimar Vedat (Tek) Bey yapmıştır. Cumhuriyet döneminde anıtların daha çok heykeltıraşlar tarafından tasarlanmaya başla­masının yanı sıra betimleyici ya da figüratif heykel ve kabartmaların kullanılmasına da geçilmiştir.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Hein- rich Krippel, Pietro Canonica, Anton Hanak, Joseph Thorak gibi heykeltıraşlar Türkiye'de­ki çeşitli anıtları tasarlamışlardır. 1937'de Türkiye'ye gelen Rudolf Belling Türk heykeltıraşların yetiştirilmesi ile görevlendirilmiş, hem Güzel Sanatlar Akademisi'nde, hem de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde ders vermiştir.
Çağdaş Türk heykel sanatçıları arasında Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Nusret Suman, Ahmet Kenan Yontunç, Hüseyin Anka adıyla tanınan Hüseyin Özkan, yurtdışında da çalışmalarını sürdüren İlhan Koman, Hüseyin Gezer, Mehmet Şadi Çalık, Kuzgun Acar, Saim Bugay gibi adlar vardır. Bu heykelcilerin yanı sıra Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki, Lerzan Bengisu, Günseli Aru gibi kadın sa­natçılar da yetişmiştir.
Günümüz Türkiye'sinde hem somut, hem de soyut konuları ele alan, çok çeşitli gereçle­ri kullanan heykel ve kabartma çalışmaları ya­pılmaktadır. Sanatçılar kişisel sergiler düzen­lemekte, Devlet Resim ve Heykel Sergisi gibi karma sergilere katılmaktadırlar. Eskisi ka­dar yoğun olmamakla birlikte anıtlar da yaptırılmakta, yarışmalar açılmaktadır. Yabancı ülke sanatçılarının yapıtları Türkiye'de sergi­lenirken Türk heykeltıraşların çalışmaları da yurtdışında gösterilmekte, oradaki sergi ve yarışmalara katılmaktadır.
Gene de heykelin batı etkisi altındaki öteki sanatlara göre daha az benimsenmiş olduğu söylenebilir. Müzeler dışında Anıtkabir, dev­let daireleri ya da üniversiteler gibi yerlerdeki yapıtların az çok koruma altında olmalarına karşın, örneğin cumhuriyetin 50. yıldönümü nedeniyle sanatçılara yaptırılıp çeşitli yerlere konan çalışmalar bakımsızlıktan çürümüş, bir bölümü de daha sonra kaldırılmıştır. Son yıl­larda Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerinin yapıp okulun bitişiğindeki bir parkta sergile­dikleri çalışmalar ise bilinmeyen kişilerin sal­dırısına uğrayarak zarar görmüş ve heykel ni­teliğini yitirmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder