Ana Sayfa Bilgi Bankası

15 Aralık 2010 Çarşamba

Alet teknolojisi ?

1950'lerde ve 1960'larda bulunarak, geliştirilmiş radyometri teknikleriyle tarihlendirilen taş aletler, insansıların alet yapımı/kullanımına ilişkin paleontolojik zaman çizelgelerimizin önemli ölçüde yeniden gözden geçirilmesini gerektirmiştir. Buna göre, Homo erektüs öncesi insansılarının, avcılık-toplayıcılık ile birlikte, alet teknolojisine dayalı yaşam tarzını, Homo döneminin en az dört katı süreyle -- başarıyla -- sürdürdükleri düşünülmektedir. Taş aletler milyonlarca yıl pek az değişime uğrayarak kullanıldı. Günümüz insanına ulaşan çizgideki nöro-anatomi ve davranışlar karmaşığı da bu uzun zaman aralığı içinde oluştu. Bu oluşumu en yalın çizgilerle tanımlamak istersek, bunun kültürel bir dünyanın geliştirilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Eldeki paleontolojik verilerin sınırlı olduğu önceki kuşak teorilerinde, insanın evriminde asıl itici gücün beyindeki evrim olduğu inancı oldukça yaygındı. Buna göre, alet teknolojisi büyük sığalı beyinlerin ardından kazanılmış bir beceri olmalıydı. Alet teknolojisi ile birlikte, hızla ve doğrudan günümüz kültürlerine girilmiş olduğu düşünülüyordu. Yeni bulgular, bu görüşlerin geçersizliğini gösteriyor. Olduvai'de (Tanzanya), Lake Turkana'da (Kenya), Hadar'da (Cibuti) ve öteki kimi Afrika kazı mahallerinde bulunan kaba taş aletlerin günümüzden üç milyon yıl öncesi dönemlerle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Dolayısıyla alet teknolojisi tarihinin, el-baltası yapımı ve beyindeki hacim genişlemesiyle tanımlanan Homo erektüs'ten (Aşölyen ve daha sonraki dönemler) birkaç milyon yıl daha geriye götürülebileceği anlaşılmaktadır. O dönem insansıları, genel çerçevede Ostralopitek adı verilen nüfuslardan oluşmakta ve tanım ölçütlerinden birisi olarak küçük hacimli beyinler üzerinde durulmaktadır. En eski taş alet kültürü, Oldovan (Oldowan) geleneği olarak biliniyor. Bu tür âletler ilk kez Olduvai Gorge'da bulunmuştu. Ancak bugüne kadar kayıtlara geçmiş en eski Oldovan taş aletleri Olduvai Gorge'da değil, Doğu Afrika Rift Valley sisteminde bulunmuşlardır. Kenya'nın kuzeydoğu uçunda Lake Turkana üzerindeki Koobi Fora yarımadasında çıkarılan taş âletler günümüzden 2.6 milyon yıl, Cibuti'nin Hadar yöresinde elde edilenler ise 2.5 - 2.7 milyon yıl geriye gitmektedirler. Öte yandan taş aletlerden önce, ya da en azından onlarla birlikte, kemik ve ağaçtan yapılmış aletlerin kullanılmış olacağı düşünülebilir. Ancak ağaç genellikle kalıcı değildir; kemik âletlerin ise tanınma güçlüğü vardır (Weitz, 1979: 236). Ayrıca taş, ağaç ya da kemiklerin işlenerek alet yapımının gerçekleştirilmesinden çok önceleri, çevredeki bu tür doğal malzemeden bulunduğu biçimiyle yararlanıldığı uzun bir âlet kullanımı döneminin varlığı da akla yatkındır. Yakın zamanlarda, başta şempanzeler olmak üzere, insan-dışı primat türlerinde gerek laboratuar koşullarında gerekse doğal çevrelerinde gözlemlenen âlet kullanımı ve alet yapımı örnekleri, aynı becerilerin belki de ön-insansılardan başlayarak geçerlik kazanmış olabileceğini düşündürmektedir. Tüm bu bulgular ve varsayımlar, insansıların alet teknolojisi tarihinin çok eskilere dayandığı görüşünü desteklemektedir. Hadar yöresinde 1976 ve 1977'de Fransız arkeolog Hélene Roche ve Yeni Zelanda'lı arkeolog Jack Harris tarafından bulgulanan taş âletler konusunda uzmanların görüşlerini alan Lewin (1981: 806-7), bu aletlerin günümüzden ortalama 2.5-2.7 milyon yıl gerilere tarihlenebileceğini bildiriyor. Hadar'da âletlerle birlikte kimi fosil kemik parçaları da bulundu. Bunlardan bir fildişi parçası ve bir antilop çene kemiği kesin olarak tanımlanmıştır (Lewin, 1981: 807). Böyle bulguların iri hayvan avcılığı açısından değerlendirilebileceği açıktır. Arkeolog Glynn Isaac'a göre Hadar'daki taş aletler, buna ilişkin teknolojinin beyin hacmindeki genişlemeden önce gerçekleştirilmiş olduğu yolunda inandırıcı kanıttır: "Eğer Hadar aletleri için yapılan tarihlendirme doğruysa, elimizdeki paleontolojik fosil kayıtlarında, beyin gelişimini tartışılmaz biçimde gösteren ilk örnekten en az yarım milyon yıl daha geriye giden âlet yapımı ile karşı karşıyayız demektir" (Lewin, 1981: 807). 1960'lardan bu yana, gerek laboratuar koşullarında ve gerekse doğal çevrelerinde primat türlerinde alet kullanımı/yapımına ilişkin beklenmedik gözlemler gerçekleştirilmiştir. Bulgular arasında özellikle şempanzelerde rastlanılan beceri ve davranışlar dikkati çekiyor. Goodall (1964, 1965, 1979), alet yapımının şempanzelerin doğal bir davranış örüntüsü olduğunu şüpheye yer bırakmayacak açıklıkla gösterdi. Şempanzeler, termit yuvalarına deşmekte,su içmek için gerektiğinde uygun bir "sünger" hazırlanmasında, saldırgan hayvanları korkutup kaçırmak için çevrede ele geçirilen taş ya da sopa gibi nesnelerin kullanılmasında dikkati çeker davranışlar geliştirmişlerdir. Bu beceriler genç şempanzeler tarafından yetişkinleri gözlemek ve taklit yoluyla kazanılmakta, dolayısıyla şempanze gruplarının kültürel becerilerini oluşturmaktadır. Burada andığımız üçüncü davranış -- korunma davranışı -- alet kullanımının yiyecek sağlanması dışımda, düşmana karşı silah olarak da değer taşıyacağı yorumunu desteklemektedir. Üst primatlar dışındaki biyolojik türler için bildirilen alet kullanımı davranışlarında itici gücün çoğunlukla genetik uyarlanma olduğu gösterilebilir. Oysa şempanzelerde bunların sonradan öğrenilen, kültürel geçişliliğe dayalı uyarlanmalar oldukları kesindir. Elimizdeki veriler, kültürel davranışlar geliştirme gizilgücü açısından -- çok geniş bir farkla da olsa -- insanın en yakın izleyicisinin şempanze olduğu yolundadır. Bu gerçek, aradaki genetik yakınlık dolayısıyla, şaşırtıcı olmasa gerektir. Biyolojik türlerin kültür geliştirme yetenekleri, genetik yapıdan kaynaklanan ve aynı zamanda genetik yapıyı kendi yönünde etkileyen toplu bir uyarlanma sonucudur. İnsansıların yaşam tarzında kültürel beceriler, ekolojik başarı açısından güçlü bir seçilim baskısı oluşturmuş; yaşam tarzı ve genetik yapı arasındaki sürekli etkileşme insanın öteki primat türlerine göre arayı bu yönde açmasıyla sonuçlanmıştır. Daha önce de dokunduğumuz gibi, bu yoğun etkileşmede geçerli olan süreçotokataliz ilkesiyle tanımlanabilir. Ekolojik çentik, genetik yapı, ve uyarlanma tarzı arasındaki dinamik bütünleşmeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla insan ve öteki üst primatlar arasında alet yapımı/ kullanımı açısından yapılacak karşılaştırmaların bazı güçlükleri vardır. Acaba şempanzeler bu davranışları geriye doğru hangi dönemlerde kazanmışlardır? Ortak atatürler âlet yapımı/kullanımı olarak niteleyebileceğimiz davranışlar geliştirmişler miydi, yoksa insan ve şempanze bu davranışları herbirisi kendi evrim çizgisinde birbirinden bağımsız olarak mı kazanmışlardır? Daha önce de belirttiğimiz gibi evrim, türlerin biyolojisi, ekolojisi ve davranışları arasındaki bütünleşmeyi ifade eder. Aynı ekolojik çentiği birden çok türün birlikte paylaşamayacağı, evrimin altın kuralıdır. Rakip türlerden birisi ya başka bir yaşam tarzına kaymak, ya da tükenmek durumundadır. Âlet yapımı/kullanımına dayalı yaşam çentiği yeryüzünde en az 35.000 yıldır Homo sapiens'in tekelindedir. Nüfus yoğunluğunun az, kaynakların yeterli, ve âlet teknolojisinin ilkel olduğu Homo erektüs öncesi dönemlerde, bu yaşam tarzını birden çok insansı grubunun birbirinden bağımsız sürdürmeleri mümkün olmuştur. Fakat sapiens derecesinin bütün coğrafî bölgelere yoğun biçimde yayılmış bulunduğu günümüz dünyasında bu yaşam çentiği artık farklı türlere ya da alt-türlere kapalıdır. Hatta denilebilir ki, kitle haberleşmesi ve yoğun coğrafî hareketlilik çağında, teknolojinin değiştirmekte olduğu dünyaya ayak uydurmakta güçlük çeken kültürlere de kapalıdır. O halde genel görünüm şöyledir: Miyosen çağından başlayarak, ekolojik koşulların zorlamasıyla, primat atatürlerinden, henüz oldukça küçük sığadaki beyinlerine karşın, yiyecek sağlamada ve kendilerini korumada avcı-toplayıcı yaşam tarzını ve alet yapımı/kullanımını geliştirmekte olan birden çok insansı grubu oluşmuştur. Günümüzden yarım milyon yıl öncesine gelindiğinde, gerek beyin sığası ve gerekse âlet teknolojisinde -- ve belki de konuşma dilinin ayrıcalıklı evrencelerinin kazanımında yada ileri derecede geliştirilmesinde -- hızlanmış bir evrilme dönemine girildiğini görüyoruz. Bu hızlanmada, otokataliz ilkesinin itici güç durumunda olması akla yatkındır. Homo erektüs'ten sapiens derecesine geçilirken, kültürel yaşam çentiği artık rakip alt-türlere kapalıdır. Bundan böyle insana giden gelişmeler tek çizgide birleşmiştir. Neandertalnüfuslarının Kro-Manyon nüfuslarıyla yüzyüze gelmeleri sonucu kısa sürede tükenmelerini de bu çerçevede düşünmek gerekir. Aslında günümüz insanının biyolojik âlemdeki özel konumu ve yalnızlığı bundan ileri gelmektedir. Belki de onbeş milyon yıla ulaşan bir ayrımlaşma çizgisinde, insan ve genetik bakımdan en yakın akrabaları olan bugünkü primat türleri arasındaki uzaklık sonunda uçurum boyutlarına ulaşmıştır. İnsanın yaşam tarzı ve nöro-anatomik evrimi arasındaki koşutluğun bir diğer ilgi çekici yönü, tercihli el geliştirimidir. Her iki elin aynı ustalıkla kullanılması (ambidexterity) ilk bakışta bir üstünlük gibi görünebilir. Ancak bu sözcüklerdeki bir yanılmadan öteye gitmez. İleri düzeyde âlet yapımı/kullanımı becerilerinin, biyolojik yetenek ve kültürel deneyimin tek elde yoğunlaştırılması ile bağlaşık olduğu kolaylıkla gösterilebilir. El-tercihi olgusunun, beyin yarıküreleri arasındaki işlev uzmanlaşması ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Öte yandan, dilin nöro-anatomisi ve nöro-patolojisi üzerinde Paul Broca ve Carl Wernicke'den bu yana yüz yılı aşkın yoğun bir tarihçeye dayanan verimli bir kuram ve araştırma alanında, konuşmanın üretilmesi ve anlaşılmasıyla ilgili beyin bölgelerinin yarıkürelerden birisinde uzmanlaşması ile el-tercihi arasında anlamlı istatistiksel ilişkiler bulunduğu gösterilmiştir. Paleoantropolojik ve arkeolojik bulgular, insana giden çizgide, alet teknolojisinin daha büyük yada belki yarıküre uzmanlaşması gösteren beyinlerden önce geldiği yolundadır. Âlet teknolojisi ve yetişkin erkekler tarafından toplu iri hayvan avcılığına dayalı yaşam tarzı, iri beyinli Homo erektüs'ten önce -- bugünkü bilgilerimize göre -- erektüs döneminin en az dört katı süreyle geçerli olmuştur. Yeni bulgularla bu dönemin daha da gerilere götürüleceği düşünülebilir. Özetle, insansılarda sosyal yaşamın yoğunlaşması ve alet yapımı/kullanımı ile bağlaşık avcı-toplayıcı yaşam tarzı, primat atatürlerinden günümüz insanına ulaşan çizgideki ekolojik fırsatı oluşturmuştur. Bu yaşam tarzının amaçlarına uygun nitelikteki bilişsel/iletişsel olanak ve boyutlarının geliştirilmesi, sözkonusu fırsatın ileri düzeyde değerlendirilmesinde kaçınılmazlık taşıyan doğal seçilim baskıları karmaşığı kimliğindedir.u konuda genellikle Leakey'lerin Olduvai Gorge'daki başarılarını düşünmek gerekiyor. Konunun ana ayrıntılar! ve özeti için, bknz. Lancaster (1971) ve Dolhinow ve Sarich (1971). Ayrıca, 1970'lerdeki Hadar yöresi bulguları için, bknz. Lewin (1981). 18. Bununla birlikte, fosil kafataslarının iççeper kalıplarının çıkartılması ve yorumlanması konusunda uzman bir araştırmacı olan Holloway, insansı beyinlerinin temel yapı ve örgütlenme olarak günümüzden en az üç milyon yıl önce bugünkü görünümünü kazanma yoluna girmiş olduğu görüşünü savunuyor (Holloway, 1969; Leakey ve Lewin, 1978 : 49). Beyinlerin değerlendirilmesinde üç ayrı ölçüt sözkonusudur : 1. Toplam hacim; 2. Genel görünüm, ya da işlevsel örgütlenme; 3. Nöronların (sinir hücrelerinin) bağlantı örüntüleri. Hacim açısından sonraları gerçekleşen hizlı büyümenin, önceki yapısal dönüşümlerin yoğunluk kazanması anlamında da yorumlanabileceği açıktır. Leakey ve Lewin'e (1978 : 50) göre, primat atatürlerinden öninsansı beyinlerine dönüşüm günümüzden 15 milyon yıl önce Ramapitekus'la başlamış; dik duruşun gerçekleştirilmesi, yeni enerji kaynaklarına yönelinmesi, ve davranışların sosyal yaşam yönünde yoğunlaşmasıyla bağlaşık bir gelişim çizgisi izlemiştir. 19. Genel değerlendirmeler için, bknz. Weitz, 1979: 236; Lewin, 1981: 806 - 7. 20. Gerçekten de, Güney Afrika'lı araştırıcı Raymond Dart, Transvaal eyaletinde gün ışığına çıkardığı insansı fosilleriyle birlikte âlet olarak kullanılmak üzere biçimlendirilmiş kimi hayvan kemikleri bulguladığmı bildirmiştir. Dart, bu kültüre Osteodontokerati adını vermiştir. Ancak bilim dünyası bu konuda Dart ile tam bir görüş birliği içinde değildir (Doç. Metin Özbek ile özel görüşmemden). 21. Alet kullanımı ve yapımı arasındaki önemli bir farkı IV. Bölümde tartışacağız. 22. Kenya'da Lake Turkana'da bulunmuş, "1470" adı verilen Homo habilis ("becerili insan") kafatası kastediliyor. 23. Termit beslenmesi mevsimlik bir etkinliktir. Dört aylık yağmur mevsimi süresinde termitler sekiz kez oğul vermekte; şempanze dışındaki primat türleriyle öteki hayvanlar bu protein kaynağından ancak oğul göçü sırasında yakalayabilirlerse yararlanabilmektedirler. Yılın öteki aylarında deşilemeyecek kadar sert olan termit kayalarındaki kimi geçitleri işçi termitler oğul verme öncesi dönemde dışa doğru oyarak inceltirler. Şempanzeler bu incelmiş kısımları deşmenin yolunu bulmuş, protein beslenmesi açısından mevsim boyu yararlanmalarını sağlayan önemli bir uyarlanma davranışı geliştirmişlerdir (Lancaster, 1971: 348, çeşitli kaynaklardan özetleyerek). 24. Bir avuç dolusu yaprak ağızda çiğnenerek yumuşatılır, sünger kıvamına getirilir. Hayvanın ağzını yaklaştıramadığı ağaç kovuklarındaki su birikintilerine daldırılmak suretiyle çekilen su emilerek içilir (Goodall, 1964). 25. Düşmana doğru sallamak ya da o yönde fırlatmak gibi (Goodall, 1964). 26. Evrim Kuramını anlayabilmek için, düşünce yapımızı neden-sonuç ayrımından arındırarak, toplu uyarlanma anlamında, ekoloji-biyoloji-davranışlar yumağında etkileşme ve bütünleşme kavramını geliştirmemiz gereğine daha önce de değinmiştik. (27) Daha yalın bir anlatımla, teknoloji-ekonomi-sosyal ve siyasal sistem karmaşığında çağdaş değişim çizgisini izlemekte güçlük çeken kültür toplulukları için gelecek yoktur. Bu uyarlanmanın tek koşulu vardır: Dogmatizmden uzak durmak, esnek ve fırsatçı toplumsal programlar oluşturabilmek... Özü ve düzeneği, bilimsel fikir oluşumlarına demokratik işlerlik kazandırmaktır diyebiliriz. Hızla değişen bir dünyada, kimliğini koruma felsefesini değil, değişme felsefesini benimseyebilenler varlığını koruyabilmektedir. Evrim açısından bakıldığında, bu belirlemede çelişki sözkonusu değildir. 28. Bu konuya ilişkin görüş ve araştırma sonuçlarının özetlendiği kısa birer değerlendirme için, bknz. Geschwind (1979), Hubel (1979), Zurif (1980). Öte yandan, bu verilerin "sağ-el tercihli, tek anadilli" kimseleri ilgilendirdiği, ikidilli nüfuslarda yada kişilerin ikinci bir dil öğrenmeleri durumunda, dille ilişkili beyin nörolojisinin kimi farklılıklar gösterdiği yolunda son yıllarda ileri sürülmekte olan görüşmelerin bir özeti için, bknz. Benderly (1981). 29. Kimi araştırmacılar ise, yarıküre uzmanlaşmasının insanla sınırlı olduğu yada insansıların evriminde geç bir gelişme odağı olduğu görüşüne karşı çıkıyorlar. Falk (1980), bu konuda kendisinin ve öteki araştırmacıların ortaya koydukları verileri gözden geçiriyor. 30. En eski dönemler insansılarının ekolojisi ve beslenme alışkanlıklarıyla ilgili arkeolojik bulgulara ilişkin bir özet için, bknz. Isaac, 1978. Öteki biyolojik türlerdeki alet yapımı/kullanımı örneklerini gözden geçiren Holloway (1969), "çevreyi istençle biçimlendirme" ölçütünü geliştirerek, kültür kavramının biyolojik türler arasında yalnızca günümüz insanı ve geçmişin insansıları için sözkonusu edilebileceği görüşünü savunmuştur. Holloway, insanın alet teknolojisinin ve konuşma dilinin özellikleri arasında organik bir bütünlük görmektedir: "Âlet yapımı ve dil, ...benzer, hatta belki de özdeş bilişim süreçleridir" (1969: 396). Dolayısıyla insanın psikolojik boyuttaki evrimini paleontolojik kayıtlardan izlemek mümkündür. Paleontolojik tarihin anahtarı ise, geçmişin kalıcı izleri olan taş aletlerde saklıdır... Alet teknolojisinin bir psikolojik süreç olarak incelenebilmesi için uygun nitelikteki kavramsal çerçeveyi geliştirmeyi amaçlayan Holloway'in getirdiği sorunsal, alet yapımı ve dil becerilerinin "aynı bilişsel yapıdan" (1969: 407) kaynaklandığının gösterilmesidir. Alet yapımı bu çerçevede, 1. "çevreyi istençle biçimlendirme" açısından ele alınmış; 2.Hockett'in önerdiği dil evrenceleri ile paylaştığı bilişsel/iletişsel özellikler açısından çözgülenmeğe (tahlil, analiz)çalışılmıştır. Holloway'e göre, termit yuvalarının deşilmesi için uygun bir çubuk hazırlanması örneğinde, "ham madde ve sonuçtaki ürün arasındaki ilişki özce türünden bir bağlantıdır" (1969: 401); oysa insansı gruplarının taş aletlerinde, "başlangıçtaki malzemeyle sonuçtaki ürün arasında hiçbir zorunlu ilişki sözkonusu değildir" (1969: 401). Gerçi kimi çakılların diğerlerine göre daha az yada daha çok işlenmesi gerekecektir ve buna dayanılarak malzemenin amaçlanan ürün üzerinde belli ölçülerde etkisi olacağı savunulabilir. Ancak önemli olan, "taş aletlerin, bilişsel yapıda şekillendirilen standart biçimlere göre" (1969: 407) gerçekleştirilmiş olmasıdır: [Bu beceriler] grubun liderlerinden ya da serüven peşinde koşan genç üyelerinden taklit yoluyla kazanılmış basit motor tepkiler değildir. Burada sözkonusu olan, belirli bir yapının daha önce mevcut bulunmadığı yerde yaratılmasıdır. Bu yeni süreçte, başlangıçtaki nesne ile sonuçtaki ürün arasında zorunlu bir bağlantı göremiyoruz. Çevrenin istençle biçimlendirilmesi olgusu, kurallara, ortaklaşa başvurulan bir kavramsal çerçeveye, ve sözkonusu yapının kültürel geçişliliği ilkesine dayalı bir üretim tarzıdır. En önemlisi, topluluğun her üyesi bu çerçevedeki sosyal kurallarla bağlanmış olmaktadır (1969: 406). İkinci plânda, alet yapımında geçerli zihin süreçlerini, Hockett'in konuşma dili için önerdiği ayrıcalıklı evrenceler açısından irdeleyen Holloway, şu kanıya varılabileceğini savunuyor: ... insan için biricikliği olduğu gösterilen dil evrenceleri ile âlet yapımı arasında özdeşlikler vardır. Temeldeki bilişim süreçlerinin aynı olduğu üzerinde ısrarla duruyorum. ...Âlet yapımı ve konuşma dilinin evrimi eşzamanlıdır. Doğal seçilim sonucu önplâna çıkan bilişsel yapı, alet yapımı ve dilin birlikte evrilmesine öncelik tanımıştır (1969: 404). Holloway, yetersiz verilerden büyük sonuçlara sıçramaktan kaçınmakta, standart örüntülere göre yapılan taş aletlerin konuşma dilinin varlığı için kesin kanıt sayılamayacağını (1969: 404) kabul etmektedir. Ancak, üst primatlarda gözlemlenen alet yapımı davranışlarının, insanı tüm biyolojik türler arasında kültürel yaşama uyarlanmış tek yaratık olarak değerlendirmemizi engellememesi gerektiği konusunda ısrarlıdır. Buna göre, bugüne değin insanla sınırlı sandığımız pekçok becerinin öteki biyolojik türlerdeki benzerlerinden yalnızca derece farklarıyla ayrılıyor olması, insanın kültür açısındanbiricikliğine gölge düşürecek nitelikte değildir. Alet yapımı örneklerine kimi primat türlerinde rastlanıldığı doğrudur ve aslında "alet kullanımı ile âlet yapımı arasındaki sinır belki de pek incedir" (1969: 400). Fakat önemli olan nokta, "çevreyi istençle biçimlendirebilme" ölçütüdür: Uyarı ve bununla ilgili tepki ya da eylem arasında zaman ve mekân içinde başkalama becerisi, zekâ, motor yetenekler, duyumlamanın diriliği, bellek gücü (içeriğinin karmaşıklığı yahut uzun süreli saklama açısından), duyguların yoğunluğu, araştırma ve öğrenme eğilimi gibi eğilimler insanda öteki primatlardan ya da hatta tüm öteki memelilerden yalnızca derece farklarıyla ayrılıyor olabilir. Bütün bunların, insan türünde biriciklik taşıyan keyfi  [arbitrary] simgeler yaratımı ve çevrenin bu simgelere göre biçimlendirilmesi yeteneğiyle bütünleştirilmesi sonucundadır ki kültürel insan kimliğindeki insan sahnede görünmüştür (1969: 399). Kendi adıma diyebilirim ki, Ostralopitek'ler -- yada, Olduvai'deki taş âletleri kimler yapmışsa, onlar -- insandır ve kültürleri vardır. Taş aletler bize insansıların dünyayı nasıl gördüklerini kesin çizgileriyle "anlatamayabilir"; fakat yine bu taş aletlerdir ki, sözkonusu insansıların konuşma dili için gerekli, konuşma dili ile uyumlu bilişsel bir yapıyı geliştirmiş olduklarını kesinlikle "anlatıyorlar" (1969: 407). Holloway'in ısrarla savunduğu "çevreyi istençle biçimlendirme" ölçütü irdelendiğinde, şu çarpıcı sonuca ulaşılması güç olmayacaktır ? Eğer türlerin sınıflaması biyolojik ölçütler yerine, kültürel ölçütler üstüne kurulacak olsa, hayvanlar âlemini şimdiki sınıflama yerine, insanlar ve insan-dışındakiler olarak öncelikle iki büyük şubeye ayırmak gerekir. Kültüründen dolayı insan, yaşam tarzı, alet teknolojisi ve konuşma diliyle, evrimde biricikliği olan bir uyarlanmayı anlatmaktadır. İnsanın evrimine ilişkin modellerin geliştirilmesinde taş aletlerden bulgulanan verilerin taşıdığı büyük önemi Binford ve Binford (1972: 156) şöyle dile getiriyorlar: İnsan prehistoryasının hemen tüm süresi için elimizdeki temel veriler taş âletlerden öte gitmiyor. Pleystosen çağının üç milyon yılı boyunca avcı-toplayıcı topluluklar, kabaca çatlatılmış çakıl taşlarından ince yontulmuş çakmaktaşı parçalarına kadar, ardlarında böyle milyonlarca ipuçları bırakmışlardır. Çok ilkel düzeyde de olsa, bugünkü insana ve uygarlığına ulaşan çizgi, o basit aletlerle başlamıştı... Holloway'in geliştirdiği "çevreyi istençle biçimlendirme" ölçütü, insansıların öteki primat türlerinden ayrımlaşması konusuna açıklık getirebilecek bir model oluşturma ümidini vermektedir. Ancak kimi yorumcular Holloway'in şempanzelerin termit yuvalarını deşmekte kullandıkları ağaç çubuklarının özce niteliğinde olduğu yolundaki görüşünü eleştirerek, bu iş için belirli biçim ve uzunlukta bir çubuk hazırlanmasının alet yapımı ölçütünü karşıladığı görüşünü savunmuşlardır. Konuyu bu açıdan ele alan Mann (1972), Holloway'in önerisine yeni bir boyut kazandırarak, davranışın sözkonusu biyolojik tür için uyarlanma açısından temel bir etkinlik olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Acaba şempanzede gözlemlenen alet yapımı/kullanımı, türünü sürdürmek açısından temel bir uyarlanma etkinliği sayılabilir mi? Başka bir deyişle, vazgeçilmezlik taşımakta mıdır? Alet teknolojisinin, insansıların evriminde ise, genel uyarlanma stratejisinin vazgeçilmez bir boyutunu oluşturduğuna kesin gözüyle bakabiliriz. Bu noktada konumuz açısından önemli bir kavram açıklamasını gerekli görüyoruz, Alet kullanımı öteden beri biyolojik türlerdeki -- hatta daha büyük bir yanılmayla, günümüz insan nüfuslarındaki -- zekâ derecesinin göstergesi sayılagelmiştir. Oysa Warren'in (1973.- 473) belirttiği gibi, ... rastlanılacak alet kullanma davranışları, türün öğrenmedeki genel gücüne ilişkin fazla birşey söylemez. Doğal çevrelerinde âlet kullanımı davranışları gösteren memeliler ve kuşlar üzerine yapılan gözlemler, bu davranışların çoğu zaman belirli biyolojik türe özgü, deneyimden pek az etkilenen davranış örüntüleri olduğunu göstermektedir. "Zekâ" kavramı, kendi içinde, fazla açıklık taşımayan bir tasarımdır. Genellikle, bireylerin karşılaştıkları yeni durumlar karşısında -- genetik zorunluk taşımayan -- davranış seçenekleri oluşturabilmeleri anlamında düşünülebilir. Ancak hayvanlar âlemini zekâ derecelendirmesine göre sınıflamak, hele tepeye insanı yerleştirerek bu açıdan bir hiyerarşi içinde değerlendirmek yanlıştır. Zekâ, çevreye uyarlanmanın sonsuz boyut ve olanaklarından yalnızca birisidir. Daha önce de değindiğimiz gibi, Kuşlar kuşbeyinlidir -- çünkü uçabiliyorlar... Şöyle de diyebilirdik: Kuşlar için daha güçlü kanatlar -- ve daha küçük beyinler -- bir uyarlanma üstünlüğüdür. Bu bakımdan konumuz, niçin öteki primat türlerinin insan olmakta başarısızlığa uğramış oldukları değil, insana ulaşan evrim çizgisini öteki primatların evrim çizgisinden farklı kılan uyarlanma stratejisi ve seçilim baskılarının neler olduğunun belirlenmesidir. Mann'a göre (1972: 382), insansıların alet yapımı/kullanımına dayalı bir yaşam tarzı geliştirmiş olduklarını gösteren elimizdeki doğrudan kanıt, yetişkinlik öncesi dönemin, yani kültürel geçişliliğe dayalı öğrenme döneminin uzamış olmasıdır. Primatlar takımının genel karakteristiği olan bu özellik, insansılarda belirgin biçimde vurgulanmıştır. Mann, bu uyarlanmanınOstralopitek'ler için geçerli olduğunu (1972: 382); Simons ve Pilbeam ise Ramapitekus'tan başlatılarak sözkonusu edilebileceğini (1971: 24) savunuyorlar. Bu konuda genellikle üzerinde durulan ipuçları, insansılarda diş gelişimi ve değiştirimi sürecinin çağımız insanındakini andıran grafiğidir. Doğal olarak, kültürel geçişlilik tek başına, alet yapımının varlığı için kesin, ölçüt sayılamaz. Ancak, kültürel uyarlanma yönündeki seçilim baskılarının yoğunlaştığına işaret sayılmasında sakınca yoktur. Bu seçilim baskıları insana giden çizgide özellikle vurgulanmıştır. Şempanzelerde ise, Washburn'ün (1971: 105) dediği gibi, ... enaz düzeydeki âlet kullanımı, anlaşıldığına göre, beyinde ya da kesici-parçalayıcı dişler karmaşığı üzerindeki seçilim baskılarını önemli bir değişmeye uğratacak düzeyde etkili olmamıştır. Kesici-parçalayıcı dişlerde küçülme, öteden beri alet yapımı/kullanımı için dolaylı kanıt sayılagelmiştir. Bu tür belirtiler, beslenme ve korunma ile ilgili saldırı/savunma gereklerinin âlet teknolojisiyle karşılandığı bir yaşam tarzının belirtisi olarak düşünülmektedir. Washburn'ün (1975: 56) özetlediği gibi, "küçük köpek dişleri ve kesiciler, farklı bir yaşam tarzının simgesidirler": Bunların işlevinin artık eller ve âletler tarafından karşılanmakta olduğu anlamına gelmektedir. Washburn (1975: 47, 51), teknolojinin evrimini gözden geçirerek, insanın genel evrimi içindeki yerini şöyle özetlemiştir: İnsanın evrimindeki yeni görünüm için elimizdeki birincil veriler dişler, kemikler, ve aletlerdir. Fakat atalarımız fosil yaratıklar değildi: Yaşamak, egemen olmak hırsıyla dopdolu, bu yolda büyük uğraş veren yaratıklardı. Evrilmekte olan yaşam tarzı, zekî, çevreyi merakla araştıran, hayal gücü geniş, girişken bir primat grubunun toplam davranış örüntüleriydi. Bu yaratıkların fizikî yeteneklerinden, duygusal dünyasından ve zekâsından giderek o güne değin eşi görülmemiş bir sosyal sistem oluşuyor, dünya yepyeni bir türün evrimine tanık oluyordu. Doğal seçilim süreci, yetişkinlik öncesi dönemde yoğun çocuk bakımı ve yetişkinler arasında ise yepyeni cinsellik örüntüleri yönünde işlemekteydi. Beyinlerin ve dişlerin izlediği değişim çizgisi bu evrimin doğal bir parçasıdır. Aletler, avcılık, ateş, karmaşık bir sosyal etkileşme düzeni, konuşma dili ve insana özgü dünya görüşü beyinle birlikte evrilerek, günümüzden yarım milyon yıl öncesinin Homo cinsi (genus'u) insansılarının oluşumundaki temel katkılar niteliğini taşıdı. Bundan böyle gitgide daha karmaşık sosyal sistemler yönündeki seçilim baskıları altında gelişimini sürdüren beyindeki evrim, günümüzden 50.000 yıl kadar önce Homo sapiens'in sahnede görünmesine değin uzandı. İnsanın evrimine uzun vadede baktığımızda, evrim süreçlerinin türün ekolojisi, nöro-anatomik yapısı ve davranışları arasında bütünleştirici ağlar ördüğü tezinin doğrulandığını görürüz. İnsansı gruplarının âlet yapımı/kullanımını bir ardışıklık ilişkisi içinde beyin gelişiminden sonra elde ettikleri görüşünü kuramsal çerçevede dahi reddetmemiz için yeterli sebep vardır. Kaldı ki arkeolojik veriler, taş aletlerin tarihini daha şimdiden en az üç milyon yıl geriye, kesinlikle küçük beyinli oldukları bilinen insansıların -- Ostralopitek'lerin -- dönemine götürmüştür. Âlet teknolojisinin gerçek bağlaşıkları olarak dik duruş ve ellerin özgür kalması üzerinde durabiliriz. Ancak bunlar birbirinden kopuk, rastlantısal gelişmeler değildir. Tam tersine, yeni bir ekolojik fırsatın -- yada, ekolojik zorunluğun -- gelişimine kanıt olan bir yaşam yolunun bağlaşıklarıdır. Bu yaşam yolunda ve dolayısıyla insansıların evriminde, dik duruşun, âlet teknolojisinin, iri hayvan avcılığının, gelişmiş sosyal etkileşmeye ve kültürel geçişlilik örüntülerine aracı olan yoğun iletişim davranışlarının merkezi önemi vardır. Elimizdeki verileri bu yönde değerlendirdiğimizde, iri primatlardan belli bir nüfusun dik duruş anatomisi, bununla bağlaşık alet yapımı/kullanımı davranışları ve iri hayvan avcılığına yönelen bir sosyal yaşam tarzını, günümüzden 15-12 milyon yıl önceleri geliştirmeğe başlamış olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönüşüm giderek günümüzden üç milyon yıl öncesininOstralopitek nüfuslarını oluşturmuştur. Washburn'ün (1975: 55) dediği gibi, Fosil kayıtlan, alet kullanımının iki - ayak üzerinde devinim davranışının hem sonucu hem nedeni olduğu yolundaki görüşümüzü desteklemektedir. ...İngilizce'de bu tür bir oluşumu kestirmeden dile getirecek anlatım kalıplarından yoksunuz. Dilimizin yapısı bizi nedenleri ve sonuçları birbirinden ayrı değerlendirmeyi amaçlamak gibi yanlış bir yaklaşıma götürüyor. Oysa doğal seçilim ilkesinde neden ve sonuç aynı süreçte birleşirler. İnsanın evriminde dik duruş, ikiayaklıhk, ellerin serbest kalması, âlet kullanımı, alet yapımı, iri hayvan avcılığı, yetişkinlik öncesi dönemin uzaması, sosyal yaşamın yeni boyutlarda yoğunluk kazanması, cinsellik örüntülerinde tutulan yol, beyin gelişimi, konuşma dilinin ayrıcalıklı özelliklerinin kazanılması yönündeki dönüşümler, -- bütün bunlar biyolojik, kültürel ve teknolojik açıdan yepyeni bir ekolojinin bağlaşık yaşam örüntülerini oluşturmuştur. Evrimde doğal seçilim sürecinin işleyişi, şu veya bu özelliğin vurgulanması ve ötekilerinin onu izlemesi anlamına gelmemekte, belirli bir ekolojik çentiğe uyarlanma yönündeki toplam yaşam tarzının seçilmesi kimliğini taşımaktadır. Yalın teknolojik hünerler taklit yoluyla da kazanılabilir. Sosyal etkileşme ise, basit duygu aktarımı işaret davranışlarıyla (emotional language) sağlanabilir. Şempanzede gözlemlenen sosyal yaşam ve âlet yapımı/kullanımı davranışları -- bildiğimiz kadarıyla -- bu türden örüntülere örnektir. Oysa konuşma dili, yalnızca sosyal ilişkilerin sağlanması ve duyguların aktarımı için sıradan bir iletişim ortamı değil, ileri derecede gelişmiş bir önerme dilidir (propositional language). Konuşma dili özellikli bilişim ve bildirişim evrencelerinden yoksun bir iletişim ortamında termit deşmek, saldırıya hazırlandığı sezilen düşman yönünde taş ya da sopa sallamak veya fırlatmak, hatta belki de ateşi evcilleştirmek, topraktan kap-kaçak yapmak gibi becerilerin öykünme ve taklit yoluyla kuşaktan kuşağa kültürel geçişimi sağlanabilirdi. Ne var ki bu yoldan gidildiğinde primatların üst kültür çizgisinin, bugünkü şempanzenin fazla ötesine geçmesi beklenemezdi. Oysa günümüz insanını öteki yaşayan primatlardan, yada biyolojik türlerin tümünden -- ortak atatürlerden evrim kavramını zorlayacak ve özel yaradılış düşüncesi gibi bir yanılmaya düşürecek ölçeklerde büyük farklar ayırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder