Ana Sayfa Bilgi Bankası

12 Şubat 2011 Cumartesi

ORANGUTAN


ORANGUTAN, insanın en yakın akrabaları olan insansı maymunlardandır. Doğu Hint Adaları'ndan Borneo ve Sumatra'nın bataklık ormanlarında yaşar. Adı Malay dilinde "orman adamı" anlamına gelir.
Uzun kızılımsı tüylerle kaplı olan oranguta­nın (Pongo pygmaeus) gözleri küçük, ağzı geniştir. Yaşlı bir erkek 1,5 metreden daha uzun boylu olabilir. Yalnız daha iri yapısıyla değil, yanaklarındaki şişkinlikler ve gerdanın­dan sarkan hava kesesiyle de dişilerden kolay­lıkla ayırt edilebilir.
Orangutanlar yaşamlarını büyük ölçüde ağaçların tepesinde geçirir; sıçramaktan çok, uzun ve güçlü kollarından asılarak daldan dala geçerler. Yere indiklerinde genellikle el ve ayak parmaklarını yumup parmak eklem­lerinin dışına basarak yürürler. Orangutanlar yalnız ya da küçük aile grupları halinde yaşar. Dişiler tek bir yavru doğurur.
Orangutanların başlıca besin kaynağı yeni sürgünler, yapraklar ve meyvelerdir. Ağaçlarda dal parçalarından hazırladıkları düz bir yuvada uyur, aynı yuvayı günlerce kullanabilirler.
Orangutanlar ender bulunan hayvanlardır. Doğal yaşamı korumaya yönelik kurumlar orangutanları soyu tükenme tehlikesi göste­ren hayvanlar arasında saymaktadırlar. Sayı­larının azalmasının başlıca nedeni yaşadıkları ormanların yok edilmesi ve genç olanlarının hayvanat bahçeleri için toplanmasıdır

OPPENHEIMER, J. Robert


OPPENHEIMER, J. Robert (1904-1967). ABD'li kuramsal fizikçi Julius Robert Oppenheimer New York'ta doğdu. Harvard Üniversitesinde öğrenim gördü. 1925'te me­zun olduktan sonra Avrupa'nın peltçok bilim merkezinde çalıştı. İngiltere'de Cambridge' deki Cavendish Laboratuvan'nda, Göttingen (Almanya), Leiden (Hollanda) ve Zürich (İsviçre) üniversitelerinde araştırmalar yürüt­tü. Buralarda atom fiziği alanındaki son gelişmeleri öğrendi, pek çok öncü atom fizik- çisiyle tanıştı.
Oppenheimer 1929'dan 1942'ye değin Berkeley'deki California Üniversitesi'nde ve California Teknoloji Enstitüsü'nde ders verdi. Kuvantum mekaniğinin temel parçacıklara (atomdan daha küçük parçacıklar) uygulan­ması üzerine çalışmalar yürüttü. 1947-66 ara­sında da ABD'de New Jersey'deki Princeton'da bulunan Yüksek Araştırma Enstitüsü'nü yönetti.
Oppenheimer, New Mexico'nun Los Alamos kentinde sürdürülen Manhattan Projesi'nde çalışan bilim adamları grubunun yöne­ticiliğini üstlendi. Bu, uranyum ve plütonyum kullanılarak bir atom bombası yapılmasını amaçlayan çok gizli, askeri bir projeydi. Oppenheimer yönetimindeki grup bu konuda Hitler Almanya'sının bilim adamlarıyla reka­bet halindeydi. Alman kuvvetlerinin teslim olmasından kısa bir süre sonra, 16 Temmuz 1945'te ilk ABD atom bombası New Mexico' daki Alamagordo'da^ başarıyla denendi. Ağustosta ise, savaşta kullanılan ilk atom bombaları Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atıldı.
Oppenheimer'ın bundan sonraki yaşamı politik tartışmalarla doludur. 1947-52 arasın­da ABD Atom Enerjisi Komisyonu Genel Danışmanlık Komitesi'nin başkanlığını yürüt­tü. Nükleer silahların insanlığı yok oluşa götürdüğünü ve bu silahların kontrol altına alınması gerektiğini savunarak hidrojen bom­basının geliştirilmesine karşı çıktı. 1949'da, başkanı olduğu komite de oybirliğiyle Oppen heimer'ı destekledi. Nükleer silah yapımını destekleyen askerler ve siyaset adamları Oppenheimer'ı Sovyet yanlısı olmakla suçladılar. 1954'te, gizli hükümet projelerinde çalışması yasaklandı ve Atom Enerjisi Komisyonu'nda ki görevine son verildi. Gene de Oppenheimer'in ülkesine bağlılığından çok az sayıda insan kuşku duydu; birçok bilim adamı onu savundu. 1963'te, ABD hükümeti hatasını düzeltmek için Atom Enerjisi Komisyonu' nun Enrico Fermi Ödülü'nü Oppenheimer'a verdi.

OPOSSUM



OPOSSUM. Keseli memeliler, Avustralya ve yakınındaki adalar dışında yalnız Amerika' da yaşar. Bir türü dışında tümü Orta ve Güney Amerika'da yaşayan bu Yenidünya keselileri opossum adıyla tanınır.
Arjantin'den Kanada'nın güneydoğu ke­simlerine kadar yayılmış olan bayağı opossumun (Didelphis marsupialis) başı iri, burnu uzun ve sivri, kulakları tüysüzdür. Sıçanı andırmakla birlikte, yaklaşık kedi iriliğindedir. Dibi dışında tüysüz olan sarılıcı, ince kuyruğu yuvasını hazırlarken çalı çırpıyı taşı­ma işine de yarar. Besinleri çok çeşitlidir. Bitki köklerini, meyveleri ve böcek, örümcek gibi küçük omurgasızları yer. Genellikle ağaç­larda dolaşarak kuş yuvalarını, küçük yerle­şim birimlerine yaklaşarak meyve bahçelerini ve kümesleri yağmalar. Bayağı opossum, tehlike karşısında olduğu yere kıvrılıp gözleri­ni kapayarak ölü taklidi yapmasıyla ünlüdür.
Dişi opossumlar iki hafta kadar süren gebelik döneminin ardından 7-13, bazen 25 yavru doğurur. Yeni doğan yavrular kör, tüysüz, 2 santimetreden kısa ve yalnızca birkaç gram ağırlığındadır. Yavrular kuyruk ve ayaklarının yardımıyla annelerinin postuna tırmanarak kesesine girer, iki ay kadar meme emerler.
Su opossumu ya da yapok (Chironectes minimus), su ortamını da kullanabilen tek keseli memeli türüdür. Coğrafi dağılımı Ar­jantin'den Meksika'ya kadar uzanır. Etle beslenen bu opossumun arka ayaklarındaki parmakları perdelidir.

OPERA,Bir Opera Bestelemek,Türkiye'de Opera,Alman Operaları,İtalyan Operaları,Fransız Operaları,İngiliz Operaları,Rus Operaları,


OPERA, belirli bir konusu olan ve orkestra eşliğinde oynanan müzikli sahne oyunudur. Dekor, makyaj ve kostümler oyunun konusu­na uygun biçimde düzenlenir. Oyuncular şar­kı söylerken aynı zamanda tiyatro oyunların­da olduğu gibi rol de yapar. Orkestra sahne­nin önündeki alçak bölmede yer alır. Opera­nın kökeni ortaçağda oynanan dinsel oyunla-
ra, Rönesans döneminde yapılan şenliklere ve oyunlu madrigallere dayanır.
İlk operalar 17. yüzyılın başlarında İtalya' da yazıldı. Günümüze kadar ulaşabilmiş en eski opera metni, 1600'de Jacopo Peri'nin (1561-1633) bestelediği Daphne operasıdır. 17. yüzyılda İtalya'da Jacopo Corsi, Frances- co Cavalli ve Claudio Monteverdi'nin bestele­diği mitolojik konulu operalar bu türün ilk örnekleri arasındaydı. İtalyan opera sanatı zamanla tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazandı.
18. yüzyılda Avrupa'da opera seria (ciddi opera) ve opera buffa (komik opera) egemen oldu. Ciddi operalar konusunu tarihsel olay­lar ve mitolojik öykülerden alıyordu. İtalya' da Alessandro Scarlatti (1660-1725) ciddi opera türünün ilk örneklerini verdi. Komik opera ise yalnızca eğlence amacıyla yazılmış, hafif konulu İtalyan komedileriydi. Aynı sıra­larda İngiltere'de, dönemin sevilen şarkılarından oluşan baladlı operalar yaygınlık kazandı. John Gay'in bu türdeki Dilenci Operası top­lumsal ve siyasal bir yergi niteliğindeydi. 18. yüzyılda Christoph Willibald Gluck ve Wolfgang Amadeus Mozart solo bölümlerin ağırlı­ğını azaltıp dramatik operayla komik operayı başarıyla kaynaştıran yeni opera biçimleri denediler. Gluck'un Orpheus ve Eurydike, Mozart'ın Figaro'nun Düğünü ve Don Giovanni adlı operaları bu türün en iyi örnekleri­dir. Mozart Sihirli Flüt adlı operasıyla Alman komik opera türü olan SingspieVi en yetkin düzeyine ulaştırdı. Daha sonraki yıllarda Ludwig van Beethoven, tek operası olan eşsiz güzellikteki Fidelio ile dramatik opera gelene­ğini korudu. 19. yüzyılda Fransa'da büyük koroların yer aldığı grand operalar (görkemli opera) sahnelenmeye başladı. Bu türün ör­nekleri arasında Charles Gounod'nun Faust, Georges Bizet'nin Carmen adlı operaları sayı­labilir. 19. yüzyılın ortalarında Paris'te, Al­man asıllı besteci Jacques Offenbach zamanın ünlü kişileriyle alay eden, hafif, eğlenceli, zaman zaman müziksiz konuşmalara yer ve­ren operet türünü geliştirdi. 19. yüzyılın bir başka ünlü bestecisi Richard Wagner ise Tristram (ya da Tristan) ve Isolde, Parsifal gibi ciddi konulu müzik dramlarıyla opera tarihinde bir devrim yarattı.
İlk opera müzikleri iki değişik türdeydi: Birincisi, genellikle klavsen eşliğinde ve ko­nuşma ritminde söylenen basit şarkılar ya da resitatiflerden oluşuyordu. İkinci türde ise oyundaki kişilerin duygularını anlatmak ama­cıyla yazılmış arya'lar, iki kişi tarafından söylenen düet'ler, üç kişinin söylediği trio"lar vb yer alıyordu.
Operada oyuncuların her şeyi şarkıyla an­lattığı oyun metnine libretto denir. Libretto "küçük kitap" anlamına gelen İtalyanca bir sözcüktür. Bazı librettolar ünlü kişilerin ya­şamlarını konu alır. Wagner'in operalarında olduğu gibi, bazı librettolar efsanelere daya­nır. Bazı operaların konusu ise roman ve tiyatro oyunlarından alınmıştır. Opera genel­likle uvertür denen bir giriş parçasıyla başlar. Oyun boyunca konuşma ve şarkılardan başka yer yer yalnızca orkestraya ya da solo çalgıla­ra yer verilir. Bazı operalarda bale sahneleri de bulunur.
Besteci müziği bestelemek için önce librettodaki kişilerin karakterlerine uygun sesleri saptar. Koloratur soprano, soprano, mezzo­soprano, kontralto ve alto gibi en tizden en pese kadın sesleri ve kontrtenor, tenor, bari­ton ve bas gibi gene en tizden en pese erkek sesleri arasından söz konusu operaya en uygun olanları seçer.
Genç kız rolü için genellikle soprano, daha ileri yaşta bir kadın için kontralto, baş erkek oyuncu için tenor ya da bariton, yaşlı bir erkek oyuncu için bas sesler uygundur. Solo seslere ek olarak çok sayıda şarkıcıdan oluşan korolar da vardır.
Bir Opera Bestelemek
Bir operanın tam olarak nasıl oluştuğunu görmek için Giuseppe Verdi'nin Aida adlı operasını inceleyebiliriz. Verdi Mısır hıdivinden, Süveyş Kanalı' nın açılışını kutlamak ve Kahire'de yeni açılan opera binasında oynanmak üzere bir opera siparişi aldı. Librettosu Eski Mısır'da geçen bir olaya dayanıyordu: Habeşistan Kra­lı Amonasro'yu yenen Mısırlı Radames'e firavunun kızı Amneris âşık olur. Radames'i Amneris'in kölesi olan Aida da sevmektedir. Aslında Habeşistan kralının kızı olan Aida' nın sevgisine Radames karşılık verir. Radames Kral Amonasro'yu tutsak alarak Mısır'a getirir. Aida babasını görür görmez tanır; bu gerçeği Aida'dan başka kimse bilmez. Amonasro, Radames'ten askeri sırları öğrenmesi için kızına baskı yapar. Aida'yı kıskanan Amneris, Radames ile Aida'nın konuşmaları­nı gizlice dinler ve Radames'i yakalatır. Aida uğruna yurduna ihanet eden Radames sevgili­siyle birlikte diri diri gömülür.
24 Aralık 1871'de sahnelenen Aida opera­sında Verdi, Aida rolünü bir sopranoya, Amneris rolünü bir mezzosopranoya, Rada­mes rolünü bir tenora, Amonasro rolünü bir
baritona, kral ve papaz rollerini baslara verdi. Ayrıca Mısır halkı, öteki papazlar, askerler ve tutsaklar büyük bir koro tarafından seslendi­rildi.
Aida dört perdedir. Perde açılmadan önce orkestra, opera boyunca zaman zaman yinele­necek olan melodilerden oluşan bir prelüd çalar. Operada aryalar, düetler, triolar, kuar­tetler ve koro bölümleri, ayrıca bir sahnede de bale vardır.
İngiliz besteci Benjamin Britten'ın çocuklar için yazdığı Bir Opera Yapalım adlı yapıt bir operanın hazırlanışının ve sahnelenişinin öy­küsüdür. İlk bölümde besteci librettoyu seçe­rek müziğini bestelemeye başlar, ikinci bö­lümde ise oyuna izleyiciler de katılır.
Bir opera sahnelenmeden önce çok sayıda prova yapılır. Bu provaların yönetimi orkes­tra şefi ve yönetmenin görevidir. Orkestra şefi müzikle, orkestra ve şarkıcılarla ilgilenir.
Yönetmen ise oyunculara rollerini dağıtır ve operanın canlı ve etkili olması için onları yönlendirir. Dekor, kostümler ve makyaj sahne yönetmeniyle yardımcıları tarafından hazırlanır.
Türkiye'de Opera
Türkiye'de ilk opera örnekleri 19. yüzyıl başlarında, II. Mahmud ve Abdülmecid dö­nemlerinde, İtalya'dan gelen topluluklarca sahnelenen oyunlardı. Sonraları İstanbul'daki Naum Tiyatrosu ile Gedikpaşa Tiyatrosu'nda özellikle Giuseppe Verdi operalarını sahnele­yen topluluklar ülkemizde operaya duyulan ilginin artmasına yol açtı. Abdülhak Hamid Tarhan'ın yazıp Mehmed Baha Bey'in beste­lediği Nesteren (1877), hem bestecisi hem de libretto yazarı Türk olan ilk operadır. Türki­ye'de opera özellikle Cumhuriyet döneminde gelişmeye başladı. O dönemde yetenekli bir­çok genç müzisyen öğrenim için Avrupa'ya gönderildi. Cumhuriyet döneminin Türk halk müziğini temel alan ve batının çoksesli tekni­ğine uyarlamayı öngören müzik politikasına uygun ilk opera, Ahmet Adnan Saygun'un bestelediği Özsoy (Feridun, 1934) operasıydı. Sonraki yıllarda besteci ve yapıt sayısında önemli bir artış gözlendi. Türk operasının en önemli bestecileri arasında, Nevit Kodallı (Gılgameş, 1963), Ferit Tüzün (Midasın Kulakları, 1969), A. Adnan Saygun {Köroğlu, 1973), Cengiz Tanç (Deli Dumrul, 1979) ve Okan Demiriş (IV. Murad, 1980 ve Karyağdı Hatun, 1985) sayılabilir.
Alman Operaları
Orpheus ve Eurydike. Bestecisi Christoph Willibald Gluck (1714-87). Bu opera, Eski Yunan mitolojisinden alınmıştır. Ölmüş olan karısını kurtarmak üzere yeraltı dünyasına inen ozan Orpheus'un öyküsüdür.
Figaro'nun Düğünü. Bestecisi Wolfgang Amadeus Mo­zart (1756-91). Bu operanın librettosu Fransız yazar Pierre Caron de Beaumarchais'nin (1732-99) bir yapıtına dayalıdır. Öyküde Almaviva kontunun uşağı olan Figaro, kontesin hizmetçisi Susanna'yla evlenir. Öpera, l'i. yüzyılda soylula­rın zenginlik ve gösteriş dolu yaşamını alaya alır.
Don Giovanni. Bestecisi Mozart. Bu yapıt, yaşamı boyunca birçok kadınla gönül ilişkisi kuran çapkın Don Giovanni'nin (Don Juan) yaşamını konu alan bir komik operadır.
Sihirli Flüt. Bestecisi Mozart. Kuş avcısı bir prensle tutsak bir prensesin öyküsüdür. Prens ile prenses evlenebilmek için güç sınavlardan geçmek zorunda kalırlar.
Fidelio. Bestecisi Ludwig van Beethoven (1770-1827). Beethoven'in tek operası olan bu yapıt, kocasını hapisten kurtaran bir kadının sevgi ve bağlılığı üzerinedir.
Uçan Hollandalı. Bestecisi Richard Wagner (1813-83). Wagner'in öteki operaları gibi, bu opera da bir efsane üzerine kurulmuştur. Her yedi yılda bir karaya çıkabilen ve yaşam boyu kendisini sevebilecek bir kadın bulana değin denizlerde dolaşmaya mahkûm olan bir adamın öyküsüdür.
Tannhauser. Bestecisi Wagner. Ortaçağ şövalyelerini ve ozanlarını konu alan bu opera, Almanya'da gizemli bir mağarada yaşayan ve karşısına çıkan herkesi baştan çıkaran güzel bir tanrıçanın öyküsüdür.
Lohengrin. Bestecisi Wagner. Bu opera. Kutsal Kâse şövalyelerinin efsanevi öyküsü üzerine kurulmuştur.
Tristram ve Isolde. Bestecisi Wagner. Wagner'in başyapıtı olarak kabul edilen bu opera, ortaçağda aşk ve sorumluluklan arasında kalan iki sevgilinin çelişki ve güçlüklerle dolu öyküsünü anlatır. Isolde İrlandalı bir prenses, Tristram ise bir Cornwal şövalyesidir.
Nürnbergli Usta Şarkıcılar. Bestecisi Wagner. Bu opera, Wagner'in güldürü öğeleri kattığı sayılı operalarından biri­dir. 16. yüzyılda Almanya'nın Nürnberg kentinde yapılan bir şarkı yarışmasının öyküsüdür.
Nibelungen Halkası. Bestecisi Wagner. Konusunu efsane­lerden alan bu opera dört bölümden oluşur: Ren Altını, Valkiri, Siegfried ve Tanrıların Günbatımı. Konusu, tanrıla­rın düzenini yıkan bir sihirli yüzüğün öyküsüdür.
Parsifal. Bestecisi Wagner. Bu yapıt bestecinin son operasıdır ve Kutsal Kâse'nin öyküsü anlatılır.
Yarasa. Bestecisi Johann Strauss (1825-99). Hafif ve eğlenceli bir operadır. Yarasa, gece hayatını seven ve güzel kızlarla birlikte olmaktan zevk duyan genç bir adamdır.
Güllü Şövalye. Bestecisi Richard Strauss (1864-1949). Bu opera 18. yüzyılda Viyana'da sahnelenmiştir. Bir prensesin kendisine ilgi duyan genç bir erkeğe olan bağlılığını anlatır.
İtalyan Operaları
Sevil Berberi. Bestecisi Gioacchino Rossini (1792-1868). Beaumarchais'nin bir oyunu üzerine kurulan bu komik opera üç haftadan daha kısa bir sürede yazılmıştır. Rosina ile Almaviva Kontu'nun evlenmeleri için aracılık eden Figaro adındaki bir berberin öyküsüdür. Öykünün daha sonraki bölümü Mozart'ın Figaro'nun Düğünü adlı opera­sında anlatılmıştır.
Rigoletto. Bestecisi Giuseppe Verdi (1813-1901). Victor Hugo'nun bir öyküsü üzerine kurulmuş, trajik bir operadır. Bir dükün yanındaki soytarının yaşamını anlatır. Soytarının kızı düke âşık olur ve bu uğurda canını verir.
II Trovatore. Bestecisi Verdi. Çingeneler'ce kaçırılan soylu bir çocuğun öyküsüdür.
La Traviata. Bestecisi Verdi. Sevdiği erkeğin meslek yaşamının yıkıma uğramaması için aşkından vazgeçen bir kadının öyküsüdür.
Aida. Bestecisi Verdi. Bu operanın öyküsü daha önce maddede anlatılmıştır.
Otello ve Falstaff. Bestecisi Verdi. Bu iki yapıt Verdi'nin en güzel operaları olarak kabul edilir. İngiliz yazar ve şair Shakespeare'in Othello ve Windsor'ın Şen Kadınları adlı oyunları üzerine kurulmuştur.
La Boheme. Bestecisi Giacomo Puccini (1858-1924). Paris'te yaşayan yoksul ressamların öyküsüdür.
Tosça. Bestecisi Puccini. Bu trajik opera, bir opera şarkıcısı olan Tosça ile sevdiği ressam Cavaradossi ve onu kıskanan kötü yürekli polis şefi Scarpia'nın öyküsüdür.
Madam Butterfly. Bestecisi Puccini. Pinkerton adlı Ame­rikalı bir deniz subayı tarafından terk edilen Japon kızı Madame Butterfly'ın hüzünlü öyküsüdür.
Palyaço. Bestecisi Ruggiero Leoncavallo (1858-1919). Bir grup gezginci oyuncunun öyküsüdür.
Cavalleria Rusticana. Bestecisi Pietro Mascagni (1863- 1945). Bu kısa opera Sicilya'da geçen bir aşk öyküsüdür. Genellikle Palyaço ile birlikte sahnelenir.
Fransız Operaları
Faust. Bestecisi Charles Gounod (1818-93). Librettosu Johann Wolfgang von Goethe'nin oyunu üzerine kurulmuş­tur. Şeytanla pazarlık eden Doktor Faustus'un öyküsüdür.
Carmen. Bestecisi Georges Bizet (1838-75). Carmen adlı yaşam dolu genç bir İspanyol Çingene'sinin öyküsüdür.
Hoffman'ın Masalları. Bestecisi Jacques Offenbach (1819-80). Alman yazar E. T. A. Hoffmann'ın (1776-1821) üç öyküsü üzerine kurulan bu yapıt, çok sayıda komik opera yazan Offenbach'ın tek dramatik operasıdır.
Pelleas ve Melisande. Bestecisi Claude Debussy (1862- 1918). Aşk ve kader üzerine kurulan bu opera son derece şiirsel ve büyüleyici müziğiyle tanınır.
İngiliz Operaları
Dido ve Aeneas. Bestecisi Henry Purcell (1659-95). Latin şairi Virjil'in (Vergilius) bir öyküsü üzerine kurulan bu yapıt, İngiliz operasının en güzel örneklerinden biridir.
Dilenci Operası. Beste John Pepusch (1667-1752), libretto John Gay (1685-1732) tarafından yazılmıştır. Dönemin sevilen şarkılarından oluşan bir baladlı opera örneğidir. Hırsızları ve eşkıyaları konu alan bu yapıt dönemin önemli kişilerini alaya almak amacıyla yazılmıştır.
Mikado ya da Titipu Kenti. İngiliz oyun yazarı William Schwenk Gilbert (1836-1911) ile besteci Arthur Seymour Sullivan'ın (1842-1900) birlikte yazdığı bir komik opera örneğidir. Dönemin olaylarını ve kişilerini alaya alır.
Peter Grimes. Bestecisi Benjamin Britten (1913-76). İngiliz operalarının en ünlülerinden biridir. George Crabbe' in (1754-1832) bir şiirinden esinlenerek yazılmış olan bu yapıt, Suffolk'ta bir balıkçı kasabasında geçen yaşamı anlatır.
Billy Budd. Bestecisi Britten. ABD'li yazar Herman Melville'in (1819-91) romanından esinlenerek yazılan bu yapıt genç bir denizcinin başından geçenleri anlatır.
Yürek Burgusu. Bestecisi Britten. ABD'li yazar Henry James'in (1834-1916) aynı adlı uzun öyküsünden esinlenerek yazılmış bir ciddi opera örneğidir.
Boris Godunov. Bestecisi Modest Mussorgski (1839-81). Aleksandr Puşkin'in (1799-1837) bir oyunu üzerine kurul­muştur. 1598'de çar olan bir Rus soylusunun öyküsüdür.
Prens İgor. Bestecisi Aleksandr Borodin (1833-87). Puş­kin'in bir öyküsü üzerine yazılan bu opera "Poloveç Dansları"yla ünlüdür.
Altın Horoz. Bestecisi Nikolay Rimski Korsakov (1844- 1908). Puşkin'in bir masalı üzerine yazılmıştır. Bir kral ile onu tehlikelere karşı uyaran altın bir horozu konu alır.

ONİKS


ONİKS. Silis minerallerinden akikin {bak. AKİK) bir türü olan oniks yarı değerli bir taştır. Akik, kalsedon ya da kadıköytaşı olarak adlandırılan geniş bir mineraller gru­bunun üyesidir. Karneliyen ve helyotrop (kantaşı) gibi değerli taşları da içeren kalse- donlar özellikle mücevher yapımında kullanı­lır. Oniksi öbür kalsedon türlerinden ayırt eden özelliği, birbirini izleyen siyah ve beyaz renkli şeritleri olmasıdır. Aynı taşın kahve­rengi ya da kırmızı şeritli türüne ise sardoniks denir.
Bu ilginç renkli şeritli yapısı nedeniyle oniks çok eski zamanlardan beri kuyumculuk­ta ve vazo gibi küçük süs eşyalarının yapımın­da kullanılmaktadır. Çoğu kez oyularak işle­nir. İki tür oyma mücevher vardır; bunlar oymanın yapılış tarzına göre adlandırılır. Kamayö ya da kame denen türde, taşın zemini oyulur ve desen ya da figür taşın yüzeyinde bir kabartma halinde kalır; intaglio denen türde ise bu işlemin tam tersi gerçekleştirilir ve desen ya da figür oyularak hazırlanır. Oniks daha çok kamayö yapımında kullanılır; çünkü, oniksteki iki renk oymacıya, bunların birinden motifte, ötekinden ise zeminde ya­rarlanma olanağını verir. Kamayölerin çoğu broşlarda (takı iğne) kullanılır. En nitelikli oniksler Hindistan ve Güney Amerika'da çıkarılır.
Benzer görünümü nedeniyle zaman zaman oniksle karıştırılan bir kalsit (kristal yapılı kireçtaşı) türü vardır. "Oniks mermeri" de­nen bu malzeme çok daha büyük cisimlerin yapımında kullanılır. Eski Mısırlılar, Yunanlı­lar ve Romalılar tapınaklarının yapımında oniks mermerinden de yararlanmışlardır. Pek çok İslam ülkesinde sütunları bu malzemeden yapılmış camiler bulunur. Cezayir, Fas ve Mısır'da zengin oniks mermeri yatakları vardır.

ONDALIK SAYILAR,matematik


ONDALIK SAYILAR. "Ondalık" sözcüğü, "on tabanına dayalı" anlamına gelir. Sayıları yazmak için kullandığımız sistem de, on tabanına dayalı olan onlu sayı sistemidir. Pek çok ülkenin para sistemi on tabanına dayalı­dır; bu tür para sistemlerine onlu para sistemi denir. Ölçümde kullanılan metre sistemi de bir onlu sistemdir.
Ondalık sayılar ise, ondalık kesirlerin ras­yonel sayı biçimindeki açılımlarıdır. Bilindiği gibi ondalık kesirler, paydası 10 ve 10'un katları olan kesirlerdir. Ondalık sayı biçimin­de yazılan kesirler de, doğal sayılar için kullanılan onlu sayı sistemi içinde yer alır.
Onlu sayı sistemindeki herhangi bir doğal sayı çeşitli basamaklardan oluşur. Örnek ola­rak 222 sayısını alalım:
Birler basamağından sola doğru gidildikçe, sayılar her basamakta 10 kat büyür. Birler basamağından sonra onlar basamağı gelir. Bu aynı zamanda, soldan (örneğin yüzler basa­mağından) sağa doğru gidildikçe, sayıların her basamakta 10 kat küçüleceği, yani 10'a bölünmüş olacağı anlamına da gelir. Böylece yüzler basamağından onlar basamağına, onlar basamağından birler basamağına geçilir. Ama birler basamağında durmamıza hiç gerek yok­tur. Sayıyı bir kez daha ona bölersek onda birler'i elde ederiz.
Doğal sayılardan kesirlere geçtiğimizi gös­termek için, ikisini ayıracak bir işarete gerek­sinmemiz vardır. Bu işarete ondalık işareti denir. İngiltere ve ABD gibi ülkelerle bütün hesap makinelerinde kullanılan ondalık işare­ti cümle birimlerindeki gibi bir noktadır. Öbür ülkelerin çoğunda ve Türkiye'de ise virgül kullanılır (örneğin kırk dört tam onda dört sayısı 44,4 biçiminde gösterilir). Bu ansiklopedide de ondalık işareti olarak virgül kullanılmıştır.
Sağa doğru her geçişte basamak değeri 10'a bölünür. Onda birlerden sonra yüzde birler, daha sonra binde birler gelir ve bu böylece sürer gider.
Aşağıda verilen çok daha büyük bir sayıda bütün basamakların adları rakamların altına yazılmıştır.
10 100 1.000
Demek ki, örneğin 0,625 ondalık kesrinde 6 onda bir, 2 yüzde bir ve 5 binde bir vardır. Eğer bu ondalık kesri bir bayağı kesir biçi­minde yazmak istersek, sayılan ondalıkları toplamamız gerekir.
= 2 + A +5 50 200
200 200 200
= 125 200
= 5 8
Bu, ondalık kesri bayağı kesre çevirmenin bir yoludur, ama en iyisi değildir. Daha basit bir yöntem vardır: 625.000'i 625 bin ve 625.000.000'u 625 milyon biçiminde okuyabi­liriz. Aynı biçimde, 0,625'i de binde 625 olarak okuyabiliriz.
0,625 = binde 625 _ 625
1.000
Bunu sadeleştirirsek, gene 5/s sonucunu buluruz.
biçiminde yazar
Bu ikinci yönteme göre 0,0375 ondalık kesrini bayağı kesre çevirmek istersek, bunu
375
on binde 375, yani
10.000 ve sadeleştiririz.
Bayağı kesirleri ondalık kesirlere çevirmek için de bu yöntemin tersini uygulayabilirdik; ama bu her zaman o kadar kolay değildir. Örneğin, [1]A kesrini ele alalım. Önce bunun, onda, yüzde, binde gibi, paydasında 10'un herhangi bir katının yer aldığı bir eşdeğer kesrini bulmamız gerekir. Bazı kesirlerin bu koşulu sağlayan eşdeğerlerini hemen kestire­bilirsiniz. Ama bazıları için, bunu buluncaya değin uzun bir eşdeğer kesirler listesi çıkar­mak zorunda kalabilirsiniz.
söyleyebilirsiniz; 100, 4'ün kaç katıysa, onun­la da 3'ü çarpıp 3A bayağı kesrini ondalık kesir olarak yazabilirsiniz:
75 100
= 0,75
Bu yöntem bazı bayağı kesirlerde işe yara­yabilir, ama bazıları için hiçbir işe yaramaz. Örneğin, l/3 için kullanılamaz; çünkü 10, 100, 1.000 gibi 10'un hiçbir katı 3'e tam olarak bölünmez. Bu tür sayılarla karşılaşıldığında ancak yaklaşık bir sonuç elde edilir:
1 _3Vfr_33V&_ 333% 3 10 100 1.000
ve bu böylece sürer gider. Demek ki , yak­laşık olarak 0,3 ya da 0,33 ya da 0,333 biçi­minde yazılabilir. Eğer 3'lerin eklenmesi sür- dürülürse, giderek doğru sonuca yaklaşılır.
Bu tür problemlerde bayağı kesri ondalık kesre çevirmek için daha kolay bir başka yöntemden yararlanılabilir. Bu yöntemde, ^'ün l'i 3'e bölmekle aynı anlama gelmesi olgusundan yararlanılır.
V3 = 1-3
Öyleyse bütün yapacağımız l'i 3'e bölmek ve sonucu ondalık sayı biçiminde yazmaktır.
1-3, l'den küçük olduğu için, bulacağımız sonucun birler basamağında da 0 olacaktır. Şimdi l'i 1,0 biçiminde yazıp onda 10 olarak okuyabiliriz
Ondalık sistemin üstünlüğü, hesap yapar­ken hangi basamakta olduğumuzu (onda bir­ler, yüzde birler, hatta milyonda birler de olsa) düşünmek zorunluluğunun bulunmama­sıdır. Yapmamız gereken yalnızca, her sefe­rinde elde kalan sayıyı alıp bir sonraki basa­mağa geçirmek ve 10 kat büyültmektir.
Yaptığımız bu hesaplama, "3, elde kalır l"in sonsuza dek yinelenip gideceğini göster­mektedir. Bu gibi durumlarda, bulunan sonuç söylenirken, "virgülden sonra gelen rakamın yinelendiği" belirtilir. Bu tür ondalık kesirle­re yinelenen ondalıklar denir. Ele aldığımız örnekte bunu göstermek için virgülden sonra gelen ilk 3 yazılır ve tepesine bir nokta konur.
0,3
MATEMATİK maddesinde de anlatıldığı gibi, bazen virgülden sonra gelen bir grup rakam yinelenip gider. Bu gibi durumlarda grubun ilk ve son rakamları üzerine birer nokta konur. Örneğin 3/14'ü ondalık kesre çevirirsek şöyle bir sonuç ortaya çıkar:
= 0,2142857142857142...
Burada 142857 grubu yinelenip gitmektedir; öyleyse sonucu
= 0,2142857
biçiminde yazabiliriz.
Uygulamada ölçümler ya da benzeri amaç­lar için ondalık kesirleri kullandığımızda, daha küçük basamakların değerini bilmemiz gerekmez. Eğer 3 metre uzunluğundaki bir tahta 14 parçaya bölünecekse, marangozun bizim bulduğumuz sonucu bilmesinin pratik hiçbir yararı yoktur; 3/n'ün yaklaşık olarak 0,214 ettiğini bilmek onun için yeterlidir; çünkü 0,214 metre 214 mm demektir. Özellik­le de, testerenin kesme genişliğinin en az 1 mm olduğunu düşünürseniz, marangozun da­ha duyarlı bir ölçüme gereksinimi olmadığı daha iyi anlaşılır. Ama ondalık sistemin üs­tünlüğü, sonucu, gereksinim duyduğunuz doğrulukta bulabilmenize olanak vermesidir.Matematikçilerin amacı her zaman pratik bir sonuca ulaşmak değildir; onun için, onda­lık kesirlerde virgül sonrasındaki yinelenmelerin nasıl bir kalıba uyduğunu bilmek ister ler. Şu örnekleri ele alalım:
i = 0,142857
| = 0,285714
| = 0,428571
l'den 6'ya kadar olan sayıların 7'ye bölümün­de hep aynı rakam grubu ortaya çıkar. Yine­lenen her grupta altı rakamın olması yalnızca bir rastlantı değildir!
13'e bölmede de buna benzer yinelenmeler görülür.
-75-= 0,076923 lo
Başka bazı sayılar da 13'e bölündüğünde, çıkan sonuçlar aynı rakam grubunu içerir; ama yinelenen grup her seferinde farklı bir rakamla başlar. Hesap makinenizi kullanarak siz de l'den 12'ye kadar olan sayıların 13'e bölümünde nasıl bir yinelenme kalıbı ortaya çıktığını bulabilirsiniz.
MATEMATİK maddesinde Vfeı'in eşdeğeri olan ondalık kesirde yinelenen rakam sayısı­nın 60 olduğu gösterilmiştir. Hesap makinele­rinin pek çoğu sayıların en çok 8 basamağını gösterir; bu yüzden, yinelenen gruptaki ra­kam sayısı bundan çok olduğunda grubu tek bir hesaplamada bulmak olanaksızlaşır. Ama gene de bu tür ondalık kesirlerin bulunmasın­da hesap makinelerinden yararlanılabilir.
O'NEILL, Eugene (1888-1953). ABD'li oyun yazarı Eugene O'Neill, Amerikan tiyatrosu­nun gelişmesine katkıda bulunmuş en önemli yazarlardan biridir. 1936'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan yazara dört kez de Pulitzer Ödülü verilmiştir.
Ünlü aktör James O'Neill'in oğlu olan Eugene O'Neill, New York'ta doğdu. Bir yıl Ama bu uzun bir zaman alır. Belki burada, 4'ün tam katlarından birinin 100 olduğunu hemen görerek paydaya 100 yazılabileceğini okuduktan sonra üniversiteden ayrıldı. Genç yaşta altın aramak için Honduras'a gitti. Gemilerde çalışarak Buenos Aires'e giden O'Neill daha sonra Güney Afrika ülkelerini dolaştı.
Vereme yakalandıktan sonra oyun yazma­ya başladı. Tanık olduğu aile içi çatışmalar ve toplum dışı yaşamın kazandırdığı deneyimler yazdığı oyunlara esin kaynağı oldu. Yoğun insan tutkularının işlendiği oyunlarından Be- yond îhe Horizon (1920; "Ufkun Ötesinde"),
Anna Christie (1922), Araya Giren Garip Oyun (Strange Inîerlude; 1928) ve Günden Geceye (Long D ay's Journey into Night\ 1956) ile Pulitzer Ödülü'nü kazandı. O'Neill' in beğenilen öbür oyunları arasında, Yunan trajedilerinden etkilenerek yazdığı Karaağaç­lar Altında (Desire under the Elms\ 1925), Elektra'ya Yas Yaraşır (Mourning Becomes Elektra; 1931) ve insanın daha iyi bir yaşam için umuda sarılışını anlatan Buzcu Geliyor (The Iceman Cometh; 1946) sayılabilir.



9 Şubat 2011 Çarşamba

OMURGALILAR


OMURGALILAR, sırtları boyunca uzanan omurgalarıyla tüm öbür hayvanlardan ayrı­lır. Omurga, kıkırdaktan, kemikten ya da her ikisinden oluşan iskeletlerinin en önemli bö­lümü ve temel eksenidir. Omurgalılar genel­likle omurgasızlardan daha iri ve daha karma­şık yapılıdır. Bu geniş hayvan grubu balıklar, amfibyumlar, sürüngenler, kuşlar ve memeli­lerden oluşur. Omurgasızlar ise böcekler, yumuşakçalar ve kabuklular gibi, omurgadan yoksun hayvanlardır. Omurgalıların öbür hayvan grupları içindeki yerini daha ayrıntılı olarak HAYVAN maddesinde bulabilirsiniz.
İlk omurgalılar yaklaşık 510 milyon yıl önce ortaya çıkan ilkel balıklardır. Omurganın kaslarla hareket ettirilebilen esnek bir destek oluşturduğu, böylece bu hayvanların hızlı yüzmesine olanak sağladığı düşünülmektedir. Omurga ayrıca, içindeki kanalda yer alan ve sinir sisteminin en yaşamsal bölümlerinden olan omuriliği korur. Omurilik, gövde ve uzantıları ile beyin arasında bir sinir köprüsü kurar.
Günümüzde omurgalılar, kordalılar bölü­münün (filumunun) bir altbölümü olarak sınıflandırılmaktadır. Kordalıların öbür iki altbölümünü batraklar ve tulumlular oluştu­rur. Kordalıların vücudu, gelişimlerinin ilk evrelerinde ya da yaşamları boyunca, sırtipi (notokord) denen oldukça sert bir dokuyla desteklenmiştir. Sırtipinin evrim sürecinde omurganın öncüsü olduğu düşünülmektedir. İnce uzun yapılı küçük balıkları andıran batraklarda ve larva evresindeki tulumlularda sırtipi bulunmakla birlikte omurga oluşumuna rastlanmaz. Tüm omurgalılar ise gelişimleri­nin başlangıcında sırtipli bir evreden geçerler.

OLİMPİYAT OYUNLARI


OLİMPİYAT OYUNLARI. Dünyanın en önemli spor karşılaşmaları olan Olimpiyat Oyunları, Eski Yunanlılar'ın Olympia'da dü­zenlediği yarışmaların günümüzdeki devamı­dır. Yarışma alanlarının yanı sıra birçok tapınak ve heykelin de bulunduğu kutsal alan Olympia, Yunanistan'da, Mora Yarımadası' nın batısındaki Pirgos kasabasının 15 km doğusundadır. ÎÖ 776'dan başlayarak her dört yılda bir tanrı Zeus'un onuruna düzenlenen büyük şenlikte atletler, şairler, ressamlar ve heykeltıraşlar Olympia' daki Zeus Tapınağı'nda bir araya gelirlerdi. Bu şenlikte sanatçılar yapıtlarını sergiler, atletler 175 metrelik koşuda yarışırlardı. Baş­langıçta yaz ortasında, dolunay zamanı dü­zenlenen ve bir gün süren bu şenlik, zamanla çeşitli yarışmaların yapıldığı beş günlük bir şenliğe dönüştü.

Eski Yunan düşüncesine göre insanın bede­ninin de aklı gibi sağlıklı ve zinde olması gerektiği inancının bir simgesi olan bu şenli­ğin ilk gününde yarışmacılar Olimpiyat andı içer, tören yürüyüşü yapılır ve tanrı Zeus'a kurbanlar kesilirdi. Yarışmalar ikinci gün başlar, dördüncü günün sonunda biterdi. Ko­şu, güreş, boks, at yarışı ve beş ayrı yarışma­nın (koşu, atlama, disk atma, cirit atma, güreş) toplamından oluşan pentatlon dalların­da yarışmalar düzenlenirdi. Bu yarışmalara özgür (köle olmayan) Yunanlı erkekler katı­labilirdi. Beşinci gün ödül töreni ve şölen düzenlenirdi. Yarışmaları kazananlara önce­leri değerli armağanlar verilirdi. Ama daha sonra ödül olarak, kutsal ağaçlardan altın orakla kesilmiş bir yabani zeytin dalı verilme­ye başladı. Yarışmaları kazananlar birer ulu­sal kahraman kabul edildiği için yalnızca kazanmış olmak bile yeterli bir ödül sayılıyor­du. Yunanlılar bu şenliklere o kadar çok önem verdiler ki, zamanı "Olympiad" denen dört yıllık dönemlerle ölçmeye başladılar.

Yunanistan'ın Roma egemenliğine girme­sinden sonra Olimpiyat Oyunları sönükleşti ve Roma İmparatoru Theodosius, pagan töre­lerini yaşatan bir gelenek olarak gördüğü Olimpiyat Oyunları'nı 393'te yasakladı. Yak­laşık 1.500 yıl süreyle unutulan oyunlar, modern olimpiyatların babası sayılan Fransız Baron Pierre Coubertin'in (1863-1937) çaba­larıyla yeniden canlandırıldı. Coubertin, Eski Yunan'ın görkeminin biraz da atletizm şenlik­lerinden geldiğine inanıyordu. 1894'te dokuz ülkenin atletizm kuruluşlarının temsilcileriyle Paris'te yapılan toplantıda Olimpiyat Oyunları'nın yeniden düzenlenmesine karar verildi. Çağdaş olimpiyatların ilki, Olimpiyat Oyunla­rı'nı yeniden başlatması kararlaştırılan Yuna­nistan'da Atina'da yaptırılan mermer stad­yumda, 1896'da gerçekleştirildi.

Daha sonra Olimpiyat Oyunları'nın yapıl­dığı kentler sırasıyla şunlardır: Paris (Fransa) 1900; St. Louis (ABD) 1904; Londra (İngilte­re) 1908; Stockholm (İsveç) 1912; Anvers (Belçika) 1920; Paris (Fransa) 1924; Amsterdam (Hollanda) 1928; Los Angeles (ABD) 1932; Berlin (Almanya) 1936; Londra (İngil­tere) 1948; Helsinki (Finlandiya) 1952; Mel­bourne (Avustralya) 1956; Roma (İtalya) 1960; Tokyo (Japonya) 1964; Meksiko (Mek­sika) 1968; Münih (Almanya Federal Cumhu­riyeti) 1972; Montreal (Kanada) 1976; Mos­kova (SSCB) 1980; Los Angeles (ABD) 1984; Seul (Kore Cumhuriyeti) 1988. I. Dünya Savaşı nedeniyle 1916'da, II. Dünya Savaşı nedeniyle de 1940 ve 1944'te Olimpiyat Oyunları yapılamadı.

Olimpiyat Oyunları'nın kurallarını belirle­yen Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ne  (IOC) 70 ülke üyedir. Olimpiyatların nerede yapılacağına bu komite karar verir. Politik etkilerden uzak kalmak amacıyla oyunların yapılacağı yer olarak ülkeler değil, kentler seçilir. Olimpiyat Oyunları yaklaşık olarak iki hafta sürer. Yarışmacıların, temsil ettikleri ülkelerin yurttaşı ve amatör olmaları gerekli­dir; yaş sınırlaması yoktur. Her yarışmanın birincisi altın, ikincisi gümüş, üçüncüsü de bronz madalya alır.
Olimpiyat Oyunları görkemli ve etkileyici bir törenle açılır. Koşucuların Olympia'dan getirdiği meşaleyle olimpiyat ateşi yakılır. Ev sahibi takımdan bir yarışmacının törende okuduğu olimpiyat andı şöyledir: "Bu Olim­piyat Oyunları'na sporun zaferi ve takımları­mızın onuru için, gerçek sportmenlik ruhuyla, tüm kurallara saygı göstererek ve uyarak katılacağımıza bütün yarışmacılar adına söz veririm."
Ne var ki, Olimpiyat Oyunları yıllardır uluslararası rekabet ve anlaşmazlıkların odağı olmuştur. 1972 Münih Olimpiyat Oyunları'nda Arap teröristler İsrailli atletleri öldürdü.
SSCB'nin 1979'da Afganistan'a asker gönder­mesine tepki olarak birçok ülke 1980 Mosko­va Olimpiyat Oyunları'nı boykot etti. 81 ülkenin katıldığı yarışmalara 60 ülke katılma­dı. Buna karşılık, 1984 Los Angeles Olimpi­yat Oyunları'na da SSCB ile müttefiklerinin çoğu katılmadı.
Olimpiyat Oyunları kapsamına giren spor dalları zamanla değişmiştir. Atıcılık, atletizm, basketbol, binicilik, bisiklet yarışı, boks, çim hokeyi, eskrim, futbol, güreş, halter, hentbol, jimnastik, judo, kano, kürek, modern pentat­lon, okçuluk, sutopu, tenis, tramplen atlama, voleybol, yelken ve yüzme genellikle olimpi­yatlarda yer alan spor dallarıdır. Su balesi (senkronize yüzme), sörf ve masatenisi ise Olimpiyat Oyunları kapsamına yeni alınan sporlardır.
1924'te başlayan Kış Olimpiyat Oyunların­da artistik paten, biatlon, bobsled, buz dansı, buz hokeyi, kayakla iniş ve slalom, kayak krosu, kayakla atlama, kızak ve sürat pateni yarışmaları yapılır.
Olimpiyatlarda Türk Sporcuları
1908'de kurulan Osmanlı Milli Olimpiyat Komitesi'nin 1911'de IOC'ye kabul edilme­sinden sonra düzenlenen 1912 Stockholm Olimpiyat Oyunları'na Osmanlı Devleti ilk kez resmen katıldı. Ama I. Dünya Savaşı'mn sorumlusu olarak kabul edilip 1920'de IOC' den çıkarılan beş ülke arasında olduğu için 1920 Anvers Olimpiyat Oyunları'na çağrıl­madı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra 1924 Paris Olimpiyat Oyunları'na ve 1928 Amsterdam Olimpiyat Oyunları'na Türk sporcular geniş bir kadroyla katıldı. 1932 Los Angeles Olimpiyat Oyunları'na uzaklık nede­niyle Türkiye'den hiç sporcu gönderilmedi. 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları'nda Yaşar Erkan (birinci) ve Ahmet Kireççi'nin (üçün­cü) kazandıkları madalyalarla Türk sporcular ilk olimpiyat madalyalarını almış oldu. 1948 Londra Olimpiyat Oyunları'nda Türk güreşçi­ler altı altın ve dört gümüş madalya alarak büyük bir başarı kazandılar. Üç adım atlama­da da Ruhi Sarıalp bronz madalya kazandı. Daha sonra 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nda Eyüp Can ve Turgut Aytaç'ın boksta bronz madalya kazanmalarına değin Türk sporcular olimpiyatlarda yalnızca güreş dalında madalya aldı. 1988 Seul Olimpiyat Oyunları'nda Naim Süleymanoğlu halterde dünya ve olimpiyat rekorlarını kırarak altın madalya kazandı. Türk sporcular 1936'dan başlayarak Kış Olimpiyat Oyunları'na da katılmışlar, ama bu yarışmalarda madalya kazanamamışlardır.

OLASILIK KURAMI


OLASILIK KURAMI. Matematikte olasılık, herhangi bir şeyin gerçekleşme şansı, yani bir olaya hangi sıklıkla rastlanabileceğinin ya da bir olayın olabilirlik derecesinin ölçüsüdür. Olasılık kuramını iki Fransız matematikçi, Pierre Fermat (1601-65) ve Blaise Pascal (1623-62) ortaya koymuştur.
Havaya bir madeni para atacak olursanız ya yazı ya da tura gelebilir. Her ikisi için de şans eşittir; bir başka deyişle, yazı gelme şansı ne kadarsa, tura gelme şansı da o kadardır. Demek ki, burada iki eşit olasılık vardır; bunlardan biri tura gelme olasılığıdır ve bu olasılık 2'de Tdir ya da bir başka gösterim biçimiyle V dir.
Tek bir zar atıldığında, gelebilecek altı sayı vardır. Altı, bu sayılardan yalnızca biridir ve ilk atışta gelme olasılığı 6'da 1 ya da aynı şey demek olan Vfc'dır.
52'lik bir oyun kâğıdı destesinden birli çekme olasılığı 52'de 4'tür (çünkü 52 kâğıt içinde dört adet birli vardır); bu da 4/52 biçiminde gösterilebilir. Bu kesri sadeleştirerek olasılığın Vi3 olduğunu da söyleyebiliriz.
Diyelim ki, üst üste iki kez para atışı yapıldı; bu iki atışta en az bir kez tura gelme olasılığı nedir? Burada karşılaşılabilecek du­rumlar sayılırken biraz daha dikkatli olmak gerekir. Örneğin, Fransız matematikçi Jean Le Rond d'Alembert (1717-83) üç farklı durumla karşılaşılabileceğini ileri sürme ya­nılgısına düşmüştü. D'Alembert'e göre, (i) ilk atışta tura gelebilirdi, (ii) ikinci atışta tura gelebilirdi, (iii) her iki atışta da tura gelmeye­bilirdi.
Bu üç durumdan ikisi turanın gelebilirliğini içerdiği için de olasılık 3'te 2 ya da bir başka gösterim biçimiyle %'tü. Oysa şekilde de görüldüğü gibi, karşılaşılabilecek dört durum vardır:
Bu dört durumdan üçünde en az bir tura olduğuna göre, en az bir kez tura gelme olasılığı 3/4'tür. Demek ki, bu deney 100 kez yinelense bunların kabaca 75'inde en az bir kez tura gelir.
Çift zar atılırsa altı-altı (düşeş) gelme olası­lığı nedir? Bu iki yoldan bulunabilir:
1. Her zarın gelebileceği altı konum vardır.
Birinci zarın gelebileceği altı konumun her biri, ikinci zarın gelebileceği altı konumun her biriyle birer kez eşleştirilir. Bu yapıldığında, ikinci şekilde de görüldüğü gibi ortaya 36 durum çıkar. Bunlardan yalnızca biri altı altıdır. Öyleyse olasılık 36'da l'dir ya da aynı şey demek olan w dır.
2. Birinci zarda altı gelme olasılığı Vfc'dır; ikincide altı gelme olasılığı da yine aynıdır. İki zarda birden altı gelme olasılığı bulunmak istendiğinde, her bir zar için geçerli olan olasılıklar birbiriyle çarpılır: 1/6X1/6=^6
Bu çarpma kuralı, birbirinden bağımsız iki olayın aynı ana rastlaması olasılığının kaçta kaç olduğunu bulmak için kullanılabilir. Di­yelim ki, bir oyun kâğıdı destesinden art arda iki kupa çekmek istiyoruz. Çekeceğimiz ilk kartın kupa olma olasılığı 13/52'dir ya da bir başka deyişle, oyun kâğıtlarının dörtte biri kupa olduğundan VVtür (her iki kesir eşdeğer­dedir). Ama ikinci kartı çekerken, geriye yalnızca 12 kupa ve toplam 51 kart kaldığı için, kupa gelme olasılığı 12/sı'dir. Her iki kartın birden kupa olması olasılığı ise, çarpma kuralı uygulanarak bulunabilir:
1/4x = ,2/204 = %l = l/l7
Bu kesirleri ondalık sayılara çevirerek ola­sılıkları karşılaştırmak bazen daha kolay olur. Bir kupa çekme olasılığı,art arda iki kupa çekme olasılığı ise 1/i7=0,0588 dolayındadır ve görüldüğü gibi ikincisi çok daha küçüktür. Çarpma kuralını kulla­narak, peş peşe 13 kupa çekme olasılığının kaçta kaç olduğunu da kolayca bulabiliriz:Bu yaklaşık olarak 0,0000000000015'e eşit­tir ve gerçekten çok düşük bir olasılığı gös­terir.
Bir şey olanaksızsa, buna rastlama olasılığı da O'dır. Örneğin iki zarla toplam 1 atma ya da bir canlının sonsuza değin yaşama olasılığı O'dır. Öte yandan bir şeyin olacağı kesinse, buna her zaman (6 durum varsa 6'sında da, 100 durum varsa 100'ünde de) rastlanacaktır; bu gibi durumlarda olasılık l'dir. Örneğin bir canlının bir gün ölme olasılığı l'dir. Demek ki, olanaksızlık ve kesinlik dışındaki bütün öbür olasılıklar 0 ile 1 arasında yer alır. Eğer bir şeyin olasılığı Vi'den ya da bunun eşdeğeri olan 0,5'ten büyükse, bu durum o olayın olma olasılığının, olmama olasılığından daha yük­sek olduğu anlamına gelir.
Olasılıkları gösterdiğimiz biçimde hesapla­mak her zaman olanaklı olmaz. Örneğin, doğacak bebeğin kız olma olasılığını kuramsal olarak bilemeyiz. Ama son birkaç yıldaki doğumları gözden geçirerek, doğan kız sayısı­nın erkek sayısından biraz daha düşük oldu­ğunu görür ve bebeğin kız olma olasılığının 0,5'in biraz altında olduğunu söyleyebiliriz. Benzer biçimde, art arda iki kez para atıldı­ğında en az bir kez tura gelmesi olasılığının kaçta kaç olduğunu, bu çifte atışları 100 kez yineleyip kaçında en az bir kez tura geldiğini saptayarak da bulabilir ve saptadığımız sayı 75'se, olasılığın yaklaşık 75/ıoo (3A ya da 0,75) olduğunu söyleyebilirdik.
Benzer bir teknik örneklemede de kullanı­lır. Eğer bir gölde kaç tür balık yaşadığını ve bunların oranlarını öğrenmek isteseydik, bel­ki 100 balık tutar ve topladığımız bu örnekler içinde her türden kaç balık olduğunu sayabi­lirdik. Bu da bize göldeki değişik balıkların olası oranlarını verirdi. İzlediğimiz yöntemin ne ölçüde doğru sonuç verdiğini öğrenmek için olasılık kuramının daha ileri yöntemlerin­den de yararlanabilirdik.
Aynı yöntem kamuoyu yoklamalarında da kullanılır; Örneğin, örneklem olarak alınan 1.000 kişiye, siyasi partiler konusundaki dü­şünceleri ve hangi yönde oy kullanacakları sorulabilir. Bu yoklama ülke geneli için ol­dukça sağlıklı bir fikir verebilir.
Olasılık kuramı kumara ve şans oyunlarına olan ilgiyle başladı. Ünlü kumarbaz Chevalier de Mere bir gün Blaise Pascal'dan, bir oyun bitmeden önce durdurulmak zorunda kalınır­sa olası kazancın bölüştürülebilmesi için bir yöntem geliştirmesini istemişti.
Olasılık günümüzde istatistikte, kuram­sal fizikte, hava durumu tahminlerinde, mal­ların kalite kontrolünde ve sigortacılıkta da kullanılmaktadır. (Ansiklopedide İSTA­TİSTİK konusunda ayrı bir madde bulun­maktadır.)