Ana Sayfa Bilgi Bankası

2 Şubat 2011 Çarşamba

MÜZİK,NOTA YAZISI,Müziğin Başlangıcı,Armoninin Doğuşu,Rönesans Müziği,Barok Müzikten Klasik Müziğe,Klasik Müzik,Romantik müzik,20. Yüzyıl da müzik,MÜZİK ALETLERİ,MÜZİK KUTUSU,


MÜZİK. Dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk günlerde annelerimizin ninnileriyle, bilincine varmadan müzikle tanışmış oluruz. Daha sonra duyduğumuz şarkıları, sözlerinin anla­mını kavramadan tekrarlar, melodisini yaka­lamaya çalışırız. Bir tencere ya da masaya vurarak ilk kez kendi kendimize müzik yap­manın tadına varırız. İlkokul çağında mando­lin ya da flüt gibi gerçek bir müzik aleti çalmaya başlamak başlı başına bir mutluluktur. Müzikle tanışıklığımız arttıkça, müziğin coşku, sevinç, korku ve keder gibi duyguların anlatımındaki gücünü keşfederiz. Aynı zamanda flüt, piyano ve keman gibi müzik aletlerini çalabilmenin, ye­teneğin yanı sıra sıkı ve düzenli bir çalışma ge­rektirdiğini de öğreniriz.
Müzik en basit melodiden en karmaşık parçalara kadar çok çeşitli türleri kapsar. Biçimi ne olursa olsun, her türlü müzik kendine özgü, değişik bir etki yaratır. Müzik türleri arasında yapılan seçim tamamen kişisel zevke dayanır.
Müziğin resim ve heykel sanatıyla ortak yönleri vardır. Ressam yapıtını yaratırken boya, fırça ve tuval; heykelci taş, çekiç ya da alçı kullanırken, besteci de sesleri ve sesleri simgeleyen nota sistemini kullanır. Bestecinin yarattığı ürüne müzik yapıtı, kompozisyon ya da beste denir. Müzik temelde seslerden oluştuğu için din, dil ve kültür farklılıkların­dan bağımsız olarak herkesçe duyumsanabilir. Bu bakımdan sanatlar içinde en evrensel olanıdır.
Ses, uygulanan belirli bir basınçla havanın titreşmesi sonucu oluşur. Belirli bir zaman aralığı içindeki ses dalgalarına frekans denir. Titreşimler hızlandıkça, kulağımıza ulaşan dalga sayısı da artar; bir başka deyişle sesin frekansı yükselir. İnsan kulağı frenkansı "sesin yüksekliği" ya da "sesin alçaklığı" olarak algılar. Buna ses perdesi denir. Fre­kans yükseldikçe ses perdesi de yükselir. Besteciler müzik bestelerken belirli bir perde­nin seslerini kullanırlar. Her müzik aletinin ses perdesi değişiktir. Pikolo, flüt ya da keman gibi bazı müzik aletleri yüksek perde­den, kontrbas ya da tuba gibi müzik aletleri ise alçak perdeden ses çıkarır.
Birbirinden kopuk ve düzensiz frekanslar­dan oluşan seslerin belirli bir perdesi yoktur. Eğer sesi oluşturan frekanslar düzenli ve birbiriyle uyumluysa, oluşan sesin belirli bir perdesi var demektir. Frekanslardan biri ge­nellikle ötekilerden daha güçlüdür ve tek başına ses perdesini belirler. İşte bu frekans "nota" adını verdiğimiz sesi oluşturur.
Kemanla çalınan bir nota, obua ya da klarnetle çalındığında kulağımıza değişik ge­lir. Bunun nedeni kısmi sesler'i oluşturan öteki frekansların her müzik aletinde değişik olmasıdır. Bu frekanslara doğal armonikler denir. Her müzik aletinin kendi doğal armo­nikleri ve buna bağlı olarak kendine özgü bir ses rengi, tınısı vardır. Ressamların renkleri ve gölgeleri değişik biçimlerde kullanmaları gibi besteciler de müzik aletlerinin kendine özgü ses renginden yararlanarak özel etkiler elde ederler.
Bir resme ya da bir heykele ne zaman istersek bakabilir, karşısında dilediğimiz ka­dar durup, inceleyebiliriz. Oysa bir müzik parçası bir kez dinlenmekle son bulur. Bu nedenle müzik parçalarının kalıcı olmasını sağlamak için özel işaret ve simgelerden oluşan bir sistem geliştirilmiştir. Besteci yapı­tını bu simgeleri kullanarak kâğıda geçirir. Bu yazım sistemine "notasyon" ya da "nota yazısı" adı verilir. Seslerin yükseklikleri­ni, sürelerini ve öteki özelliklerini göste­ren grafik simgelere nota, notaların üzerine
NOTA YAZISI
yazıldığı birbirine paralel, beş yatay çizgiden oluşan nota satırlarına porte denir. Notalar tam anlamlarına sese dönüştürüldükleri anda kavuşurlar.
Bir müzik yapıtını genellikle bestecinin kendisi seslendirmez. Bununla birlikte pop ya da halk müziğinde besteyi sunan genellikle bestecinin kendisidir. Bir müzik parçasını seslendirmek ayrı bir sanattır. Besteyi seslen­diren sanatçı kendine özgü tekniği ve yoru­muyla besteye ayrı bir renk katar. Müzik parçaları konser ve resitallerde doğrudan ve bir kere dinlenebilir. Oysa günümüzün teknik olanaklarıyla yapılan ses kaydı, müziğin kalıcı olmasını sağlamıştır.
Müziğin Başlangıcı
Müzik en eski sanat dallarından biridir. Ta­rihöncesi devirlerde kuşların ötüşünden, sula­rın şırıltısından, yağmurun sesinden, rüzgârın ve kıyıya vuran dalgaların uğultusundan esin­lenen ilk insanlar, içi boş bir kütüğe deri geçirip vurarak, hayvan bağırsaklarından ya­pılan ipleri çekerek, boynuz, kemik ya da odundan boruları üfleyerek doğadaki sesleri taklit etmeye başladılar. Başlangıçta işaret vermek amacıyla kullandıkları bu sesleri son­raları hoşlarına gidecek biçimde düzenleyerek kendi ilkel müziklerini yarattılar. Eski zaman­lardan beri müziğin, dinsel törenlerde önemli bir yeri oldu. Günümüze ulaşabilen en eski müzik yazmaları Hindistan'da 3.000 yıl öncesinden kalma Veda ilahileridir.
Müzikle ilgili ilk kuramları geliştiren Eski Yunanlılardı. Müzik ve dansın insanların yaşamında önemli bir yer tuttuğu Eski Yunan'da, şairler lir eşliğinde destanlar söylerdi. Müzik sözcüğü, Eski Yunan'da sanatın esin tanrıçaları olduğuna inanılan Musalar'ın adın­dan türetilmiştir. Bununla birlikte o dönemde mousike sözcüğü, Musalar'ın koruması altındaki her sanat ya da bilim dalı için kullanılan genel bir terimdi. İÖ 6. yüzyılda akustiğin temelini kuran Pisagor (Pythagoras) müziği matematiksel yoldan çözümleyerek, bir sesin yüksekliği ile telin uzunlu­ğu arasındaki ilişkiyi saptadı. Belirli uzunlukta­ki bir telde çalınan notanın frekansının, iki kat uzunluktaki bir telde çalınan notanın frekansı­nın tam iki katı olduğunu buldu.
Çinliler de Eski Yunanlılar gibi müziğin sevinç ve keder gibi duygular uyandırmaktaki gücünün bilincindeydiler. Müziğin tanrısal bir gücün yankısı olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç daha sonraları da sürdü ve Hıristiyan­lığın ilk yıllarından başlayarak, müzik etkili bir dinsel anlatım aracı oldu. Müzik sözün taşıyıcısı olarak kullanıldı. Melodi dinsel met­nin aydınlatılmasına yardımcı oldu. Martin Luther de içinde olmak üzere önde gelen Hıristiyan din adamları müziğin yalın ve dindarlığı güçlendirici olmasından yanaydılar.
Müziğin kuramsal gelişimi tarih boyunca çeşitli evrelerden geçti. Ortaçağda dinsel müzik bugün tonalite adı verilen majör ve minör ses dizileri dışında kalan ses dizilerine yani mocTlara göre yazılıyordu. Tonalite ve oktav (birinci sesten sekizinci sese kadar olan aralık) 17. yüzyılda geliştirildi.
Armoninin Doğuşu
9. yüzyılın sonlarına doğru Hıristiyanlık'ta dinsel sözleri içeren tek sesli müzik (sequentia) yaygınlık kazandı. Aynı dönemde iki ya da daha çok sesin bir arada duyulduğu günü­müzde organum olarak anılan armoninin ilk örnekleri ortaya çıktı. Korola­rın ve koral müziğin kiliselere girmesi orta­çağda gerçekleşti.
11. yüzyılda notalar dört paralel çizgi üzeri­ne yazılmaya başlandı. Bugünkü nota yazımı o dönemde geliştirilen neuma yazımından türetildi. Günümüzde kullanılan notasyon birlik, ikilik, dörtlük, sekizlik, on altılık, otuz ikilik ve altmış dörtlük notalardan oluşur.
12. ve 13. yüzyıllarda motet adı verilen ayin müziği, dindışı müzikten etkilenerek yaygınlık kazandı. Fransa'da bu müzik troubadour ve truver denen saraylı saz şairleri ve gezgin halk ozanları tarafından geliştirildi. Almanya'da sevda şarkıları söyleyen Minnesinger'\er orta­ya çıktı. Madrigaller ve 13. yüzyılda başlayan çalgılı müzik Avrupa'da yaygınlaştı.
Rönesans Müziği
15.-17. yüzyıl başları arasındaki dönem, uz­manlarca müziğin Rönesans'ı olarak nitelen­dirilir. Sanat ve edebiyatla ilgili olarak kulla­nılan bu terim, o dönemde müzik alanında gerçekleştirilen bir dizi hızlı gelişmeye işaret eder. Bu dönemde kontrpuan tekniği yoluyla, birden çok sesin eşzamanlı olarak duyulması­na olanak veren yapıtlar bestelendi. Bunlar çoksesli müziğin ilk örnekleriydi. Aynı dö­nemde ortaya çıkan öteki müzik biçimleri Fransa'da halk şiirlerinin bestelenmesiyle olu­şan şanson'lar ve rondo'lardır.
15. yüzyılda Avrupa'nın en önemli müzik merkezi, Fransa'nın doğusundaki Burgonya Sarayı idi. Buraya dönemin birçok ünlü beste­cisi öğretmenlik yapmak ve çalışmak için gelirdi. 16. yüzyılda İtalyan Giovanni Pierluigi da Palestrina, Flaman Orlando di Lasso ve Adriaan Willaert, İngiliz Thomas Tallis ve William Byrd gibi sanatçılar besteledikleri missa, motet ve kantatlarla koral müzikte önemli gelişmelere öncülük ettiler.
Rönesans döneminde yalnızca çalgı için bestelenmiş; org, klavsen, klavikord, epinet ve virginal gibi aletlerle çalman müzik önemli ölçüde gelişti.
Barok Müzikten Klasik Müziğe
Müzikte 17. yüzyıl ile 18. yüzyılın ilk yarısı arasındaki dönem barok dönem olarak bili­nir. Dinsel ve dindışı müziğin kesin olarak birbirinden ayrıldığı bu dönemdeki en önemli gelişmelerden biri de çalgı eşliğinde söylenen dindışı solo şarkılardı. Bu şarkılar sonradan gelişecek olan operanın ilk örnekleri sayılır. Gene aynı dönemde büyük besteci Johann Sebastian Bach, kısa bir tema­nın belirli aralıklarla yinelenmesinden oluşan füg'ü yetkinleştirdi. Barok dönem bugün bil­diğimiz anlamda orkestraların ilk örnekleri­nin kurulduğu, çalgıların bugünkü biçimini almaya başladığı bir dönemdi.
Barok döneminin en büyük bestecileri İtal­yan Claudio Monteverdi, Alman Heinrich Schütz, Johann Sebastian Bach, Georg Friedrich Hândel ve İngiliz Henry Purcell'dir.
O dönemde Fransa'nın yetiştirdiği büyük besteciler Jean Baptiste Lully, François Couperin ve Jean-Philippe Rameau'dur. Lully, Fransız orkestra müziğinin ve opera geleneği­nin kurucusu, Couperin klavsen müziğini yetkinleştiren besteci, Rameau ise yetkin bir bes­teci olmanın yanı sıra, armoni biliminin kuru­cusu olarak tanınır.
1740'larda Almanya'da Mannheim Sara­yı'nda, Johann Wenzel Anton Stamitz'in kur­duğu orkestra, konçerto ve senfoni gibi birçok yeni müzik biçimlerinin gelişmesinde önemli rol oynadı.
Klasik Müzik
18.    yüzyılın sonlarına doğru, müzikte klasik dönem başladı. Günümüzde klasik müzik te­rimi pop, folk ve caz müziğinden oldukça farklı bir müzik türü için kullanılır. Müzik uz­manları için gerçek klasik müzik, yaklaşık 1760'tan 1830'a kadar Avusturya'nın başkenti Viyana'da gelişmiş olan müziktir. Bu dönem Franz Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig van Beethoven gibi büyük bestecilerin konçerto, senfoni, sonat, yaylı çalgılar ve oda müziğini en yetkin düzeye ulaştırdığı dönemdir.
Müzikte duyguların yanı sıra düşünceye de yer veren ilk besteci, çalışmalarıyla kendisin­den sonra gelen birçok sanatçıyı derinden et­kileyen Beethoven'di. Aynı dönemin öteki önemli bestecileri Fransız Hector Berlioz ile Macar Franz Liszt, Avusturyalı Franz Schubert, Polonyalı Frederic François Chopin ve Alman Robert Schumann'dı.
Romantikler
19.    yüzyılın sonlarında yeni arayışlara sahne olan müzik dünyasında tartışma konusu olan değişik görüşler besteciler arasında ayrılmala­ra yol açtı. Beethoven müziğe düşünce yüklü yeni bir içerik kazandırmıştı. Onu izleyen ve müziği seçkin sınıfların bir eğlence aracı ol­maktan çıkararak, kesintisiz ve alışılmışın dı­şında bir armoni anlayışıyla yaratmaktan yana bazı sanatçılar, Alman besteci Richard Wagner'in önderliğinde müzikte Alman Romantizm'i olarak bilinen yeni bir akım başlattılar. Müziğin sınırlarını zorlamamasını savunan ve romantiklerin getirdiği yeniliklere karşı çıkan besteciler ise Johannes Brahms'ın çevresinde toplandılar.
Bu iki düşünce akımı 20. yüzyıla kadar bir­çok besteciyi etkiledi. Avusturyalı besteci Gustav Mahler ile Alman besteci Richard Strauss, Wagner'i izlediler ve orkestra için uzun senfonik yapıtlar bestelediler. Öte yan­dan Fransa'da Wagner geleneğinin yaygın ol­duğu bir dönemde Fransız besteci Charles Camille Saint-Saens klasik modellere bağlı kala­rak titiz, zarif ve duygulu müzik parçaları yazdı. Aynı dönemde Mihail İvanoviç Glinka Rusya'da ulusal müzik hareketini başlattı. Peter İliç Çaykovski romantik bir besteci olarak tanındı. Dönemin öteki ünlü Rus bestecileri Aleksandr Borodin, Modest Mussorgski ve Nikolay Rimski-Korsakof, yapıtlarında özel­likle halk öykülerini konu aldılar ve Rus halk şarkılarından esinlendiler.
19. yüzyılda operada önemli gelişmeler gözlendi. Operanın bu dönemdeki başlıca bestecileri İtalyan Gioacchino Rossini ve Giuseppe Verdi romantik bestecilerdi. Ama gene de dönemin en önemli opera bestecisi, alışıl­mış kalıpların dışına çıkarak güçlü orkestrala­ra ve güçlü şarkıcılara yer veren, yapıtlarında edebi ve felsefi düşünceleri konu alan, müziği öteki sanatlarla işbirliği içinde algılayan ve operaya "müzikli dram" adını veren Richard Wagner'di.
20. Yüzyıl
20. yüzyıl müzikte yeni arayışlar dönemi oldu. Fransa'da Claude Debussy ve Maurice Ravel piyano ve orkestra için yazdıkları yapıtlarda alışılmışın dışında bir armoni ve tonalite kul­lanarak resimde boya ile gerçekleştirilen etki­yi müzikte yaratmakla İzlenimcilik Akımı'nın başlıca temsilcileri oldular. Fransız Erik Satie ve Francis Poulenc, 18. yüzyıl müziğinde olduğu gibi küçük orkes­tralar kullanarak yalın, ama çarpıcı melodiler ve uyumsuz (disonant) akorlarla öncü (avantgar de) müzik akımını başlattılar. Öncü müzi­ğin ABD'deki başlıca temsilcileri Horatio Parker ve Charles Edward Ives'di.
I. Dünya Savaşından kısa bir süre sonra gelişen radyo yayınları müziksever dinleyici­lerin sayısını önemli ölçüde artırdı. Pop mü­zik, varyete, müzikal komedi ve caz müziği geniş halk kitleleri arasında yaygınlık kazan­dı. Bu müzik türleri George Gershwin, Jerome Kern ve Cole Porter gibi bestecilerle en yüksek düzeyine ulaştı. 1970'lerde ve 1980'lerde önde gelen öteki besteciler Leo­nard Bernstein, Andrew Lloyd Webber, Aaron Copland'dı.
20. yüzyılda klasik müzikteki en önemli ge­lişme, Avusturyalı besteci Arnold Schönberg' in bütün armoni ve melodi kurallarını altüst ederek, atorıalite denen anahtarsız sistemi geliştirmesiyle gerçekleşti. Öğrencileri Alban Berg ve Anton von Webern onu izleyerek operalar, senfoniler, oda müzikleri ve şarkılar yazdılar. Schönberg'in günümüzde bile bazı kulaklara yabancı gelen bu sistemi dizisel sis­tem ve 12 ton (ya da 12 nota) sistemi olarak bilinir.
20. yüzyıldaki büyük bestecilerin çoğu hiç­bir akıma bağlanmadan özgün müzik yazan bestecilerdi. Bu bestecilerin önde gelenleri Rus İgor Stravinski, Sergey Prokofyev ve Dimitri Şostakoviç, Alman Paul Hindemith, Kurt Weill ve Karlheinz Stockhausen, İtalyan Luigi Dallapiccola ve Luciano Berio, Fransız Olivier Messiaen, İngiliz Benjamin Britten ve Michael Tippett'tir. Stockhausen ve Fransız Edgard Varese 1950'lerde ve 1960'larda orta­ya çıkan elektronik müziğin öncüleridir. 1970'lerde ve 1980'lerde basit armoni ve me­lodi kalıplarıyla tek bir motifin üst üste yine­lenmesine dayanan minimalist (indirgemeci) müzik akımı gelişti. Bu akrmtn öndegelen ad­ları arasında ABD'li Steve Reich ve Philip Glass sayılabilir. 20. yüzyılın bir başka ünlü bestecisi de ABD'li John Cage'dir. Belirsizlik ilkesine dayanarak rastlantısal müzik türünü geliştiren öncü besteci Cage'e göre, sessizlik bile tek başına müzik olabilir.
MÜZİK ALETLERİ. Bir müzik parçasını ses­lendirmek amacıyla üfleyerek, tellerine yay sürterek ya da parmaklarla çekerek, tuşlarına basarak, bazen çekiçle, bazen de gergin derisi üzerine tokmaklarla vurarak çalınan, sesi no­talara göre ayarlanmış her türlü çalgı müzik aletidir. Müzik aletleri türlerine ve çalınma biçimlerine göre çeşitli sınıflara ayrılır. Ama bazı çalgılar düzenek özellikleri nedeniyle bir­den fazla sınıfa girer. Sözgelimi org, hem üfle­me çalgılar, hem de klavyeli çalgılar ailesin­den sayılır.
Bir müzik aletinin sesinin iyi olabilmesi için, hem yapımcının, hem de çalan kimsenin sesin üretilmesini, yayılmasını, iletilmesini, algılanmasını ve titreşim özelliklerini konu alan bilim dalından yani akustik''ten anlaması gerekir. Müzik aletinin tasarımı, kullanılan gereçlerin türü, çalma tekniği ve konser salo­nunun yapısı akustik özellikleri belirleyen ve etkileyen en önemli öğelerdir.
MÜZİK KUTUSU. İlk kez 18. yüzyılda yapı­lan müzik kutusu, gramofon bulunana kadar yaygın olarak kullanılan bir ev çalgısıydı. Mü­zik kutuları o zamanlarda kullanılan enfiye kutularına benzeyen, kare ya da dikdörtgen
biçimli küçük kutular biçimindeydi ve bazen müzikli enfiye kutusu olarak adlandırılırdı.
Kutunun içindeki küçük düzenek en basit biçimiyle, bir yay, yayın döndürdüğü bir silin­dir ve her dişi farklı bir notada ses veren bir metal taraktan oluşur. Kurulmuş olan yay bo­şalırken, dişli çarklardan oluşan bir düzenek yardımıyla silindiri döndürür; dönen silindirin üzerindeki ince çıkıntıların metal tarağın diş­lerine çarpmasıyla çıkan sesler belirli bir me­lodi oluşturur. Müzik kutusu hangi melodiyi çalacak biçimde yapılmışsa yalnızca o melodi­yi çalabilir. Genellikle, kutu kapalıyken yay boşalmayacak biçimde yapıldığı için kapağı açılınca çalmaya başlar. Bazı büyük müzik kutularında çan çalan bir düzenek de vardır.
Benzer biçimde çalışan aygıtlar 18. yüzyılda bestecilerin ilgisini çekmiş; Franz Joseph Haydn ve Wolfgang Amadeus Mozart, böyle bir düzenekle çalışan küçük bir org için parça­lar bestelemiştir. Saat başlarında melodiler çalan saatler ve kol saatleri de yapılmıştır.
NABÎ (1642-1712). Ünlü bir Divan şairi olan Nabî doğum yeri olan Urfa'da öğrenim gör­dükten sonra 1665'te İstanbul'a giderek Vezir Musahip Mustafa Paşa'nın kâtibi oldu. Mus­tafa Paşa Padişah IV. Mehmed'in yakın çev­resinde bulunduğundan Nabî'nin de sarayla ilişkisi güçlendi. 1675'te ilk ünlü yapıtını, IV. Mehmed'in şehzadeleri için Edirne'de düzen­lediği sünnet düğünü şenliklerini anlatan Surname'yi yazdı. 1678'de çıktığı hac yolculuğu­na ilişkin izlenimlerini Tuhfetü'l-Haremeyn adlı yapıtta topladı.
Nabî, koruyucusu Mustafa Paşa'nın 1686'da ölümü üzerine Halep'e yerleşti. Bu­rada oğlu Ebulhayr için öğütlerle dolu Hayri­ye adlı ünlü mesnevisini kaleme aldı. O güne kadar yazdığı şiirlerini bir Divan'da topladı. 1710'da yakın dostu olan Halep Valisi Baltacı Mehmed Paşa sadrazamlığa getirilince Nabı' yi de İstanbul'a götürdü. Darphane emirliği, Anadolu muhasebeciliği gibi görevlerde bulu­nan Nabî bir yandan da resmi ve özel mektup­larını içeren Münşeat'mı düzenledi. Kısa bir hastalıktan sonra İstanbul'da öldü.
Nabî'ye Divan edebiyatında ayrı bir yer kazandıran özelliği, şiirlerindeki bilgece tavır­dır. Osmanlı Devleti'nin duraklama dönemin­de yaşaması, birçok savaşa, yenilgiye, top­lumsal yıkıma tanık olması onu bu yönde etkilemiştir. Şiirlerinde ahlakçı bir yaklaşım egemendir. Öbür Divan şairleri gibi duygula­ra, doğa betimlemelerine hemen hiç yer vermez. Söz oyunlarına başvurmaz. Nabî'nin şiirleri yerel deyimlerle, atasözleriyle güçlen­dirilmiş mısralardan oluşur. Bu yüzden de "hikemi şiir" denen düşünceye önem veren çığırın öncüsü sayılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder