Ana Sayfa Bilgi Bankası

18 Aralık 2010 Cumartesi

Tanzimat edebiyatı,roman ve öykü,eleştri,tiyatro,şiir,Ali suavi ?

19. yüzyıl ortala­rında, siyasal gelişmelerle birlikte ortaya çı­kan bir edebiyat hareketidir. Türk edebiyatı­nın tarihsel gelişiminde batı uygarlığının da büyük bir payı vardır. Bu açıdan Tanzimat edebiyatı batı uygarlığının etkisinde gelişen yeni edebiyat akımının ilk evresidir (1860-96).
Osmanlı Devleti'nde yaşanmaya başlanan çöküşü önleyebilmek, hiç olmazsa geciktire- bilmek için öncelikle ordudan başlayarak girişilen bir dizi düzenleme hareketi Osmanlı toplumunun toplumsal, kültürel ve sanatsal yaşamında da etkili olmuştur. Tanzimat Fer­manı (3 Kasım 1839) ile Islahat Fermanı (18 Şubat 1856), Osmanlı Devleti'nin sınırlan içindeki azınlıkların haklarını korumayı amaçlamasının yanı sıra, Osmanlı devlet yö­netiminde ve toplum katlarında da etkili olmuştur. Özellikle batı ülkelerinde elçilik yapan görev­lilerle öğrenim için batıda bulunanların batı dünyasına ilişkin gözlem ve değerlendirmeleri yenileşme hareketlerinde etkili olmuştur. Ül­ke düzeyinde öğretimi programlayıp yürüte­bilmek için 1845'te Meclis-i Maarif-i Umumi­ye (1857'de Maarif-i Umumiye Nezareti'ne dönüştürülmüştür); öğretmen ve yönetici ye­tiştirmek üzere Darülmuallimin (öğretmen okulu) ve Mülkiye Mektebi (bugün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) gibi okullar açılmış, üniversitelerde okutulacak ders kitaplarının hazırlanması için de Encümen-i Daniş (Bilimler Akademisi) kurulmuştur (1851). Bu gelişmeler arasında çok önemli bir olgu da bugün anladığımız anlamdaki gazete­lerin yayımlanmaya başlamasıdır. Bu dönem­de 1860'ta Agâh Efendi ve Şinasi tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahval; Şinasi tarafından 1862'de çıkarılan Tasvir-i Efkâr; 1867'de Ali Suavi ile Ziya Paşa tarafından çıkarılan Muhbir gibi ilk gazeteler her şeyden önce aydınlar ile en azından büyük kentlerdeki geniş halk kitleleri arasında iletişim kurulma­sına yaramıştır.
Gazeteler kısa bir süre sonra yönetime ilişkin konulara da el atmakta gecikmedi; millet meclisi açılması, halkın yönetime katıl­ması istenmeye başlandı. Yönetim bu tür yayınlardan oldukça rahatsız oldu, aydınlar ise yönetimin sıkı izlemesi karşısında, ayrıca dağınık görünümlerini de ortadan kaldırmak için kendi aralarında Yeni Osmanlılar adıyla bir dernek kurdular (1865). Namık Çemal, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Ali Suavi derneğin
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Ali Suavi (1839-1878).
kurucu üyeleri arasında yer aldılar. Yönetim bu gizli derneğin üyelerinden bir bölümünü istanbul'dan uzaklaştırdı. Üyelerin bir bölü­mü de Avrupa'ya kaçmak zorunda kaldı. Fransa'da Mustafa Fazıl Paşa'nın parasal des­teğiyle çıkarılan gazetelerde meşrutiyet reji­mini savunmaya başladılar. Bir süre sonra II. Abdülhamid meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz verip tahta çıkınca, ilk Türk anayasası da halka sunulma , olanağına kavuştu (Kanun-ı Esasi, 23 Aralık 1876).
Şiir
Tanzimat şiirinde hem Divan şiirinin, hem de batı şiirinin büyük etkileri görülür. Tanzimat şairleri genellikle Divan şiiri kültürüyle yetiş­mişlerdir; bazıları da Avrupa'da, özellikle Fransa'da, bir süre yaşadıkları için Fransız şiirini yakından izleme olanağını bulmuştur. Batı edebiyatından ilk şiir çevirileri de bu dönemde görülmektedir. Fransız şiirinden yapılan çeviriler çoğunluktadır. Voltaire, Je- an-Jacques Rousseau, Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Jean de La Fontaine, Jean Racine, François FĞnelon, Nicolas Boileau, Alfred de Musset gibi şairlerden çeviriler yapıldı. Bu şiirler Türk şiirinin biçimsel yapı­sını etkiledi. Batının, sone* terza rima, ottava rima gibi koşuk (nazım) biçimleri de kullanıl­maya başlandı. Gene çevirilerin etkisiyle Kla- sikçilik, Romantizm, Gerçekçilik, Parnasse (Parnas), Sembolizm gibi edebiyat akımları Türk edebiyatında tanınmaya başlandı. Çe­viri şiirler Türk şiirini öz bakımından da et­kiledi. Yeni düşünceler, kavramlar, imgeler, simgeler ve özellikle batı dillerinden bir­takım yeni sözcükler bu dönemde dilimize girdi. 
Tanzimat şiirinin ilk kuşağında bazı temel kavramlar ilk kez kullanıldı. Şinasi'de "uygar­lık, hak, adalet, yasa, devlet ile halkın karşı­lıklı hak ve ödevleri"; Namık Kemal'de "öz­gürlük ve yurt", Ziya Paşa'da "geri kalmışlık" bunlara örnektir. Tanzimat'ın ikinci kuşağın­da toplumsal temalar daha geriye, ikincil duruma düştü, fizikötesi gündeme geldi. Recaizade Mahmud Ekrem'de "ölüm"; Abdülhak Hamid'de (Tarhan) "ölüm"ün yanı sıra "Tanrı, yaşam, dünya, madde, ruh, varlığın ne olduğu ve sonu" gibi temalar ağırlık kazan­dı. Tanzimat'ın ilk kuşağı "yeni insan"ı yarat­maya çalışıyordu, yaklaşımları toplumsal ve ahlaksaldı. Toplumun çağdaşlaştırılmasını ana ilke edinmişlerdi. İkinci kuşağın günde­mini ise daha çok şiirle ilgili konular ve meta­fizik alanlar oluşturmuştur. Başka bir deyişle, ikinci kuşak "sanat sanat için" ilkesini benim­semiştir. Bunda siyasal baskının yanı sıra Romantizm Akımı'nın etkileri de olmuştur.
Tanzimat'ın birinci kuşağında Namık Ke­mal (1840-1888), Şinasi (1826-1871), Ziya Paşa (1825-1880); ikinci kuşağında Recaizade Mahmud Ekrem (1847-1914), Abdülhak Hamid (1852-1937), Muallim Naci (1850-1893) gibi şairler vardır.
Türk edebiyatında batılı anlamda roman ve öykü Tanzimat döneminde başlamıştır. Ülke­mizde roman ve öykünün gelişiminde batı edebiyatından yapılan roman çevirilerinin bü­yük katkısı vardır. İlk çeviri Yusuf Kâmil Paşa'nın, Fenelon'un les Aventures de Telâ- maque (1699) (Telemakhos'un Başından Ge­çenler) adlı yapıtının çevirisidir. Yapıt 1862'de Terceme-i Telemak adıyla çevrilmiş­tir. Aynı yıl Victor Hugo'nun romanı Sefiller (les Miserables) de dilimize çevrildi. Bu yapıtlan Daniel Defoe'dan Hikâye'i Robinson (1864), François Rene Chateaubriand'dan Atala (1872), Alexandre Dumas'dan (Baba) Monte Kristo (1871) çevirileri izledi.
Türk edebiyatında ilk öykü ve roman dene­melerini Ahmed Midhat (1844-1913) yazmış­tır: Kıssadan Hisse* Letaif-i Rivayat. Bu dönem roman ve öykücüleri, dil ve sanat anlayışları bakımından birbirinden ayrılır. Ahmed Midhat, Emin Nihad (ölümü 1875'ten sonra), Şemseddin Sami (1850-1904), Nabiza- de Nâzım (1862-İ893) halka seslenmeyi ilke edindikleri için oldukça yalın bir dille; Namık Kemal, Samipaşazade Sezai (1860-1936), Re­caizade Mahmud Ekrem ise seçkin bir toplu­luğa seslenmeyi ilke edindikleri için Yeni Osmanlıca'yla yazmışlardır. Bu dönem roman ve öykülerinde konular ya günlük yaşamdan ya da tarihten seçilmiştir. Tutsaklık ya da sürgünlük (Ahmed Midhat, Esaret; Namık Kemal, İntibah; Samipaşazade Sezai, Sergü­zeşt), aile baskısıyla gerçekleştirilmek istenen evlilikler (Şemseddin Sami, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat; Samipaşazade Sezai, Sergüzeşt), ba­tılılaşmanın yanlış algılanması (Ahmed Mid­hat, Felatun Bey ile Rakım Efendi; Recaizade Mahmud Ekrem, Araba Sevdası) gibi konular işlenmiştir. Birinci kuşak romancı ve öykücü­leri (Ahmed Midhat, Emin Nihad, Şemseddin Sami, Namık Kemal) Romantizm'in; ikinci kuşak romancı ve öykücüleri olan Samipaşa- zade Sezai, Mizancı Mehmed Murad (1853- 1917), Recaizade Mahmud Ekrem ve Nabi- zade Nâzım Gerçekçilik ve Doğalcılık (Na- türalizm) akımlarının etkisinde kalmışlardır. Namık Kemal'in Cezmfsi ilk tarihsel ro­man olma özelliğini taşır. Araba Sevdası (R. M. Ekrem) ilk Gerçekçi roman olarak kabul edilir. Nabizade Nâzım da Karabibik adlı uzun öyküsüyle Anadolu köy yaşamını Türk roman ve öyküsünün konu dağarcığına sokmuştur. Aynı yazarın Zehra adlı romanı da ilk Doğala psikolojik roman örneğidir. Tanzimat romanları, üstünlükleri yanında, ilk örnekler olmanın çeşitli aksaklıklarını da taşı­maktadır. Yazar çoğunlukla romanın içinde yer alır, kendi ağzından düşüncelerini söyler ve araya girer; çevre ve doğa betimlemeleri iyi yerleştirilememiştir; dil zaman zaman do­ğallığını yitirir ve kurguda çeşitli tutarsızlıklar vardır.
Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döne­minde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyat­ro içine giren türler (meddah, kıssahan, kuk­la, Karagöz, ortaoyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür.
Tanzimat'ın ilk yıllarında İstanbul'un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlan­dı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu bina­larda oyunlar sergilediler. Mihail Naum (ölü­mü 1870'ten sonra), Güllü Agop (1840-1902) gibi Ermeniler'in Türkçe oyunlar da sahnele­meleri önemli bir gelişme oldu. Güllü Agop, 1868'de kurduğu Osmanlı Tiyatrosu'nda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başla­mış; ayrıca müzikli oyunlar dışında, Türkçe oyunlar sahneleme tekelini 10 yıl elinde tut­muştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslü­man Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884'te Ahmed Midhat'ın Çerkeş Öz­denleri oyununu oynarken, oyun özgürlük duygulan aşıladığı gerekçesiyle tiyatro kapa­tılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908'e kadar Türk tiyatrolanna tuluat oyunları egemen olmuştur. Mardiros Mmakyan'm (1839-1920) kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası (1882) Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir.
Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi'nin (1817-66) Hikâye-i İb­rahim Paşa be İbrahim-i Gülşeni (1844) adlı dramı gösterilmektedir. Şinasi'nin Şair Evlen­mesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmek­tedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi, Direktör Âli Bey (1844-99) de karakter gül­dürüsü örneklerini vermiştir. Yazar, çevir­men, tiyatroya maddi ve manevi destek sağla­yan devlet adamı olarak Ahmed Vefik Paşa' mn (1823-91) Tanzimat tiyatrosuna çok yön­lü katkısı olmuştur. Moliere'den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü "Türk Moliere'i" olarak adlandırılmış­tır. Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla top­lumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarlan (Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamid) tiyatro oyunlan da yazmıştır.
Eleştiri
Tanzimat yazarlarının eleştiri türünde de ya­pıt ortaya koy malan bir rastlantı değildir. "Yeni bir toplum, yeni bir insan, yeni bir dil, yeni bir edebiyat" yaratabilmek için bir önce­kinin acımasızca eleştirilmesi gerekmektedir. İşte Tanzimatçılar da bunu yapmışlardır: Na­mık Kemal ve Ziya Paşa Osmanlı edebiyatı­nın toplumdan kopuk oluşunu kıyasıya eleş­tirmişlerdir. Recaizade Mahmud Ekrem ile Muallim Naci arasındaki şiir dili ve nazım tekniği konusundaki tartışma da büyük yankı uyandırmıştır. Recaizade'nin Talim-i Edebi- yafı (1879) yeni Türk edebiyatının temellerini belirlemeye de hizmet etmiştir. Ziya Paşa'nın Harabafı (1874-75) üzerine Namık Kemal'in yazdığı Tahrib-i Harabat (1885) ve Takib (1885) eskiye yönelik eleştirilerin en keskinlerindendir. Muallim Naci'nin de Istılahat-ı Edebiyye (1889) adlı sözlüğünde Divan şairle­rinden çok çağdaşlarından ve batı edebiyatın­dan örnekler alması çok anlamlıdır. Tanzimat edebiyatı, Türk toplumunun batı kültürüyle karşı karşıya geldiği, yeni bir dünya, görüşü benimseyip geliştirmeye niyetlendiği, ilklerin, dolayısıyla da birçok yeniliklerin yanı sıra yanlışların da yapıldığı, yol açıcı, sonraki dönemleri yakından etkileyen ileriye dönük bir atılımdır. Bu alanda yapılan olumlu ya da olumsuz eleştirilere karşın, bugün de ortaya konan birçok edebiyat türünün kaynaklan Tanzimat dönemine kadar uzanmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder