Ana Sayfa Bilgi Bankası

17 Aralık 2010 Cuma

Şovalyelik,Şövalyelik Eğitimi,Şövalyelik Tarikatları ?

İlk şövalyeler, zırh giyen ve at üstünde çarpışan savaşçılardı. Hıristiyan Batı Avrupa'da, 814'te Şarlman'ın ölümün­den sonra şövalyelere gereksinim duyuldu. Bu dönemde düzeni sağlayacak ve insanları koruyacak kadar güçlü bir yönetim yoktu. Avrupa Müslüman Mağripliler, Slavlar, Ma­carlar ve İskandinavyalıların saldırılarına uğ­ruyordu. Yasa yokluğu yüzünden her yerde istilacılar, soyguncular ve haydutlar türemişti. Geçimini bana içinde sağlamak isteyen her­kes, büyük bir şato sahibi olan bir soylunun (senyör) korumasına sığınmak zorundaydı. Böylece gerek serfler (toprak köleleri olan üreticiler), gerek savaşçılar bu koruma karşı­lığında senyöre hizmet etmekle yükümlüydü­ler. Senyör şövalyelere kullanmaları için top­rak, çoğu kez de bir şato verirdi. Karşılığında, şövalye yılın belli bir süresinde senyör için savaşırdı. Savaş alanlarında, giderlerini ken­disinin karşıladığı donanımı ile hazır bulunur, ayrıca yıllık vergisini de öderdi.
Yaşamın zor ve acımasız olduğu 9. ve 10. yüzyıllarda saldırılara karşı koyan şövalyeler kültürlü ve kibar insanlar değil, güçlü, gözü pek, zorba, savaşmaya hazır kişilerdi. Şöval­yeleri konu alan öykü ve şiirler şövalyeliği gerçekte olduğundan çok daha romantik gös­terir.
Ortaçağ başlarında şövalyeler savaşmayı bilen, paralı savaşçılardı. Yaklaşık 11. yüzyıla doğru Avrupa'ya saldıran istilacıları püskürt­me işi sona erdi. Ama şövalyeler kendi aralarında savaşmayı ve yağmalamayı sürdür­düler. 10. yüzyılda, düzeni sağlamaya çalışan kilise, rahipler, kadınlar ve tüccarlar gibi bazı gruplara saldırılmamasını öngören yasalar koymuştu. 11. yüzyılda pazar günleri ve kutsal günlerde savaşmak yasaklandı.
Yoksulların, çaresizlerin ve kilisenin ko­runması gerektiği düşüncesi oldukça yavaş yayıldı. Bunun kabul edilmesi şövalyelerin yeni bir amaç bulmalarına yol açtı. 1095'te Papa II. Urban us’un Clermont'da I. Haçlı Seferi konusundaki vaazı, şövalyeleri bu amaç çevresinde birleştirdi. Onlardan savaş­mayı bırakmamaları, ama kilisenin hizmetin­de savaşmaları ve Hıristiyan'ca davranış bakımından insanlara örnek olmaları istendi.
11.-15. yüzyıl arasındaki kusursuz şövalye­lik ülküsüne uygun olmak belki de çok zordu, ama ona erişmeye çalışırken şövalyeler en azından olumlu davranış özellikleri de edini­yorlardı. Yeni şövalyelik ülküsü sayesinde şövalye senyöre hizmet vermekle yükümlü bir Şövalye olamayanlar yaşamları boyunca yardımcılığa razı olurlardı. Ama çoğu 21 yaşma gelince şövalye olurdu.
savaşçı konumundan kurtuldu. Önceleri feo­dal toplumda herkes şövalye olma umudu besleyebilirdi. Oysa artık atı, zırhı, kılıcı ve güçlü bir pazısı olan herkes hemen şövalye olamıyordu. Şövalyelik yıllar süren bir eğitim ve hizmet deneyimi gerektiren, birtakım sıkı kurallara, kutsal yeminlere bağlı bir meslek oldu. Böylece askeri niteliği yanında dinsel bir nitelik de kazandı.
Şövalye olarak eğitilecek çocuklar (din adamı olmak için kiliseye girecek olanlar dışında, ortaçağda birçok soylu aile çocuğu) yedi yaşına gelince bir soylunun şatosuna gönderi­lerek soylu bir hanıma yardımcı (paj) sıfatıyla hizmet vermeye başlardı. Buna karşılık da ona soylu davranış kuralları öğretilirdi. Ço­cuk ata binmeyi, şarkı söylemeyi, bir müzik aleti çalmayı, Latince ve Fransızca okumayı, hatta bazen okuma yazmayı öğrenirdi. Kim­seyi arkadan vurmamak, silahsız kişiye saldır­mamak, düşene dokunmamak, övünmemek, ama başkalarını başarılan için kutlamak gibi temel şövalyelik kuralları öğretilirdi.
14 yaşına gelince şövalye yardımcılığı (squire) rütbesine yükselirdi. Fransız yazar Jean Froissart'ın vakayinameleri, şövalye yardım­cılarının efendilerine köklü bağhlıldarının öy­küleriyle doludur. Gence artık daha değişik ve zor görevler verilirdi. Mızrak, kıhç ve savaş baltası gibi şövalye silahlarını kullanma­yı öğrenmeye başlardı. Şövalyesinin zırhının bakımını yapmak, zırhı giyip çıkarmasına yardım etmek zorundaydı. Sofrada da hizmet eder, ahırda çalışır ve atlara bakardı. Açlığa ve soğuğa dayanma, uzun nöbet saatleri boyunca uyanık kalma konusunca kendisini eğitirdi. Savaşlar ya da turnuvalar boyunca şövalyenin donanımına göz kulak olur, onun yanında çarpışır, yaralanırsa yardım eder ve öldürülürse gömerdi.
Şövalyeliğe hazır duruma gelen aday için uzun ve ciddi bir tören düzenlenirdi. Önce yıkanır, temizliği simgeleyen beyaz bir tunik, bunun üzerine de kan dökmeye ve ölümü göğüslemeye istekli olduğunu göstermek için kırmızı elbise ve siyah ceket giyerdi.1 Daha sonra da 24 saat oruç tutar ve geceyi kilisede, zırhının yanında diz çöküp dua ederek geçirir­di, Gün doğarken günah çıkartır ve şükran ayinine katılırdı. Daha sonra şatodaki herkes kiliseye toplanır ve şövalye adayı onların önünde kılıcını rahibe verirdi. Rahip de kili­senin, dulların ve yetimlerin savunulması yolunda kullanılacak bu kılıcı kutsaması için Tanrı'ya dua ederdi. Şövalye adayı ise diz çökerek, Tanrı'dan korkacağına, Hıristiyan dinini koruyacağına, krala cesaretle hizmet edeceğine, zayıflan koruyacağına, iyilik uğru­na savaşacağına, efendisine boyun eğeceğine, adil ve dürüst olacağına, başladığı her şeyi bitireceğine, kadınları sayacağına ve düşman­dan asla kaçmayacağına yemin ederdi. Ardın­dan şato sahibi soylu yeni kutsanmış kılıcın sırtıyla adayın omuzlarına dokunur ve "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına seni şövalye ilan ediyorum" derdi. Şövalye bundan sonra zırhı­nı giyer, kılıcını kuşanır ve altın mahmuzlarını takardı.
Şövalyelerin asıl görevleri savaşmaktı. Ba­rış zamanlarında turnuva adı verilen karşılaş­malar düzenlerlerdi. Bu turnuvalarda şöval­yeler bağlı oldukları soylunun karısının onu­runa çarpışırlardı. Bu oyunlar genellikle kör mızrak ve tahta kılıçlarla gerçekleştirilirdi. Gene de, bazen gerçek silahlar kullanılması sonucu yarışmacılar yaralanabilir, hatta ölebilirdi. Sır Halter Scott'ın Kara Şövalye (Ivanhoe; 1819) adlı romanında bu turnuvaların görkem ve coşkusu anlatılmıştır.
Ama savaş yöntemlerinin değişmesiyle, şö­valyelerin eğitim gördüğü göğüs göğüse çar­pışma yerini başka savaş türlerine bıraktı.Poitiers (1356) çarpışmaların­da ağır zırhlı Fransız şövalyeleri, büyük yaylar kullanan ingiliz askerleriyle eşit konumda değillerdi. Barutun kullanılmaya başlanma­sıyla da şövalyelik önemini yitirdi.
Şövalyeliğin, insanları onur ve zafer isteğiy­le savaşa özendirdiği için kötü bir şey olduğu ileri sürülebilir. Öte yandan şövalyelik düş­mana karşı bile onurlu davranmayı özendir­miştir.
Şövalyeliğin büyük bir önem kazandığı Haçlı Seferleri döneminde, kilisenin önderliğinde Templier, Hospitalier ve Töton Şövalyeleri
gibi ünlü şövalye tarikatları ortaya çıktı. Bunlar bir kral ya da soyluya değil, kiliseye bağlılık" gösterirlerdi. Müslümanlara karşı savaşmaya ve Kudüs'te Hz. İsa’nın gömüldü­ğü Kutsal Kabir'i geri almaya yemin ederek, Hıristiyanlık adına Kutsal Toprakları ele geçirmeyi amaçlayan ordular için güçlü bir birlik oluşturdular.
13. yüzyıl ortalarında Kudüs'ün kesin ola­rak yitirilmesiyle bu kutsal şövalye tarikatları amaçsız kalarak zamanla yok oldu. Hospitaier Şövalyeleri 1798'e kadar Malta Adası'nı ellerinde tuttular. Bu tarikat, toplum içinde hayırsever bir grup konumundaki Malta Şövalyeleri'yle günümüze kadar ulaştı.
12. yüzyılda İspanya ve Portekiz'de Magripliler'e karşı yapılan savaşlarda bazı dinsel şövalye tarikatları ortaya çıktı. Bunların en önemlileri Santiago de Compostela, Calatra- va ve Alcântara'dır.
Orduların şövalyelere gereksinimi kalmamasına karşın, şövalyelik toplumsal bir ülkü, bir yaşam tarzı ve onur simgesi olarak süre­geldi. Yakın zamanlarda dindışı başka şöval­ye tarikatları da ortaya çıktı. Yalnızca İngilte­re'de dokuz unvan vardır. Bunlar arasında İngiltere'deki Royal Victorian Order ve Fran- sa'daki LĞgion d'honneur tarikatı ve nişanı sayılabilir.
Bugün şövalyelik ortaçağdakinden farklı bir anlam taşır. Çağdaş şövalyeler hizmet veren kişilerdir. Ünlü bir yazar, sanatçı, devlet adamı, bilim adamı ya da asker olabi­lir. Şövalyelik nişam bu kişileri onurlandır­mak için verilir. İngiltere'de şövalyeler adla­rından önce "sir" unvanı taşıyabilirler. Unvan alma töreni de çok basitleşmiştir. Şövalyeliğe seçilen kişi diz çöker ve kral ya da kraliçe bir kılıçla omuzlarına dokunarak onu şövalye ilan eder. Bu sırada genellikle nişan da verilir. Aym biçimde onurlandırılan bir kadın ise "dame" unvanı alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder