Ana Sayfa Bilgi Bankası

13 Kasım 2010 Cumartesi

Vejeteryanlık.

Vejeteryanlık ya da "duygusal sebeplerden dolayı et yememezlik" aslında insanoğlunun din ve doğa arasındaki sorunsalından çıkmıştır. İlkel toplumlarda belli bir hayvanı topluluğun koruyucusu olarak seçen kabileler sadece özel ayin gecelerinde bu hayvanı yemeye yönelmişlerdir. Bu hayvanı yediklerinde onun gibi güçlü olacaklarını düşünmüşlerdir. Bu bir anlamda insanoğlunun belli bir hayvanı yememek konusunda göstermiş olduğu "etik yaklaşımının" ilkel bir örneğidir.

"Ölüm" olgusunu sorgulayan insanoğlunun dinsel anlayışı içinde de "hayvan öldürmeye" karşı bir tavır hep olagelmiştir. Eski çağlarda "et yememek" dini yöneten din adamlarının uyguladığı bir arınma perhizi olarak belirmeye başlamıştır. 

İlk çağlardaki felsefe okullarının bir kısmı da "et yememeyi" benzer bir şekilde ahlaki bir düstur olarak kabul etmişlerdir. Hindistan ve Doğu Akdeniz'de MÖ 1. yüzyılda kimi felsefe okulları "et yememezliği" kendileri için ayırt edici bir özellik olarak kabul etmişlerdir. Akdeniz bölgesinde ise Samoslu Pythagoras ile et yemememeye yönelik sempati çoğalmaya başlamıştır.
Aynı şekilde Platon ve ardından gelen Yeni Platoncular da et yememeyi ahlaki bir yaklaşım olarak kabul etmişlerdir.

Bir çok din anlayışının içerdiği "kurban törenleri" de et yememe konusundaki yaklaşımların çoğalmasında etken olmuştur. Kurban törenlerine karşı çıkan insanlar arasında et yememezlik kabul görmeye başlamıştır. Bu etkiyle Budizm içerisinde, kimi Musevi ve Hıristiyan mezheplerinde et yememe dinsel bir tavır olarak benimsenmiştir. 16. yüzyılda yaşayan Hint-Türk Hükümdarı Ekber de et yememeyi tercih eden müslümanlar arasında yerini almıştır. Keza tasavvuf düşünü içinde de et yememe belli bir kabul görmüştür.

Kitab-ı Mukaddes'te de Cennet'te insanların et yemediğinden bahsedilmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak birçok filozofun et yememe konusunda destekleyici bir tavır içinde olduğu görülmektedir. Voltaire ve Shelley bu filozofların başında gelmektedir.

19. yüzyılın ikinci yarısında ise ilk kez Anglo-Sakson ülkelerde et yemeyenler kendileri ile aynı görüşte olanlarla kulüpleri kurmaya yönelmişlerdir.

20. yüzyılda ise Bernard Shaw, Leo Tolstoy gibi entellektüeller et yemez tavırları ile bu yaklaşımın etik yönünün kitlelere ulaştırmışlardır.

60'lı yıllarda yaşamın her alanında başlayan özgürlük hareketleri sonucunda Doğu Felsefelerini önemseyen Hippi Akımı ile et yememe kültürü çok hızla büyümüştür.

Modern çağın özellikle beslenme üzerinde yaratmış olduğu problemler bilim tarafından tespit edildikçe "et yememe"ye yönelmede artış olmuş, özellikle "kanser" ve "diyet" insanoğlunun "et yememe"ye olan ilgisini çoğaltmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder