RÜZGÂR,
hareket halindeki hava kütlesidir. Rüzgârlar nereden estiklerine bakılarak adlandırılır:
Örneğin güneyden esen rüzgâra güney rüzgârı, kuzeyden esen rüzgâra kuzey
rüzgârı denir. Rüzgâr oluşumuna yol açan başlıca etmen atmosferin değişik
bölgeleri arasındaki basınç farklarıdır. Genel olarak hava yüksek basınçlı
bölgelerden alçak basınçlı bölgelere doğru akmaya eğilimlidir, ama aynı
basınçtaki noktaların izobar ya da eşbasınç eğrisi denen çizgilerle
birleştirilmiş olduğu büyük ölçekli haritalarda akış yönü genellikle izobar doğrultusundadır. Kuzey yarıkürede sırtınızı rüzgârın estiği yöne dönerseniz,
alçak basınç alanı sol yanınızda, yüksek basınç alanı ise sağ yanınızda kalır.
Güney yarıküre için bunun tam tersi geçerlidir. Bu olgunun nedeni, Dünya'nın
kendi ekseni çevresinde dönmesidir; Dünya'nın dönme hareketi, hava
kütlelerinin siklon ve antisiklon denen sarmal biçimler almasına yol açar.
Geniş bir alanın üzerinde
herhangi bir atmosfer basıncı farkı olmasa bile, görece küçük alanlar üzerinde
konveksiyon denen bir sürecin sonunda basınç farkı oluşabilir. Dünya yüzeyinde ısınan hava genleşir (şişer), genleşince
de daha geniş bir alana yayılır, ama havanın miktarı değişmeden daha büyük bir
hacmi kaplaması sonucunda bu kez de yoğunluğu azalır. Böylece hava yükselmeye
ve atmosferin üst kesimlerine doğru akmaya başlar. Karaların gündüz boyunca
Güneş'in etkisiyle ısınması havanın yükselmesine ve ondan boşalan yere denizlerin
üzerinden esen havanın dolmasına yol açar (deniz meltemi). Geceleri karalar
denizlerden daha çabuk soğur, bunun sonucunda rüzgârlar karalardan denizlere
doğru eser.Yazları Asya kıtasının ısınması havanın kıtanın merkezine doğru
akmasına neden olur ve böylece muson denen rüzgârlar oluşur. Öte yandan,
ekvator bölgesindeki hava da ekvatorun kuzey ve güneyindeki bölgelerden daha
sıcaktır; bu nedenle ekvator üzerindeki hava yükselir ye ondan boşalan yere,
kuzey ve güneyden gelen soğuk hava akar. Dünyanın çeşitli bölgelerinde görülen
alize rüzgârları da bu yolla oluşur.
Ekvatorun tam üzerinde hava ağır ağır yükseldiğinden bu hat üzerinde,
"durgunluk alanları" olarak adlandırılan bir sakin hava kuşağı
oluşur.
Dağ Rüzgârları
Rüzgâr oluşumuna yol açan
bir başka etmen de dağlar ve tepelerdir. Bulutsuz gecelerde yüksek bölgelerdeki
hava soğur ve aşağıdaki daha sıcak hava kütlelerine oranla daha ağır bir duruma
gelerek alçak kesimlere doğru akma eğilimi gösterir. Bu tür rüzgârlara katabatik rüzgâr
denir; bu rüzgârlar bazen vadilerde şiddetli don olaylarına neden olur.Bazı
Akdeniz ülkelerinde bu tür kış rüzgârlarına bora,
tramontana ya da mistral gibi adlar
verilir.
Sıradağların ya da tepelerin bir başka etkisi daha
vardır. Bir dağın yamacından yukarı doğru yükselen bir hava kütlesi soğur ve
içerdiği nemin büyük bölümü yoğunlaşarak yağmur ya da kar biçiminde yağışa
dönüşür. Böylece nem yükünü boşaltan hava kütlesi dağın öbür yakasına
ulaştığında artık iyice kurudur ve burada alçalmaya başlar, alçaldık- ça da
ısınır. Dağın rüzgâr altı yamacında (bir dağın rüzgâr altı tarafı, esen rüzgâra
bakmayan arka kesimidir) aşağı doğru esen bu kuru rüzgâra fön denir. Alpler'de fön rüzgârları genellikle
güneyden eser ve çoğunlukla kuzey yamaçlarındaki karları eritir. Kayalık
Dağların doğu kesiminden esen fön rüzgârları şinuk
olarak adlandırılır. Sahra Çölü'nden gelip Akdeniz'in Avrupa kıyıları boyunca
esen sıcak rüzgârlara ise sirokko denir; bu
rüzgâr Afrika'nın sıcak yaylalarından alçalarak geldiği için fön tipindedir.
Güney İtalya' da kuru bir rüzgâr olarak esen sirokko, daha kuzeyde Akdeniz'den
topladığı nem nedeniyle çoğunlukla yağış yüklüdür. Türkiye'nin güney ve
güneydoğu bölgelerinde esen çöl kökenli benzer sıcak ve kuru rüzgârlara da sam yeli denir.
Beaufort
Ölçeği
Rüzgârların
şiddeti, Beufort ölçeğinden yararlanılarak tahmin edilir. Bu ölçeği İngiliz
amiral Sir Francis Beaufort (1774-1857) savaş gemilerinde kullanılması amacıyla
geliştirmiştir. Son yıllarda olağanüstü derecede güçlü rüzgârlar da tabloya
alınmış ve bunlar 13'ten 17'ye kadar numaralandırılmıştır. Bu ölçekteki
Beaufort sayısı ve ortalama rüzgâr hızı uluslararası değerlerdir; ama
rüzgârların adı ve tanımlanan belirtileri ülkeden ülkeye değişebilir.
Hareket halindeki bir hava kütlesi, yere sürtündüğü
yerlerde yavaşlar ve bu nedenle yüzeye yakın kesimlerde rüzgâr daha yavaş eser.
Rüzgârın hızı yerden 10 metre yüksekte ölçülür. Denizin yüzeyi yere oranla daha
düzgün olduğundan, denizlerin üzerinde rüzgâr hızı karalardaki gibi yüksekliğe
bağlı olarak hızla artmaz. Rüzgâr hızının yükseklikle birlikte artması, yerden
yaklaşık 500 metre yükseğe kadar sürer.
Fırtına
Fırtına,
hızla hareket etmekte olan bir hava kütlesinin neden olduğu şiddetli bir hava
akımıdır. Fırtına, doğanın her gün Güneş'ten gelen büyük miktarlardaki enerjiyi
dengelemek ve çevreye düzenli biçimde dağıtmak için başvurduğu yöntemlerden
biri olarak kabul edilebilir. Bu enerji Dünya'ya, özellikle de atmosferdeki
hava dolaşımıyla bütün yerküreye dağılır. Isınan havanın bir bölümü kutuplara,
soğuk havanın bir bölümü de ekvatora taşınır.Fırtına kuzey yarıkürede,
ekvatordan gelip kuzeye doğru hareket etmekte olan bir hava kütlesinin kutup
bölgesinden güneye doğru ilerlemekte olan soğuk ve kuru bir hava kütlesiyle
karşılaşması durumunda oluşur. Bu iki tip hava kütlesi birbirine karışmaz.
Karşılaştıkları yerde aralarında belirgin bir ara yüzey oluşur; bu ara yüzeye
cephe denir. Hava kütlesi hareket etmeyi sürdürdükçe, daha hafif olan sıcak
hava kütlesi yükselir ve soğuk hava kütlesinin üzerine çıkar. Yukarı doğru
harekete zorlanan sıcak ve nemli hava kütlesi genleşerek soğur, içerdiği nem
yoğunlaşır ve böylece
bulutlar
oluşur. Bu süreç devam ettikçe bulut damlacıkları büyür ve sonunda yağmur hali ne
ekvator çevresine ısı biçiminde ulaşır ve,gelerek yere dökülür. Güney
yarıkürede de fırtınalar aynı biçimde oluşur; kuzeydekinden başlıca farkı sıcak
havanın ekvatordan güneye, Antarktika'ya doğru akmasıdır.
Bu
olaylar olurken fırtınanın merkezinde atmosfer basıncı düşmeye ve rüzgâr bu
alçak basınç bölgesinin çevresinde dönerek esmeye başlar; esinti kuzey
yarıkürede saatin ters yönünde, güney yarıkürede ise saat yönündedir.Böylece
kuzey yarıkürede sıcak ve nemli hava fırtına merkezinin doğu yakasından kuzeye
doğru hareket ederken, soğuk hava da merkezin batı yakasından güneye doğru
akar. Bu hava dolanımı iki, üç gün sürer ve fırtına büyüyerek bir kıtanın
yarısını kaplayacak bir boyuta ulaşabilir. Bu durumda fırtına kasırgaya
dönüşmüş demektir.
Giderek kasırgaya dönüşen siklon tipi fırtınaların
yanı sıra, yerçekiminin etkisiyle oluşan fırtınamsı rüzgârlar da vardır. Bu
tür rüzgârlarda soğuk hava kütlesi, tıpkı Grönland'da olduğu gibi yükseklerden
aşağı doğru iner. Antarktika'da da bu biçimde oluşan sert kar fırtınalarına ve
tipilere rastlanır. Antarktika kıtası geniş ve yüksek bir yayladır. Soğuk hava
yayladan kıtayı çevreleyen soğuk denizlere doğru, insanın dayanamayacağı kadar
güçlü rüzgârlar biçiminde akar.
Gene bu bölgede, Antarktika'nın kenar bölümünden geçen
40° güney enlemi boyunca uzanan ve "kükreyen kırklar" olarak adlandırılan
kesintisiz bir fırtına kuşağı vardır. Bu rüzgârlar Yeni Zelanda'nın güneyinden
Güney Amerika'daki Horn Burnu'na ve oradan da Afrika'nın güney ucundaki Ümit
Burnu açıklarına kadar uzanarak okyanusu boydan boya aşar.
İtalya ve Yugoslavya'nın Adriya Denizi'ne bakan
kesimlerinde kuzeydoğudan esen çok güçlü ve soğuk rüzgârlardan oluşan
fırtınalara bora denir. Çoğunlukla kış
aylarında doğudan gelen soğuk hava kütlelerinin dağları aştıktan sonra çok
hızlı alçalması sonucunda oluşan boraların hızı bazen saatte 100 kilometreye ulaşır. Boraların
insanları fırlattığı, araçları devirdiği görülmüştür. Avrupa'nın başka
bölümlerinde, Karadeniz kıyılarında, SSCB'nin kutup bölgesine yakın
kesimlerinde görülen benzer fırtınalar da aynı adla anılır.
Öte yandan, sağanak yağmurlara, tipilere, ani darbeli
rüzgârlar biçiminde gelişen boranlara, şiddetli kum esintilerine de fırtına
dendiği olur. Ama bu yanlış bir kullanımdır. Fırtına meteorolojide, Beaufort
ölçeğinde 9, 10 ve 11 sayılı rüzgârlara verilen addır. Şiddetli siklon
fırtınaları kasırga ölçeğindedir. Aynı biçimde oluşan, ama daha zayıf rüzgâr
burgaçları olan hortumlar ise fırtına ölçeğinde kalır.
Hortum
Hortum, yere doğru
incelerek uzanan, huni biçimli karanlık bir bulut gibi görünür. Hortum aslında
fırıldak gibi dönerek yükselen bir hava burgacıdır ve hava yükselirken denizlerin
üzerinden su kütlesini ya da karaların üzerinden ağaçlan, toprağı sürükleyip
yukarı doğru taşır. İki tip hortum vardır: Karaların üzerinde başlayan
hortumlara tornado denir; ikinci tip
hortumlar ise denizlerin üzerinde, yüzeyin düzensiz biçimde ısınması sonucunda
oluşur.
Tornado
tipi hortumlar büyük hasarlara ve can kaybına neden olabilir. Tornadolar sıcak
ve soğuk hava kütlelerinin atmosferde karşılaşması sonucunda oluşur. Meksika
Körfezi'nden kuzeye doğru ilerleyen sıcak ve nemli tropik hava, kuzeyden gelen
kuru havayla ABD'nin güney ve doğu kesimlerinde karşılaşabilir. Bu hava
kütlelerinin yönlerinin ve hızlarının farklı oluşu, hızla yükselen bir hava
burgacına yol açar ve böylece tornado oluşur. Tornadoların yere değen kesimleri
son derece şiddetli bir biçimde döner ve izlediği yolun üzerindeki binalara,
sanki bir patlama ol- muşçasına zarar verir, ağaçları köklerinden burarak söker
ve bazen otomobilleri bile yerinden kaldırır. En şiddetli tornadolar ABD'nin
orta bölgelerinde oluşur. Burada tornadolar çoğunlukla kuzeydoğuya doğru, saatte
15 ile 80 km arasında değişen bir hızla ilerler. Tornadoların korkunç
gürültüsü 40 km ileriden duyulabilir. Avustralya'da da genellikle yaz
aylarında, boranlarla birlikte tornadolar oluşur. 18 Mart 1825'te bir grup
tornado ABD'nin orta batı kesimlerinde 689 kişinin ölümüne yol açmıştı. ABD'de
ve Batı Hint Adaları'nda harikan olarak adlandırılan siklon fırtınaları da
hortum biçimindedir, ama çok güçlü olduklarından kasırga ölçeğinde kabul
edilirler.
Kuzeyden ve güneyden gelen farklı hava kütleleri denizin
üzerinde karşılaşabilir ya da bir tornado kayarak denize ulaşabilir. Bu durumda
denizin üzerinde döner bir su sütunu biçiminde bir hortum oluşur. Denizin
üzerindeki hortumlar ender olarak hasara yol açar, çünkü bunlar genellikle daha
yavaş hareket eder. Denizlerin üzerinde hortumlar hava açıkken oluşur; böylece
motorlu tekneler hortumu görüp yöreden kaçabilirler. Denizlerdeki hortumun,
yüzeye yakın bir hava kütlesinin çevresindeki havadan daha çok ısınıp
yükselmesiyle ortaya çıktığı sanılmaktadır. Bu yükselen hava kümülonimbus
denen türden bir yağmur bulutunun tam altına rastlamışsa bir hortum oluşabilir.
Bulut tabanı bir koni biçimini alır ve bu koninin sivri ucu denize doğru iner.
Bu ucun altına gelen kesimde deniz kamçılanır ve bir serpinti bulutu oluşur.
Yağmur
bulutunun aşağı doğru inen ucu bu serpinti bulutunun içine dalar ve aynı anda,
bir su sütunu biçiminde yükselen hortum görülür. Bu hortumların pek çoğu
yaklaşık 5 ya da 10 metre çapındadır ve 60 ile 120 metre arasında yükselebilir;
ama çok daha büyük çaplı ve daha yüksek hortumlar da görülmüştür.
Kasırga
Kasırga,
genellikle sakin bir merkezin çevresinde dönen çok şiddetli rüzgârlardan
oluşan bir tropik siklon fırtınasıdır. Bu tür kasırgalara ABD ve Batı Hint
Adaları'nda harikan, Asya'nın doğu ve güneydoğu bölgelerinde tayfun, Bengal
Körfezi ile Umman Denizi'nde ise siklon denir. Bütün bu kasırga türleri daha
ılıman enlemlerde oluşan alçak basınç alanlarına benzemekle birlikte, onlardan
çok daha şiddetlidir. Kasırgalar, hava basıncının merkezde çok düşük olduğu ve
dışarıya doğru hızla arttığı atmosfer bölgeleridir.
Rüzgârlar içeriye, alçak basınç alanına doğru eser,
ama Dünya'nın dönüşü nedeniyle merkeze doğrudan ulaşmayıp sarmal biçimde
dönerek yaklaşır. Kuzey yarıkürede sarmalın dönme yönü saat ibresinin tersi,
güney yarıkürede ise saat ibresi yönündedir.
Kasırga, yan yatmış dev bir tekerleğe benzetilebilir;
bu tekerleğin kalınlığı 1.000 metreden daha fazla, genişliği ise 80 ile 500 km
arasındadır. Tekerleğin iç boşluğunun, yani kasırganın çevresinde döndüğü
sakin merkezin çapı kilometrelerce uzunlukta olabilir. Kasırga bir yandan
hızla dönerken, bir yandan da Dünya'nın yüzeyinde saatte 15-30 kilometrelik
bir hızla ilerler; ilerlerken genellikle kavisli bir yol izler.
Kasırga yaklaşırken rüzgâr hızı artar ve kısa sürede
saatte 160 kilometreye ya da daha yüksek bir hıza ulaşır, bu arada denizde dev
köpüklü dalgalar oluşur. Gökyüzü mor bulutlarla kaplanarak kararır, yağmur
sulan neredeyse yatay olarak rüzgârla savrulur; rüzgârın sesi, gök gürlemesi
dışındaki bütün sesleri boğar. Karada evler yıkılabilir, ağaçlar köklerinden
sökülür ve ekinler büyük zarar görür; seller büyük zarara yol açabilir.
Batı Hint Adaları'nda oluşan kasırgalar bazen ABD
kıyılarına, özellikle de Florida'ya ulaşarak büyük hasarlara yol açar.
Kasırgalar karada ve denizde çok yıkıcı olduğundan, bunların oluşumları sürekli
olarak izlenir. İzledikleri yolun haritası çıkarılır, olası yönleri ve
şiddetleri önceden belirlenir ve meteoroloji istasyonları aracılığıyla halk
uyarılır.
RÜZGÂR ENERJİSİ.
İnsanlar binlerce yıldır rüzgârdan bir enerji kaynağı olarak yararlanmaktadır.
Buna ilişkin olarak ilk akla gelen örnek yelkenli teknedir. Rüzgâr enerjisini
kullanabilmenin üç yolu vardır: Yelkenli teknelerde olduğu gibi doğrudan
hareketi sağlamak yel
değirmenlerinde olduğu gibi herhangi bir makinenin kanatlarını döndürmek;
elektrik üreteçlerine (jeneratörlere) bağlı türbinleri çalıştırmak. Bu maddede son iki kullanım biçimi
üzerinde durulacaktır.
Yel
değirmenleri
İlk yel değirmenleri İS
1000 dolaylarında İran'da yapıldı. Bu değirmenlerde kanatlar uzun bir düşey
milin üst ucuna takılır, milin alt ucu da büyük bir taş tekerleğe (değirmen
taşma) bağlanırdı. Taş tekerlek sabit bir taşın üzerine oturur, öğütülecek tahıl
bu iki taşın arasına yerleştirilirdi. Rüzgâr estiğinde kanatlar ve kanatların
bağlı olduğu mil dönmeye başlar, mil de üstteki değirmen taşını döndürür ve
böylece arada sıkışarak ezilen tahıl öğütülürdü. Buna benzer, ama yatay milli
yel değirmenleri bugün Çin'de hâlâ kullanılmaktadır.
Avrupa'daki
yel değirmenlerinin kanatları yatay bir mile takılıdır ve genelde düşey konumdadır.
Mil, çalıştırılacak makineye dişli çarklarla bağlanmıştır. Avrupa'da ilk kez
12. yüzyıl dolaylarında yapılan yel değirmenleri
direk değirmenler denen tiptendir. Bu tip değirmenlerde, değirmenin
makineleri ve bütün öbür donanımları, düşey bir direğin tepesine oturtulmuş bir
odanın içine yerleştirilir. Direğin tepesindeki değirmen, kanatlar rüzgârı tam
karşıdan alacak biçimde döndürülebilir. Direk değirmenlerin geliştirilmiş bir
türü de kule değirmenler'dir; bunlarda
değirmen donanımı ahşap ya da tuğladan yapılmış sabit bir kulenin içinde
bulunur. Bunlarda yalnızca kulenin kanatları taşıyan kubbesi döndürülebilir.
1750'lerden
önce, kanatların rüzgârı karşıdan alabilmesi için rüzgâr yön değiştirdikçe
değirmenin de elle döndürülmesi gerekirdi. Daha sonraları Edmund Lee adlı bir
İngiliz, ana kanatlara dik gelecek biçimde kule kubbesinin arkasına takılan ve
bir tür dümen görevi gören, açılmış yelpaze biçimindeki kuyruk kanatlarını
geliştirdi. Rüzgâr yön değiştirip ana kanatlar rüzgârı tam karşıdan alma
konumundan çıktığında, bu kuyruk kanatları dönmeye başlıyor ve aynı anda
aradaki dişli çarkların yardımıyla otomatik olarak kubbeyi de döndürerek ana
kanatları yeniden rüzgârı tam karşıdan alacak bir konuma getiriyordu.
Eski
yel değirmenlerinin kanatları yelken bezinden yapılıyordu ve rüzgârın şiddeti
çok arttığında tıpkı yelkenli gemilerde olduğu gibi toplanabiliyordu. Sonraki
yel değirmenlerinin kanatları panjurlu yapıldı. Panjur parçalan menteşeliydi ve
bunlar yayların yardımıyla kapalı tutulabiliyordu. Ama rüzgârın şiddeti
arttığında yaylar esneyerek panjurların kısmen açılmasına ve rüzgârın bir
bölümünün geçip gitmesine izin veriyordu. 1807'de mühendis William Cubitt,
panjurları değirmenin içinden ayarlamaya yarayan bir yöntem buldu.
Yel
değirmenleri tahıl öğütmek ve Hollanda'da olduğu gibi bataklıkların suyunu pompalamak
için kullanılırdı. Ama bugün bu tür su pompalama işlerinde genellikle dizel motorlarıyla
çalışan pompalardan yararlanılmaktadır.
Bütünüyle
çelikten yapılan ve kafes sistemiyle yapılmış kulelerin tepesine oturtulan yel
değirmeni tipleri de vardır. Bu tip değirmenlerin çok sayıdaki kanadı,
bisiklet tekerleğindeki tellere benzer biçimde, birbirine oldukça yakın olarak
yerleştirilmiştir ve bunların rüzgârı karşıdan alacak bir konumda tutulmaları
bir kuyruk kanadıyla sağlanır. Daha çok uzak çiftliklerde kurulan bu değirmenler
kuyulardan su çekmekte ve bu suyun sulama amacıyla pompalanmasında kullanılır.
Çelik yel değirmenleri ilk kez 19. yüzyılın sonlarında ABD'de yapıldı. Ucuz ve
güvenilir olan bu değirmenlere bugün de pek çok ülkede rastlanabilir.
Bütün dünyada elektrik
üretimi için güneş ve su enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan olduğu kadar
rüzgârdan da yararlanma konusuna büyük bir ilgi duyulmaktadır. Bugün pek
çok evin elektrik gereksinimi birkaç yüz watt gücündeki küçük, rüzgâr türbinli
üreteçlerle karşılanabilmektedir. Bu üreteçlerin gücüyle akümülatörler şarj
edilir (doldurulur), bu akümülatörlerden aydınlatmada ve elektrikli küçük ev
aletlerinin çalıştırılmasında yararlanılır. Ama bugün, milyonlarca watt
(megawatt) gücünde, güvenilir, çok daha büyük rüzgâr türbinli üreteçlere
gereksinim vardır.
Rüzgâr
türbinleri düşey milli ya da yatay milli olabilir. Her iki tip de en bol
rüzgârı yakalamak için yüksek kulelerin üzerine yerleştirilir, çünkü yükseklik
arttıkça rüzgâr miktarı da artar.
Rüzgârı hangi yönden gelirse gelsin tutabildiği için
çok verimli olan düşey milli türbin tipini 1920'lerde Fransız Georges Darrieus
geliştirdi. Düşey bir milin iki ucuna bağlanmış, uzun ve eğimli iki ya da üç
kanattan oluşan bu tip türbinler, daha çok dev bir yumurta çırpıcısına benzer.
Milin alt ucu gene kulenin tepesine yerleştirilmiş olan bir üretece bağlıdır.
Yatay milli rüzgâr türbinlerinde ise, uçak pervanesine
benzeyen iki ya da üç kanat vardır. Mil, arka ucuna takılı bir kuyruk kanadının
ya da bilgisayar denetimli bir elektrik motorunun yardımıyla sürekli olarak
rüzgâr doğrultusunda tutulur. Kanatlar ile mil arasındaki açı da en çok
verimi elde edecek biçimde ayarlanabilir.
Her türbin, kurulacağı yerin rüzgâr özelliğine göre
özel olarak "akort" edilmelidir. Bu büyük makinelerin boyutlarının ve
çıkardıkları gürültünün çevre üzerindeki etkileri (etkilenecek alanın çapı 60
metre ya da daha çok olabilir) kuşlar için yaratabilecekleri tehlikelerle
birlikte dikkatle irdelenmelidir.
Rüzgâr türbinlerini geliştirmek için özellikle
İngiltere, Danimarka, Hollanda, Almanya ve ABD'de büyük bir çaba
harcanmaktadır. Gelecekte belki de rüzgâr enerjisiyle çalışan makineler,
rüzgârın kıtalara oranla çok daha kesintisiz estiği uzak adalarda ya da açık denizlerin
üzerinde yapılacak platformlara yerleştirilecektir. Buralarda üretilecek
elektrik sualtı kablolarıyla kıtalara iletilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder