2 Şubat 2011 Çarşamba

RÜZGÂR,Dağ Rüzgârları,Beaufort Ölçeği,Fırtına,Hortum,Kasırga,RÜZGÂR ENERJİSİ,Yel değirmenleri,Rüzgâr Türbinli Elektrik Üreteçleri,


RÜZGÂR, hareket halindeki hava kütlesidir. Rüzgârlar nereden estiklerine bakılarak ad­landırılır: Örneğin güneyden esen rüzgâra güney rüzgârı, kuzeyden esen rüzgâra kuzey rüzgârı denir. Rüzgâr oluşumuna yol açan başlıca etmen atmosferin değişik bölgeleri arasındaki basınç farklarıdır. Genel olarak hava yüksek basınçlı bölgelerden alçak basınçlı bölgelere doğru akmaya eğilimlidir, ama aynı basınçtaki nok­taların izobar ya da eşbasınç eğrisi denen çizgilerle birleştirilmiş olduğu büyük ölçekli haritalarda akış yönü genellikle izobar doğ­rultusundadır. Kuzey ya­rıkürede sırtınızı rüzgârın estiği yöne dönerse­niz, alçak basınç alanı sol yanınızda, yüksek basınç alanı ise sağ yanınızda kalır. Güney yarıküre için bunun tam tersi geçerlidir. Bu olgunun nedeni, Dünya'nın kendi ekseni çev­resinde dönmesidir; Dünya'nın dönme hare­keti, hava kütlelerinin siklon ve antisiklon denen sarmal biçimler almasına yol açar.
Geniş bir alanın üzerinde herhangi bir atmosfer basıncı farkı olmasa bile, görece küçük alanlar üzerinde konveksiyon denen bir sürecin sonunda basınç farkı oluşabilir. Dünya yüzeyinde ısınan hava genleşir (şişer), genleşince de daha geniş bir alana yayılır, ama havanın miktarı değiş­meden daha büyük bir hacmi kaplaması sonucunda bu kez de yoğunluğu azalır. Böyle­ce hava yükselmeye ve atmosferin üst kesim­lerine doğru akmaya başlar. Karaların gündüz boyunca Güneş'in etkisiyle ısınması havanın yükselmesine ve ondan boşalan yere denizle­rin üzerinden esen havanın dolmasına yol açar (deniz meltemi). Geceleri karalar denizler­den daha çabuk soğur, bunun sonucunda rüz­gârlar karalardan denizlere doğru eser.Yazları Asya kıtasının ısınması havanın kıtanın merkezine doğru akmasına neden olur ve böylece muson denen rüzgârlar oluşur. Öte yandan, ekvator bölgesin­deki hava da ekvatorun kuzey ve güneyindeki bölgelerden daha sıcaktır; bu nedenle ekvator üzerindeki hava yükselir ye ondan boşalan yere, kuzey ve güneyden gelen soğuk hava akar. Dünyanın çeşitli bölgelerinde görülen alize rüzgârları da bu yolla oluşur. Ekvatorun tam üzerinde hava ağır ağır yükseldiğinden bu hat üzerinde, "durgunluk alanları" olarak adlandırılan bir sakin hava kuşağı oluşur.
Dağ Rüzgârları
Rüzgâr oluşumuna yol açan bir başka etmen de dağlar ve tepelerdir. Bulutsuz gecelerde yüksek bölgelerdeki hava soğur ve aşağıdaki daha sıcak hava kütlelerine oranla daha ağır bir duruma gelerek alçak kesimlere doğru akma eğilimi gösterir. Bu tür rüzgârlara katabatik rüzgâr denir; bu rüzgârlar bazen vadilerde şiddetli don olaylarına neden olur.Bazı Akdeniz ülkelerinde bu tür kış rüzgârla­rına bora, tramontana ya da mistral gibi adlar verilir.
Sıradağların ya da tepelerin bir başka etkisi daha vardır. Bir dağın yamacından yukarı doğru yükselen bir hava kütlesi soğur ve içerdiği nemin büyük bölümü yoğunlaşarak yağmur ya da kar biçiminde yağışa dönüşür. Böylece nem yükünü boşaltan hava kütlesi dağın öbür yakasına ulaştığında artık iyice kurudur ve burada alçalmaya başlar, alçaldık- ça da ısınır. Dağın rüzgâr altı yamacında (bir dağın rüzgâr altı tarafı, esen rüzgâra bakma­yan arka kesimidir) aşağı doğru esen bu kuru rüzgâra fön denir. Alpler'de fön rüzgârları genellikle güneyden eser ve çoğunlukla kuzey yamaçlarındaki karları eritir. Kayalık Dağların doğu kesiminden esen fön rüzgârları şinuk olarak adlandırılır. Sahra Çölü'nden gelip Akdeniz'in Avrupa kıyıları boyunca esen sıcak rüzgârlara ise sirokko denir; bu rüzgâr Afrika'nın sıcak yaylalarından alçala­rak geldiği için fön tipindedir. Güney İtalya' da kuru bir rüzgâr olarak esen sirokko, daha kuzeyde Akdeniz'den topladığı nem nedeniy­le çoğunlukla yağış yüklüdür. Türkiye'nin güney ve güneydoğu bölgelerinde esen çöl kökenli benzer sıcak ve kuru rüzgârlara da sam yeli denir.
Beaufort Ölçeği
Rüzgârların şiddeti, Beufort ölçeğinden ya­rarlanılarak tahmin edilir. Bu ölçeği İngiliz amiral Sir Francis Beaufort (1774-1857) savaş gemilerinde kullanılması amacıyla geliştirmiş­tir. Son yıllarda olağanüstü derecede güçlü rüzgârlar da tabloya alınmış ve bunlar 13'ten 17'ye kadar numaralandırılmıştır. Bu ölçekte­ki Beaufort sayısı ve ortalama rüzgâr hızı uluslararası değerlerdir; ama rüzgârların adı ve tanımlanan belirtileri ülkeden ülkeye deği­şebilir.
Hareket halindeki bir hava kütlesi, yere sürtündüğü yerlerde yavaşlar ve bu nedenle yüzeye yakın kesimlerde rüzgâr daha yavaş eser. Rüzgârın hızı yerden 10 metre yüksekte ölçülür. Denizin yüzeyi yere oranla daha düzgün olduğundan, deniz­lerin üzerinde rüzgâr hızı karalardaki gibi yük­sekliğe bağlı olarak hızla artmaz. Rüzgâr hızının yükseklikle birlikte artması, yerden yaklaşık 500 metre yükseğe kadar sürer.


Fırtına                                                                                                                                                                                   
Fırtına, hızla hareket etmekte olan bir hava kütlesinin neden olduğu şiddetli bir hava akımıdır. Fırtına, doğanın her gün Güneş'ten gelen büyük miktarlardaki enerjiyi dengelemek ve çevreye düzenli biçimde dağıtmak için başvurduğu yöntemlerden biri olarak kabul edilebilir. Bu enerji Dünya'ya, özellikle de atmosferdeki hava dolaşımıyla bütün yerküreye dağılır. Isınan havanın bir bölümü kutuplara, soğuk havanın bir bölümü de ekvatora taşınır.Fırtına kuzey yarıkürede, ekvatordan gelip kuzeye doğru hareket etmekte olan bir hava kütlesinin kutup bölgesinden güneye doğru ilerlemekte olan soğuk ve kuru bir hava kütlesiyle karşılaşması durumunda oluşur. Bu iki tip hava kütlesi birbirine karışmaz. Karşılaştıkları yerde aralarında belirgin bir ara yüzey oluşur; bu ara yüzeye cephe denir. Hava kütlesi hareket etmeyi sürdürdükçe, daha hafif olan sıcak hava kütlesi yükselir ve soğuk hava kütlesinin üzerine çıkar. Yukarı doğru harekete zorlanan sıcak ve nemli hava kütlesi genleşerek soğur, içerdiği nem yoğunlaşır ve böylece
bulutlar oluşur. Bu süreç devam ettikçe bulut damlacıkları büyür ve sonunda yağmur hali ne ekvator çevresine ısı biçiminde ulaşır ve,gelerek yere dökülür. Güney yarıkürede de fırtınalar aynı biçimde oluşur; kuzeydekinden başlıca farkı sıcak havanın ekvatordan güneye, Antarktika'ya doğru akmasıdır.
Bu olaylar olurken fırtınanın merkezinde atmosfer basıncı düşmeye ve rüzgâr bu alçak basınç bölgesinin çevresinde dönerek esmeye başlar; esinti kuzey yarıkürede saatin ters yönünde, güney yarıkürede ise saat yönündedir.Böylece kuzey yarıkürede sıcak ve nemli hava fırtına merkezinin doğu yakasından kuzeye doğru hareket ederken, soğuk hava da merkezin batı yakasından güneye doğru akar. Bu hava dolanımı iki, üç gün sürer ve fırtına büyüyerek bir kıtanın yarısını kaplayacak bir boyuta ulaşabilir. Bu durumda fırtına kasırga­ya dönüşmüş demektir.
Giderek kasırgaya dönüşen siklon tipi fırtı­naların yanı sıra, yerçekiminin etkisiyle olu­şan fırtınamsı rüzgârlar da vardır. Bu tür rüz­gârlarda soğuk hava kütlesi, tıpkı Grönland'da olduğu gibi yükseklerden aşağı doğru iner. Antarktika'da da bu biçimde oluşan sert kar fırtınalarına ve tipilere rastlanır. Antarktika kıtası geniş ve yüksek bir yayladır. Soğuk ha­va yayladan kıtayı çevreleyen soğuk denizlere doğru, insanın dayanamayacağı kadar güçlü rüzgârlar biçiminde akar.
Gene bu bölgede, Antarktika'nın kenar bölümünden geçen 40° güney enlemi boyunca uzanan ve "kükreyen kırklar" olarak adlandı­rılan kesintisiz bir fırtına kuşağı vardır. Bu rüzgârlar Yeni Zelanda'nın güneyinden Gü­ney Amerika'daki Horn Burnu'na ve oradan da Afrika'nın güney ucundaki Ümit Burnu açıklarına kadar uzanarak okyanusu boydan boya aşar.
İtalya ve Yugoslavya'nın Adriya Denizi'ne bakan kesimlerinde kuzeydoğudan esen çok güçlü ve soğuk rüzgârlardan oluşan fırtınalara bora denir. Çoğunlukla kış aylarında doğudan gelen soğuk hava kütlelerinin dağları aştıktan sonra çok hızlı alçalması sonucunda oluşan boraların hızı bazen saatte 100 kilometreye ulaşır. Boraların insanları fırlattığı, araçları devirdiği görülmüştür. Avrupa'nın başka bölümlerinde, Karadeniz kıyılarında, SSCB'nin kutup bölgesine yakın kesimlerinde görülen benzer fırtınalar da aynı adla anılır.
Öte yandan, sağanak yağmurlara, tipilere, ani darbeli rüzgârlar biçiminde gelişen boran­lara, şiddetli kum esintilerine de fırtına dendi­ği olur. Ama bu yanlış bir kullanımdır. Fırtına meteorolojide, Beaufort ölçeğinde 9, 10 ve 11 sayılı rüzgârlara verilen addır. Şiddetli siklon fırtınaları kasırga ölçeğindedir. Aynı biçimde oluşan, ama daha zayıf rüzgâr burgaçları olan hortumlar ise fırtına ölçeğinde kalır.
Hortum
Hortum, yere doğru incelerek uzanan, huni biçimli karanlık bir bulut gibi görünür. Hor­tum aslında fırıldak gibi dönerek yükselen bir hava burgacıdır ve hava yükselirken denizle­rin üzerinden su kütlesini ya da karaların üzerinden ağaçlan, toprağı sürükleyip yukarı doğru taşır. İki tip hortum vardır: Karaların üzerinde başlayan hortumlara tornado denir; ikinci tip hortumlar ise denizlerin üzerinde, yüzeyin düzensiz biçimde ısınması sonucunda oluşur.
Tornado tipi hortumlar büyük hasarlara ve can kaybına neden olabilir. Tornadolar sıcak ve soğuk hava kütlelerinin atmosferde karşılaşması sonucunda oluşur. Meksika Körfezi'nden kuzeye doğru ilerleyen sıcak ve nemli tropik hava, kuzeyden gelen kuru havayla ABD'nin güney ve doğu kesimlerinde karşıla­şabilir. Bu hava kütlelerinin yönlerinin ve hızlarının farklı oluşu, hızla yükselen bir hava burgacına yol açar ve böylece tornado oluşur. Tornadoların yere değen kesimleri son dere­ce şiddetli bir biçimde döner ve izlediği yo­lun üzerindeki binalara, sanki bir patlama ol- muşçasına zarar verir, ağaçları köklerinden burarak söker ve bazen otomobilleri bile yerinden kaldırır. En şiddetli tornadolar ABD'nin orta bölgelerinde oluşur. Burada tornadolar çoğunlukla kuzeydoğuya doğru, saatte 15 ile 80 km arasında değişen bir hız­la ilerler. Tornadoların korkunç gürültüsü 40 km ileriden duyulabilir. Avustralya'da da genellikle yaz aylarında, boranlarla birlikte tornadolar oluşur. 18 Mart 1825'te bir grup tornado ABD'nin orta batı kesimlerinde 689 kişinin ölümüne yol açmıştı. ABD'de ve Batı Hint Adaları'nda harikan olarak adlandırılan siklon fırtınaları da hortum biçimindedir, ama çok güçlü olduklarından kasırga ölçeğinde kabul edilirler.
Kuzeyden ve güneyden gelen farklı hava kütleleri denizin üzerinde karşılaşabilir ya da bir tornado kayarak denize ulaşabilir. Bu durumda denizin üzerinde döner bir su sütu­nu biçiminde bir hortum oluşur. Denizin üzerindeki hortumlar ender olarak hasara yol açar, çünkü bunlar genellikle daha yavaş hareket eder. Denizlerin üzerinde hortumlar hava açıkken oluşur; böylece motorlu tekne­ler hortumu görüp yöreden kaçabilirler. De­nizlerdeki hortumun, yüzeye yakın bir hava kütlesinin çevresindeki havadan daha çok ısı­nıp yükselmesiyle ortaya çıktığı sanılmakta­dır. Bu yükselen hava kümülonimbus denen türden bir yağmur bulutunun tam altına rastlamışsa bir hortum oluşabilir. Bulut tabanı bir koni biçimini alır ve bu koninin sivri ucu deni­ze doğru iner. Bu ucun altına gelen kesimde deniz kamçılanır ve bir serpinti bulutu oluşur.
Yağmur bulutunun aşağı doğru inen ucu bu serpinti bulutunun içine dalar ve aynı anda, bir su sütunu biçiminde yükselen hortum gö­rülür. Bu hortumların pek çoğu yaklaşık 5 ya da 10 metre çapındadır ve 60 ile 120 metre arasında yükselebilir; ama çok daha büyük çaplı ve daha yüksek hortumlar da görül­müştür.
Kasırga
Kasırga, genellikle sakin bir merkezin çevre­sinde dönen çok şiddetli rüzgârlardan oluşan bir tropik siklon fırtınasıdır. Bu tür kasırgala­ra ABD ve Batı Hint Adaları'nda harikan, Asya'nın doğu ve güneydoğu bölgelerinde tayfun, Bengal Körfezi ile Umman Denizi'nde ise siklon denir. Bütün bu kasırga türleri daha ılıman enlemlerde oluşan alçak basınç alanlarına benzemekle birlikte, onlardan çok daha şiddetlidir. Kasırgalar, hava basıncının merkezde çok düşük olduğu ve dışarıya doğru hızla arttığı atmosfer bölgeleridir.
Rüzgârlar içeriye, alçak basınç alanına doğ­ru eser, ama Dünya'nın dönüşü nedeniyle merkeze doğrudan ulaşmayıp sarmal biçimde dönerek yaklaşır. Kuzey yarıkürede sarmalın dönme yönü saat ibresinin tersi, güney yarı­kürede ise saat ibresi yönündedir.
Kasırga, yan yatmış dev bir tekerleğe ben­zetilebilir; bu tekerleğin kalınlığı 1.000 metre­den daha fazla, genişliği ise 80 ile 500 km ara­sındadır. Tekerleğin iç boşluğunun, yani ka­sırganın çevresinde döndüğü sakin merkezin çapı kilometrelerce uzunlukta olabilir. Kasır­ga bir yandan hızla dönerken, bir yandan da Dünya'nın yüzeyinde saatte 15-30 kilometre­lik bir hızla ilerler; ilerlerken genellikle kavis­li bir yol izler.
Kasırga yaklaşırken rüzgâr hızı artar ve kısa sürede saatte 160 kilometreye ya da daha yük­sek bir hıza ulaşır, bu arada denizde dev kö­püklü dalgalar oluşur. Gökyüzü mor bulutlar­la kaplanarak kararır, yağmur sulan neredey­se yatay olarak rüzgârla savrulur; rüzgârın se­si, gök gürlemesi dışındaki bütün sesleri bo­ğar. Karada evler yıkılabilir, ağaçlar köklerin­den sökülür ve ekinler büyük zarar görür; sel­ler büyük zarara yol açabilir.
Batı Hint Adaları'nda oluşan kasırgalar ba­zen ABD kıyılarına, özellikle de Florida'ya ulaşarak büyük hasarlara yol açar. Kasırgalar karada ve denizde çok yıkıcı olduğundan, bunların oluşumları sürekli olarak izlenir. İzledikleri yolun haritası çıkarılır, olası yönleri ve şiddetleri önceden belirlenir ve meteorolo­ji istasyonları aracılığıyla halk uyarılır.
RÜZGÂR ENERJİSİ. İnsanlar binlerce yıldır rüzgârdan bir enerji kaynağı olarak yararlan­maktadır. Buna ilişkin olarak ilk akla gelen örnek yelkenli teknedir. Rüzgâr enerjisini kullanabilmenin üç yolu vardır: Yelkenli tek­nelerde olduğu gibi doğrudan hareketi sağla­mak yel değirmenlerinde olduğu gibi herhangi bir makinenin kanatlarını döndürmek; elektrik üreteçlerine (jeneratörlere) bağlı türbinleri çalıştırmak. Bu maddede son iki kullanım biçimi üzerinde durulacaktır.
Yel değirmenleri
İlk yel değirmenleri İS 1000 dolaylarında İran'da yapıldı. Bu değirmenlerde kanatlar uzun bir düşey milin üst ucuna takılır, milin alt ucu da büyük bir taş tekerleğe (değirmen taşma) bağlanırdı. Taş tekerlek sabit bir taşın üzerine oturur, öğütülecek tahıl bu iki taşın arasına yerleştirilirdi. Rüzgâr estiğinde kanat­lar ve kanatların bağlı olduğu mil dönmeye başlar, mil de üstteki değirmen taşını döndü­rür ve böylece arada sıkışarak ezilen tahıl öğütülürdü. Buna benzer, ama yatay milli yel değirmenleri bugün Çin'de hâlâ kullanılmak­tadır.
Avrupa'daki yel değirmenlerinin kanatları yatay bir mile takılıdır ve genelde düşey ko­numdadır. Mil, çalıştırılacak makineye dişli çarklarla bağlanmıştır. Av­rupa'da ilk kez 12. yüzyıl dolaylarında yapılan yel değirmenleri direk değirmenler denen tip­tendir. Bu tip değirmenlerde, değirmenin makineleri ve bütün öbür donanımları, düşey bir direğin tepesine oturtulmuş bir odanın içine yerleştirilir. Direğin tepesindeki değirmen, kanatlar rüzgârı tam karşıdan alacak biçimde döndürülebilir. Direk değirmenlerin geliştiril­miş bir türü de kule değirmenler'dir; bunlarda değirmen donanımı ahşap ya da tuğladan ya­pılmış sabit bir kulenin içinde bulunur. Bun­larda yalnızca kulenin kanatları taşıyan kub­besi döndürülebilir.
1750'lerden önce, kanatların rüzgârı karşı­dan alabilmesi için rüzgâr yön değiştirdikçe değirmenin de elle döndürülmesi gerekirdi. Daha sonraları Edmund Lee adlı bir İngiliz, ana kanatlara dik gelecek biçimde kule kub­besinin arkasına takılan ve bir tür dümen gö­revi gören, açılmış yelpaze biçimindeki kuy­ruk kanatlarını geliştirdi. Rüzgâr yön değişti­rip ana kanatlar rüzgârı tam karşıdan alma konumundan çıktığında, bu kuyruk kanatları dönmeye başlıyor ve aynı anda aradaki dişli çarkların yardımıyla otomatik olarak kubbeyi de döndürerek ana kanatları yeniden rüzgârı tam karşıdan alacak bir konuma getiriyordu.
Eski yel değirmenlerinin kanatları yelken bezinden yapılıyordu ve rüzgârın şiddeti çok arttığında tıpkı yelkenli gemilerde olduğu gibi toplanabiliyordu. Sonraki yel değirmenlerinin kanatları panjurlu yapıldı. Panjur parçalan menteşeliydi ve bunlar yayların yardımıyla kapalı tutulabiliyordu. Ama rüzgârın şiddeti arttığında yaylar esneyerek panjurların kıs­men açılmasına ve rüzgârın bir bölümünün geçip gitmesine izin veriyordu. 1807'de mü­hendis William Cubitt, panjurları değirmenin içinden ayarlamaya yarayan bir yöntem buldu.
Yel değirmenleri tahıl öğütmek ve Hollan­da'da olduğu gibi bataklıkların suyunu pom­palamak için kullanılırdı. Ama bugün bu tür su pompalama işlerinde genellikle dizel mo­torlarıyla çalışan pompalardan yararlanılmak­tadır.
Bütünüyle çelikten yapılan ve kafes siste­miyle yapılmış kulelerin tepesine oturtulan yel değirmeni tipleri de vardır. Bu tip değir­menlerin çok sayıdaki kanadı, bisiklet teker­leğindeki tellere benzer biçimde, birbirine oldukça yakın olarak yerleştirilmiştir ve bun­ların rüzgârı karşıdan alacak bir konumda tutulmaları bir kuyruk kanadıyla sağlanır. Daha çok uzak çiftliklerde kurulan bu değir­menler kuyulardan su çekmekte ve bu suyun sulama amacıyla pompalanmasında kullanılır. Çelik yel değirmenleri ilk kez 19. yüzyılın sonlarında ABD'de yapıldı. Ucuz ve güvenilir olan bu değirmenlere bugün de pek çok ülkede rastlanabilir.
Bütün dünyada elektrik üretimi için güneş ve su enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan ol­duğu kadar rüzgârdan da yararlanma konusu­na büyük bir ilgi duyulmaktadır. Bugün pek çok evin elektrik gereksinimi birkaç yüz watt gücünde­ki küçük, rüzgâr türbinli üreteçlerle karşıla­nabilmektedir. Bu üreteçlerin gücüyle akümülatörler şarj edilir (doldurulur), bu akümülatörlerden aydınlatmada ve elektrikli küçük ev aletlerinin çalıştırılmasında ya­rarlanılır. Ama bugün, milyonlarca watt (megawatt) gücünde, güvenilir, çok daha büyük rüzgâr türbinli üreteçlere gereksinim vardır.
Rüzgâr türbinleri düşey milli ya da yatay milli olabilir. Her iki tip de en bol rüzgârı yakalamak için yüksek kulelerin üzerine yerleştirilir, çünkü yükseklik arttıkça rüzgâr mik­tarı da artar.
Rüzgârı hangi yönden gelirse gelsin tutabil­diği için çok verimli olan düşey milli türbin tipini 1920'lerde Fransız Georges Darrieus geliştirdi. Düşey bir milin iki ucuna bağlan­mış, uzun ve eğimli iki ya da üç kanattan olu­şan bu tip türbinler, daha çok dev bir yumurta çırpıcısına benzer. Milin alt ucu gene kulenin tepesine yerleştirilmiş olan bir üretece bağ­lıdır.
Yatay milli rüzgâr türbinlerinde ise, uçak pervanesine benzeyen iki ya da üç kanat var­dır. Mil, arka ucuna takılı bir kuyruk kanadı­nın ya da bilgisayar denetimli bir elektrik mo­torunun yardımıyla sürekli olarak rüzgâr doğ­rultusunda tutulur. Kanatlar ile mil arasında­ki açı da en çok verimi elde edecek biçimde ayarlanabilir.
Her türbin, kurulacağı yerin rüzgâr özelliği­ne göre özel olarak "akort" edilmelidir. Bu büyük makinelerin boyutlarının ve çıkardıkla­rı gürültünün çevre üzerindeki etkileri (etkile­necek alanın çapı 60 metre ya da daha çok olabilir) kuşlar için yaratabilecekleri tehlike­lerle birlikte dikkatle irdelenmelidir.
Rüzgâr türbinlerini geliştirmek için özellik­le İngiltere, Danimarka, Hollanda, Almanya ve ABD'de büyük bir çaba harcanmaktadır. Gelecekte belki de rüzgâr enerjisiyle çalışan makineler, rüzgârın kıtalara oranla çok daha kesintisiz estiği uzak adalarda ya da açık de­nizlerin üzerinde yapılacak platformlara yer­leştirilecektir. Buralarda üretilecek elektrik sualtı kablolarıyla kıtalara iletilebilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder