RÜYA
ya da düş, uyku sırasında beliren düşünce ve hayaller zinciri olarak tanımlanabilir.
Her insanın, sonradan hatırlamasa bile rüya gördüğü bugün bilinen bir
gerçektir. Elektroansefalografi ya da kısaca EEG denen yöntemle uyku sırasında
beynin elektrik etkinliğinin kaydedilmesi iki tür uyku olduğunu ortaya
koymuştur. Bunlardan biri derin, öbürü hafif uyku evresidir. Derin uykudan
uyandırılan insanların pek azı rüya gördüğünü hatırlayabilir. Oysa hafif uyku
evresindeyken uyandırılanların hemen hepsi gördükleri rüyayı hatırlarlar.
Hızlı göz hareketlerinin eşlik ettiği bu hafif uykuya, İngilizce rapid eye movements ("hızlı göz
hareketleri") sözcüklerinin baş harfleriyle REM uykusu denir.
Yeni
doğmuş bebekler toplam uyku sürelerinin yaklaşık yarısını, yetişkinler ise
aşağı yukarı altıda birini REM uykusunda geçirirler. Demek ki 9 saat uyuyan
bir insan yaklaşık IV2 saat boyunca rüya görür. Uyku hapları ve alkol
alındığında REM uykusu ortadan kalkar; ama insan bu maddeleri kullanmadığı
geceler, sanki yitirdiği zamanı yakalamak istercesine, neredeyse hiç aralıksız
rüya görür. REM uykusunun yalnız insanda değil, incelenen bütün memeli ve
keseli türlerinde var olduğu gözlenmiştir.
Rüyalara
ilişkin bu olgular, rüya görmenin insanda ve bütün gelişmiş hayvanlarda önemli
bir biyolojik işlevi olması gerektiğini düşündürüyor. Ama bilim adamları bu
işlevin ne olduğu konusunda henüz uzlaşmaya varmış değiller. Yaşamımızın
yaklaşık üçte birini uykuda geçirmemize ve uykusuz kaldığımız zamanlar hem
zihinsel, hem bedensel çöküntüye uğramamıza rağmen, neden bu kadar çok
uyumamız gerektiğini kimse tam olarak açıklayamıyor. Bu yüzden, rüyaların
niteliği konusunda çok sayıda değişik kuram olması pek şaşırtıcı değildir.
Rüyalara
İlişkin Kuramlar
Eskiçağlarda rüyaların,
geleceği önceden haber veren kehanet işaretleri olduğuna inanılırdı. Bu
inanışın en bilinen örneklerinden biri, Tevrat'ta anlatılan firavunun
rüyasıdır. Mısır firavunlarından biri rüyasında yedi semiz, yedi cılız ineğin
çayırda otladığını ve sonunda cılız ineklerin semiz inekleri yiyip bitirdiğini
görmüş. Hz. Yusuf bu rüyayı ülkede yedi yıl bolluk, yedi yıl kıtlık
yaşanacağına yormuş ve gerçekten kehaneti doğru çıkmış. Yakınçağlarda rüyalar
üstüne geliştirilen en ünlü kuram, psikanalizin öncüsü olan Sigmund Freud'un
1900'de yayımladığı Rüyalar ve Yorumları (Die
Traumdetung) adlı yapıtın da yer alır. Freud, ruhsal sorunları olan
hastaların tedavisinde rüyalardan yararlandı. Çünkü rüyaları, hastanın
kendisine bile itiraf etmekten çekineceği kadar utanç verici, bu yüzden de
bilinçaltına itilmiş isteklerinin anlatımı olarak görüyordu. Üstelik bu
isteklerin gerçek anlamı rüyada birtakım simgelerle gizlendiğinden rüyaların
yorumlanması çok güçtü. Ama psikanaliz uygulanan bir hasta hatırladığı bir
rüyayı doktoruna anlatabilir, o da bazı simgelerin neleri temsil ettiğini
bulmaya çalışarak rüyanın gizli anlamını açıklamayı başarabilirdi.
Freud, rüyaların ciddiye alınması gerektiğine
insanları inandıran ilk bilim adamıydı. Ama daha yaşadığı yıllarda bile bütün
meslektaşları onunla aynı görüşleri paylaşmadılar. Örneğin bir süre Freud ile
birlikte çalışıp sonradan görüş ayrılığına düşen İsviçreli psikiyatr Cari
Jung, hastanın bastırılmış isteklerinin rüyalarında gizli olduğuna
inanmıyordu. Jung'a göre rüyalar, ne kadar anlaşılması güç simgelerle yüklü
olsa da, tıpkı şiir gibi insanın duygu ve düşüncelerinin en doğal
dışavurumuydu; çünkü şiirin özü de böyle bir simgeler diline dayanıyordu.
Jung'un açıklamasına göre, vücut değişen iç ve dış koşullara kendini nasıl
uyarlıyorsa zihnin de böyle bir uyarlama mekanizması vardı. Kanın kimyasal
bileşimindeki dengenin bozulması gibi, zihindeki bilinç düzeyinin de dengesi
bozulabilirdi; bu durumda dengeyi yeniden kurma görevi belki de rüyalara düşüyordu.
Daha
yakın tarihlerde bazı bilim adamları rüyaların biyolojik bir bilgiişlem yöntemi
olduğunu öne sürdüler. Gün boyunca her insan başa çıkamayacağı kadar çok sayıda
uyaranla (izlenim ve olayla) karşılaşır; belki de rüyalar bu uyaranları tek tek
tarayıp, önemli olanları önemsizlerden ya da unutulması gerekenlerden
ayırmanın bir yoludur.
Yaratıcı
düşüncelerin çoğu, insanın yarı uyur, yarı uyanık durumda düş kurduğu ya da
hayallere daldığı anlarda ortaya çıkar; ama yeni düşünce ve buluşların bazen
rüyalardan doğduğuna ilişkin sağlam kanıtlar vardır. Örneğin Nobel ödüllü bilim
adamlarından Otto Loewi, sinir uyarılarının nasıl iletildiğini açıklayan en
önemli deneyini rüyasında tasarladığını, organik kimyacı Friedrich August
Kekule ise benzenin altıgen biçimindeki halka yapısını gördüğü bir rüyadan
esinlenerek bulduğunu söylemiştir. Robert Louis Stevenson da Dr. Jekyll ile Mr. Hyde adlı
romanının kurgusunu rüyasında tasarlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder