Okuma Öğretmek
Bir öğretmen için okumada
önemli olan "sözcükleri doğru söylemek"ken, öbürü için "iyi
anlamak" olabilir. Bu iki yaklaşım birbirinden çok farklıdır. Bu nedenle
her ikisi için birbirinden değişik okuma yöntemleri söz konusudur.
Birinci
öğretmen için önemli olan, her sözcüğün doğru ve düzgün söylenmesidir. Bu
nedenle sözcüklerin ve harflerin nasıl söylendiği okumanın temelini
oluşturacaktır. Öğrenciler her harfin ve hecenin çıkardığı sesleri öğrenecek,
onları birleştirerek sözcükler oluşturacak, daha doğru söyleyebilmek için sözcükleri
hecelere ayıracak, sesli okuma alıştırmaları yapacaklardır. Öğretmen,
sorularıyla metindeki belli olgulara ve ayrıntılara dikkati çekecektir.
Buna
karşılık öbür öğretmen, öğrencisinin okuduğundan ne anladığına ağırlık verecektir.
Sesli okumayı ya da seslerin tınısını pek önemsemeyecek, çocuklar kitaplarını
içlerinden okuyarak, zaman zaman konuyu aralarında tartışacaklar, kendi
deneylerinden kalkarak karşılaştırmalar yapacaklardır. Öğretmenin soruları
bazı olgulara ya da ayrıntılara ilişkin değil, okuyucunun özgün düşüncelerini
açıklamasına yardım edecek türde olacaktır. Birçok öğretmen yukarıda sözü
edilen her iki örneğin kendince olumlu yanlarını birleştiren karma bir yöntem
uygular.
Okunanı Anlamak (Kavrayış)
Okunanı anlamak, yani
kavramak, okunanın öğrenilmesi ve anlaşılmasıdır; basılı kâğıdın üzerindeki yazıların
ne anlama geldiğini okurun öğrenmesidir. Bir örnek verecek olursak, trenlerle
ilgili bir metni okuduğunuzda, bu türden ulaşım araçlarına ilişkin birtakım
bilgiler edinirsiniz. Okuma bitince öğretmen, metni iyice anlayıp
anlamadığınızı öğrenmek için çeşitli sorular sorar. Okunan metin bir anlam
taşır, okuyarak bu anlam kavranır. Okunan metinden çıkarılan anlamın yanı sıra,
metinde geçen sözcükler belleği uyarır, birtakım anıları tazeler. Trenlerle
ilgili yazıyı okurken gezi anıları canlanır. "Lokomotif",
"istasyon" ya da "yolcu" gibi sözcükler her okur için özel
anlamlar taşır. Biri geçmişteki bir tren yolculuğu sırasında yakalandığı kar
fırtınasını anımsarken, öbürü yaz tatilinde gittiği bir kıyı köyünü, bir
üçüncüsü ise yabancı bir ülkedeki serüvenini anımsar. Böylece, aynı metni her
okur farklı bir biçimde "kavrar" ve ona kendine göre bir anlam
yükler.
Okumanın
nasıl anlaşıldığı konusundaki farklı yaklaşımlar, okumayı nasıl öğrenmiş
olduğumuzla yakından ilgilidir. Okumanın, "sözcüklerin doğru
söylenmesi" yolundaki tanımını temel alan öğretmenler, kitaptaki bir
bölümün okunmasından sonra bazı belirgin olguların üzerinde duracak,
"öyküdeki kişilerin adını söyleyin" ya da "bu öykü ne zaman
geçiyor?" türünden sorular soracaklardır. Öte yandan, kavrayışa ağırlık
veren öğretmenler öğrencilerin okuduklarıyla bağlantılı düşünce ve duygularını
öğrenmek isteyecek, öyküdeki kişilerin davranışlarının nedenleri ya da öykünün
gerçek olup olmadığına ilişkin sorular soracak, belki de "siz yazsaydınız
sonunu nasıl getirirdiniz?" diyeceklerdir. Burada öğretmen, sorularıyla
öğrencilerinin düşüncelerinde çeşitlilik yaratmayı ve metinde geçenleri okurun
kendi deneyimiyle karşılaştırmasını amaçlamaktadır.
Okumaya Hazır Olmak
Fiziksel gelişme, zekâ
düzeyi ve çocuğun okula başlamazdan önce edindiği deneyimler okul başarısında
rol oynayan öğelerdir. Bir zamanlar çocukların okuma öğrenmeye hazır olup
olmadıklarını saptamak için testler uygulanırdı, ama artık bunlardan
vazgeçilmiştir. Bir çocuğun okuma öğrenmek için "hazır" olması onun
hemen okuma öğrenebileceği anlamına gelmez. Çocuklar okumaya hazırlık
kapsamında çeşitli aşamalardan geçse de, okuma öğrenmekte güçlük çekebilir. Bir
çocuğun okumaya hazır olup olmadığını en iyi onu yakından tanıyan sınıf
öğretmeni bilebilir.
Okumaya Başlamak
Okuma öğrenmek için çeşitli
kitaplar olduğu gibi, çok çeşitli yöntemler de vardır. Öğretmenler, çocukların
gereksinmelerine ve ilgilerine göre bunlar arasından seçimlerini yapar. Okuma
dersleri birbirinden değişik olsa da, çoğu aynı genel program çerçevesindedir.
Tipik bir okuma dersinde, öğretmen ilk önce çocukların okunacak öyküye ilişkin
bilgilerini yoklar. Kitabı bir kez okur ve içindeki yeni sözcüklerin anlamı
üzerinde durur. Hep birlikte resimlere bakılır ve resimle öykü arasındaki
bağlantıya dikkat çekilir. Daha sonra çocuklar kitabı ya da bir bölümünü sesli
olarak okur. Bazen de öğretmen öğrencilerin içlerinden okumalarını ister. Daha
sonra öykünün kişileri ve konusu sınıfta tartışılır. Ayrıca çocuklara, eğer
öykünün baş kişisi kendileri olsaydı nasıl davranacakları sorulur. En
sevdikleri bölümü okumaları ve neden beğendiklerini anlatmaları istenir. Son
olarak
da, kitaplıkta bir araştırma
yapılarak okuma parçasında işlenen konuya ilişkin daha geniş bilgi edinmek için
ansiklopedilere ve değişik kaynaklara başvurulur.
Ayrıca
çocuklardan, okuduklarından aldıkları esinle yeni bir şey yazmaları
istenebilir. Bu yolla öğretmen kitabın çerçevesini genişletmiş olur.
Okuma Gereçleri
Okuma öğretmek için
okullarda kitaplar, resimler, çizelgeler türünden çeşitli araçlar vardır. Oysa
eskiden böyle değildi. Günümüzde her yaşta çocuğun zevkle okuyacağı, ilgi
çekici ve eğlendirici, aynı zamanda da iyi bir okur olmasını sağlayıcı, her
düzeyde kitap vardır. Çoğu renkli ve sevimli resimlerle donatılmış bu kitaplar
küçük çocukları okumaya özendirir. Bazı kitaplar okumayı aşamalı olarak
öğretmekte ve geliştirmekte yararlı olur. Her yeni kitap bir öncekinin üzerine
temellendirilir ve bir sonraki kitapta öğretileceklere okuru hazırlar.
Eskiden
okuma öğretmekte kullanılan ders kitaplarının sınırlı bir sözcük dağarcığı
vardı. Her öyküde az sayıda sözcük kullanılırdı. Bu ise öykülerin kısır ve
sıkıcı olmasına yol açardı. Günümüzde öykü kitapları hem ilgi çekici, hem de
sözcük bakımından çok zengindir. Daha okuma öğrenmeden dillerini geliştirme
olanağı bulan çocuklar, okula geldiklerinde pek çok sözcüğü bildikten başka,bazı
yazılı sözcükleri bile tanıyorlar. Bunda televizyonun, reklamların ve
sokaklardaki işaretlerin payı büyüktür. Eskiden, okunanların günlük yaşamla
bir bağı yoktu. Oysa şimdiki öykülerin birçoğu, okuyan çocukların herhangi
birinin başından geçebilecek türdendir. Modern okuma programları gençlerin
yaşadıklarını gerçekçi bir biçimde irdelemeye özen gösterir. Bir eğitimcinin
okuma programı içinde ders kitaplarından başka dergiler, gazeteler, kitaplıkta
bulunan kitaplar gibi okumaya özendirici çeşitli yayınlar yer alır.
Okuma Zorlukları
Bazı insanlar okumakta
zorluk çeker. Bu durum yaşa bağlı değildir. Nedenleri arasında sağlık sorunları,
işitme, özellikle de görme bozuklukları sayılabilir. Bazen de çocuklar okulda
iyi öğretilmediği için okuma öğrenemez. Küçüklüklerinde durmadan evden eve
taşınan ailelerin çocukları değişik okullara uyum sağlamakta güçlük çekebilir,
bu yüzden iyi okuyamayabilirler. Ayrıca bazı çocuklar okumaktan
hoşlanmayabilir, başka şeylerle uğraşmak onları daha mutlu edebilir. Okuma
öğrenmekte güçlük çeken çocuklara yardımcı olmak için eğitilmiş özel öğretmenler
vardır. Bunlar çocuğun neden yaşıtları gibi öğrenemediğini testler uygulayarak
araştırır. Sorunun ne olduğu bir kez saptanınca, çocuğun özel eğitimle okuma
öğrenmesi kolaylaşır.
Basit bir
bedensel bozukluktan kaynaklandığı sanılan disleksi
okumayı öğrenme güçlüğü olarak tanımlanabilir. Normal yaşta okula başlamış,
zekâ geriliği ya da davranış bozukluğu olmayan bazı çocuklar akıcı bir biçimde
okumayı başaramaz ya da söylenişi ve yazılışı yakın harfleri birbirine
karıştırır. Örneğin, disleksililer "ya"yı "ay" ya da
"d"yi "b" okur. Disleksinin çeşitli dereceleri vardır.
Çabuk farkına varılması durumunda bazen özel eğitimle okuma öğretilse de,
disleksinin nedenlerine ilişkin kesin bir bulgu yoktur. Disleksililer okuma
eksikliklerini görsel ve işitsel gereçlerle bir ölçüde giderebilmektedir.
Annelerin,
babaların, öğretmenlerin ilk amacı, çocuğu sadece okul sıralarında değil, ömrü
boyunca okumaktan zevk alacak bir kişi olarak yetiştirmek olmalıdır. Yalnızca
güzel okumanın yeterli olmayacağı, okumanın yaşamın vazgeçilmez, verimli bir
uğraşı olduğu bilinci çocuklara aşılanmalıdır. Böylesi bir özendirme ile
çocuklara koskoca bir kitap ve bilgi dünyasının yolları açılmış olur.
OKURYAZARLIK,
okumayı ve yazmayı bilmek anlamına gelir. Okuryazarlığın farklı düzeyleri
vardır. Bazı topluluklarda bir kimsenin adını yazabilmesi onun okuryazar sayılması
için yeterlidir. Ama bu kavram genel olarak, okuduğunu iyi kavrayabilen ve
başkalarının kolayca anlayabileceği gibi yazabilen anlamında kullanılır. Okuma
yazması olmayanlar üç gruba ayrılır: Hiç okula gitmemiş olan yetişkinler, bir
süre okula gitmiş olup sonradan okuma yazmayı unutanlar ve henüz ilk eğitimini
tamamlamamış çocuklar.
Okuryazar
oranı yüksek olan ülkeler aynı zamanda dünyanın en zengin ülkeleridir. Bunlar
Japonya, SSCB, ABD, Kanada, Avustralya, İzlanda ve Yeni Zelanda ile Avrupa
ülkeleridir. 1980'lerde Avrupa'da okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin oranı
yüzde 3,6 idi. Bu oran ABD ve Kanada'da yüzde 1,5'tir. Oysa, azgelişmiş
ülkelerde okuryazar olmayan yetişkinlerin oranı çok yüksektir. Örneğin, Mali'de
halkın yaklaşık yüzde 90'ı okuma yazma bilmez. Nijerya, Bangladeş, Haiti,
Etiyopya ve Pakistan gibi ülkelerde de okuma yazma bilmeyenlerin oranı çok
yüksektir. Bu ülkelerin birçoğunda sağlıklı nüfus sayımları yapılmadığı için
okuryazarlıkla ilgili kesin sayılar elde etmek güçtür.
Okuryazarlığın ne olduğu konusunda da kesin bir tanım yoktur. Sayımlarda
çoğunlukla, imzasını atabilene ya da kısa bir cümle yazıp okuyabilene okuryazar
denir. Türkiye'de 1987 verilerine göre 15 yaş ve üzerindeki nüfusta okuryazarlık
yüzde 65,6'dır. Bu oran erkeklerde yüzde 81,3, kadınlardaysa yüzde 49,8'dir.
20.
yüzyılda "işlevsel okuryazarlık" kavramı gelişti. I. Dünya Savaşı
sırasında Amerikan ordusundaki erlerin, okuma yazma bildikleri halde,
askerlik görevini yerine getirecek düzeyde okuryazar olmadıkları anlaşıldı. Bu
yüzden verimli olamıyorlardı. Erlerin okuryazarlık düzeylerini yükseltmek
amacıyla bir dizi eğitim programı hazırlandı. Bu türden
programlar insanların iş
alanlarında verimliliğini artırmak için düzenlenir. Böylelikle okuryazarlık
işlevsel kılınır. Ama değişik kültürleri olan topluluklar için farklı
programlar hazırlamak gerekir. Örneğin, İstanbul'da taksi şoförlüğü yapan biri
ile Rize'deki balıkçının aynı programdan yararlanması söz konusu değildir.
Okuryazar Sayısını Artırma
Girişimleri
19. yüzyılda Hıristiyan
misyonerler dünyadaki okuryazar sayısını artırmak için çaba gösterdi. İncil pek çok dile çevrilerek basıldı; yazısı
olmayan topluluklara okutmanın yolları arandı. Misyonerler ayrıca dünyanın
birçok yerinde okullar açtı. Asıl amaçları ise inançlarını yaymaktı.
20.
yüzyılda devletler ve uluslararası örgütler cehaleti yok etmenin ve daha çok
sayıda insanı okuryazar yapmanın yollarını arıyorlar. Yoksul ülkelerin
birçoğunda başarıyla sonuçlanan okuma yazma kampanyaları yürütülüyor.
Çağımızın belki de en kapsamlı okuma yazma seferberliği SSCB'de
gerçekleştirildi. Bu ülkede konuşulan başlıca 80 dil ve yaklaşık 140 kadar
çeşitli azınlık grubunun dili üzerinde çalışan uzmanlar, okuma yazma için özel
bir 5 yıllık kampanya ile cehaleti kökünden kazımayı amaçladılar. 1926'da
SSCB'nin Avrupa topraklarında yaşayan nüfusunun yüzde 42'si hâlâ okuma yazma
bilmiyordu. 1935'e gelindiğinde ise tüm ülkede okuma yazma oranı yüzde 92'ye
yükselmişti. Yakın zamanda Küba'da, Meksika'da, Arjantin'de ve Çin' de
gerçekleştirilen kampanyalar da başarılı olmuştur.
Çin alfabesi 5.000 karakterden, daha doğrusu resim sözcükten oluştuğu
için onların işi daha zordu. I. Dünya Savaşı sırasında pek çok Çinli işçi çalıştırılmak
üzere Fransa'ya götürüldü. Okuma yazma bilmedikleri için aileleriyle
yazışamayan bu insanların mutsuzluğunu gören James Yen adında bir Çinli,
yurttaşı olan göçmenlere, sadeleştirerek 1.000 karaktere indirdiği bir alfabe
ile okuma yazma öğretmeye başladı. Savaştan sonra bu yöntemle binlerce köylüye
okuma yazma öğretildi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra pek çok ülkede, özellikle de
bağımsızlığını kazanan eski sömürgelerde okuma yazma kampanyaları yürütüldü.
Gelişmenin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi için bilinçsizliğin
yıkılması gerekliydi. Ama, gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artışı
yüzünden, okul çağına gelmiş çocuklara okul ve öğretmen sağlamak her zaman
kolay olmamaktadır. Bu işin planlı ve programlı bir biçimde yürütülmesi gerekir.
1980'lerin başlarında dünya nüfusunun üçte ikisi okuryazar olarak görülüyordu.
Ama işlevsel okuryazarların oranının
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder