Roma artık Akdeniz
çevresindeki ülkelerin hepsinden üstün olma yolundaydı. Başarısını büyük ölçüde
ordusuna borçluydu. Kuruluşundan İS 3. yüzyıla kadar Roma ordusunun
belkemiğini lejyonlar (alaylar) oluşturdu. Bir lejyon 4.000-6.000 askerden
oluşuyordu. Lejyonun onda birine kohort
(tabur) deniyordu. Eyalet ya da vali yardımcılarına eşdeğerde olan komutanları legatus sanma sahipti. Komutanın emrindeki
subaylara tribunus, astsubaydan aşağı
rütbedekilere ise centurion denirdi. Lejyon,
Roma yurttaşı olan seçkin askerlerden oluşuyordu. Yedeklerden, yani orduda
hizmet gören yabancılardan her zaman daha fazla ücret alırlardı.
Lejyon
askerleri zırhlı piyadelerdi. Disiplinli ve iyi eğitilmiş olan Roma piyadeleri
tüm ülkelerin korkulu rüyasıydı. Her birinin iki ciriti (pila) ve bir kısa kılıcı (gladius) olurdu. Piyadeler yedeklerle
desteklenir, genellikle 500'er kişilik birimler halinde örgütlenirlerdi.
Seferberlik
durumunda orduya bazı uzmanlar da katılırdı. Bunlardan biri kamp komutanıydı.
Ordu konakladığı zaman konaklanan yerin çevresine hendek kazmadan ve gerekli
güvenlik önlemlerini almadan geceyi geçirmezlerdi. Askerlerin her birinin,
kamp kurarken ve bir sonraki gün kampı toplarken yükümlü oldukları görevler
vardı.
Quaestor
ordunun para işlerinden sorumluydu. Mühendisler, usta ve zanaatkârlar da
orduya eşlik ederdi. Kuşatma eyleminden ve oldukça ilkel olan topların kullanılışından
ve bakımından onlar sorumluydu. Mancınık ve arbaletlefden oluşan
"toplar", genellikle saldırılarda ağır taş gülleleri ya da kayaları
fırlatmak için kullanılırdı. Mühendisler kuşatmalarda kolayca kurulabilen,
hareketli kulelerin yapımını denetlerdi. Askerler bunlarla düşman kalesinin
içini görme olanağı elde ettikleri için, taş ve oklarını yağdırmakta güçlük
çekmezlerdi.
Roma askerlerinin başarısında yiğitliklerinin
yanı sıra dirençlerinin de büyük payı vardı. Çok güçlü ve sağlıklı olan
askerler, silahlarından başka, iki hafta yetecek kadar yiyeceği ve kamp kurmak
için gerekli araç gereci yanlarında taşımak zorundaydı.
Askerler, savaş hattına girdikleri zaman ayrı,
kol halinde yürüdükleri zaman ayrı adlar
alırdı. Savaş sırasında ağır bir saldırı altında
kalırlarsa bir araya gelerek bir blok oluştururlardı. Lejyonun simgesi tunç ya
da gümüşten yapılan kartaldı. Kanatlan iki yana açık olurdu. Romalılar için
kartalın düşmanın eline geçmesi onur kinci bir olaydı.
Roma'nın yükseliş döneminde ordu yenilmezliği
ile ün salmıştı. Bunun üç temel nedeni vardı: Birincisi disiplin, ikincisi sıkı
ve yetkin bir eğitim, üçüncüsü ise askerlik konusunda yenilikleri hemen
benimsemeleriydi.
İÖ 3. yüzyılın sonlarına
doğru, Yunan uygarlığı Roma'da yayılmaya başladı. Romalılar bu uygarlığa büyük
bir saygı ve hayranlık duyuyordu. Bu nedenle, Makedonya Kralı V. Philippos (İÖ
238-179) Yunan kentlerini ve Anadolu'yu tehdit edip de, bu kentler Roma' dan
yardım isteyince, bu isteğe olumlu yanıt veren Romalılar, Makedonyalılarla dört
yıl çarpıştılar. Sonuçta Doğu Akdeniz Roma'nın denetimine girdi; İÖ 146'da
Makedonya ve Yunanistan da birer Roma eyaleti oldu. Böylece tüm Akdeniz
Roma'nın egemenliği altına girdi.
Bu
zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Mal ve köle ticareti gelişti.
Senatörler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olmanın yollarını ararken, bazı
eyalet yöneticilerinin de vergi toplarken zora başvurmaları halkın tepkisini
çekiyordu. Kişisel hırslar ve açgözlülük, cumhuriyetin ilk yıllarındaki yurtseverliğin
ve özverinin yerine geçmişti.
İÖ 2.
yüzyılın sonlarına doğru yönetici sınıfın davranışlarını eleştiren Tiberius ve
Gaius Gracchus adlarında iki kardeş, halkın daha fazla hak sahibi olması için
mücadele etmeye başladılar. İÖ 133'te soyluların el koyduğu kamu topraklarını
yoksul halka dağıtmak için bir yasa tasarısı hazırladılar. Romalılar'ı
uyandırmak için canlan pahasına mücadele eden bu kardeşlerin ikisi de acımasızca
öldürüldü. Ama çabaları boşuna olmamış, Romalılar'da, haksızlıkların ortadan
kalkması için siyasal bir reform gerektiği inancı yerleşmişti.
Bu
sıralarda Roma ordusunda köklü bir değişiklik oldu. Ücretli askerler yurttaş
askerlerin yerini almaya başladı. Yurttaş askerler tümüyle ülkelerine bağlı
oldukları halde, yeni profesyonel askerler, komutanları her kim ise ona
bağlanıyordu. Bu durum Roma'nın siyasal yaşamını büyük ölçüde etkiledi. O tarihten
sonra, başarılı generaller ordularının desteğiyle üstün bir güç ve yetki sahibi
olmaya başladı.
Gaius
Marius'un askerlerin desteğiyle nasıl yükseldiği buna örnektir. Doğuştan pleb
olan Marius, kendine sadık ordusunun desteğiyle konsül olmuştu. İlk kez İÖ
105'te Kuzey Afrika'da Numidya'nın kralı olan Iugurtha'yı yenerek ünlenen Marius,
daha sonra İtalya' mn kuzeyini tehdit eden Germen kabilelerini
de üst üste iki kez yenmeyi
başarmıştı. Bundan sonra patricilerin generali Sulla ile güçlerini
birleştirerek, Roma ile savaşan komşu halkları yenilgiye uğrattı. Sulla,
Yunanistan'ı ve doğuyu tehdit eden Mithridates'le savaşmak için Roma'dan
ayrıldı.
"Mithras"
Güneş tanrısının adıydı. Mithridates ise "Güneş tanrısının soyundan"
anlamına geliyordu. Karadeniz'in doğusunda bir krallık olan Pontos tahtına
geçen VI. Mithridates, kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya korku salmış,
annesini hapse attırdıktan başka, kardeşini de öldürtmüştü. Üç ayn zamanda
Roma'ya savaş açan Mithridates, sonunda
Romalı general Pompeius'a
yenildi. Sulla doğuda Mithridates'le savaşırken, Marius Roma'da yönetime el
koydu. Sulla seferden döndüğünde Marius ölmüştü, ama Sulla öcünü Marius'un
yandaşlarından ve halktan aldı. Sonsuz yetkilerle İÖ 82'de kendini diktatör
seçtirdi.
Sulla'dan
sonra Roma'da yasadışı olaylar ve siyasetçilerin entrikaları hız kazandı. İÖ
73'te Spartaküs adında bir gladyatör kölelerden oluşturduğu ordusuyla Roma'ya
başkaldırdı. Çok sayıda Roma lejyonunu yenilgiye uğrattıktan sonra İÖ 71'de
yenildi ve öldürüldü.
İÖ 1.
yüzyılın ortalan Jül Sezar ile Pompeius arasındaki rekabetle geçti. Her ikisi
de yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre, zengin bir soylu olan Marcus
Crassus'u da aralarına alarak triumvirlik
denen üçlü yönetim denemesinde bulundular. (Sonraki üçlü yönetimlerden ayırmak
için, Sezar'ın da içinde bulunduğu üçlü, Birinci Triumvirlik olarak
adlandırılır.) Crassus, İÖ 53'te öldükten sonra Pompeius, Sezar'ın Galya'daki
askeri başarılarını eskisinden daha fazla kıskanmaya başladı. Sezar'ın geri
çağrılması için hükümeti etkiledi. Sezar, bu buyruğa uyarak geri dönecek
olursa, ordusunu terk etmek zorunda kalacağının bilincindeydi. Bu yüzden İÖ
49'da ordusunun başında yola çıktı. Kendi bölgesi olan Gallia Cisalpina ile
geri kalan İtalyan topraklan arasında sınır oluşturan Rubicon Irmağı'nı
geçtikten sonra, dönüşü olmayan bir noktaya geldi. Roma'da güçlü bir destek
sağlayamayacağım anlayan Pompeius Yunanistan'a kaçtı.
Gücünü
kanıtlamak için savaşmayı sürdüren Sezar İÖ 45'te Roma'ya döndü ve ömür boyu
başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı senatörler Roma'nın özgürlüğü açısından
Sezar'ın planlarını sakıncalı buluyordu. Sezar çok geçmeden, bir senato
toplantısından sonra hançerlenerek öldürüldü.
Bundan
sonra iktidar Marcus Antonius'a geçti. Ne var ki, Sezar'ın evlat edinmiş
olduğu genç Octavius Roma'ya dönünce, aralarında çatışma çıktı. Octavius
senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla,
Sezar' m evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir süre sonra Octavianus ve
Antonius uzlaşmaya vararak, Sezar'ın süvari komutanı Marcus Lepidus'un da
katılmasıyla İkinci Triumvirlik'i kurdular. Sezar'a komplo kurarak öldüren
Brutus ve Gaius Longinus Cassius'a karşı savaş açarak, onları İÖ 42'de
Makedonya'da yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antonius, orada karşılaştığı
Mısır Kraliçesi Kleopatra'ya âşık oldu ve arkasından Mısır'a gitti.
Octavianus'la
yeniden arası açıldı. İÖ 31'de Yunanistan'ın batı kıyılarındaki Aktium
Savaşı'nda Octavianus, Antonius'un donanmasını dağıttı ve Roma' nın rakipsiz
önderi olarak yönetimi ele geçirdi.
Octavianus İS 14'te ölünceye kadar, tam 45 yıl Roma'yı
yönetti. İÖ 27'de kendisine, "yüce" anlamında Augustus sam verilmişti; ama o "şef'
demek olan Princeps'i yeğledi. Çok büyük
bir güce sahip olmasına karşın, Roma'nın eskiden olduğu gibi cumhuriyetle
yönetildiği izlenimini yaratmaya büyük özen gösterdi. O dönemde krallar mutlak
egemenliğe sahipti. Romalılar böyle bir yönetim istemiyordu.
Augustus
yönetiminde Roma en parlak dönemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme
gösterdi. Roma yasaları imparatorluğun her yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü
hükümet, lejyonlarca da destekleniyordu. İmparatorluğun egemen olduğu
bölgelerdeki yerli halkların haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllardan
beri sürmekte olan çekişme ve kargaşanın sona ermesi Augustus'un başarısıydı. Halk,
yasaların güvencesi altında olmanın huzuru içindeydi.
Yurttaşlık ve Yasalar
Roma İmparatorluğu döneminde
Roma yurttaşlarının pek çok ayrıcalığı vardı. Başlangıçta yurttaşlık Roma'ya
hizmeti geçmiş kimselere verilirdi; daha sonra yurttaşlık hakkı yaygınlaştırıldı.
Roma yasaları sonraki yüzyıllarda da pek çok ülkede etkisini sürdürdü. Günümüzde
birçok Avrupa ülkesinin yasalarının temelinde Roma yasaları vardır. Bu yasalar
Roma imparatorlarınca büyük bir titizlikle uygulanmıştır. Bunların çoğu,
kralların hem yönetici, hem de yargıç olduğu ve yasaların yazılı olmayıp
gelenek ve ahlak kurallarına göre belirlendiği çok eski zamanlardan beri
gelişerek yetkinleşmiştir. İÖ 5. yüzyılın ortalarında Roma'da temel yasalar
yazılmış bulunuyordu. Herkesin bu yasaların ne olduğunu bilerek, uyma
zorunluluğu vardı.
Bu
yasalara göre ailede baba öteki bireylerin üzerinde tartışmasız bir otoriteye
sahipti. Zaman içinde bazı yasalar değiştirilerek geliştirildi. İS 6. yüzyılda
Bizans İmparatoru I. Jüstinyen hukukçuları ve bilginleri toplayarak, dağınık
bir biçimdeki yasaları incelemelerini, derlemelerini ve kamuya açıklamalarını
istedi. Corpus luris Civilis
("Medeni Hukuk Yasaları") olarak bilinen bu yasa derlemesi, Roma
yasalarının daha sonraki yüzyıllara kalmasını sağladı.
Roma
yasalarının zamanın sınavından başarıyla geçmiş olması bizleri şaşırtmamalı.
Çünkü Romalılar düzenleme, örgütleme ve yönetmekte olduğu kadar, sorunlara
çözüm bulmakta da çok başarılıydılar. Bu bakımdan sanatsal duyarlıkları ağır
basan Yunanlılar' dan üstündüler. Romalılar, uluslararası ilişkilere belirli
ölçütler getiren kurallar da geliştirmişlerdi.
Augustus'tan Sonra
İmparatorluğun Durumu
Augustus ölmeden önce
imparatorluğa üvey oğlu Tiberius'u seçmişti. ÎS 14'te başa geçen Tiberius,
yayılmacı bir siyasetten yana değildi. Daha yönetimdeyken, Tiberius'tan sonra
kimin başa geçeceğine ilişkin tartışma ve kavgalar başlamıştı. Augustus'un
kurmuş olduğu güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesini önledi.
Tiberius'tan sonra Caligula 25 yaşında imparator oldu. Babası Germanicus asker
olduğu için, çocukluğu askerler arasında geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi,
onu da benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk aylarda iyi bir yönetici izlenimi
veriyordu. Ama sekiz ay sonra hastalandı, belki de bu hastalığın etkisiyle,
daha sonraki yıllarda dengesiz davranışlarda bulundu. Roma'nın en tanınmış
ailelerini yok etti. Cumhuriyet döneminin törelerine karşı duyduğu tepkiyi
göstermek için sevdiği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. Bir gladyatör
gibi dövüştü, akrabalarının çoğunu öldürdü. Acımasızlığı dillere destan oldu.
Dört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra koruma görevlilerinden biri
tarafından öldürüldü.
Caligula'nın
ardından, İS 41-54 arasında hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. Roma
yurttaşlığını genişleterek yabancı topluluklara da yurttaşlık hakkı tanıdı.
Özgürlüğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet görevlerine getirdi. Bu
onların güçlenmesine yol açtı. Üçüncü karısı Valeria Messalina entrikaları ve
yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. İS 48'de idam edildi. Claudius'un dördüncü
kansı olan Agrippina, önceki kocasından olan oğlu Neron'u evlat edinmesi için
Claudius'a baskı yaptı. Oysa Clauidus'un Britannicus adında bir oğlu vardı. İS
43'te Romalılar Claudius'un komutasında İngiltere'yi işgal ederek, adanın
doğusunu Roma İmparatorluğuna kattılar. Caligula'nın ve Claudius'un dönemlerinde
eyalet yöneticilerinin yetkin ve güçlü olmaları sayesinde imparatorluk gelişmesini
sürdürdü.
İS 54'te Agrippina Claudius'u zehirledi, böylece oğlu Neron tahta geçti. İlk
beş yıl sorunsuz geçti; ne var ki, sonraki yıllarda benzeri görülmemiş bir
dehşet yaşandı. Neron annesini ve karısını öldürttükten başka, zamanın önde
gelen yöne tcilerini de birer birer ortadan kaldırttı.
Neron
atletizm, tiyatro ve şiir yarışmaları da düzenletti. Hükümdarlığının 10.
yılında Roma'da büyük bir yangın çıktı. Neron bundan ilk Hıristiyanlar'ı
sorumlu tuttu ve onlara eziyet etti. Kentin yeniden yapılması için büyük
paralar harcadı.
Roma
İmparatorluğu'nun tarihine bakacak olursak çöküşün Neron zamanında başlamış
olduğunu görürüz. Vergi yükü altında ezilen insanlar sıkı ve düzenli çalışamaz
olmuştu. Ordu siyasete karışıyor, hükümet ordunun istemlerine çoğu zaman boyun
eğiyordu. Neron'un savurganlığı imparatorluğun birçok yerinde ayaklanmalara yol
açmıştı. Sonunda orduyu da karşısında bulan Neron intihar etti.
Çok
geçmeden lejyonlar arasında kıran kırana bir iç savaş başladı. Bu kargaşanın
sonunda Vespasianus adında bir general Flavius hanedanını kurdu. Ağır
vergilerle ülkenin mali durumunu düzeltti. İS 69-79 arasında hüküm süren
Vespasianus ve ondan sonra gelen Titus ve Domitianus adlı imparatorlar büyük
ölçüde ordunun gücüne dayandılar. Askeri düzenlemelerle sınırları
koruyabildiler. İS 79'da, Titus döneminde patlayan Vezüv Yanardağı bir Roma
kenti olan Pompei'yi lavlar ve küller altında bıraktı. Bu olaydan yüzlerce yıl
sonra arkeologlar her şeyi, patlama anında oldukları gibi buldular. Böylece İS
1. yüzyılda bir Roma kentinde nasıl yaşandığına ilişkin pek çok şey öğrenildi.
Domitianus
81'de imparator oldu. İmparatorluğunun son üç yılında Romalılar insanlıkla
bağdaşmayan korkunç bir terör yaşadılar. Domitianus 96'da öldürüldü. Ondan
sonra tahta geçen Nerva yalnız iki yıl yaşadı. Traianus ve yeğeni Hadrianus
düzeni yeniden kurmak için çok çaba gösterdiler. İŞ 98'de başa geçen Traianus
imparatorluğun sınırlarını genişletti. Akıllı ve ölçülü yönetimi, halkın yeni
den devlete güven duymasını
sağladı. Hadrianus, ülkeye çoktan özlenen barış ve bolluğu geri getirmekte
başarılı oldu. 117'de imparator olan Hadrianus, Roma topraklarını baştan başa
denetleyerek, zayıf gördüğü yerleri surlarla güçlendirdi. 122'de İngiltere'ye
kadar gitti. Adanın kuzeydoğusunda İskoç saldırılarına karşı kendi adıyla
anılan bir duvar yaptırdı. Onun başarısı sayesinde bir sonraki imparator
Antoninus Pius sanatsal etkinliklere zaman ayırabildi. 138-161 arasında Pius
yönetimi sırasında imparatorluk çok gelişti.
Marcus
Aurelius'un öğrenmeye hevesli zeki ve akıllı bir genç olması Antoninus Pius'un
ilgisini çekti. Lucius Commodus adlı bir başka gençle birlikte onu evlat
edindi. Amacı tahtını bu gençlere bırakmaktı. İS 161'de ikisi birden tahta
geçti. Lucius İS 169'da öldü ve Marcus tahtta tek başına kaldı.
İmparatorluğun Çökmesi
Nerva ile başlayan ve Marcus Aurelius'a kadar süren
dönem, Roma tarihinin varlık ve barış içinde yaşadığı yıllar oldu. Ama imparatorluğun
bazı yörelerinde çıkan isyanlar bu dönemin sona ermekte olduğunu gösteriyordu.
Marcus Aurelius imparatorluğun doğu sınırını güvence altına aldıktan sonra
kuzeydeki barbar kabileleri de bir dizi savaşla eski yerlerine sürdü.
Depremler ve su baskınları Roma' nın büyük bir bölümünün yıkılmasına, tahıl
depolarının zarar görmesine yol açtı. Bu da kenti kıtlığa sürükledi. Doğudan
gelen veba da hızla yayıldı. Tüm bunlara karşın, Marcus Aurelius vergileri
olabildiğince azaltarak ve mahkemelerin iyi işlemesini sağlayarak sorumlu bir
yönetici olduğunu gösterdi. İmparatorluğun gücünü tehdit ettiğini düşündüğü Hıristiyanlar'a
karşı baskıcı bir siyaset izledi.
Marcus
Aurelius Ta eis Eauton ("Kendime
Düşünceler") adlı kitabında bilgelik, doğruluk, direnç ve ölçülülük
olarak belirlediği dört temel erdemden söz eder.
İS 180'de
Marcus Aurelius'un ölümünden sonra imparatorluk 100 yıl boyunca
"barbar" denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. Barbar sözcüğü,
Eski Yunanlılar tarafından, Romalılar da içinde olmak üzere, kendilerinden
olmayan herkes için kullanılırdı. Eski Yunanlılar tüm yabancıların yabanıl ve
uygarlıktan yoksun olduğuna inanırlardı. Romalılar ise, aynı sözcüğü Roma
topraklarına saldıran Got, Vandal, Frank ve Germen kavimleri için kullandılar.
Roma İmparatorluğu denetlenmesi çok zor olan bir büyüklükteydi. En görkemli
çağında, kuzeyde İngiltere'den güneyde Afrika çöllerine, batıda Atlas
Okyanusu'ndan doğuda Mezopotamya sınırlarına dayanıyordu. Bugün hâlâ izlerine
rastlanan Roma yollan, insanların güvenlik içinde imparatorluğun bir ucundan
öbürüne gidip gelmelerini sağlardı.
İmparatorluk
sınırlarının böylesine genişlemesi Roma'nın eyaletler üzerindeki doğrudan
yönetimini giderek zorlaştırdı. Kölelik yaygınlığını sürdürürken, halk da
yoksulluk içindeydi. İmparatorluğun başlıca sorunlarından biri, sınırlarını
korumak için büyük bir ordu besleme zorunluluğuydu. Marcus Aurelius'un yerini
alan oğlu Commodus döneminde (180- 192) imparatorluk iç çekişmelerle sarsıldı.
Commodus'tan sonra cumhuriyet kurumlan yıkılmaya başladı. İmparatorlar
yetkilerini genişletti. İS 193'te Septimius Severus imparator oldu. 235'e
kadar süren Severus hanedanı döneminde Roma'nın mali ve askeri gücü sarsıldı.
Severus hanedanından gelen imparatorların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönemdeki
en önemli gelişme Hıristiyanlık'ın daha özgür bir ortam bularak
yaygınlaşmasıydı. Severus hanedanından sonra barbar kavimlerin yeniden
saldırısına uğrayan Roma, Tuna eyaletleri gibi bölgelerde onların egemenliğini
tanımak zorunda kaldı. Bu sırada doğudan da Sasaniler saldırıyordu. Barbar
akınları ve iç savaşlar kentlerin yıkımına, yolların bozulmasına yol açtı.
3.
yüzyılın sonuna doğru imparatorluğu yönetmek öylesine güçleşmişti ki,
İmparator Diocletianus İS 286'da Roma İmparatorluğu' nun geniş topraklarını
dört yönetim bölgesine ayırdı. Orduyu yeniden düzenleyerek eski disiplini
kurdu. Yeni vergilerle mali durumu düzeltmeye çalıştı. Sasaniler'i geriletmeyi
başararak imparatorluğun sınırlarını Dicle Irmağı'na kadar götürdü.
Hıristiyanlar üzerindeki baskıyı artırdı. Milano'yu batı imparatorluğunun
başkenti yaptı; böylece Roma eski önemini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir
yöneticiydi ve imparatorluğun yeniden güç kazanmasını sağladı.
Diocletianus'un
ölümünden sonra yönetimi ele geçirmek için yeniden çatışmalar baş gösterdi.
Diocletianus'un oğlu I. Constantinus (280-337) bu mücadeleden zaferle çıkarak
imparatorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek başına yönetimi ele aldı. İS
330'da Yunanlıların Avrupa ile Asya'nın kavuştuğu noktada kurduğu Bizans'a
kendi adını vererek Roma' nın başkenti olduğunu ilan etti. Bundan sonra ünlü
Bizans kenti, 1453'te Türkler tarafından fethedilinceye kadar Konstantinopolis
(Constantinus'un kenti) olarak anıldı.
Constantinus'un
hükümdarlığının en önemli olayı Hıristiyanlık'ı kabul edişidir. 300 yıldan
beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına karşın, Hıristiyanlık giderek daha
çok yandaş kazanmaktaydı. Çoktannlı dinler eski etkilerini günden güne
yitiriyordu. Constantinus'un Hıristiyan olması Hıristiyanlar'ın üzerindeki
baskıların kalkmasını sağladı.
Constantinus'tan
sonra imparatorluk hızla çözülmeye başladı. İS 364'te ikiye ayrıldı. Her iki
kesimin de önem açısından eşit birer imparatoru oldu. Konstantinopolis doğu
imparatorluğunun, Milano ise batının başkentiydi. I. Valentinianus batıda,
kardeşi Valens doğuda hüküm sürmeye başladı. Doğu Roma İmparatoru Valens
378'de Gotlar'a yenik düştü. İmparator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi yok
oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri dünyayı egemenliği altında tutmuş olan
Roma lejyonlan tarihten silindi. İS 410'da Alarik'in öncülüğündeki Vizigotlar
Roma'yı ele geçirip yağmaladıktan sonra güneye inerek bereketli ovaları talan
ettiler. Roma'nın Galyalılar tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü, kentin
tarihinde bir dönemin kapanması demekti.
Aynı
yıllarda Vandallar İspanya'ya saldırırken, Hunlar da Orta Avrupa'ya akın
ediyordu. Önderleri Attila 451'de Galya'da yenilgiye uğradıysa da bir sonraki
yıl toparlanarak Kuzey İtalya'nın birçok kentini ele geçirdi ve Roma'ya
yöneldi. Papanın ricası üzerine Roma'ya girmekten vazgeçti. Batı
Roma İmparatorluğu artık iyice sallantıdaydı. İS 476'da İmparator Romulus
Augustulus, Germen Kralı Odoaker'e yenildi. Odoaker İtalya kralı oldu ve
böylece Batı Roma İmparatorluğu tarihe karıştı.
Roma
İmparatorluğu geleneğini sürdürmek Doğu Roma İmparatorluğu'na kalmıştı. Ne var
ki, Doğu Roma İmparatorluğu Güneydoğu Avrupa'da Yunan kültürünün çok güçlü
olduğu bir bölgede kurulmuştu, üstelik egemenliği altında bulunan halklar
Asyalı idi. Zaman içinde Roma gelenekleriyle Asya ve Yunan gelenekleri
birbirinden etkilendi. İS 6. yüzyılın ilk yansında İmparator I. Jüstinyen' in
generallerinden Belisarios Kuzey Afrika' yı, İtalya'yı ve İspanya'nın bir
bölümünü barbar kavimlerden geri almayı başardı. Ama bir süre sonra İtalya,
Germen kavimlerinden Lombardlar'ın eline geçti.
Bizans
İmparatorluğu olarak da bilinen Doğu Roma İmparatorluğu 10. yüzyılda en parlak
dönemini yaşadı.
Batıda,
800 yılı Noel'inde, papanın Frank Kralı Şarlman'a imparatorluk tacı giydirmesiyle
yeni bir imparatorluk kuruldu. Daha sonra Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu
adını alan bu devletin eski Roma İmparatorluğu ile ilişkisi yoktur.
Çok uzun
bir süre boyunca, papalarla imparatorlar arasında kimin daha üstün olduğu
konusundaki rekabet çatışma ve savaşlara yol açtı. Reformcu Papa VII. Gregorius
ile Kutsal Roma-Germen İmparatoru IV. Heinrich arasında baş gösteren şiddetli
çatışma sırasında Heinrich'in askerleri Roma'ya girerek kenti ele geçirdi
(1084).
Papalık
1309-1417 arasında Fransa'da Avignon kentine yerleşti. Roma ise bir süre İtalyan
soylularının savaş alanı oldu. 16. yüzyıldan sonra papalar yeniden Roma'ya yerleşti.
Papalar
ve kardinaller Roma'yı sayısız kilise, saray ve heykelle doldurdular. Eski
anıtların ve yapıtların taşlarını bu yeni yapılarda kullandılar. Eski Roma'dan
geriye pek az şey kaldı. Roma 1870'te İtalya Krallığı'nın başkenti olunca, bir
kez daha değişikliğe uğradı. İyice büyüyerek bugünkü durumuna geldi.
Eski Roma Kenti
Roma, Tiber Irmağı kıyısında
"yedi tepe" olarak bilinen bir yörede kurulmuştu. Tepelerin adlan
sırasıyla Palatium (bugün Palatino), Capitolium, Aventinus, Caelius,
Esquilinus, Viminalis ve Quirinalis'ti. Kent Akdeniz'den 24 km uzaklıktaydı.
Tiber'in hızlı akıntısı gemilerin yanaşmasını engelliyordu, bu yüzden yer
olarak pek elverişli sayılmazdı. Ayrıca Tiber boyunca uzanan bataklıklar sağlıksız
bir ortam yaratıyordu. Etrüsklü mühendisler bu bataklıkları kurutmaya
çalıştılarsa da başarılı olamadılar.
Kent
kurulduktan sonra zaman içinde gelişti. Roma'nın ilk sahiplerinin evleri,
çatılan samandan yapılmış olan küçük kulübelerdi. Tanrıları için yaptıkları
tapınaklar yakınlardaki yanardağlardan kopan kayalardan yontulmuştu. Kentin
çevresinde dışardan gelecek saldırılara karşı bir sur vardı.
İÖ 1.
yüzyılın başlarında, Roma'da Cumhuriyet döneminin son yıllan yaşanıyordu. Bu
yıllarda Tiber'den yukarı doğru tırmanan bir kimse ilk önce iki tepeyle
karşılaşırdı. Bunlardan soldaki Janiculum, sağdaki ise Aventinus idi.
Janiculum'un tepesinde eski bir kale vardı. Tepeler, kuzeyden gelecek
saldınlan gözetlemekte yararlı olurdu. Tepenin eteklerinde zengin
Romalılar'ın evleri bulunuyordu.
Aventinus'ta
ise Roma'nın yoksul halkı yaşıyordu. Bunlar dört beş katlı yıkık ve karanlık
evlere sığınmışlardı. Tepenin en yüksek noktasında tanrıça Diana (Eski Yunan'da
Artemis) için yapılmış bir tapınak vardı. Tepenin güneybatı eteklerinde mısır
ambarlan yer alıyordu.
Tekneyle
Aventinus'un kuzeybatısına yanaşılacak olursa, Roma'nın hayvan pazarı olan
Forum Boarium görülebilirdi. Dokların tam üzerinde güzel villalann ve
bahçelerin bulunduğu Palatium Tepesi herkesin oturmak için özlemini çektiği bir
yerdi. Çünkü alçaklardaki aşın sıcağa burada rastlanmıyordu. Palatium'da aynca
doğunun bolluk ve bereket tanrıçası Kibele adına bir tapmak yapılmıştı.
Aventinus ve Palatium tepeleri arasındaki vadide Circus Maximus adıyla, ahşap
bir stadyum vardı. Çeşitli gösterilerin yer aldığı yaklaşık 640 metre
uzunluğundaki bu stadyum 150 bin kişilikti. İki yanında dükkânlar
m döneminde Roma'nın mali ve
askeri gücü sarsıldı. Severus hanedanından gelen imparatorların hiçbiri
eceliyle ölmedi. Bu dönemdeki en önemli gelişme Hıristiyanlık'ın daha özgür
bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı. Severus hanedanından sonra barbar
kavimlerin yeniden saldırısına uğrayan Roma, Tuna eyaletleri gibi bölgelerde
onların egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Bu sırada doğudan da Sasaniler
saldırıyordu. Barbar akınları ve iç savaşlar kentlerin yıkımına, yolların
bozulmasına yol açtı.
3.
yüzyılın sonuna doğru imparatorluğu yönetmek öylesine güçleşmişti ki,
İmparator Diocletianus İS 286'da Roma İmparatorluğu' nun geniş topraklarını
dört yönetim bölgesine ayırdı. Orduyu yeniden düzenleyerek eski disiplini
kurdu. Yeni vergilerle mali durumu düzeltmeye çalıştı. Sasaniler'i geriletmeyi
başararak imparatorluğun sınırlarını Dicle Irmağı'na kadar götürdü.
Hıristiyanlar üzerindeki baskıyı artırdı. Milano'yu batı imparatorluğunun
başkenti yaptı; böylece Roma eski önemini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir
yöneticiydi ve imparatorluğun yeniden güç kazanmasını sağladı.
Diocletianus'un
ölümünden sonra yönetimi ele geçirmek için yeniden çatışmalar baş gösterdi.
Diocletianus'un oğlu I. Constantinus (280-337) bu mücadeleden zaferle çıkarak
imparatorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek başına yönetimi ele aldı. İS
330'da Yunanlıların Avrupa ile Asya'nın kavuştuğu noktada kurduğu Bizans'a
kendi adını vererek Roma' nın başkenti olduğunu ilan etti. Bundan sonra ünlü
Bizans kenti, 1453'te Türkler tarafından fethedilinceye kadar Konstantinopolis
(Constantinus'un kenti) olarak anıldı.
Constantinus'un
hükümdarlığının en önemli olayı Hıristiyanlık'ı kabul edişidir. 300 yıldan
beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına karşın, Hıristiyanlık giderek daha
çok yandaş kazanmaktaydı. Çoktanrılı dinler eski etkilerini günden güne
yitiriyordu. Constantinus'un Hıristiyan olması Hıristiyanların üzerindeki
baskıların kalkmasını sağladı.
Constantinus'tan
sonra imparatorluk hızla çözülmeye başladı. İS 364'te ikiye ayrıldı. Her iki
kesimin de önem açısından eşit birer imparatoru oldu. Konstantinopolis doğu
imparatorluğunun, Milano ise batının başkentiydi. I. Valentinianus batıda,
kardeşi Valens doğuda hüküm sürmeye başladı. Doğu Roma İmparatoru Valens
378'de Gotlar'a yenik düştü. İmparator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi yok
oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri dünyayı egemenliği altında tutmuş olan
Roma lejyonları tarihten silindi. İS 410'da Alarik'in öncülüğündeki Vizigotlar
Roma'yı ele geçirip yağmaladıktan sonra güneye inerek bereketli ovaları talan
ettiler. Roma'nın Galyalılar tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü, kentin
tarihinde bir dönemin kapanması demekti.
Aynı
yıllarda Vandallar İspanya'ya saldırırken, Hunlar da Orta Avrupa'ya akın
ediyordu. Önderleri Attila 451'de Galya'da yenilgiye uğradıysa da bir sonraki
yıl toparlanarak Kuzey İtalya'nın birçok kentini ele geçirdi ve Roma'ya
yöneldi. Papanın ricası üzerine Roma'ya girmekten vazgeçti. Batı Roma İmparatorluğu artık iyice sallantıdaydı. İS
476'da İmparator Romulus Augustulus, Germen Kralı Odoaker'e yenildi. Odo aker İtalya kralı oldu ve böylece Batı Roma
İmparatorluğu tarihe karıştı.
Roma
İmparatorluğu geleneğini sürdürmek Doğu Roma İmparatorluğu'na kalmıştı. Ne var
ki, Doğu Roma İmparatorluğu Güneydoğu Avrupa'da Yunan kültürünün çok güçlü
olduğu bir bölgede kurulmuştu, üstelik egemenliği altında bulunan halklar
Asyalı idi. Zaman içinde Roma gelenekleriyle Asya ve Yunan gelenekleri
birbirinden etkilendi. İS 6. yüzyılın ilk yansında İmparator I. Jüstinyen' in
generallerinden Belisarios Kuzey Afrika' yı, İtalya'yı ve İspanya'nın bir
bölümünü barbar kavimlerden geri almayı başardı. Ama bir süre sonra İtalya,
Germen kavimlerinden Lombardlar'ın eline geçti.
Bizans
İmparatorluğu olarak da bilinen Doğu Roma İmparatorluğu 10. yüzyılda en parlak
dönemini yaşadı.
Batıda,
800 yılı Noel'inde, papanın Frank Kralı Şarlman'a imparatorluk tacı giydirmesiyle
yeni bir imparatorluk kuruldu. Daha sonra Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu
adını alan bu devletin eski Roma İmparatorve sıcaktan bunalanlar için buz gibi
içecekler satan satıcılar sıralanırdı.
Vadinin
öteki yakasında bulunan Caelius Tepesi evlerle kaplıydı. Buradan Jüpiter
Tapınağı'na (Eski Yunan'da Zeus) giden bir yol ayrılırdı.
Palatium
ve Capitolium tepeleri arasındaki düzlükte, mermer sütunlarıyla ve heykelleriyle
Roma Forumu görünürdü. Forum her zaman hararetli tartışmaların, kıyasıya
pazarlıkların yapıldığı bir yerdi. Forumun biraz ötesinde, sıradan insanların
buluşma yeri olan Comitium vardı. Rostrum denen kürsü gibi yerde ise konuşmalar
yapılırdı. Forumun arkasında senatonun toplantı yeri Curia bulunuyordu.
Foruma
giden başlıca yollardan birinin üzerinde iki başlı tanrı Janus'un tapmağı
vardı. Savaş sırasında tapınağın kapılan hep açık olurdu.
Capitolium
Tepesi çift dorukluydu. Kuzeydekinde bir kale, güneydekinde ise Tiber
Irmağı'ndan görülen Jüpiter Tapınağı bulunuyordu.
Eski
Roma'da bulunan çeşitli tanrılara adanmış tapınaklar, sunaklar, heykeller arasında
Jüpiter ayrı bir öneme sahipti. Jüpiter Tapınağı'na savaşlarda elde edilen
ganimetler sunulur, tanrının heykeli kente tepeden bakardı.
Irmak
kıyısında kurulu olmasına karşın kent halkı içmek için Tiber'in suyunu kullanmazdı.
İçme suyu kanallarla ve toprakaltına döşenmiş suyollarıyla yakındaki
pınarlardan kente ulaştırılırdı. Bunlardan ilki İÖ 4. yüzyılda
yapılmıştı. İÖ 144'te Capitolium Tepesi'ne su götürecek olan Aqua Marcia
yapıldı. Daha öncekiler toprağın altındayken, bu kemer toprağın üstündeydi.
Roma'nın kanalizasyon şebekesi de çok iyi planlanmıştı. Bu şebekenin bazı
bölümleri 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır.
İmparatorluk
döneminde Roma'nın görünümünde çok büyük değişiklikler oldu. İmparatorlar
kendi adlarını taşıyan görkemli binalar yaptırdılar. Roma Forumu daha sonra
Augustus, Vespasianus ve Traianus'un yaptırdığı forumların yanında çok küçük
kaldı. Traianus Forumu'nda yer alan, üzerine imparatorun yaşamındaki önemli
olayların işlendiği yüksek, mermer sütun günümüze kadar gelebilmiştir.
Yıkanmaktan
çok hoşlanan Romalılar büyük hamamlar yaptırmışlardı. Bunların zemini mozaik
işlemeliydi; kubbeleri ise mermer sütunlarla destekleniyordu. Zafer kazanan
generaller için yapılan zafer takları geniş caddeleri süslerdi. Özellikle,
70'te Titus'un Kudüs'ü ele geçirişinin anısına yapılan Titus Takı çok
görkemliydi. Bugüne ancak kalıntıları kalan, Palatium Tepesi yakınlarında,
Vespasianus zamanında yapılmış olan çok kemerli, görkemli bir yapı olan
Colosseum'da çeşitli gösteriler düzenlenirdi. Zaman içinde binaların
çoğalmasıyla kent Capitolium Tepesi'nin batısına, ordunun eğitim alanı olan
Campus Martius'a doğru yayıldı.
Romalı Zenginlerin Yaşamı
Eski Roma'nın zengin ve güçlü sınıfı senato üyesi olan
patriciler ve mülk sahipleriydi. Tüm toplumsal ve siyasal güç birkaç soylu
ailenin elindeydi. İmparatorluk döneminde senato gücünü büyük ölçüde
yitirdiyse de, senatörlerin geldiği aileler kamuoyunu yönlendirmede
etkilerini sürdürdüler. Patricilerin çoğunun Roma'da evi, kırsal kesimde
çiftliği ve Orta ya da Güney İtalya'da birkaç tane villası olurdu. Kent evine
bir verandadan girilirdi. Birincil öneme sahip olan oda atrium idi. Evi ve ocağı koruyan tanrıça Vesta
için bu odada bir sunak bulunurdu. Evleri koruyan tanrılardan Lar ve Penate
için de ayrılmış yerler vardı. Lar'ın heykeli evin girişinde durur, eve uğur
getirirdi. Penate ise aile ocağının bereketiydi. Lar'a da, Penate'ye de
armağanlar sunulur, özel günlerde çiçekler getirilirdi. Atrium dikdörtgen
biçimindeydi ve tavanında, gökyüzüne açık bir yer vardı. Atriumun çatısı bu
deliğe doğru eğimli olur, taştan bir sarnıca yağmur suyu toplanırdı. Evin öbür
odaları atriuma açılırdı. Girişin tam karşısında yemek odası bulunur, buradan
da bahçeye çıkılırdı. Ev yerin altından geçen sıcak havayla ısıtılır, bazı
evlerde hamam da olurdu.
Villalara ise mutlaka hamam yapılırdı, çünkü
kırsal kesimde genel hamamlar yoktu. Villalar kent evlerine oranla daha büyük
olurdu. Atrium gene vardı, ama evin asıl merkezi bir dizi kolonla çevrili olan
bahçeydi. Bahçenin ötesinde odalar bulunurdu.
Varlıklı ailelerin oğullan genellikle okula
gönderilirdi, özel öğretmenlerce eğitilenler de olurdu. Roma dünyasında Eski
Yunan kültürü egemen olduğu için öğretmenler Yunanlılardan seçilirdi. Romalı
bir oğlan çocuk öğrenimine Yunanca okuma yazma öğrenmekle başlardı.
Oğlan çocukların büyüdükleri zaman eyaletlerde
para işleriyle ilgilenmeleri ya da ticaretle uğraşabilmeleri için iyi
matematik bilmeleri gerekiyordu. İlkokul eğitiminden sonra güzel konuşmayı ve
yazmayı becerebilmek için konuşma sanatı dersleri alırlardı. Bu dersler ya
Roma'da ya Atina'da ya da Yunanca konuşulan herhangi bir kentte verilirdi.
Kızlara
ev işleri ve edebiyat dersleri verilirdi. Eğitim kısa sürer, 15'ine gelmeden
evlendirilirlerdi. Gelin, düğün günü, erkek kardeşleri gibi çocukken giydiği
bir tür pelerin olan toga'yı çıkartır,
gelinliğini giyerdi. Yüzü kırmızı bir peçeyle örtülü olurdu. Oyuncak bebeklerini
tanrı Lar'a armağan ederdi. Babasının evinde evlendikten sonra, törenle kocasının
evine götürülürdü. Evin eşiğinden kocasının kucağında atriuma taşınır ve yeni
yaşamı başlardı.
Erkek
çocuklar mor kenarlı togalarını 16 yaşında çıkarır, yerine herkesinki gibi
beyaz toga giyerlerdi. Baba oğlunu alarak foruma götürür, onu Roma yurttaşı
olarak kütüğe yazdırırdı; böylece delikanlı ilk seferberlikte askere gitmek
için hazır olurdu. Romalılar oğullarının iyi bir asker olmasından övünç duyardı.
Askerden dönen bir patricinin oğlu mutlaka siyasete atılırdı. Mülk sahiplerinin
oğullarının da siyaset yaşamına katıldığı olurdu. Genç bir adam ilk önce kent
meclisine seçilir, görevi mısır stoklarının yeterli olup olmadığını saptamak,
halkın eğlence programlarıyla ilgilenmek olurdu. Bunun bir üstündeki görev
muhasebe işleriyle ilgilenmekti. Daha sonraki aşama yargıçlıktı. Bundan sonra,
şansı açık olan, bir eyalete vali atanabilirdi. Bir başka olasılık ise
konsüllüğe seçilebilmekti. Cumhuriyet döneminde konsüller aynı zamanda yargıç
oldukları için çok büyük bir yetkiye sahiptiler.
Romalı
ailede babanın çocukları üzerinde çok büyük otoritesi vardı. Kadınlara da saygı
gösterilirdi. Romalı kadın evinin tüm sorumluluğunu yüklenir, sokağa çıktığı
zaman ona yol verilir ve kibar davranılırdı. Romalılar aile yaşamına büyük
önem verirdi. Ev tanrılarının varlığı bunun kanıtıydı.
Yoksul Halk
Romalı patriciler köleleri
sayesinde rahat bir yaşam sürerdi. Plebler de denen Romalı yoksullar ise
karanlık izbelerde üst üste yaşarlardı, ne ocakları, ne de evlerine bereket
getirecek tanrıları vardı. Evde yatar, ama yemeklerini devletin sağladığı
aşevlerinde yerlerdi.
Ünlü
Romalı yazarlar hor gördükleri bu insanlara yapıtlarında pek yer vermediler.
İS 1. yüzyılda yaşamış olan Decimus Iunius Iuvenalis, Roma halkının ekmekten ve
sirke gitmekten başka bir şey bilmediğini yazmıştı. Sirkler, halkı oyalayarak
ekmek derdini unutturmayı amaçlıyordu. Araba yarışları, yabanıl hayvanlarla
boğuşturulan köleler, sonu ölümle biten kanlı gladyatör dövüşleri bazen günlerce
sürerdi.
Roma
halkının yaklaşık yüzde 80'i işsiz ve yoksuldu. Erkekler orduya katılmaya can
atardı. Böylece yaşamlarının bir amacı olurdu. Zengin Romalılar'ın köle sahibi
olmaları iş alanlarının tıkanmasına yol açıyor, plebler özgür doğmuş olsalar da
iş güç sahibi olamıyordu.
Köleler imparatorluğun işgali altındaki eyaletlerden
getirilirdi. Villalarda hizmetçi ve uşak, tarlalarda işçi olarak
çalıştırılırlardı. Bazen kâhyalık da yaparlardı. Hiçbir hakkı olmayan kölelerin
yalnızca görevleri vardı ve efendiler kölelere diledikleri gibi davranırlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder