YAŞAM ÇEVRİMİ. Bütün canlılar doğar, büyür, soyunu sürdürmek üzere kendisine benzeyen yeni canlılar dünyaya getirir, yaşlanır ve ölür. Bir anlamda yaşam, tıpkı bir çark gibi sürekli dönüp durur. İşte bu yaşam çarkının her dönüşü bir yaşam çevrimidir.
Bir bitkinin ya da hayvanın yaşam çevrimi, genellikle o canlının yaşamındaki belirli bir evreden başlayıp sonraki kuşağın aynı evresinde sona erecek biçimde ele alınır. Örneğin bir hayvanın doğumu, uzlaşmalı olarak yaşam çevriminin başlangıcı kabul edilir; hayvan yavrulayarak döl verdiği anda da bir çevrim tamamlanmış sayılır. Aslında bu çevrim kuşaklar boyunca aynı evrelerden geçerek sürekli yinelendiği için, doğum dışındaki herhangi bir evre de başlangıç noktası olarak seçilebilir. Örneğin bazen yaşam çevrimi doğumdan ölüme kadar olan bütün gelişme evrelerini (büyüme, erişkinlik, üreme, yavrulama, yaşlanma) içerecek biçimde tanımlanır.
İnsanın yaşam çevrimini örnek alırsak, bir bebek doğduğu anda başlayan yaşam çevrimi, o bebek büyüyüp çocuk sahibi olduğunda tamamlanır ve yeni bir çevrim başlar.
Çevrimin başlangıç noktası genellikle dişinin ürettiği yumurta hücresinin erkekten gelen sperma hücresiyle döllendiği andır; çünkü hayvanların ve bitkilerin çoğunda bu anı belirlemek kolay olur.
Yaşam Çevriminin Uzunluğu
İnsanın yaşam çevrimi bir kuşakta yaklaşık 20-25 yılda tamamlanır. Bu süre hayvanların çoğunda daha kısadır. Örneğin bir tarla sıçanı doğduktan 4 hafta sonra yavrulayabilir.
Tekhücreli canlıların yaşam çevrimi ise çok daha kısadır. Örneğin bir bakterinin ikiye bölünerek "döl" vermesi ile bu yeni döllerin bölünmesi arasında geçen süre, yani bir bakteri kuşağının yaşam çevrimi ancak 20 dakikayı bulur. Buna karşılık 100 yıl sonra tohum vermeye başlayan bitkiler de vardır. Örneğin bazı bambu türleri 120 yaşına gelmeden ne çiçek açar, ne de tohum üretir. Ananasgillerden, Bolivya'ya özgü bir bitkinin tohumdan gelişip çiçek vermesi ve yeni tohumlar üretmesi ise 150 yıl sürer.
Çevrim Sırasındaki Değişiklikler
İnsanlarda ve omurgalı hayvanların çoğunda yeni doğmuş bir yavru ile erişkin bir bireyin görünümleri hemen hemen aynıdır; yalnızca boyutlar değişir. Oysa omurgasız hayvanlar ve bitkiler büyüyüp gelişirken çok çarpıcı değişiklikler geçirirler. Yaşam çevrimi bütün bu değişiklikleri aynı çerçeve içinde toplama olanağı verdiği için, biyolojide büyük kolaylıklar sağlayan bir terimdir.
Bu değişikliklerin en çarpıcı örneği böceklerde görülür. Örneğin erişkin bir dişi kelebek yumurtalarını yaprakların üstüne bırakır. Yumurtalar çatlar ve içlerinden çıkan tırtıllar (larvalar) yaprakları yiyerek bolca beslendikten sonra kendilerine birer koza örerek pupa ya da krizalit denen bir dinlenme dönemine girerler. Bu dönemin sonunda her pupa erişkin bir kelebeğe dönüşür ve kozasını delerek dışarı çıkar. Demek ki kelebeklerin yaşam çevriminde yumurta, larva, pupa ve erişkin olmak üzere dört evre birbirini izler. Başkalaşma denen bu köklü değişiklikler böceklerden başka yengeç, ıstakoz gibi kabuklularda da görülür.
Bazı hayvanların ve bitkilerin yaşam çevrimleri çok daha karmaşıktır. Örneğin yosunlarda ve eğreltiotlarında her çevrim art arda iki kuşakta tamamlanır. Eğreltiotu sonbaharda minicik sporlar üretir. Bu sporlardan herbiri toprağa düştüğünde çimlenerek yürek biçiminde bir yaprağa dönüşür. Önçim denen bu yaprakçık bitkinin ikinci kuşağıdır. Bir süre sonra ön çimin ürettiği erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesiyle bildiğimiz eğreltiotu gelişir. Bu çevrimde eğreltiotu eşeysiz üremeyle (döllenme olmadan) spor oluştururken, bir sonraki kuşak olan önçim eşeyli üremeyle döl verir. Kısacası bu bitkilerin yaşam çevriminde önce eşeysiz, sonra eşeyli, sonra yeniden eşeysiz üreyen kuşakların dönüşümlü olarak birbirini izlediği bir "döl değişimi" görülür.
Buna benzer bir süreç yaprakbitlerinde de söz konusudur. Dişi yaprakbitleri yazın erkeklerle çiftleşmeden yavrular; bu eşeysiz evredir. Ama ikinci kuşaktaki dişiler yılın daha sonraki aylarında erkek yaprakbitleriyle çiftleşir ve döllenmiş yumurtalardan yeni yavrular çıkar.
Genel olarak, büyük boyutlu hayvanların ve bitkilerin yaşam çevrimleri daha uzundur. Dev balinaların ve tropik yağmur ormanlarındaki dev ağaçların üreme çağına gelmesi çok uzun zaman alır; üstelik bir balık milyonlarca yumurta döktüğü halde, bir balina her batında genellikle tek bir yavru doğurur. Bu durum günümüzün temel sorunlarından biridir. İnsanlar yakın zamana kadar balinaları acımasızca avlayıp dev ağaçlan hiç düşünmeden kestikleri için, bugün bu canlılardan çoğunun soyu tükenmek üzeredir.
YAŞAMÖYKÜSÜ, bir kişinin yaşamını konu alan ve bu kişinin başından geçen olayları gerçeğe uygun bir biçimde dile getiren bir edebiyat türüdür. Yaşamöyküsüne "biyografi" de denir. Bir kimse kendi yaşamını kaleme alırsa buna da "özyaşamöyküsü" ya da "otobiyografi" denir. Tarih, edebiyat, bilim alanında belli bir konuda yapılan incelemeye ise "monografi" adı verilir. Bir kişi ile ilgili olarak yapılan araştırma ve incelemeye de monografi denir. Bu tür monografi ile yaşamöyküsünün ortak yanları vardır.
Bir kişinin yaşamındaki olayları sırayla anlatmak ya da bu yaşamı bir yönüyle ele almak kolaydır. Oysa yaşamöyküsünü ilginç kılmak için söz konusu kişiyi bir yandan tam ve doğru, öte yandan canlı bir biçimde okuyuculara sunmak gerekir. Bu ise o kadar kolay değildir.
Bilindiği kadarıyla, yaşamöyküsünün ilk örnekleri İS 1. yüzyılın sonlarında görülmüştür. Romalı tarihçi Tacitus, kayınbabası Agricola'nın yaşamını kaleme aldı. Ne var ki, bu yapıt bir yaşamöyküsünden çok Agricola'nın yaşadığı dönemin tarihini anlatır. Agricola' nın kişiliği yaşamından birkaç kısa öyküyle, yüzeysel bir biçimde çizilmiştir. Gene de, Tacitus Agricola'nın İngiltere'yi fethi sırasında karşılaştığı güçlükleri anlatırken, onun kişiliğini de yansıtmıştır. Gerçek anlamda yaşamöyküsü, Tacitus'un çağdaşı olan Yunanlı yazar Plutarkhos'la başlar. Plutarkhos 50 kadar önemli Yunanlı ve Romalı'nın yaşam öykülerini içeren Hayatlar (Bioi paralleloi) adlı bir yapıt kaleme almıştır. 2. yüzyılda, Romalı tarihçi Suetonius iki yaşamöyküsü yazmıştır. Bu iki yapıttan biri, Domitianus dönemine kadar Roma imparatorlarının yaşamlarını anlatan De Vita Caesarum'dur ("Sezarlar'ın Yaşamları"). İmparatorlardan nefret eden Suetonius yapıtında dedikoduya da yer verdiğinden, yazdığı öyküler eğlendirici olsa da, gerçekleri yansıtmaktan uzak kalmıştır.
Ortaçağda ve Rönesans döneminde yazılan ve daha çok Hıristiyanlık'ın ilk dönemlerindeki kilise babalarını ele alan yaşamöyküleri, günlük gerçeklerden çok dinsel yaşamla ilgilenen keşişler tarafından yazılmıştır. Çağdaş yaşamöyküsü 17. yüzyılda İngiltere'de yazılmaya başladı. Bu dönemde Izaak Walton ve Thomas Fuller gibi yazarların yazdıkları yaşamöyküleri tarihsel bilgi ve bilimsel yöntem açısından yetersizdi.
Bundan sonraki yüzyıl boyunca yazılan yaşamöykülerinde kişiler çok iyi ya da çok kötü, çok akıllı ya da çok budala olarak yansıtıldı. 18. yüzyılın sonlarında yaşamöyküsü yeni bir biçim kazandı. William Mason'ın 1775'te yayımlanan Memoirs and Poems of Mr. Gray ("Bay Gray'in Anıları ve Şiirleri") adlı yaşamöyküsünde bir kişinin yaşamı ilk kez özel mektuplarından yararlanılarak yorumlanıyordu. Samuel Johnson'ın 1779-81 arasında yazdığı The Lives of the Most Emi- nent English Poets ("Seçkin İngiliz Şairlerinin Yaşamları") 52 İngiliz şairinin ayrıntılı yaşam öykülerini, bu şairlerin yapıtları konusunda eleştirel değerlendirmelerle birleştiriyordu. Bu yapıt gerek yaşamöyküsü, gerek İngiliz eleştiri tarihi bakımından önemli bir ürün sayılmaktadır. Bugüne kadar yazılmış en önemli yaşamöykülerinden biri olan, James Boswe!l'in The Life of Samuel Johnson ("Samuel Johnson'ın Yaşamı") 1791'de yayımlandı. Johnson'ın arkadaşı olan Boswell, oha hayran olmasına karşın, onun büyüklüğünün yanı sıra başarısızlıklarını ve tuhaflıklarını da yazıya dökmüştü.
Bir bütün olarak ele alındığında, 19. yüzyıl yaşamöykülerinde kişiler inanılmaz ölçüde "iyi" gösteriliyordu. Bu dönemde Aüu de yazılan birçok yaşamöyküsünde bu yaklaşım aşırı boyutlara sardırıldı.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra yaşamöyküsü giderek daha çok okunmaya başladı. İngiliz yazar Lytton Strachey'nin Eminent Victorians (1918; "Victoria Döneminin Önemli Kişileri") adlı yapıtı, daha önceden aşırı yüceltilmiş kişileri daha eleştirel bir yaklaşımla ele alan yaşamöykülerine bir örnektir. Daha yeni yaşam öyküsü yazarları canlı ve kişisel bir anlatım kullandılar.
Bazı yaşamöyküsü yazarları da, Freud ve öbür önemli psikiyatrlardan etkilenerek ele aldıkları kişinin yaşamını bir psikolojik inceleme konusu haline getirdiler. Başka bazı yazarlar yaşamöykülerini, sanki bir roman yazar gibi ayrıntılı bir olay örgüsüne dayandırdılar ve insan karakteri çerçevesinde ele aldılar.
Bu dönemde özellikle gençler için çok sayıda güzel yaşamöyküsü yazıldı. Önce yetişkinler için yazılıp sonradan çocukların okuması için kısaltılan yaşamöykülerinin yerine, artık yazarlar çocukların neye ilgi duyacağını bilerek yazıyorlardı.
Orhun Anıtları'ndaki yazıtlar Türk edebiyatındaki ilk yaşamöyküsü örnekleridir. Türkler İslam dinini benimsedikten sonra yaşamöyküsü türü de dinsel etkenlerle önem kazandı. Başlarda, İslam dininin yayıldığı ülkelerde Hz. Muhammed'in yaşamını anlatan "siyer" kitapları ve din uğruna yaptığı savaşları anlatan kitaplar yazılıyordu. Ayrıca Hz. Muhammed'in yakın çevresindekilerin yaşamlarını anlatan kitaplar da vardı. Zamanla ömemli din adamlarının, bilginlerin, devlet adamlarının, edebiyatçıların, askerlerin yaşamlarını anlatan ve çeşitli adlarla anılan yapıtlar ortaya çıktı. Yaşam öyküsü alanındaki ilk yapıtlar Arapça'ydı ve Arap edebiyatının etkisindeydi. Daha sonra 12. yüzyılda Farsça yaşamöyküleri de yazılmaya başlandı. Türk edebiyatında yaşam öyküsü türü Arap-Fars edebiyatının etkisi altında gelişti. Bu alandaki ilk yapıtlar Arapça ve Farsça'dan Çağatayca'ya yapılmış çevirilerdir. Ali Şir Nevai'nin Mecalisü'n-Nefais (1491-92; "Güzel Toplantılar") adlı yapıtı Türk edebiyatının ilk şairler sözlüğü sayılır. Yaşamöyküsü türü Osmanlı döneminde gelişti; 16. ve 17. yüzyıllarda bu alanda yetkin örnekler ortaya çıktı. Padişahların, devlet ve din adamlarının, komutanların, şairlerin yaşamlarını anlatan bu yapıtlara tezkire, sefine, silsilename, menâkıb name, tuhfe gibi adlar veriliyordu. Bunların arasında en yaygın olanları şairlerin yaşamlarını anlatan ve "Tezkiretü'ş-Şuara" adıyla anılan yapıtlardır. Edirneli Sehi Bey, Latifi, Âşık Çelebi, Kınalızade Hasan Çelebi, Beliğ İsmail Efendi, Şeyhülislam Arif Hikmet Efendi, Esrar Dede bu alanda yapıt vermiş ünlülerden bazılarıdır. İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın Fatin Tezkiresine ek (zeyl) yapmak amacıyla kaleme aldığı Son Asır Türk Şairleri (1930-42) tezkire geleneğinin son örneği sayılır.
Osmanlı Devleti'nin son döneminde (19. yüzyıl sonlan ve 20. yüzyıl başlan) Namık Kemal, Ahmed Midhat, Mehmed Süreyya, Bursalı Mehmed Tahir yaşamöyküsü alanında yapıtlar verdiler. Cumhuriyet döneminde ise Mehmet Zeki Pakalın, İsmail Hakkı Uzun çarşılı, Sadeddin Nüzhet Ergun, Abdülbaki Gölpınarlı, Şevket Süreyya Aydemir, Cevdet Kudret, Behçet Necatigil gibi yazarlar yaşamöyküsü alanında tek tek yaşamöyküsü yapıdan ya da sözlük ve ansiklopedi niteliğinde yapıtlar verdiler.
Özyaşamöyküsü
Özyaşamöyküsünün yaşamöyküsünden farkı yazarın kendi yaşamını anlatmasıdır. Anılmaya değer özyaşamöyküleri sayıca az olmakla birlikte, dünya edebiyatında bunun iyi örnekleri vardır. Aziz Augustinus'un Confessiones (yaklaşık 400; "İtiraflar") adlı özyaşamöyküsü bu türün en eski ve en önemli örneklerinden biridir. Jean-Jacques Rousseau'nun İtiraflardı (les Confessions\ 1782) kadar yankı uyandırmış pek az kitap vardır. Bu türün öbür önemli örnekleri arasında Benjamin Frank- lin'in Autobiography (1868; "Özyaşamöyküsü"), İngiliz düşünür John Stuart Mill'in Autobiography ("Özyaşamöyküsü"), Henry Adams'ın The Education of Henry Adams (1918; "Henry Adams'ın Eğitimi") ve Kardinal John Henry Newman'ın ruhsal özyaşamöyküsü Apologia pro Vita Sua (1864; "Kendi Yaşamını Savunma") adlı yapıtları sayılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder