RENKLER. Eğer her şeyi siyah
beyaz görseydik dünya çok sıkıcı bir yer olurdu. Doğanın güzelliğinin büyük
bölümünü bulutlarla bezeli mavi gökyüzü, alev rengi bir günbatımı, otların ve
yaprakların yeşili, çiçeklerin, böceklerin ve kuşların rengârenk görünümü
oluşturur. Çok eski zamanlardan beri insanlarda büyük hayranlık ve şaşkınlık
yaratan bir doğa olayı gökkuşağıdır. Fransız filozof Rene Descartes (1596-1650)
gökkuşağının nedeninin havadaki yağmur damlacıklarının beyaz renkli güneş
ışığını renklere ayırması olduğunu keşfetmeden çok önce de, gökkuşağıyla
yağmur arasındaki ilişki biliniyordu.
Gene de
büyük İngiliz bilim adamı Sir Isaac Newton 1666'da ünlü deneyini gerçekleştirene
kadar ışığın renklere ayrışması tam olarak anlaşılamamıştı. Newton, bir güneş
ışığı demetini üçgen kesitli cam prizmadan geçirip bir ekranın üzerine
düşürerek gökkuşağının bütün renklerini içeren bir kuşak oluşturdu. Bu renkli
kuşağa tayf ya da ışık tayfı denir. Newton daha sonra ikinci bir prizma
kullanarak, bu renkleri birleştirip yeniden beyaz ışık oluşturdu. Böylece beyaz
ışığın değişik renklerdeki ışıkların karışımı olduğunu kanıtladı.
Tayftaki
değişik renklere, dalga boyları birbirinden farklı olan ışıklar yol açar.
Tayfın bir ucunda gördüğümüz mor ışık görebildiğimiz en kısa dalga boylu
ışıktır; öbür uçtaki kırmızı ışık ise görebildiğimiz en uzun dalga boylu
ışıktır. Gerçekte tayf, mor ve kırmızı uçların ötesinde de devam eder ve çok
uzun dalga boylu radyo dalgalarından, çok kısa dalga boylu gamma ışınlarına
kadar uzanır. Tayfın mor ve kırmızı uçları arasında kalan ve çıplak gözle
görülebilen bölümü çok dar bir dalga boyu aralığını kapsar.
Işık
bir saydam ortamdan başka bir saydam ortama, örneğin havadan cama geçerken
doğrultu değiştirir. Bu olaya kırılma denir. Bir cam prizmadan ya da gökkuşağında
olduğu gibi su damlacıklarının içinden geçen beyaz ışığın renklere ayrılmasının
nedeni, değişik dalga boylarındaki ışığın değişik miktarlarda kırılmasıdır.
Dalga boyu uzun olan kırmızı ışık en az kırılır; kısa dalga boylu mor ışık ise
en fazla kırılır. Dalga boyu bu ikisinin arasında olan öbür renkler de bu iki
uç arasında yer alır. Çok küçük olan ışık dalga boyları, angström denen ve metrenin 10 milyarda biri olan
uzunluk ölçüsüyle ölçülür.
Tayfta
yedi ana renk olan mor, lacivert, mavi, yeşil, san, turuncu ve kırmızı görünür;
ama beyaz ışık gerçekte yalnızca üç temel renkten oluşur. Başka renklerden elde
edilmeleri olanaksız olan bu renklere birincil renkler denir. Tayfın öteki
renkleri bu birincil renklerin karışımıyla oluşmuştur. Beyaz ışığın birincil
renkleri kırmızı, yeşil ve mavidir. Birincil renklerin karışmasıyla ortaya
çıkan üç ikincil renk çıplak gözle görülebilir. Kırmızı ve yeşilin karışımıyla
sarı; kırmızı ve mavinin karışımıyla magenta (morumsu kırmızı); mavi ve yeşilin
karışımıyla siyan (turkuvaz mavisi)
renkleri
oluşur. Tayfın çeşitli bölgelerinin birbirine eklenmesiyle yapılan bu karıştırma
işlemine
toplamalı karışım, kırmızı, yeşil ve maviye de toplamalı karışım
birincil renkleri denir.
Maddelerin
Renkleri
Bir maddenin rengi iki
şeye bağlıdır. Bunlar, maddenin doğası ve maddeyi aydınlatan ışığın türüdür.
Eğer bir madde üzerine düşen ışığı hiç yansıtmıyorsa siyahtır. Eğer güneş
ışığındaki bütün renkleri eşit olarak yansıtıyorsa beyazdır. Örneğin yeni
yağmış kar, hemen hemen tümüyle beyazdır. Siyah ya da beyaz olmayan maddeler,
üzerlerine düşen beyaz ışığın ancak bazı bölümlerini yansıtır. Örneğin yeşil
bir yaprak, yalnızca yaprağın yeşil rengini oluşturan renkteki ışıkları
yansıtır ve beyaz ışığı oluşturan öbür renkleri (kırmızı ve mavi ışığın büyük
bölümünü) soğurur. Görüldüğü gibi renkli maddeler, belirli dalga boylarındaki
ışığı soğuran, belirli dalga boylarındaki ışığı ise yansıtan maddelerdir ve
renkleri, yansıyan ışığın rengine bağlıdır. Örneğin kırmızı bir cam, beyaz
ışıkta bulunan renklerden kırmızı dışındaki bütün renkleri soğurur. Bu nedenle
güneş ışığına tutulan kırmızı camdan yalnızca kırmızı ışık geçer. Sarı bir cam
mavi ışığı soğurur; yalnızca kırmızı ve yeşil ışığın geçmesine izin verir, bu
nedenle de sarı görünür.
Beyaz
ışıktan başka bir ışık altındaki bir madde, bu ışık tam kendi renginde olmadığı
sürece, doğal renginde gözükmez. Kırmızı bir gömlek, kırmızı ışık altında
kırmızı görünür; ama mavi ya da yeşil ışık altında siyah görünür. Birincil
renkler olan kırmızı, yeşil ve mavinin değişik biçimlerde bir araya gelmesiyle
oluşan her renk ışıkta bu gömlek farklı bir renkte görünecektir. Bu nedenle
renkli bir giysi satın alırken çoğu zaman, elektrik ışığıyla aydınlatılmış
olan dükkândan çıkıp kumaşın renginin açık havada nasıl göründüğüne de bakmak
isteriz.
Bir
maddenin rengi üzerinde ışığın etkisi öylesine önemlidir ki, bilim adamları
renk denemelerinde kullanılacak standart ışıklarla ilgili kurallar
belirlemişlerdir.
Pigmentlerin Renkleri
Renklerin
karışımıyla ilgili olarak bir bilim adamının anlayışı, bir ressamın resim yaparken
renkleri birbirine karıştırmasından farklıdır. Daha önce açıklandığı gibi
birincil ışık renkleri olan kırmızı, mavi ve yeşilin toplamalı karışımıyla
ikincil ışık renkleri olan magenta, siyan ve sarı oluşur. Ama, boyaların
birbirine karıştırılmasıyla elde edilen sonuçlar renkli ışık demetlerinin
birbirine karıştırılmasıyla elde edilenlerden tümüyle farklıdır. Bütün
boyalar pigment denen çeşitli renk maddeleri içerir. Belli bir rengi olan her
madde gibi pigmentler de kendi renklerindeki ışığı yansıtır ve öbür renklerdeki
ışığı soğurur. Değişik renkler elde etmek için boyalar birbirine
karıştırıldığı zaman ise, yeni renkler çıkarmalı
karışım olarak bilinen bir süreçle oluşur. Bu süreç farklı renklerde
ışıklar karıştırıldığı zaman görülen toplamalı karışımın ters yönünde
gerçekleşir.
Ressamların kullandığı temel renklerin kırmızı, sarı
ve mavi olduğu bilinir; ama bu tam anlamıyla doğru değildir. Gerçekte renkli
basımda kullanılan ya da bir ressamın kullandığı katışıksız temel renkler
magenta, siyan ve sarıdır. Bu renklerdeki pigmentlerden ikisi birbiriyle eşit
oranda karıştırılırsa şu renkler ortaya çıkar: Magenta ve sarının karışımıyla
kırmızı; magenta ve siyanın karışımıyla mavi; siyan ve sarının karışımıyla da
yeşil oluşur.
Görüldüğü gibi ikincil
ışık renkleri birincil pigment renkleridir. Birincil pigment renklerinin
karışımı çıkarmalı karışıma yol açtığı için, bu renklere de çoğu zaman
çıkarmalı karışım birincil renkleri denir. Çıkarmalı karışım sürecini
anlayabilmek için magenta ve sarı pigmentlerin karışımı olayını ışık dalga
boylarına göre düşünelim.
Sarı
pigment mavi ışığı soğurur; kırmızı ve yeşil ışığı yansıtır. Magenta pigment
ise yeşil ışığı soğurur; kırmızı ve mavi ışığı yansıtır. Bu iki pigment
karıştırıldığı zaman her iki pigmentin de yansıttığı kırmızı ışığın tümü yansımaya
uğrarken yalnız bir pigmentin yansıttığı yeşil ve mavi ışıkların ancak yansı
yansır. Yarısı yansımış olan mavi ve yeşil ışıklar yansıyan kırmızı ışığın
yansıyla birleşerek beyaz ışık oluşturur ve renk etkilerini yitirir. Böylece
yansıyan ışıktan geriye yalnız kırmızı ışık kaldığı için karışım kırmızı renkte
görülür. Eğer magenta, sarı ve siyan pigmentler eşit olarak karıştırılırsa
karışım bütün ışığı soğurur ve siyah görünür.
Tümler
Renkler
Eğer renkli iki ışık
karıştığı zaman beyaz ışık oluşuyorsa, bunlar birbirinin tümler rengi olarak adlandırılır. Mavi ışık ile
san ışık, siyan ışık ile kırmızı ışık ya da magenta ışık ile yeşil ışık
birbirinin tümleridir. Birbirinin tümleri olan iki renkten biri birincil,
öbürü ikincil renktir. Hangi rengin birincil hangisinin ikincil olduğu ise söz
konusu olan rengin ışık rengi mi, yoksa pigment rengi mi olduğuna bağlıdır.
Önceki bölümde birincil ışık renklerinin ikincil pigment renkleri olduğunu,
ikincil ışık renklerinin de birincil pigment renkleri olduğunu görmüştük.
Renk Özellikleri: Ton, Parlaklık ve Doymuşluk
Çevremizde
gördüğümüz renklerin çoğu birincil ve ikincil renklerin karışımından oluşur ve
içindeki bu renklerin oranına bağlı olarak çok büyük bir çeşitlilik gösterir.
Siyah ve beyaz renkler katılarak da renklerin nitelikleri değiştirilebilir.
Bir rengin siyah ve beyaz katılmadan önceki özelliğine ton
denir. Günlük yaşamda kırmızı, mavi, yeşil gibi renk adlarıyla belirttiğimiz
ton özelliği, ışığın ve pigmentlerin bütün birincil ve ikincil renklerini içerir.
Renkleri siyahla karıştırarak koyu kahverengi, şişe
yeşili gibi koyu renkler; beyazla karıştırarak da pembe,
fildişi rengi gibi açık renkler elde edilir. Bir rengi hem siyah,
hem beyazla karıştırarak değişik keskinlikte renkler elde edilebilir. Bir rengin
koyu ya da açık olması özelliğine parlaklık {ışıltı)
ya da
seçiklik denir.
Bir rengin içinde bulunan katışıksız renk oranına da
doymuşluk denir. Günlük yaşamda kıpkırmızı, sapsarı gibi
sözcüklerle bir rengin doymuşluk özelliğini belirtiriz.
Ton, parlaklık ve doymuşluk özellikleri birbirinden
farklı olan binlerce rengi sözcüklerle belirtmeye olanak yoktur. Bu nedenle
renkleri tanımlayabilmek ve birbiriyle karşılaştırabilmek için
renkölçümü yöntemleri geliştirilmiştir. Albert H. Munsell ve Wilhelm
Ostwald gibi araştırmacılar çeşitli renk sistemleri kurmuş ve renk çizelgeleri
hazırlamışlardır. Bu renk çizelgelerinden yararlanılarak belirli bir rengi
elde etmek için hangi renklerin, hangi oranlarda karıştırılması gerektiği
hesaplanabilir. Renkölçümünde günümüzde en çok kullanılan sistem Uluslararası
Aydınlatma Komisyonu'nun (CIE) kabul ettiği sistemdir.
Renkleri Nasıl Görürüz
Gözümüze
gelen değişik dalga boylarındaki ışığın değişik renkler olarak algılanması karmaşık
bir süreçle gerçekleşir. Gözün arkasında bulunan ağtabakadaki hücrelerin bir
bölümü olan koni hücreler, değişik renklerin karşılığı olan değişik
dalga boylarındaki ışık ışınlarına karşı duyarlıdır. Biçimleri nedeniyle koni
hücreler adı verilen bu hücrelerden bazıları kırmızı ışığa, bazıları yeşil
ışığa, bazıları da mavi ışığa duyarlıdır. Duyarlı olduğu tür ışıkla uyarılan
bir koni hücrede belirli bir kimyasal değişim olur ve bunun sonucunda oluşan
elektrik sinyalleri görme sinirleriyle beyne iletilir. Beyin koni hücrelerden aldığı
bu elektrik sinyallerini tam olarak bilmediğimiz bir biçimde çözümleyerek renk
dediğimiz algıya dönüştürür. Renkleri ya da bazı renkleri göremeyen insanlara
"renkkörü" denir. Birçok türü ve derecesi olan renkkörlüğünün en çok
rastlanan türü kırmızıyla yeşili birbirinden ayırt edememek biçiminde
görülür. Renkleri ayırt edebilmek bazı mesleklerde çok önemlidir. Erkeklerde kadınlardan
çok daha fazla görülen renkkörlüğü konusunda son yıllarda geniş araştırmalar
yapılmaktadır. Kuşlar, arılar, kelebekler ve maymunlar renkleri görebilir.
Balıklar ve bazı sürüngenler de renk görebilir; ama kediler, köpekler,
domuzlar, atlar, sığırlar ve öbür renkli televizyondur. Televizyon ekranı üzerinde
kırmızı, yeşil ve mavi ışık noktalarının birbirine karışmasıyla renkli görüntü
oluşur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder