Ana Sayfa Bilgi Bankası

21 Ocak 2011 Cuma

YAŞAR KEMAL



YAŞAR KEMAL (doğumu 1922), yapıtların¬da kırsal kesimden insanları; köyü ve köylüyü anlatır. Köy toplumunun durağan bir toplum olmayıp değişmekte olduğunu, gerçek ile efsane karışımı bir anlatımla aktarır. Yaşar Kemal yetiştiği bölgeye çok bağlı kalmış, kendisi için bitip tükenmez bir kaynak olarak gördüğü ve "koskoca bir memleket parçası" diye tanımladığı Çukurova'yı yazmıştır.
Asıl adı Sadık Kemal Göğceli olan Yaşar Kemal Adana'nın Hermite (Göğceli) köyün¬de doğdu. Beş yaşındayken kan davası yüzün¬den babasını, bir kaza sonucu da tek gözünü yitirdi. Ceyhan'ın Burhanlı köyünde başladığı ilkokulu Kadirli'de bitirdi. Adana I. Ortaokulu'nda başladığı ortaöğrenimini tamamlayamadan son sınıfta bıraktı. Ardından bir pa¬muk çiftliğinde ırgat kâtibi olarak çalışmaya başlayan Yaşar Kemal daha sonra Adana'da inşaatlarda çavuşluk, çeltik tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik gibi çok değişik işlerde çalıştı. 1950'de Türk Ceza Kanunu'nun 142. maddesi kapsamına giren bir siyasal suçtan ötürü tutuklanarak bir süre Kozan Cezaevi'nde yattı. 1951'de hapisten çıkınca İstanbul'a gelen Yaşar Kemal, kısa süre memurluk yaptı. Aynı yıl Cumhuriyet gazetesinde çalış¬maya başladı. Burada yayımlanan Yanan Ormanlarda Elli Gün (1955) adlı dizi röporta¬jı 1955 İstanbul Gazeteciler Cemiyeti armağa¬nını kazandı. Ayrıca Çukurova Yana Yana (1955) ve Peri Bacaları (1957) adlı röportajları adının yayılmasını sağladı. Bu arada Sarı Sıcak (1952) adlı öykü kitabıyla Teneke (1955) ve İnce Memed (1955) romanlarını da yayımladı.
1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne giren Yaşar Kemal, 1963'te gazeteciliği bırakarak kendini tümüyle yazmaya verdi; geçimini ise kitapla¬rından aldığı telif ücretiyle sağlamaya başladı.
Yaşar Kemal'in öykü ve romanlarının bir¬çoğu Çukurova'da geçer. Konu olarak daha çok Çukurova insanının yaşamını, ağalar ara¬sındaki toprak kavgasının köylüler üzerindeki etkisini, değişen ekonomik ve toplumsal ko¬şulların köy insanını, bu insanın inanışını, töresini değiştirmesini ele almıştır. Yaşar Kemal'in Çukurova'ya ilişkin ilk romanı Te¬neke'Air. Bu romanında genç bir kaymakamın çeltik ağalarıyla giriştiği mücadeleyi anlatır. Teneke, Yaşar Kemal'in öyküden romana ilk adımı sayılabilir. Bu yapıtında yazar ayrıntı¬lardan kaçınmıştır.
Yaşar Kemal'in romanlarında halk ve top¬rak birbirinden ayrılmayan bir bütün olarak ele alınır. Halkın hem sevinç kaynağı, hem de sorunlarının temeli olan toprak yüzünden çıkan olaylar anlatılır. Yaşar Kemal halkı koruyan, onun çıkarlarını savunan eşkıyayı İnce Memed adlı romanında ele almıştır. Bu yapıtında halk edebiyatından ve folklordan yararlanmıştır. Yaşar Kemal'in üzerinde en derin izi Köroğlu hikâyesi bırakmıştır. ÜÇ Anadolu Efsanesi (1967) kita¬bındaki öykülerden biri Köroğlu destanının yeni bir anlatışıdır.
Yaşar Kemal "Akça sazım Ağaları"nın birinci ve ikinci cildi olarak yayımladığı Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974) ve Yusufçuk Yusuf ta (1975) gene Çukurova'yı ele alır. Ama bu kez geleneksel yapının çözülmesi, eski ağa tipinin yok olması ve ağaların sanayi alanına yatırım yapması anlatılır. Yılanı Öldürseler ve Kimse¬cik I (1980) romanları yazarın, konusu Çukur¬ova'da geçen son yapıtlarıdır. Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Kuşlar da Gitti (1978), Deniz Küstü (1978) adlı yapıtlarının konusu Çukurova'nın dışından alınmıştır.
Yaşar Kemal yapıtlarını gerçekçi bir yakla¬şımla yazmıştır. Ama gerçekçiliği dünyayı gördüğü gibi yansıtma olarak almaz. Doğaya, insana, olaylara, kendi gözüyle bakar, abarta¬rak işlediği kişi ve olaylara kurmaca yönü ağır basan destansı bir hava verir. Yerel dili kullanmaya özen gösterir. Bunu gerçekçiliğin bir parçası sayar. Romanlarında bolca ve ancak o yöre insanının anlayabileceği yerel deyim ve kelimeler kullanmasına karşın, bü¬yük ölçüde halk anlatımına dayanması Yaşar Kemal'in anlatış güzelliğini sağlar. Yaptığı benzetmeler ve kullandığı imgeler, tanımladı¬ğı kokular, sesler, canlı renkler, bitkiler ve kuşlarla birleşerek şiirsel bir dünya oluşturur. Yer yer destansı bir havaya bürünen anlatımı Yaşar Kemal'in en önemli özelliğidir.
Yaşar Kemal'in yapıtları yurtiçinde ve dı¬şında birçok ödül kazanmıştır. İnce Memed, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Kale Kapısı (Kim¬secik //; 1985) romanlarına çeşitli ödüller verildi. Yer Demir Gök Bakır romanı Fransız Eleştirmenler Birliği'nce 1977'nin en iyi ya¬bancı romanı seçildi. Ayrıca "Dağın Öte Yüzü" üçlemesi 1979'da Fransa'da yılın en iyi kitabı seçildi. 1982'de Fransa'da Uluslar¬arası Del Duca Ödülü'nü kazanan Yaşar Ke¬mal'e 1984'te, uluslararası kültür ve sanat etkinliklerine katkılarından herkesin yaşlıların bakımı için vergi ödemesi¬ni önerdiler.
Yaşlanma Süreçleri
Yaşlanma sürecinin hızı insandan insana deği¬şir. Bazıları ileri yaşlarda bile hâlâ dinçtir, fiziksel ve zihinsel yetilerini tümüyle yitirmemiştir ve çeşitli uğraşılarla zamanını değerlen¬direbilir. Bazılarında ise artrit, romatizma, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, damar sertliği ve şeker hastalığı gibi çeşitli kronik hastalıklar görülür. Yaşlanmanın kendine öz¬gü sorunları vardır. Örneğin kemiklerdeki kalsiyum oranı azaldığı için kemikler kolayca kırılabilir; kaslar ve eklemler sertleşir, ref¬leksler yavaşlar, derinin esnekliği azalır; saç¬lar beyazlaşır, incelir ve yer yer dökülmeye başlar; sinir hücreleri yenilenmediği için gör¬me, işitme ve öbür duyularda büyük ölçüde azalma olur. İnsanlar yaşları ilerledikçe her zaman yaptıkları işleri yapmakta güçlük çeker ve kendilerine bakamayacak duruma gelirler; üstelik bellek bozuklukları ve yaşlılık buna¬ması başlar, zihinsel işlevleri geriler. Bu nedenle, daha önceden kimseye bağımlı ol¬madan tek başlarına yaşamlarını sürdürebilen kişiler tıpkı çocuklar gibi bakım ve koruma gerektirir. Yaşlılığa çoğu zaman "ikinci ço¬cukluk" dönemi denmesinin nedeni budur.
Yaşlıların ayrıca, başkalarına bağımlı olma, yalnızlık, ilgisizlik ve genellikle gelirin azal¬ması gibi toplumsal sorunları da vardır. Çalış¬madıkları için boş zamanlarını değerlendire¬cek yeni uğraşılar bulmaları gerekir. Özellikle eşlerini yitirerek dul kalmış kişiler daha önce hiç karşılaşmadıkları bazı sorunların üstesinden gelerek tek başlarına yaşamayı öğrenmek zorundadırlar. Bunun için her şeyden önce, kendilerini artık istenilmeyen ve kimseye yararı olmayan kişiler olarak görme duygula¬rını yenmeleri gerekir.
Sanayileşmiş toplumlar sürekli hareket ha¬lindedir; insanlar daha iyi iş olanakları bul¬mak için çoğu zaman doğup büyüdükleri yerlerden kopup büyük kentlere, hatta başka ülkelere yerleşmek zorunda kalırlar. Bu yüz¬den, çocukları ya da torunlarıyla bir arada yaşama şansı bulan yaşlıların sayısı pek azdır. Çoğu ya tek başına yaşamak zorunda kalır ya da yaşlıların bakımını üstlenen huzurevlerinde yaşamayı seçer. Oysa geleneksel yapısını koruyan toplumlarda yaşlılar genellikle ço¬cuklarının yanında yaşar ve torunlarının bakı¬mını üstlenerek kendilerini ailenin bir parçası olarak görürler.
YAŞAR KEMAL (doğumu 1922), yapıtların¬da kırsal kesimden insanları; köyü ve köylüyü anlatır. Köy toplumunun durağan bir toplum olmayıp değişmekte olduğunu, gerçek ile efsane karışımı bir anlatımla aktarır. Yaşar Kemal yetiştiği bölgeye çok bağlı kalmış, kendisi için bitip tükenmez bir kaynak olarak gördüğü ve "koskoca bir memleket parçası" diye tanımladığı Çukurova'yı yazmıştır.Asıl adı Sadık Kemal Göğceli olan Yaşar Kemal Adana'nın Hermite (Göğceli) köyün¬de doğdu. Beş yaşındayken kan davası yüzün¬den babasını, bir kaza sonucu da tek gözünü yitirdi. Ceyhan'ın Burhanlı köyünde başladığı ilkokulu Kadirli'de bitirdi. Adana I. Ortaokulu'nda başladığı ortaöğrenimini tamamlayamadan son sınıfta bıraktı. Ardından bir pa¬muk çiftliğinde ırgat kâtibi olarak çalışmaya başlayan Yaşar Kemal daha sonra Adana'da inşaatlarda çavuşluk, çeltik tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik gibi çok değişik işlerde çalıştı. 1950'de Türk Ceza Kanunu'nun 142. maddesi kapsamına giren bir siyasal suçtan ötürü tutuklanarak bir süre Kozan Cezaevi'nde yattı. 1951'de hapisten çıkınca İstanbul'a gelen Yaşar Kemal, kısa süre memurluk yaptı. Aynı yıl Cumhuriyet gazetesinde çalış¬maya başladı. Burada yayımlanan Yanan Ormanlarda Elli Gün (1955) adlı dizi röporta¬jı 1955 İstanbul Gazeteciler Cemiyeti armağa¬nını kazandı. Ayrıca Çukurova Yana Yana (1955) ve Peri Bacaları (1957) adlı röportajları adının yayılmasını sağladı. Bu arada Sarı Sıcak (1952) adlı öykü kitabıyla Teneke (1955) ve İnce Memed (1955) romanlarını da yayımladı.1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne giren Yaşar Kemal, 1963'te gazeteciliği bırakarak kendini tümüyle yazmaya verdi; geçimini ise kitapla¬rından aldığı telif ücretiyle sağlamaya başladı.Yaşar Kemal'in öykü ve romanlarının bir¬çoğu Çukurova'da geçer. Konu olarak daha çok Çukurova insanının yaşamını, ağalar ara¬sındaki toprak kavgasının köylüler üzerindeki etkisini, değişen ekonomik ve toplumsal ko¬şulların köy insanını, bu insanın inanışını, töresini değiştirmesini ele almıştır. Yaşar Kemal'in Çukurova'ya ilişkin ilk romanı Te¬neke'Air. Bu romanında genç bir kaymakamın çeltik ağalarıyla giriştiği mücadeleyi anlatır. Teneke, Yaşar Kemal'in öyküden romana ilk adımı sayılabilir. Bu yapıtında yazar ayrıntı¬lardan kaçınmıştır.Yaşar Kemal'in romanlarında halk ve top¬rak birbirinden ayrılmayan bir bütün olarak ele alınır. Halkın hem sevinç kaynağı, hem de sorunlarının temeli olan toprak yüzünden çıkan olaylar anlatılır. Yaşar Kemal halkı koruyan, onun çıkarlarını savunan eşkıyayı İnce Memed adlı romanında ele almıştır. Bu yapıtında halk edebiyatından ve folklordan yararlanmıştır. Yaşar Kemal'in üzerinde en derin izi Köroğlu hikâyesi bırakmıştır. ÜÇ Anadolu Efsanesi (1967) kita¬bındaki öykülerden biri Köroğlu destanının yeni bir anlatışıdır.Yaşar Kemal "Akça sazım Ağaları"nın birinci ve ikinci cildi olarak yayımladığı Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974) ve Yusufçuk Yusuf ta (1975) gene Çukurova'yı ele alır. Ama bu kez geleneksel yapının çözülmesi, eski ağa tipinin yok olması ve ağaların sanayi alanına yatırım yapması anlatılır. Yılanı Öldürseler ve Kimse¬cik I (1980) romanları yazarın, konusu Çukur¬ova'da geçen son yapıtlarıdır. Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Kuşlar da Gitti (1978), Deniz Küstü (1978) adlı yapıtlarının konusu Çukurova'nın dışından alınmıştır.Yaşar Kemal yapıtlarını gerçekçi bir yakla¬şımla yazmıştır. Ama gerçekçiliği dünyayı gördüğü gibi yansıtma olarak almaz. Doğaya, insana, olaylara, kendi gözüyle bakar, abarta¬rak işlediği kişi ve olaylara kurmaca yönü ağır basan destansı bir hava verir. Yerel dili kullanmaya özen gösterir. Bunu gerçekçiliğin bir parçası sayar. Romanlarında bolca ve ancak o yöre insanının anlayabileceği yerel deyim ve kelimeler kullanmasına karşın, bü¬yük ölçüde halk anlatımına dayanması Yaşar Kemal'in anlatış güzelliğini sağlar. Yaptığı benzetmeler ve kullandığı imgeler, tanımladı¬ğı kokular, sesler, canlı renkler, bitkiler ve kuşlarla birleşerek şiirsel bir dünya oluşturur. Yer yer destansı bir havaya bürünen anlatımı Yaşar Kemal'in en önemli özelliğidir.Yaşar Kemal'in yapıtları yurtiçinde ve dı¬şında birçok ödül kazanmıştır. İnce Memed, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Kale Kapısı (Kim¬secik //; 1985) romanlarına çeşitli ödüller verildi. Yer Demir Gök Bakır romanı Fransız Eleştirmenler Birliği'nce 1977'nin en iyi ya¬bancı romanı seçildi. Ayrıca "Dağın Öte Yüzü" üçlemesi 1979'da Fransa'da yılın en iyi kitabı seçildi. 1982'de Fransa'da Uluslar¬arası Del Duca Ödülü'nü kazanan Yaşar Ke¬mal'e 1984'te, uluslararası kültür ve sanat etkinliklerine katkılarından herkesin yaşlıların bakımı için vergi ödemesi¬ni önerdiler.Yaşlanma SüreçleriYaşlanma sürecinin hızı insandan insana deği¬şir. Bazıları ileri yaşlarda bile hâlâ dinçtir, fiziksel ve zihinsel yetilerini tümüyle yitirmemiştir ve çeşitli uğraşılarla zamanını değerlen¬direbilir. Bazılarında ise artrit, romatizma, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, damar sertliği ve şeker hastalığı gibi çeşitli kronik hastalıklar görülür. Yaşlanmanın kendine öz¬gü sorunları vardır. Örneğin kemiklerdeki kalsiyum oranı azaldığı için kemikler kolayca kırılabilir; kaslar ve eklemler sertleşir, ref¬leksler yavaşlar, derinin esnekliği azalır; saç¬lar beyazlaşır, incelir ve yer yer dökülmeye başlar; sinir hücreleri yenilenmediği için gör¬me, işitme ve öbür duyularda büyük ölçüde azalma olur. İnsanlar yaşları ilerledikçe her zaman yaptıkları işleri yapmakta güçlük çeker ve kendilerine bakamayacak duruma gelirler; üstelik bellek bozuklukları ve yaşlılık buna¬ması başlar, zihinsel işlevleri geriler. Bu nedenle, daha önceden kimseye bağımlı ol¬madan tek başlarına yaşamlarını sürdürebilen kişiler tıpkı çocuklar gibi bakım ve koruma gerektirir. Yaşlılığa çoğu zaman "ikinci ço¬cukluk" dönemi denmesinin nedeni budur.Yaşlıların ayrıca, başkalarına bağımlı olma, yalnızlık, ilgisizlik ve genellikle gelirin azal¬ması gibi toplumsal sorunları da vardır. Çalış¬madıkları için boş zamanlarını değerlendire¬cek yeni uğraşılar bulmaları gerekir. Özellikle eşlerini yitirerek dul kalmış kişiler daha önce hiç karşılaşmadıkları bazı sorunların üstesinden gelerek tek başlarına yaşamayı öğrenmek zorundadırlar. Bunun için her şeyden önce, kendilerini artık istenilmeyen ve kimseye yararı olmayan kişiler olarak görme duygula¬rını yenmeleri gerekir.Sanayileşmiş toplumlar sürekli hareket ha¬lindedir; insanlar daha iyi iş olanakları bul¬mak için çoğu zaman doğup büyüdükleri yerlerden kopup büyük kentlere, hatta başka ülkelere yerleşmek zorunda kalırlar. Bu yüz¬den, çocukları ya da torunlarıyla bir arada yaşama şansı bulan yaşlıların sayısı pek azdır. Çoğu ya tek başına yaşamak zorunda kalır ya da yaşlıların bakımını üstlenen huzurevlerinde yaşamayı seçer. Oysa geleneksel yapısını koruyan toplumlarda yaşlılar genellikle ço¬cuklarının yanında yaşar ve torunlarının bakı¬mını üstlenerek kendilerini ailenin bir parçası olarak görürler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder