Ana Sayfa Bilgi Bankası

15 Ocak 2011 Cumartesi

WATSON VE CRICK

WATSON VE CRICK. ABD'li biyolog James Dewey Watson (doğumu 1928) ile İngiliz biyokimyaca Sir Francis Harry Compton Crick' in (doğumu 1916) bilime en büyük katkıları,
"yaşam molekülü" denen DNA'nın yapısını belirlemeleridir.
Hayvanlar ve bitkiler ürerken, genlerini döllerine aktarırlar. Genler, her hücrede bu­lunan ve mikroskobik iplikçikleri andıran kromozomların üzerinde yer alır. Bakteriler­den mavi balinalara kadar bütün canlılardaki hücrelerin çoğalması ve düzenli çalışması için gerekli bilgiler genlerde kayıtlıdır. Vücudun gelişmesi, boyutları, biçimi, rengi gibi yapısal özelliklerin ve hücrelerde gerçekleşen kimya­sal tepkimeler gibi yaşamsal süreçlerin çoğu genlerle denetlenir.
Bilim adamları uzun yıllar bu karmaşık bilgilerin hücre gibi küçücük bir alana nasıl sığdığını ve döllerin ana babaya böylesine benzemesini sağlayacak biçimde nasıl kusur­suzca kopyalandığını araştırdılar.
Sonunda Maurice Wilson ve Rosaline Franklin gibi biyokimyacılar, bilgilerin hücre­de DNA (deoksiribonükleik asit) denen bü­yük moleküller biçiminde bulunabileceği so­nucuna vardılar. Bu araştırmacılar 1950'den 1953'e kadar DNA örnekleri (molekülleri) topladılar, saflaştırdılar ve X ışınlan kırınımı denen özel bir yöntemle moleküllerin fotoğ­raflarını çektiler. Bu yöntemde, molekülün biçimi, çizgi ve noktalardan oluşmuş karma­şık bir desen halinde bir ekrana yansıtılır.
İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi'nde çalışan Watson ve Crick 1953'te, bu fotoğraf­ların ve o güne kadar derlenebilmiş bütün bilgilerin ışığında DNA'nın yapısını çözmeyi başardılar.
Her DNA molekülü, bir kolyedeki boncuk­lar gibi yan yana dizilmiş binlerce birimden oluşuyordu. Bu "kolye" kendi üstüne kıvrıla­rak, saat zembereği gibi sarmal bir biçim almıştı. Her kromozomda birbirinin üstüne dolanmış iki DNA molekülü vardı. Bu mole­küllerin kimyasal bileşenleri ya da yapıtaşları aynı, ama molekül üzerindeki konumları bir nesnenin aynadaki görüntüsü gibi tersti.
DNA'nın bu yapısı uzun yıllar araştırılan iki soruya yanıt getirdi. Her şeyden önce, bilgilerin DNA'daki özel bir şifrede gizli olduğu, bu şifrenin de DNA molekülündeki yapıtaşlarının diziliş sırasıyla belirlendiği an­laşıldı. Moleküllerde birbirinden farklı dört yapıtaşı olduğu için, şifre de dört harfli bir "kimyasal alfabe"yle yazılıyordu. Yapıtaşları­nın değişik düzenlemeler içinde dizilmesiyle, binlerce kimyasal sözcük oluşturulabiliyordu. Buna genetik şifre denir.
Açıklığa kavuşan ikinci nokta, kopyalama işleminin doğrudan doğruya DNA molekülünce denetlendiğinin anlaşılması oldu. Bir kromozomda sarmal halde bulunan iki DNA molekülü birbirinden ayrıldığında, her biri kendisinin "ayna görüntüsü" olan ikinci bir kopyasını üretiyor ve bu kopyayla üst üste dolanarak yeni bir ikili sarmal oluşturuyordu. Sonuçta, bir çift molekülden birbirinin eşi olan iki çift DNA molekülü doğuyordu.
Watson, Crick ve Wilson'ın bu çalışmaları 1962'de Nobel Ödülü'ne değer görüldü. Her biri, genetik şifrenin yazılmasını ve çözülme­sini, kalıtsal bilgilerin hücrede değerlendiril­mesini aydınlatmak üzere araştırmalarını sür­dürdüler. Çalışmalarının biyoloji ve biyokim­ya alanında çok büyük etkileri oldu. Kalıtım ve kalıtsal hastalıklar konusundaki bilgilerimizi ve genetik mühendisliği alanındaki tek­niklerin çoğunu bu bilim adamlarının çalışma­larına borçluyuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder