Türkiye'de işçilerin ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak amacıyla örgütlenmeleri 19. yüzyılın sonlarında başlar. Osmanlı İmparatorluğumun sanayileşme sürecine geç girmesi işçilerin sayısının sınırlı kalmasına yol açmıştı. Ama özellikle İstanbul'da yabancı şirketlere bağlı işyerlerinde gittikçe artan sayıda işçi çalışmaktaydı. 18. yüzyılın ortalarında bu işçiler tıpkı İngiltere ve ABD'de olduğu gibi daha fazla ücret, daha iyi çalışma koşulları için grevlere başvurdular. 1872 Ocak ayında tersane işçilerince gerçekleştirilen ilk grevi bir grev dalgası izledi. Henüz sendika biçiminde örgütlenme olmadığı için işçiler gezici birlikler, grev komiteleri ya da derneklerde bir araya geliyorlardı. 1866'da batının etkisinde kalan aydınlarca Ameleperver Cemiyeti kurulmuştu, ama bu örgüt yoksul işçilere yardım etmeyi, işsizlere iş bulmayı amaçlayan hayırsever bir dernek olmaktan öteye geçemedi. Ayrıca o günlerde Abdülha- mid döneminin baskıcı yönetimi her türlü örgütlenmeyi yasaklamıştı. Buna karşın, 1894'te Tophane'deki fabrikalarda çalışan işçiler gizlice Osmanlı Amele Cemiyeti'ni kurdular. Ama derneğin yöneticileri bir yıl sonra yakalanarak sürgüne gönderildiler.İşçilerin örgütlenmeleri, dernek kurma hakkının tanındığı 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birden hızlandı. Aynı yılın ağustos ve eylül aylarında işçilerin yoğun olduğu büyük kentlerde bir grev dalgası yükseldi. Bu durum karşısında kârlarında düşme olan ve işçileri kendi belirledikleri koşullarda çalıştırmaya alışmış yabancı şirketler Osmanlı yöneticilerine başvurarak acele önlem alınmasını istediler. Sonunda ekim ayında bir geçici yasa, 1909 ortalarında ise Tatil-i Eşgal Kanunu ile işçilerin örgütlenmelerine önemli kısıtlamalar getirildi. Bu arada, 1908'de kurulan Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti'nin yanı sıra tramvay, basım, demiryolu, tütün, maden gibi değişik işkollarındaki işçiler sendikalarda ya da sendika dışı işçi kuruluşlarında örgütlen- ' mişlerdi. Tatil-i Eşgal Kanunu işçilerin örgütlenmelerine ve etkinliklerine büyük sınırlamalar getirmekle birlikte tümüyle engel olamadı.I. Dünya Savaşı (1914-18) süresince işçi hareketlerinde bir gerileme ve işçi örgütlerinde bir dağılma yaşandıysa da savaş sonrasında yeniden bir hareketlenme gözlendi. Savaş süresince yaşamlarını sürdürebilen işçi örgütleri eylem ve etkinliklerini canlandırırken yeni işçi örgütleri de kuruldu. 1913'te kurulan Türkiye İşçi Derneği, Şefik Hüsnü'nün (Dey- mer) başkanı olduğu Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın paralelinde hareket etmekteydi. Daha çok devlet fabrikalarında örgütlenmiş olan bu derneğin yanı sıra, İstanbul'da Beynelmilel İşçi İttihadı adı altında birleşen deniz işçileri, marangozlar ve yapı işçilerinin örgütlerinden başka Mürettibin-i Osmani Cemiyeti, Tütün Rejisi İşçileri Cemiyeti gibi örgütler de çalışmalarını sürdürmekteydi. Ayrıca İzmir, Edirne, Zonguldak, Eskişehir, Adana, Konya ve Bursa'da da değişik işkollarında örgütler kurulmuştu. Türkiye İşçi Derneği'nin bu işçi örgütlerinin bir "birlik" oluşturmasına yönelik girişimi başarılı olamadı.
Kurtuluş Savaşı sırasında yalnızca Türkiye İşçi Derneği ile Beynelmilel İşçi İttihadı adlı örgütler varlıklarını koruyabildiler. Cumhuriyetin ilanından sonra yürürlüğe giren 1924 Anayasası toplanma ve dernek kurabilme hakkı kapsamında sendika kurabilme hakkını da öngörmekteydi. Bu arada İstanbul Amele Birliği gibi örgütler kurularak siyasi iktidarla uyumlu bir işçi hareketi yaratılmaya çalışıldı. 1923'te Türkiye İşçi Birliği'nin kapatılması üzerine aynı yıl Amele Teali Cemiyeti adıyla yeni bir örgüt kuruldu. Bu arada, Türkiye ölçeğinde bir örgüt oluşturmak için, İstanbul Amele Birliği Anadolu'daki birkaç örgütle birleştirilerek Türkiye Amele Birliği kuruldu.Bu dönemin önemli olaylarından biri 1923'te toplanan İzmir İktisat Kongresi'ydi Bu kongrede öbür toplumsal kesimlerle birlikte işçiler de temsil edilmişti. Kongrede işçilerle ilgili olarak 1 Mayıs'ın işçi bayram: kabul edilmesi, amele yerine işçi sözcüğünün kullanılması, çalışma yaşamıyla ilgili çeşitl. yasaların çıkartılması ve sendika hakkının tanınması gibi kararlar alındı. Ama sendikal örgütlenmeye ve etkinliklere olanak tanıyan bu ortam uzun sürmedi. 1925'te çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile sendikal etkinlikler yasaklandı. 1928'de Amele Teali Cemiyeti'nin de kapatılmasıyla Türkiye'de sendikal yaşama uzunca bir süre ara verildi. 1933'te Ceza Yasası'nda yapılan bir değişiklikle gre\ suç olarak kabul edildi. 1938'de yürürlüğe giren Cemiyetler Kanunu ise işçilerin sendikalarda örgütlenmesini tümüyle yasakladı.II. Dünya Savaşı (1939-45) sonrasında 1946'da çok partili yaşama geçilmesiyle bazı yasalarda yapılan değişiklikler sendikal hareketin yeniden canlanmasına yol açtı. Bu dönemde uluslararası alanda her yönden demokratik bir ülke görünümü kazanmaya özen gösterilmekteydi. Türkiye Birleşmiş Millet- ler'e ve bundan ötürü Uluslararası Çalışma örgütüne üye olunca sendikal örgütlenmeyi yasaklayan yasalar da değiştirildi.Bu gelişmenin sonunda kısa sürede türkiye işçiler derneği,istanbul işçi sendikaları gibisendikalarında içinde bulunduğu 100 e yakın sendika kuruldu. Ama Aralık 1946'da sıkıyönetim Komutanlığı, siyasetle uğraştıkları gerekçesiyle birçok sendikayı kapattı. J47'de, içinde toplusözleşme, grev gibi hakkının yer almadığı ve sendikaların siyasetle uğraşmasını yasaklayan Sendikalar Kanunu çıkartıldı. "1947 Sendikacılığı" olarak anılan bu sendikacılık anlayışına karşı çıkan işçiler Hür işçi Sendik alan Birliği'ni kurdular. Bu yeni örgüt, iktidara geldiğinde grev ve toplusözleşme hakkını tanıyacağını açıklayan muhalefet- eki Demokrat Parti'yi desteklemekteydi. ama 1950 seçimlerini kazanmasına karşın 3emokrat Parti bu hakkı tanımadı. 1952'de il işçi konfederasyonu olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) kuruldu. O günkü yasal koşullar ve kamu kesiminle örgütlenmeye izin verilmemesi sendikal hareketin cılız kalmasına yol açtı.27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra hazırlanan ve temel hak ve özgürlükleri güdence altına alan 1961 Anayasası Türkiye sendikal hareketi için bir dönüm noktası oldu. Yeni anayasa tüm çalışanlar için sendika kurma özgürlüğü, işçilere toplu pazarlık ve grev hakkı getiriyordu. Ne var ki, yürürlükteki İş kanunu'nda grev yasağı sürmekteydi ve anayasaya uygun yeni-iş yasasının hazırlanması geciktirilmekteydi. Bu nedenle işçiler yeni bir yasanın hazırlanması için girişim ve eylemlere taşladılar. Bunlardan, Kavel işçileriyle Zonguldak kömür ocaklarında çalışan işçilerin
gerçekleştirdikleri direnişler kamuoyu üzerinde de etkili olunca 274 sayılı Sendika Kanunu ile 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu 1963'te yürürlüğe girdi. Bu yasalarla işçilere grev hakkı tanınıyor, sendikal ödentilerin işverence kaynaktan kesilerek işçi sendikalarına aktarılması sağlanıyordu. Böylece sendikalar, grev hakkına sahip oldukları için, toplu pazarlık sürecinde işveren karşısında daha güçlü bir konuma gelirken, üye ödentisi toplamak gibi güç bir parasal sorunu da kökünden çözmüş oluyorlardı. Bu, sendikaların güçlenerek bir baskı grubu durumuna gelmesine yol açtı. Öte yandan 1965'te memurlara da sendika kurma hakkının tanınmasıyla Türkiye Öğretmen Sendikaları Konfederasyonu (TÖS) gibi güçlü örgütler doğdu.Sendikaların grev hakkına sahip, toplusözleşme yapan örgütler durumuna gelmesi sendikalı işçilerin daha yüksek ücret almalarına ve daha iyi koşullarda çalışmalarına yol açtı. Bunun sonucu olarak da işçilerin sendikalaşması hızlandı. Bu dönemde TÜRK-İŞ hızla gelişen bir örgüt durumundaydı. Ama, içinde belirli görüş ayrılıklarını da taşımaktaydı. TÜRK-İŞ yönetimi çalışma yaşamında daha uzlaşmacı bir tutum takınmaktan yanaydı. İşçilerin demokratik haklarının sağlanmasını geri plana atmakta, 1947 sendikacılığını benimsemekteydi. Ayrıca 1965'ten sonra yönetim ABD hükümetinin çeşitli organlarıyla ve sendikalarıyla yoğun bir ilişki içine girmişti. Bir yandan bazı sendika yöneticileri eğitim için ABD'ye gönderilirken, öte yandan sendika çok büyük tutarlarda ABD yardımı almaktaydı. TÜRK-İŞ üzerindeki bu ABD etkisi TÜRK-İŞ yönetiminin partiler üstü bir politika izleme kararı almasına yol açtı. Bunun anlamı sendikaların siyasal bir güç ya da baskı grubu olmasının engellenmesiydi. Oysa 1961 Anayasası sendikaların siyasal alanda etkin bir demokratik güç olarak işlev görmelerine olanak sağlamaktaydı. 1966'da toplanan TÜRK-İŞ 6. Genel Kurulu'nda yönetimin bu görüşlerini paylaşmayan bir grup TÜRK-İŞ üyesi sendika yöneticisi bu örgütten ayrılarak bağımsız sendikalarla birlikte 1967'de Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonumu (DİSK) kurdular.
DİSK kurulmasını izleyen günlerde hızlı bir gelişme gösterdi. Özellikle TÜRK-İŞ'e bağlı sendikalardan kitlesel katılımlar oldu. Hükümet 1970'te DİSK'in bu gelişmesini önlemek için 274 ve 275 sayılı yasalarda değişiklikler yaparak sendikal örgütlenmeler konusunda birtakım kısıtlamalar getirdi. Örgütlenme haklarına getirilen bu kısıtlamalar işçiler tarafından tepkiyle karşılandı; İstanbul ve Kocaeli'de 15-16 Haziran 1970'te on binlerce işçinin katıldığı büyük protesto gösterileri düzenlendi. Ayrıca hükümetin yaptığı değişiklikler muhalefet partilerinin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildi. Bu arada TÜRK-İŞ içinde sendika yönetimine karşı bir sosyal demokrat muhalefet de başlamıştı.
12 Mart 1971 askeri müdahalesinin grevleri yasaklaması ve toplusözleşme düzenini askıya alması sendikal örgütlenmede bir duraklama yarattı. Ayrıca bu dönemde anayasada yapılan değişiklikle sendika hakkının "çalışanlara" değil de "işçilere" tanınması, memurların sendika kurma hakkını ortadan kaldırıldı. 1973 seçimlerinden sonra sendikal yaşamda yeniden bir canlanma başladı. Bazı işyerlerinde TÜRK-İŞ'ten DİSK'e doğru kayışın doğurduğu yetki anlaşmazlıkları üzerine, DİSK işçilerin diledikleri sendikayı özgürce seçebilmeleri için referandum hakkının alınması yolunda bir mücadele başlattı. 1976'da bağımsız Tekstil ve Bank-Sen sendikalarıyla TÜRK-İŞ'e bağlı Genel-İş Sendikası DİSK saflarına geçti. Bu dönemde Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ile Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) adıyla iki yeni konfederasyon daha kuruldu.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin ardından sendikal yaşam tam bir durgunluk içine girdi. DİSK ve MİSK kapatıldı. DİSK yöneticileri tutuklandı ve mallarına el kondu. Grev ve toplusözleşme haklarının kullanılması durduruldu. Toplu iş uyuşmazlıklarını çözme yetkisi yönetimce Yüksek Hakem Kurulu'na verildi. Bu dönemde TÜRK-İŞ yönetimi askeri yönetimi destekleyerek oluşturulan hükümete Sosyal Güvenlik bakanı olarak TÜRK-İŞ genel sekreteri Sadık Şide'yi verdi.
1982 Anayasası ve ona uygun olarak çıkarılan 2821 ve 2822 sayılı yasalar sendikal örgütlenme ve sendikal etkinlik alanlarını önemli ölçüde kısıtladı. 1961 Anayasası'nın sağladığı birçok hak geri alındı. Sendikalara genel grev, siyasal grev, dayanışma grevi, hak gretf yapma yasakları getirildi. Hükümetin grev erteleme yetkisi genişletildi. Grevlerin yasaklanması durumundaki anlaşmazlığı çözmede Yüksek Hakem Kurulu yetkili kılındı. Sendikaların siyasetle ilgilenmesi yasaklandı. Kısaca, 1982 Anayasası'nın getirdiği yeni yapı içinde sendikaların işlevleri kısıtlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder