Cumhuriyetin İlanı
Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştıran, saltanatı kaldıran, Lozan Barış Antlaşması'yla da varlığını bütün dünyaya kabul ettiren TBMM için sıra devletin niteliğini belirlemeye gelmişti. Aslında 23 Nisan 1920'den beri var olan, ulusal egemenliğe dayalı devlet biçimi adı konmamış bir cumhuriyetti. TBMM 29 Ekim 1923'te cumhuriyeti ilan ederek devletin niteliğini de açıklığa kavuşturdu
Cumhuriyetin ilanından önce başbakan ve bakanlar TBMM tarafından seçiliyordu. Cumhuriyetin ilanıyla aynı sırada yapılan anayasa değişiklikleriyle cumhurbaşkanının başbakanı ataması, başbakanın da bakanları seçerek cumhurbaşkanının onayına sunması kabul edildi. îlk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal, 30 Ekim günü Cumhuriyet döneminin ilk başbakanı olarak İsmet Paşa'yı (İnönü) görevlendirdi.
Bu arada, saltanatın kaldırılmış olması ve ardından cumhuriyetin ilan edilmesi tutucu kesimleri halifelik çevresinde toplanmaya itmişti. Bunun üzerine 3 Mart 1924'te TBMM'de üç önemli yasa kabul edildi. Bunların ilkiyle Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) ile Erkân-ı Harbi- ye-i Umumiye Vekâleti (Genelkurmay Bakanlığı) kaldırılıyor ve yerlerine başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği (Diyanet İşleri Başkanlığı) ile cumhurbaşkanlığına bağlı Er- kân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı) kuruluyordu. İkinci yasa olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün okullar Maarif Vekâleti'ne (Eğitim Bakanlığı) bağlanıyordu. Üçüncü yasa ise halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı üyelerinin sınırdışı edilmesine ilişkindi. Bütün hanedan üyelerinin yurttan ayrılmasıyla halifelik tarihe karıştı.
Halifeliğin kaldırılmasından sonra sıra, siyasal açıdan gelişmiş ve güçlenmiş olan yeni devlet için yeni bir anayasanın hazırlanmasına gelmişti. Çalışmalar başlatıldı ve Nisan 1924'te TBMM'de kabul edilen yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) bir ay sonra yürürlüğe girdi. Aynı yılın sonlarına doğru ise Halk Fırkası'nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) olarak değiştirildi.
Kasım 1924'te siyasal yaşamda önemli bir yenilik gerçekleşti. CHF'den ayrılan 30 kadar milletvekili cumhuriyetin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı (TCF) kurdu. Tüzüğünde "düşünceye ve dinsel inançlara saygılı" olduğunu belirten bu parti kısa sürede halifelik yanlısı çevrelerin ve cumhuriyet karşıtı İstanbul basınının desteğini topladı. Bu sırada İsmet Paşa'nm başbakanlıktan istifa etmesi üzerine yeni hükümeti kurma görevi Fethi (Okyar) Bey'e verildi. Bu hükümeti, Kâzım (Karabekir) Paşa başkanlığındaki TCF de destekledi. Ama, Şubat 1925'te patlak veren Şeyh Said Ayaklanmasıyla ilişkisi olduğu suçlamaları partinin durumunu sarstı.
Ayaklanmayı bastırmak için hazırlanan askeri planı siyasal açıdan destekleyecek önlemlerin alınması için güçlü bir hükümete gerek duyuluyordu. Fethi Bey 2 Mart günü istifa etti ve başbakanlığa yeniden İsmet Paşa getirildi. Hükümetin güvenoyu aldığı 4 Mart günü Tak- rir-i Sükûn Kanunu (Dirlik Düzenlik Sağlama Yasası) da meclisten geçti. Bu yasa hükümete, düzeni korumak amacıyla, gazete kapatmaktan partileri dağıtmaya kadar her türlü yetkiyi veriyordu. Aynı gün, Ankara'da ve ayaklanma bölgesindeki Diyarbakır'da birer istiklal Mahkemesi kurulması da karara bağlandı. Takrir-i Sükûn Kanunu uyarınca kovuşturmaya uğrayan kuruluşlar arasında TCF de vardı. Partinin bazı yöneticileri İstiklâl Mahkemeleri'nde yargılandılar. Şeyh Said Ayaklanması aynı yılın nisanında bastırıldı; yargılanan ele başıların pek çoğu ölüm cezasına çarptırıldı. TCF de haziran ayında kapatıldı. (Bu partinin bazı yöneticileri, 1926'da Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan İzmir Suikastı'yla ilgili oldukları gerekçesiyle yargılandılar; bazıları idam edildi. Suçsuz bulunanlar arasında Kâzım [Karabekir] Paşa da bulunuyordu.)
Devrim karşıtı hareketlerin bastırılmasıyla çağdaşlaşma yolundaki önemli engeller aşılmış oluyordu. Böylece, art arda atılan adımlarla bir dizi önemli dönüşüm gerçekleştirildi. 1925'te çıkarılan bir yasayla tekke ve zaviyeler kapatıldı. Aynı yıl uluslararası takvim ve saat kabul edildi; hafta tatili cumadan pazara alındı; Şapka Kanunu çıkarıldı.
1926'da Türk Medeni Kanunu kabul edilerek kadın erkek eşitliğinin sağlanması yolunda büyük bir adım atıldı. Bu yasanın getirdiği en önemli yenilik, aile birliği için "imam nikâhı" yerine "medeni nikâh" ilkesinin kabulü idi. Aynı yıl ülkede batı hukuk sistemini yerleştiren Türk Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu gibi yasalar da çıkarıldı.
1927'de toplanan CHF II. Kurultayı'nda partinin yeni tüzüğü kabul edildi. Bu tüzükle Mustafa Kemal partinin değişmez genel başkanı oluyordu. Tüzüğe göre CHF'nin temel ilkeleri cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık ve laiklikti. Laiklik, yani din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması anayasa değişikliğini de gerektiyordu. 10 Nisan 1928'de devletin dininin İslam dini olduğunu belirten cümle anayasadan çıkarıldı. Mayısta uluslararası rakamlar kabul edildi. Aynı yılın kasım ayında çıkarılan bir yasayla da Arap alfabesi yerine Latin harflerine dayanan yeni Türk alfabesi kullanılmaya başlandı. Ardından "millet mektepleri" açılarak okuma yazma seferberliğine girişildi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenen ekonomi politikası sanayileşmede özel sektöre öncelik tanıyordu. Bu politika ekonomide beklenen gelişmeyi sağlayamadı. 1929-30 Büyük Dünya Bunalımı da Türkiye ekonomisini olumsuz yönde etkileyince bu durumu aşmak için ekonomide devletçilik ağırlık kazanmaya başladı.
Bir yandan da yeni bir muhalefet partisi kurulması için girişimlerde bulunuluyordu. Mustafa Kemal, TBMM'de yer alacak bir muhalefet partisinin hükümetin çalışmalarını eleştirerek onu olumlu yönde etkileyeceği kanısındaydı. Ayrıca bir muhalefet partisi değişik görüşlerin mecliste dile getirilmesine de olanak verecekti. Mustafa Kemal, ekonomide liberalizm yanlısı görüşleriyle tanınan yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey'i böyle bir partiyi kurmakla görevlendirdi. Fethi Bey Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı (SCF) kurdu. SCF programında partinin cumhuriyet ilkelerinin yaygınlaşması için çalışacağı belirtiliyordu. Programda yabancı sermaye yatırımlarının gerçekleştirilmesi, ekonomide özel sektörün rolünün artırılması, tek dereceli seçimler ve kadınlara seçme, seçilme hakkı gibi yeni haklar da öngörülüyordu.
Beklenmedik bir hızla gelişen SCF'nin hükümete ve CHF'ye yönelttiği sert eleştiriler ülkedeki siyasal ortamı gerginleştirdi. CHF' nin de muhalefete karşı baskıya girişmesi üzerine Fethi Bey ve arkadaşları Kasım 1930'da partiyi kapattılar. Öte yandan cumhuriyet karşıtı çalışmalar durmuyordu. Aralık 1930' da Menemen'de ayaklanan bir grup gerici Ku- bilay adlı bir yedeksubayı öldürdü. Bölgede sıkıyönetim ilan edilerek ayaklanma sert bir biçimde bastırıldı ve suçlular askeri mahkemede yargılanarak cezalandırıldılar.
Tek Parti Yönetiminin Yerleşmesi
Mayıs 1931'de toplanan CHF III. Kurultayı'nda yeni bir parti programı benimsendi. Program, 1927'deki kurultayda kabul edilen dört ilkeye devletçilik ve devrimcilik ilkelerini de ekliyordu. ("Altı Ok" biçiminde CHF'nin simgesi olan bu altı ilke, 1937'de anayasaya geçirilerek cumhuriyetin temel ilkeleri sayıldı.)
Devletçilik ilkesiyle, bir süre önce gündeme gelen devletçi ekonomi politikası kesinle- şiyordu. Bu dönemde ekonomik alandaki en önemli devletçi atılımlar, ilki 1933'te hazırlanan "beş yıllık sanayi planları" oldu. Sümer- bank ve Etibank gibi öncü kuruluşlar bu dönemde oluşturuldu.
Bir yandan da toplumsal alandaki atılımlar sürdürülüyordu. Mart 1931'de uluslararası öb çüler kabul edildi. Nisan 1931'de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (sonradan Türk Tarih Kurumu) kuruldu. Ocak 1932'de camilerde ezanın Türkçe okunmasına başlandı. Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti (sonradan Türk Dil Kurumu) kuruldu. 1913'ten beri Türkçülük doğrultusunda çalışmalar yapan Türk Ocağı kapatıldı ve yerine cumhuriyet ilkelerini halka benimsetmek amacıyla "halkevleri" kurulmaya başlandı.
Mayıs 1933'te eğitim alanında önemli bir reform gerçekleştirildi; Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Haziran 1934'te Soyadı Kanunu çıkarıldı; TBMM'de Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi. Kasım 1934'te çıkarılan bir yasayla da bütün lakap ve unvanlar kaldırıldı. Bir ay sonra çok önemli bir anayasa değişikliği gerçekleştirildi. Bu değişiklik kadınlara seçme ve seçilme hakkı vererek onları bu alanda erkeklerle eşit duruma getiriyordu.
Atatürk Döneminde Dış Politika
Cumhuriyetin ilanından Atatürk'ün ölümüne kadar izlenen dış politikada temel ilke, Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" özdeyişinde ifadesini bulan barışçı yaklaşım olmuştur.
Musul'un Türkiye'ye mi yoksa Irak'a mı bağlı sayılacağı konusu Lozan Barış Antlaşmasında çözüme bağlanamamıştı. Milletler Cemiyeti İngiltere'nin baskısıyla 1925'te Musul'un Irak'a verilmesini kararlaştırdı. Türkiye bölgede yeni karışıklıklar çıkmasını istemediğinden 1926'da Musul üzerindeki haklarından' vazgeçti ve karşılığında önemli bir şey elde edemedi. Milletler Cemiyeti'nin İngiltere'ye uyarak Türkiye'yi yalnız bırakması, bir yandan da Batı Avrupa devletlerinin SSCB'ye karşı bir yalıtım siyaseti izlemeleri, Türkiye ile SSCB arasında Kurtuluş Savaşı'nda başlayan dostluk ilişkilerinin gelişmesine yol açtı. Milletler Cemiyeti'nin Musul konusundaki kararından hemen sonra bir Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı imzalandı.
1930'da Ankara'da Yunanistan'la imzalanan antlaşma da iki ülke arasında 100 yıldır süren gerginlik ve çatışma dönemini sona er- diriyordu. 1926 ve 1933'te de Fransa'yla Osmanlı borçlarının ödenmesine ilişkin antlaşmalar yapıldı.
Bu dönemde Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde görülen önemli gelişmelerden biri de Milletler Cemiyeti'ne üye olmasıdır. Türkiye, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan ülkelerden biri olduğu gerekçesiyle uzun süre bu örgüte alınmamıştı. 1932'de ise İspanya ile Yunanistan'ın önerisiyle üyeliğe çağrıldı ve başvurusu kabul edilerek Milletler Cemiyeti üyeleri arasında yerini aldı.
1930'da Türkiye ve Yunanistan'ın öncülüğüyle Balkan ülkeleri arasında bir antant kurulması söz konusu olmuştu. Yugoslavya ve Romanya'nın da katıldığı, Bulgaristan'ın ise I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durumu kendi lehine değiştirmek için katılmadığı Balkan Antantı 1934'te kuruldu. Antant II. Dünya Savaşı sürerken 1941'de dağıldı.
1936'da İsviçre'de Türkiye, Avusturya, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Japonya, Romanya, SSCB, Yugoslavya ve Yunanistan'ın katıldığı Montrö (Montreux) Sözleşmesi imzalandı. 1935'te Habeşistan'ı (bugünkü Etiyopya) işgal eden İtalya'nın imzalamaktan kaçındığı bu sözleşme, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirerek Türkiye'ye İstanbul ve Çanakkale boğazlarında asker bulundurmak hakkını veriyordu.
Almanya ve İtalya'nın 1930'larda izlemeye başladığı yayılmacı siyaset İngiltere'yi Türkiye ile yakınlaşmaya yöneltmişti. Türkiye bu durumu değerlendirerek İngiltere'yle ilişkilerini geliştirdi. Türkiye bir yandan da Almanya ile ekonomik ilişkilerini sürdürüyordu. Bu arada Ortadoğu'daki ilişkilerini de sağlamlaştırmaya yöneldi. Bu amaçla 1937'de Tahran' da İran, Irak ve Afganistan'la Sadâbad Paktı imzalandı.
Atatürk'ün barışçı dış politikasının en büyük başarılarından biri de Hatay sorununun çözüm yoluna girmesidir. Atatürk, bir süredir devam eden rahatsızlığına karşın Hatay sorununun çözümü için özel olarak uğraşmıştı. Sonunda Eylül 1938'de Hatay Cumhuriyeti kuruldu ve çözüme giden yol açılmış oldu.
Bu, Atatürk'ün son büyük başarısıydı. Hatay sorunu nedeniyle çıktığı uzun Güney Anadolu gezisinden dönüşünde hastalığı ağırlaştı ve 10 Kasım 1938 günü yaşamını yitirdi. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk dönemi kapanmış oluyordu.
İsmet İnönü Dönemi
11 Kasım 1938'de İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildi. Ertesi ay toplanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) I. Olağanüstü Kurultayında yapılan tüzük değişikliğiyle Atatürk partinin "ebedi genel başkanı", İnönü de "değişmez genel başkan" ve "milli şef" ilan edildi.
Haziran 1939'da Hatay Millet Meclisi oybirliğiyle Türkiye'ye katılma kararı aldı. Ardından yeni Türkiye-Suriye sınırı çizildi; Temmuz 1939'da da Hatay il oldu.
Almanya'nın 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal etmesiyle II. Dünya Savaşı başladı. Türkiye büyük bir özenle koruduğu barışçı dış politikasının yardımıyla savaştan uzak kalmayı başardı. Türkiye, II. Dünya Savaşı'na katılmamakla birlikte savaşın yol açtığı sıkıntılardan uzak kalamadı. Bu yüzden., Atatürk döneminde başlatılan planlı kalkınma çabalan bir süre ertelendi. Öncelikle, büyük bir orduyu her an gerçekleşebilecek bir saldırıya karşı hazır bulundurmak gerekiyordu. Erkeklerin büyük bölümünün askere alınması çalışan nüfusu azalttığı için özellikle tarımsal üretim büyük ölçüde düştü t Bu düşüş askeri gereksinimlerin artmasıyla birleşince fiyatlar hızla yükseldi, büyük kentlerde temel tüketim maddelerinin satışı sınırlandırılarak vesikaya bağlandı ve tarım ürünlerine vergi kondu.
Karaborsanın yaygınlaşması üzerine Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu çıkarıldı. Olağanüstü artan devlet giderlerini karşılamak amacıyla Varlık Vergisi adıyla yeni bir vergi uygulamaya kondu. Varlık Vergisi uygulaması CHP yönetimine karşı gelişmeye başlayan muhalefeti yaygınlaştırdı.
II. Dünya Savaşı sırasında, bütün olumsuz koşullara karşın toplumsal atılımlar sürdürüldü. Eğitim konusundaki en önemli atılım, 1940'ta köy kalkınmasına önderlik edecek insanları yetiştirmek amacıyla köy enstitülerinin kurulmasıydı.
Eğitim alanındaki bir başka büyük adım da mesleki ve tekniköğretimin ilk kez sistemli bir biçimde düzenlenmesi oldu. Ayrıca Devlet Konservatuvarı geliştirildi, Devlet Tiyatrosu kuruldu, bir senfoni orkestrası oluşturuldu. Tercüme Bürosu kurularak batı ve doğu düşünce dünyasından pek çok klasik yapıt Türkçe'ye kazandırıldı.
Bir yandan da topraksız köylülerin toprağa kavuşturulması doğrultusunda çalışmalar yürütüldü. Atatürk'ün gerçekleşebilmesi için çok uğraştığı toprak reformu konusunda 1942'den başlayarak geniş araştırmalar yapıldı ve toprak reformu, büyük toprak sahibi milletvekillerinin muhalefetine karşın, 2 Mayıs 1945'te yasalaştı. Ne var ki, 1950'de çok partili düzene geçişin yarattığı siyasal sorunlar yasanın tam anlamıyla uygulanmasını önledi.
II. Dünya Savaşı'nın bitimine doğru bütün dünyada demokrasi yönünde gelişmeler görülüyordu. Türkiye'nin ve yıllardır ülkeyi yönetmekte olan CHP'nin bu gelişmelerden etkilenmesi kaçınılmazdı. İnönü 19 Mayıs 1945'te yaptığı konuşmada yeni partiler kurulması gerektiğinden söz etti. İlk olarak Temmuz 1945'te işadamı Nuri Demirağ başkanlığındaki Milli Kalkınma Partisi kuruldu. Bu arada haziran ayında CHP içindeki muhalif milletvekillerinden Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü partinin daha demokratik bir yapıya kavuşturulmasını istiyorlardı. İsteklerinin reddedilmesi üzerine görüşlerini basma duyurdular ve partiden koparak Ocak 1946'da Demokrat Parti (DP) adıyla yeni bir parti kurdular.
Genel başkanlığına Celal Bayar'ın getirildiği DP'nin programında özel girişimciliğin desteklenmesi, üniversitelerin özerkleştirilmesi ve işçilere grev hakkı gibi ilkeler yer alıyordu. Parti kısa sürede geniş bir kitlenin desteğini kazandı ve gelişti. CHP hükümeti yeni parti yurt düzeyinde örgütlenmesini tamamlayamadan erken seçim kararı aldı. Temmuz 1946'da yapılan seçimlere bazı illerde katılabilen ve 62 milletvekili çıkarmayı başarabilen DP, CHP yönetiminin seçimlerde hile yaptığını ve halka baskı uyguladığını ileri sürdü.
Seçim sonrası kurulan yeni CHP hükümetinin pogramında özel girişime büyük bir yer veriliyor, devletin özel girişime yardımcı olması öngörülüyordu. Ülkenin ekonomisini savaş sonrası koşullarına uydurmak gerekçesiyle Türk Lirası'nın değerinin yüzde 50 oranında düşürülmesi yeni hükümetin yaptığı ilk işlerden biriydi. Bu karar dışarıdan gelen malların pahalanmasına ve savaş sırasında biriken altın ve döviz stoklarının azalmasına yol açtı. Bu da CHP yönetimine karşı bir süre önce başlamış bulunan eleştirileri yaygınlaştırdı. Hükümet DP dışındaki siyasal partilere karşı da sert bir politika izliyordu. Büyük bölümü sol eğilimli olan bu partiler birbiri ardı sıra kapatıldı; antidemokratik uygulamaları eleştiren aydınlar, bilim adamları ve düşünürler baskı altına alındı.
1947'de yapılan DP kongresinde hükümetin demokratikleşme yönünde önlemler alması isteniyordu. Bu durum CHP içinde tartışmalara ve hükümetin değişmesine yol açtı. Yeni hükümet demokratikleşme yönünde bazı adımlar attı.
1948'de DP içindeki bir bölünme sonucu Millet Partisi (MP) kuruldu. Bu sırada kurulan yeni CHP hükümeti "din düşmanı" olduğu yolundaki eleştirilere karşı, laikliğin önemli bir ilkesi olan eğitim birliğinden geri adım atarak imam-hatip okulları ve Ankara'da bir ilahiyat fakültesi açma kararı aldı (1949).
Genel seçimler 14 Mayıs 1950'de, bu gelişmelerin yumuşattığı bir siyasal ortamda yapıldı. Yeni seçim yasası uyarınca gizli oy, açık sayım ilkesiyle yapılan seçimlerde kesin bir zafer kazanan DP 408 milletvekili çıkardı. CHP ise ancak 69 milletvekilliği kazanabildi.
1938-50 Döneminde Dış Politika
İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduğu sırada, Türkiye kendisini dünyaya kabul ettirmiş, bütün ülkelerle barışçı ilişkiler içinde olan bir ülkeydi. 1938-50 döneminin büyük bir bölümünün savaş koşullarında geçmesine karşın, Atatürk'ün temellerini attığı barışçı dış politika bu dönemde de titizlikle sürdürüldü. II. Dünya Savaşı'nın dışında kalmayı başaran Türkiye Şubat 1945'te Almanya'ya savaş ilan edişinin ardından Birleşmiş Milletler'in (BM) kurucu üyeleri arasına alındı.
II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB Türkiye'ye karşı tavrını değiştirdi. 1925'ten beri yürürlükte olan Türk-Sovyet Dostluk Saldırmazlık Paktı savaş sürerken SSCB tarafından tek yanlı olarak ortadan kaldırılmıştı. SSCB Ağustos 1946'da Türkiye'ye bir nota vererek İstanbul ve Çanakkale boğazlarının hukuksal durumunun yeniden düzenlenmesini ve buraların iki devlet tarafından ortak olarak savunulmasını istedi. Eylül 1946'da verilen ikinci SSCB notasından sonra İngiltere ve ABD Türkiye'yi desteklediklerini bildirdiler.
Türkiye 1945 sonunda ABD'den ekonomik yardım istemişti. 1947'de ABD Başkanı Harry S. Truman'ın ortaya koyduğu "Truman Doktrini" çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan'a ekonomik ve askeri yardım yapılması kabul edildi. Türkiye'nin bu yardımla aldığı silahları ABD'nin onayı olmaksızın kullanamayacağını hükme bağlayan bir ikili antlaşma imzalandı. ABD Kongresi'nin 1948'de kabul ettiği bir ekonomik işbirliği yasası ile de "Marshall Planı" uygulamaya kondu.
II. Dünya Savaşı sonunda Doğu Avrupa'da art arda sosyalist devletlerin kurulması bazı Batı Avrupa devletlerinin 1948'de bir güvenlik antlaşması imzalamalarına yol açtı. Bu devletler 1949'da ABD'nin öncülüğünde NATO'yu (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdular. Aynı yıl Batı Avrupa ülkeleri arasında siyasal dayanışmayı güçlendirmek amacıyla Avrupa Konseyi oluşturuldu. Henüz NATO üyeliğine alınmamış olan Türkiye birkaç ay sonra Yunanistan ve İzlanda ile birlikte Avrupa Konseyi üyeliğine kabul edildi.
Demokrat Parti Dönemi
14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelen DP'nin Genel Başkanı Celal Bayar TBMM tarafından Türkiye'nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi. Bayar parti genel başkanlığına getirilen Adnan Menderes'i başbakanlığa atadı. Menderes hükümetinin programında DP'nin görüşlerine uygun olarak özel girişimciliğe ve yabancı sermayeye dayalı yatırımlara ağırlık verilmesi öngörülüyordu. Gerçekten, dış yardım ve kredilerin de katkısıyla yatırımlar hızlandı, tarımın makineleşmeye başlamasıyla tarımsal üretim arttı.
Ama, bu dönemde Atatürk devrimleri konusunda olumsuz gelişmeler görüldü. Hükümetin ilk işlerinden biri, kuruluşundan bir ay sonra ezanın Arapça okunmasının serbest bırakılmasıydı. Ardından radyoda dinsel yayınlar başlatıldı. İlkokullarda zorunlu din dersleri kondu. DP iktidarı bu gelişmelere karşılık Temmuz 1951'de Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun'u çıkartarak Atatürk'ün yasal koruma altına alındığını göstermeye çalıştı.
Bir yandan da hükümete karşıt görüşleri savunan kişilere ve örgütlere çeşitli baskılar uygulanıyordu. 1953'te çıkarılan bir yasayla CHP'nin malları hazineye devredildi. Ertesi yıl, 1948'de DP'den ayrılanların kurduğu Millet Partisi laikliğe aykırı davrandığı savıyla kapatıldı. Aynı yıl, 1947'den beri yapılan değişikliklerle kuruluş amacından iyice uzaklaştırılmış olan köy enstitüleri de ilk öğretmen okullarıyla birleştirilerek kapatıldı.
1954'teki genel seçimler kalkınma atılımının ülkenin refah düzeyini yükselttiği bir dönemde yapıldı. Muhalefetin gücünün kırılmış olmasının da etkisiyle DP bu seçimlerden tam bir zaferle çıktı. Kapatılan Millet Partisi'nin yerine kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) de seçimlere katılmış, ama henüz yeterince örgütlenemediği için başarılı olamamıştı. Muhalefet üzerindeki baskılar seçimden sonra da sürdürüldü.
1954'ten başlayarak ülke ekonomisinde bir duraklama yaşandı. Başlıca dış ticaret malları olan tarım ürünlerinin dış pazarlarda değer kaybetmeye başlaması ve aşın tüketim sonucu yatırım gücünün azalması dışarıdan büyük ölçüde borç alınmasına yol açtı. Ama borçların yerinde kullanılmaması ve bütçe olanaklarının çoğu verimsiz olan yatırımlarla azaltılması enflasyonu artırdı. Fiyatlar yükseldi, bazı mallarda yokluk ve karaborsa başladı.
Bu arada DP yönetimine karşı parti içinde de muhalefet başlamıştı. Sonunda DP'den ayrılan bir grup partili Aralık 1955'te Hürriyet Partisi'ni (HP) kurdu. DP yönetimi kendisine karşıt hareketleri baskı altına almak için değişik yöntemlere başvurdu. Her şeye karşın muhalefetin güçlendiği görülüyordu. DP ise halkın desteğini yitirmediğini göstermek amacıyla seçimleri bir yıl öne aldı ve seçim yasasında yapılan değişiklikle muhalefetin güçlerini birleştirmesini engelledi.
Ekim 1957'de bu koşullarda yapılan seçimlerde DP oyların yüzde 48'ini alarak iktidarda kalmayı başardı. Ama muhalefet de güçlenmişti. Muhalefete karşı sert tavrını seçimlerden sonra da sürdüren DP, TBMM'yi denetimi altına almak için meclis iç tüzüğünü değiştirdi. Ekim 1958'de yurt çapında, "Vatan Cephesi" adıyla, muhalefetin etkisini kırmaya yönelik bir propaganda çalışması başlatıldı. Bu durum karşısında muhalefet partileri de güç birliğine gitme yolunu seçtiler. 1958 sonlarında Türkiye Köylü Partisi ile Cumhuriyetçi Millet Partisi birleşti ve yeni parti Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı. Ardından Hürriyet Partisi de CHP'ye katıldı.
DP hükümeti 1960'ta TBMM'de geniş yetkilerin verildiği bir araştırma komisyonu kurarak muhalefetin meclisteki çalışmalarını iyice denetim altına aldı. Bu tutum 27 ve 28 Nisan günleri İstanbul ve Ankara'da üniversite öğrencilerinin gösterilerine yol açtı. Bu iki ilde sıkıyönetim ilan edilmesi, silahlı kuvvetleri de tavır almaya zorladı. Başbakan Menderes radyoda yaptığı bir dizi konuşmada muhalefeti ve üniversite öğretim üyelerini suçladı. Ardından bir yurt gezisine çıktı. 27 Mayıs günü ise ülkenin içine sürüklendiği duruma son vermek isteyen bir grup subayın oluşturduğu Milli Birlik Komitesi (MBK) yönetime el koydu.
1950-60 Döneminde Dış Politika
DP'nin yönetime geldiği 1950'de bir Uzakdoğu ülkesi olan Kore, Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılmış, birbiriyle savaşıyordu. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi,
SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin desteğindeki Kuzey Kore ile savaşan Güney Kore'ye asker gönderme kararı aldı. Bu kararı benimseyen DP hükümeti de Kore'ye 4.500 kişilik bir tugay gönderdi. Muhalefet karara katılmakla birlikte, bu kararın TBMM'nin onayına sunulmadan doğrudan hükümetçe alınmasını eleştirdi. Türkiye'nin NATO'ya üyelik için yaptığı başvuru daha önceleri reddedilmişti. Kore Savaşı'na asker göndermesinin de etkisiyle 1952'de Yunanistan'la birlikte Türkiye NATO üyeliğine alındı.
1953'te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı imzalandı. Ama, Yugoslavya'nın SSCB ile ilişkilerinin düzelmesi ve Yunanistan ile Türkiye arasında Kıbrıs sorununun ortaya çıkışı paktı işlemez hale getirdi. (Balkan Paktı 1960'ta resmen sona erdi.)
Balkan Paktı ile Balkanlar'da işbirliği sağlamaya çalışan Türkiye bir yandan da Ortadoğu'daki yerini sağlamlaştırmak istiyordu. Bu amaçla 1955'te Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanan bir antlaşmayla Bağdat Paktı kuruldu. Ama Irak 1958'de krallığa son veren askeri darbenin ardından Bağdat Paktı'ndan ayrıldı. Adı 1959'da Merkezi Antlaşma Teşkilatı'na (CENTO) dönüşen pakt Mart 1979'da Pakistan'ın ve İran'ın ayrılması üzerine kendini feshetti.
1954'te Fransız sömürgeciliğine karşı başlatılan Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında Türkiye Fransa'yı destekledi. Bağımsızlıklarına yeni kavuşan Asya ve Afrika ülkelerine karşı olumsuz tavır alınması da DP hükümetinin dış politikadaki yanlışları arasında sayılmıştır.
1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Kıbrıs İngiltere'ye bırakılmıştı. İngiltere II. Dünya Savaşı'ndan sonra Kıbrıs'a bağımsızlık tanımayı düşünmeye başladı. Yunanistan, Kıbrıs'ı İngiltere'den resmen isterken Türkiye adanın statüsünün değişmesine karşıydı. Yunanistan'la birleşmek isteyen Kıbrıslı Rumlar 1950'lerde adada bir kampanya başlattılar. 1955'te Yunanistan, Türkiye ve İngiltere'nin katıldığı Londra Konferansı toplandı. Türkiye bu konferansta, adanın statüsü değiştirilecekse Türkiye'ye verilmesi gerektiğini savundu. Sonuçsuz kalan konferans Türkiye- Yunanistan ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı. Ertesi yıl Kıbrıs konulu yeni toplantılar yapıldı, ama gene bir sonuç alınamadı. 1957'de Birleşmiş Milletler Kıbrıs'ın "kendi kaderini tayin hakkını kabul etti. Türkiye ise Kıbrıs'ın Türkiye ile Yunanistan arasında paylaşılması ("taksim") tezini savunmaya başladı. 1958'de Kıbrıs sorunu Birleşmiş Millet- ler'de yeniden görüşülürken Yunanistan da görüşlerini yumuşattı ve Kıbrıs'a önce özerklik, sonra da bağımsızlık verilmesini savundu.
1959'da Kıbrıs'ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasını onaylayan, adanın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüğüne bırakan Zürich ve Londra antlaşmaları imzalandı. Ertesi yıl da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu
27 Mayıs'tan 12 Mart'a
27 Mayıs 1960'ta yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi (MBK) TBMM'yi kapattı. DP' nin yöneticilerini ve milletvekillerini tutukladı. MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel devlet başkanlığı ile birlikte başbakanlığı da üstlendi. Feshedilen TBMM'nin yerine Ocak 1961'de MBK ve Temsilciler Meclisi üyelerinden oluşan bir Kurucu Meclis kuruldu. Temsilciler Meclisi'nce hazırlanıp MBK' nin onayladığı yeni anayasa 9 Temmuz 1961'de halkoyuna sunularak kabul edildi ve yürürlüğe girdi.
27 Mayıs sonrasında ilk genel seçimler 15 Ekim 1961'de yapıldı. Bu seçimlerden CHP birinci parti olarak çıktı. Ama hükümeti tek başına kuracak çoğunluğu sağlayamadığı için, yeni kurulmuş olan Adalet Partisi (AP) ile bir koalisyon hükümeti oluşturmak zorunda kaldı. CHP lideri İsmet İnönü başbakan oldu. Mayıs 1962'de dağılan bu koalisyondan sonra İnönü, Yeni Türkiye Partisi (YTP), CKMP ve AP'den ayrılan bağımsız milletvekilleriyle yeni bir koalisyon kurdu. Bu koalisyon da Aralık 1963'te dağıldı. Bu kez hükümeti kurma görevi AP lideri Ragıp Gümüşpala'ya verildi, ama onun da başarısız olması üzerine İnönü bu kez bağımsızlarla üçüncü bir koalisyon hükümeti kurdu.
Şubat 1962 ve Mayıs 1963'te 27 Mayıs'ı hazırlayan subaylardan biri olan Albay Talat Aydemir iki darbe girişiminde bulundu. Her iki girişim de bastırıldı, Talat Aydemir ve bir arkadaşı idam edildi.
1965'e kadar süren koalisyonlar döneminde dış ilişkilerde önemli gelişmeler görüldü. Eylül 1963'te Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Ankara Antlaşması imzalandı. Aynı yılın sonunda Kıbrıslı Rumlar adadaki Türkler'e saldırmaya başladılar. Bu saldırılara karşı Türk savaş uçakları 25 Aralık günü Lefkoşe üzerinde uyarı uçuşları yaptı. 1964'te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Maka- rios'un olumsuz tavırları ve yapılan toplantıların da sorunu çözememesi üzerine Türkiye garantör devlet olarak adaya müdahalede bulunacağını bildirdi. Bunun üzerine Haziran 1964'te ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Başbakan İnönü'ye bir mektup göndererek Kıbrıs'a müdahalenin bir Türk-Yunan savaşı başlatacağını öne sürdü. Türkiye Kıbrıs'a asker çıkarmaktan vazgeçmekle birlikte Ağustos 1964'te hava kuvvetleri aracılığıyla müdahalede bulunarak Rum saldırılarını geriletti.
1964 sonlarında SSCB ile ticari ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine çalışıldı ve bu ülkeyle bir kültürel değişim anlaşması imzalandı.
Koalisyonlar döneminde yeniden planlı ekonomi uygulamasına başlandı. 1963-67 dönemini kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda sanayide dışa bağımlılığı azaltacağı düşünülen önlemler yer alıyordu.
Şubat 1965'te İnönü'nün üçüncü koalisyon hükümeti düştü ve yerine bağımsız senatör Suat Hayri Ürgüplü'nün başbakanlığında AP, YTP, CKMP ve MP'nin katıldığı yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu.
Ekim 1965'te yapılan genel seçimlerde AP oyların yüzde 53'ünü alarak tek başına iktidara geldi. Yeni hükümeti kurma görevi AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verildi. Bu seçimlerde Türkiye'nin siyasal yaşamında önemli bir yenilik gerçekleşmiş ve 1961'de kurulan sosyalist eğilimli Türkiye İşçi Partisi (TİP) 15 milletvekilliği kazanmıştı. Mart 1966'da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel rahatsızlığı nedeniyle görevinden ayrıldı; yerine Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay seçildi.
ABD ve Avrupa'daki gençlik hareketlerinin de etkisiyle Haziran 1968'den başlayarak üniversite öğrencileri arasında bir hareketlenme görüldü. Eğitimde reform istekleriyle başlayan hareketler giderek siyasal bir nitelik kazandı. Sağ ve sol görüşlü öğrenci grupları çatışmaya başladılar.
Şubat 1969'da ABD 6. Filo'sunun İstanbul'a gelişi sırasında iki öğrencinin ölümüyle sonuçlanan olaylar çıktı. Devam eden ekonomik sıkıntılar, artan grevler ve sendikalı işçilere yönelik baskılar 15 Haziran 1970'te İstanbul'da büyük bir işçi yürüyüşü düzenlenmesine yol açtı. Öğrencilerin de katıldığı yürüyüşün büyük bir toplu gösteriye dönüşmesi ve ertesi gün de devam etmesi karşısında İstanbul ve Kocaeli'de sıkıyönetim ilan edildi. AP içindeki muhalif grup da partiden ayrılarak Aralık 1970'te Demokratik Parti'yi (DP) kurdu. Gelişen huzursuzluk silahlı kuvvetlerin de tepkisini çekiyordu.
Sonunda 12 Mart 1971'de silahlı kuvvetlerin komutanları bir muhtırayla Demirel hükümetinin istifa etmesini istediler. "12 Mart Muhtırası" adıyla anılan bu muhtıra üzerine Başbakan Süleyman Demirel aynı gün istifa etti.
12 Mart'tan 12 Eylül'e
12 Mart askeri müdahalesiyle 1973'e kadar sürecek bir "ara dönem" başladı. 19 Mart'ta Nihat Erim başkanlığında kurulan hükümette AP ve CHP milletvekillerinden başka parlamento dışından üyeler de yer alıyordu. Nisanda başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere bazı illerde sıkıyönetim ilan edildi. İslamcı eğilimli Milli Nizam Partisi ile TİP kapatıldı. Eylülde pek çok temel hak ve özgürlüğü kısıtlayan anayasa değişiklikleri yapıldı. Aralıkta Nihat Erim, bazı bakanların istifası üzerine yeni bir hükümet kurdu. Dört ay süren ikinci Nihat Erim hükümetinden sonra görev Suat Hayri Ürgüplü'ye verildi. Ürgüplü'nün başarısız olması üzerine hükümeti Mayıs 1972'de Milli Güven Partisi'nden (MGP) Ferit Melen kurdu.
Mayıs ayı içinde CHP'de de önemli bir yönetim değişikliği gerçekleşti. Genel Başkan İnönü ile eski Genel Sekreter Bülent Ecevit arasında çıkan anlaşmazlık sonucu toplanan olağanüstü kurultayda İnönü görevinden ayrıldı; Ecevit genel başkanlığa seçildi. İnönü bir süre sonra parti üyeliğinden de ayrılarak siyasal yaşamını noktaladı.
Nisan 1973'te görev süresi dolan Cevdet Sunay'ın yerine emekli Oramiral Fahri Ko- rutürk cumhurbaşkanı seçildi. Aynı ay AP ile Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) Naim Talû başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurdular. Ilımlı bir siyasal ortamda yapılan 14 Ekim 1973 seçimlerinde düzen değişikliğini ve siyasal özgürlükleri savunan CHP 185 milletvekiliyle birinci parti durumuna geldi Ama tek başına hükümet kuramadığı için İslamcı görüşleri savunan Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon kurmak zorunda kaldı. Koalisyon ortakları arasında, çıkarılması söz konusu olan af yasası gibi konularda derin görüş ayrılıkları bulunuyordu
15 Temmuz 1974 te Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesini savunan EOKA örgütü liderlerinden Nikos Sampson bir askeri darbeyle Makarios'u devirdi. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ı bir şeyler yapılması konusunda uyardıysa da bir sonuç elde edemedi. Sonunda 20 Temmuz günü garantör devlet sıfatıyla adaya çıkarma yaptı. 16 Ağustos'ta tamamlanan harekât sonunda adanın kuzeyinde Türk- ler'in çoğunlukta olduğu bölge denetim altına alındı. Harekâtın ardından ABD Türkiye'ye yaptığı askeri yardımı kesti ve silah ambargosu uygulamaya başladı. Buna karşılık Türkiye de ABD üsleriyle ilgili antlaşmaları tek taraflı olarak askıya aldı; Temmuz 1975'te de NATO'ya bağlı İncirlik üssü dışındaki bütün ABD üslerinin devralınmasına karar verildi.
CHP-MSP koalisyonu içindeki anlaşmazlıklar harekât sonrasında iyice artmıştı. Eylül 1974'te Başbakan Ecevit istifa etti. Başbakanlığa getirilen Demirel'in de hükümeti kurmayı başaramaması ve CHP'nin erken seçim önerisinin öteki partilerce kabul edilmemesi üzerine, Cumhurbaşkanı Korutürk Cumhuriyet Senatosu üyesi Sadi Irmak'ı başbakanlığa atadı. Irmak'ın kurduğu "partilerüstü" hükümet güvenoyu alamadığı halde, başka bir hükümet kurulamadığı için Mart 1975'e kadar görevini sürdürdü. 31 Mart'ta AP, MSP, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve CGP'nin katıldığı, bu sırada DP'den ayrılan bir grup milletvekilinin de desteklediği, Süleyman Demirel başkanlığındaki "I. Milliyetçi Cephe hükümeti" kuruldu.
I. Milliyetçi Cephe dönemi döviz sıkıntısı ve sürekli enflasyonun getirdiği toplumsal huzursuzluklar yanında sağ sol çatışmalarının tırmandığı ve şiddet olaylarının artmaya başladığı bir dönem oldu. Dış politika alanında ise, Yunanistan'ın Ege hava sahasında ve Ege Denizi'nde denetimi eline almak istemesi Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin artarak devam etmesine yol açtı (bak. Ege Sorunu). Buna karşılık Arap ülkeleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü ile daha olumlu ilişkiler kuruldu.
Toplumsal huzursuzlukların yükselişi ve sağ sol çatışmalarının artması karşısında hükümet "Devlet Güvenlik Mahkemeleri"ni kurmaya çalıştıysa da, CHP'nin ve işçi sendikalarının direnişi karşısında bunu başaramadı. 1 Mayıs 1977'de işçi bayramını kutlamak için İstanbul'da Taksim alanında toplananlara ateş açılması sonucu çıkan kargaşada 30'dan fazla insan öldü. Suçluların belirlenememesi hükümetin durumunu sarstı ve mecliste erken seçim kararı alındı.
5 Haziran 1977'de yapılan seçimlerde CHP oylarını ve milletvekili sayısını artırdı. Ne var ki, tek başına hükümet kuramıyordu. CHP' nin kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamayınca temmuzda AP, MSP ve MHP'nin katıldığı "II. Milliyetçi Cephe hükümeti" kuruldu. Kısa bir süre sonra bu koalisyona karşı çıkan bir grup milletvekili AP'den ayrıldı ve CHP ile anlaşarak Aralık 1977'de hükümetin düşürülmesine yardımcı oldu. CHP'nin kurduğu yeni hükümette bu milletvekilleriyle birlikte DP ve CGP'den de bakanlar yer alıyordu.
II. Milliyetçi Cephe hükümetinin düşüşünü hızlandıran şiddet olayları ve siyasal cinayetler CHP hükümeti döneminde de devam etti. Nisan 1978'de Malatya'da, aralıkta da Kahramanmaraş'ta mezhep ayrılığı gerekçesiyle çıkarılan olaylarda 100'den fazla insan öldü; olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. 1979 sonlarında yapılan ara seçimlerde beş milletvekilliğini de AP'nin kazanması üzerine Ecevit başbakanlıktan ayrıldı. Kasım 1979'da Demirel, MSP ve MHP'nin dışarıdan desteklediği bir AP hükümeti kurdu.
Yeni hükümet döneminde de toplumsal çalkantıların önü alınamadı. Fatsa ve Çorum' da da Malatya ve Kahramanmaraş'takilere benzer olaylar çıktı. Aralık 1979'un son günlerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e CHP ve AP'nin ülkeyi birlikte yöneterek sorunlara çözüm getirmesini öneren bir uyarı mektubu verdiler. Ancak iki parti de bu uyarıya ilgisiz kaldı.
Ocak 1980'de Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) önerisiyle "24 Ocak Kararları" uygulamaya kondu; bu kararlar uyarınca devalüasyon yapıldı ve dışsatımın artırılması için önlemler alındı.
6 Nisan 1980'de görev süresi dolacak olan Korutürk'ün yerine yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi gerekiyordu. Ama, bu süre dolduğu sırada cumhurbaşkanı hâlâ seçilememişti. Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu Başkanı îhsan Sabri Çağlayangil cumhurbaşkanına vekâlet etmeye başladı. Hiçbir adayın cumhurbaşkanı olmaya yetecek oyu alamadığı, siyasal bunalımın yoğunlaştığı bu dönemde şiddet olayları da artış gösteriyordu. Sonunda 12 Eylül 1980 günü silahlı kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koydu.
12 Eylürden Bugüne
12 Eylül harekâtını gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi (MGK), Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şa- hinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Orami- ral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşuyordu. Devlet başkanlığını da Evren'e veren MGK ilk olarak TBMM'yi ve hükümeti feshetti, parlamento üyelerinin dokunulmazlığını kaldırdı. Bütün ülkede sıkıyönetim ilan edilerek siyasal partilerin, sendikaların ve derneklerin çalışmaları durduruldu. Parti başkanları gözetim altına alındı; bunu bazı milletvekilleri ile parti, sendika ve derneklerin bazı yönetici ve üyelerinin gözaltına alınması izledi.
Kısa bir süre sonra eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Bülend Ulusu başkanlığında bir hükümet kuruldu. Son AP hükümetinde başbakanlık müsteşarlığı yapan ve 24 Ocak Kararları'nı hazırlayan Turgut Özal bu hükümette başbakan yardımcılığına getirildi.
Ekim 1981'de bütün siyasal partiler feshedildi. Ardından MGK ile atama yoluyla gelen üyelerin yer aldığı Danışma Meclisi'nden oluşan bir Kurucu Meclis çalışmalara başladı. Kurucu Meclis anayasa, siyasal partiler yasası ve seçim yasası gibi temel yasaları hazırlayacaktı. Hazırlanan anayasa MGK'nin de onayından geçtikten sonra Kasım 1982'de halkoyuna sunuldu. Oylama öncesi anayasa aleyhinde görüş belirtmek yasaklanmıştı. Anayasa yüzde 91,2 evet oyuyla kabul edildi; aynı oylamada MGK ve Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığı da kabul edildi.
Yeni anayasa uyarınca, MGK'nin görevi seçimler yapılıp TBMM toplanıncaya kadar sürecekti; bundan sonra ise MGK altı yıllık bir süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ni oluşturacaktı. Anayasadaki geçici maddelerle, kapatılan siyasal partilerin yöneticilerinin 10 yıl, parlamenterlerinin ise beş yıl süreyle yeni partiler kurmaları ve kurulacak partilere üye olmaları yasaklandı. Başka bir geçici maddeyle de MGK ve Danışma Meclisi ile 12 Eylül 1980'den TBMM'nin açılacağı tarihe kadar görev yapacak olan hükümetlerin çalışmaları her türlü soruşturma kapsamı dışında tutuluyordu.
Nisan 1983'te Siyasal Partiler Kanunu, haziran ayında ise Seçim Kanunu kabul edildi. Bu yasalara göre MGK yeni partilerin kurucuları ve milletvekili adayları içinden uygun bulmadıklarını veto edebilecekti.
Mayıs 1983'te kurulan ilk parti emekli Orgeneral Turgut Sunalp'in başkanlığındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi'ydi (MDP). "12 Eylül ruh ve felsefesinin devamı" olduğunu belirten bu partinin kurucularından çoğu emekli general ve Danışma Meclisi üyesiydi. İkinci parti, Bülend Ulusu hükümetindeki görevinden Temmuz 1982'de istifa eden Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) oldu. Bu partide milliyetçi, sosyal demokrat,
İslamcı ve sağ eğilimli eski ve yeni siyasetçiler yer alıyordu. Bülend Ulusu döneminde başbakanlık müsteşarlığı yapmış olan Necdet Calp'ın kurduğu Halkçı Parti (HP) ise eski CHP'lilerin ağırlıkta olduğu bir partiydi. Eski AP'lilerin emekli Orgeneral Ali Fethi Esener başkanlığında kurdukları Büyük Türkiye Partisi (BTP) AP'nin devamı olduğu gerekçesiyle MGK tarafından kapatıldı. Bir süre sonra gene AP çizgisinde yer alan Doğru Yol Partisi (DYP) kuruldu. Yıldırım Avcı'nın başkanlığındaki bu partiyi İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü'nün başkanlığında kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) izledi.
Yeni yasaya göre 400 milletvekilinin seçileceği genel seçimlerde oy vermek yasayla zorunlu kılınmıştı. 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere, birkaç kez veto edildikleri için yeterli kurucu sayısını tamamlayamayan SODEP ve DYP katılamadı. Katılan üç partiden ANAP 212, HP 117, MDP ise 71 milletvekilliği kazandı. 12 Eylül sonrasının seçimle işbaşına gelecek ilk hükümetini kurma görevi ANAP Genel Başkanı Turgut Özal'a verildi. Hükümet kurulacağı sırada Kıbrıs'ta önemli bir gelişme oldu. Kuzey Kıbrıs'ta 1974'teki askeri müdahale sonrası kurulmuş olan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) 15 Kasım günü bağımsızlığını ilan ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adını aldı. Türkiye bu yeni Türk devletini hemen tanıdı.
Aralık ayında kurulan Özal hükümetinin programında ekonomide özel sektörün payının artırılacağı, dışsatımı yükseltecek önlemlerin alınacağı ve enflasyonun azaltılacağı belirtiliyordu.
6 Kasım seçimlerine katılamayan SODEP seçim sonrası güçlenmeye başladı. Parti genel başkanlığı MGK tarafından veto edilen Erdal İnönü yeniden başkanlığa seçildi. 24 Mart 1984'te yapılan erken yerel seçimlere SODEP ve DYP de katıldı. Bu seçimlerde oyların yüzde 41,5'ini alan ANAP üç büyük ilde ve belediyelerin büyük çoğunluğunda başkanlıkları kazandı. SODEP de HP'den daha çok oy topladı.
12 Eylül'den sonra Türkiye ile ilişkilerini askıya almış olan Avrupa Konseyi, ülkede parlamenter demokrasiye dönülüşünün ardından Türk temsilcileri konseyin Danışma Mec- lisi'ne kabul etti. ABD ile bir süre önce yeniden başlatılan yakın ilişkiler sürdürüldü. İran- Irak Savaşı'nda tarafsız kalmayı seçen Türkiye iki ülkeyle de ticaretini geliştirdi.
Kasım 1985'te HP ile SODEP birleşerek Sosyal demokrat Halkçı Parti (SHP) adını aldı. Sosyal demokratların bir bölümü SHP'ye katılmayı reddederek Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit başkanlığında Demokratik Sol Parti'yi (DSP) kurdular. Gücünü iyice yitiren MDP Mayıs 1986'daki kongresinde kendisini feshetti. Bu partinin milletvekillerinden bir bölümü Mehmet Yazar başkanlığındaki Hür Demokrat Parti'yi (HDP) kurdu. Eylül 1986'da yapılan ara seçimlerden başarısız çıkan HDP, ANAP'a katıldı.
Eylül 1987'de eski siyasetçilere konan yasakların kaldırılmasını öngören bir anayasa değişikliği halkoyuna sunuldu. Halkoylaması yasakların kaldırılması yönünde sonuçlandı; aynı oylamada milletvekili sayısı da 400'den yeniden 450'ye çıkarıldı. Yasaklan kaldırılan eski siyasetçilerden Bülent Ecevit DSP'nin, Süleyman Demirel DYP'nin, Alparslan Tür- keş Milliyetçi Çalışma Partisi'nin (MÇP) Necmettin Erbakan da Refah Partisi'nin (RP) genel başkanlığına getirildiler.
Kasım 1987'de yasadışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve 12 Eylül'de kapatılmış olan TİP'in Genel Sekreteri Nihat Sargın yurda döndüler ve tutuklandılar. (Kutlu ve Sargın iki yıldan fazla tutuklu kaldıktan sonra 1990'da serbest bırakıldılar. Bir süre sonra da yasal bir komünist partinin kurulmasını engelleyen yasa maddelerinin henüz kalkmamış olmasına karşın, Türkiye Birleşik Komünist Partisi'nin resmen kurulduğunu açıkladılar.)
Kasım 1987'de yapılan erken seçimlerde ANAP oyların ancak yüzde 36,3'ünü almasına karşın, seçim sisteminin yardımıyla 292 milletvekili çıkararak meclisteki çoğunluğunu korudu. SHP ve DYP dışındaki partiler ise hiç milletvekilliği kazanamadı.
Ocak 1988'de Başbakan Özal İsviçre'nin Davos kentinde Yunanistan Başbakanı An- dreas Papandreu ile görüştü. Bu görüşmede alınan kararlar Türk-Yunan ilişkilerinde olumlu gelişmelere yol açtı. ABD ile Türkiye arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) Şubat 1988'de, 1990'a kadar uzatıldı. Ertesi ay Almanya Federal Cumhuriyeti'nden NATO çerçevesinde 347 milyon dolarlık askeri yardım sağlandı. 1988'de Türkiye'de demokratikleşme konulu tartışmalar da devam etti. Şubat ve ağustosta Avrupa Konseyi ile BM'nin işkence konusundaki sözleşmeleri Türkiye tarafından onaylandı. Ama Türk Ceza Kanunu'nun örgütlenmeyi ve düşünce özgürlüğünü sınırlayan 141. 142. ve 163. maddelerinin tartışılması sürdü.
Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde SHP başta üç büyük kent olmak üzere pek çok il merkezinde belediye başkanlıklarını kazandı. DYP ikinci durumdaydı. ANAP ise elindeki belediye başkanlıklarının çoğunu kaybetti. İl genel seçimlerinde de sıralama aynı oldu. Muhalefet partileri bu sonucun ANAP'ın iktidardan düştüğü anlamına geldiğini savunarak erken seçime gidilmesini ve cumhurbaşkanlığı seçiminin de yeni TBMM'de yapılmasını istediler.
Bulgaristan'daki Türkler üzerinde bir süredir devam eden baskılar 1984'ten başlayarak yoğunlaştı. Ülkede Türk olmadığı ileri sürülüyor, Müslüman Bulgarlar olduğu söylenen Türkler'in adları değiştiriliyordu. Türk hükümetinin Bulgar hükümetine bir göç anlaşmasını da kapsayan görüşme önerilerinde bulunması sonucu Bulgar hükümeti Türkler'i Türkiye'ye gönderebileceğini açıkladı. Türk hükümetinin bunu onaylayan açıklamasından sonra iki ay içinde 300 bin Türk Türkiye'ye göç etti. Bu sayının artacağını ve çözümün güçleşeceğini gören hükümet 22 Ağustos 1989'da bir karar alarak Bulgaristan'dan vizesiz gelecek olanların ülkeye girişlerini yasakladı.
31 Ekim 1989'da Başbakan Turgut Özal Türkiye'nin sekizinci cumhurbaşkanı seçildi. Turgut Özal görevi devraldığı 9 Kasım günü başbakanlığa TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut'u atadı. Birkaç gün sonra toplanan ANAP I. Olağanüstü Kongresi'nde Turgut Özal'dan boşalan genel başkanlığa Yıldırım Akbulut getirildi.
1980 öncesinde pek çok eylem gerçekleştiren ayrılıkçı bir örgüt olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 1984'ten başlayarak Güneydoğu Anadolu'daki eylemlerini yoğunlaştırdı. Bazı PKK'lıların Irak'a kaçtıkları saptanınca Irak hükümetinden izin alınarak askeri operasyonlar Irak'ta da sürdürüldü ve Mart 1987'de bu ülkedeki PKK kampları bombalandı. Ardından Güneydoğu Anadolu'da Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Asayiş Jandarma Kolordusu oluşturuldu. İran-Irak Savaşı'nın ateşkesle sona erdirilmesinden sonra Ağustos 1988'de Irak yönetimi ülkenin kuzeyindeki Kürtler'e karşı toplu imha harekâtına girişti. Kaçan Kürt savaşçılar (peşmergeler) ve aileleri Türkiye'ye sığındılar. PKK eylemlerinin artış göstermesi üzerine Nisan 1990'da iki kararname çıkarıldı. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'ne ve İçişleri Bakanlığı'na geniş yetkiler tanıyan bu yasa gücünde kararnamelere göre bölgede ve bütün ülkede yayın yasağı konabilecek ve bölgede kalması sakıncalı görülen kişiler bölge dışına çıkarılabilecekti. Kararname Aralık 1990'da yumuşatıldı. Bu kararnamelerle Batman ve Şırnak da il oldu; böylece 1989'da Aksaray, Bayburt, Karaman, Kırıkkale illerinin kurulmasıyla 71'e çıkan il sayısı 73'e yükseldi.
Irak'ın Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etmesiyle Basra Körfezi'nde yeni bir sorun ortaya çıktı. Türkiye bu olay karşısında BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'a ekonomik ambargo kararını destekledi ve Irak petrolünü Yumurtalık'a taşıyan boru hattını kapattı. Ocak 1991'de çıkan savaş sırasında Türkiye ABD ile müttefiki olan ülkelerin yanında yer aldı. İncirlik üssünün ABD tarafından Irak'a karşı hava saldırılarında kullanılmasına izin verildi. Hükümetin bu tutumu özellikle muhalefet partileri tarafından yoğun biçimde eleştirildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder