Bu cepheye Foucault’yu, Lacan’ı ve Derrida’yı, yani yapısalcı düşünürleri ve yapısalcılığın belli bir eleştirisini koyabiliriz. Buna karşın, Foucault ile Derrida kolayca yan yana getirilebilecek düşünürler değillerdir. Derrida’nın düşüncesinin kaynakları fenomenolojidedir, halbuki Foucault, Fransız bilim felsefesi epistemoloji geleneğinden gelir. İki düşünürün tarih anlayışlarına bakmak aradaki farkı ortaya çıkaracaktır Derrida’nın düşüncesinde yapısalcılık eleştirisi çerçevesinde okunabilecek öğeler ve tavırlar vardır, buna karşın Lacan yapısalcılık sonrası akımlarla kendi düşüncesi arasına açıkça
Foucault, Derrida, Levinas, Deleuze gerçekten de farkın düşünürleri olarak okunabilirler. Ama bu düşünürlerin düşüncelerine ait meseleler indirgenmemeli, bunların birbirlerinden farklılıkları eritilmemelidir. Foucault Deliliğin Tarihi’nde bir sessizliğin arkeolojisini yapma yoluyla, tarihin farklı olanın dışlanması, susturulması, kapatılması
Levinas Batı felsefesi tarihinin başkalığı indirgediğini vurgularken Başkanın âlâsının başkası, başka insan olduğunu vurgular. Başkası’nı sınıf ırk, cinsiyet etnik köken, kültür gibi bugün bizim kimliği düşünürken başvurduğumuz
1960’ların Derrida’ sı için ne Foucault’nun düşüncesındeki başkalık ne de Levinas’ın düşüncesindeki radikal başkalık Batı felsefesini dönüştürmenin metafiziği aşmanın esas kaynaklarını oluşturamazlar, zira bunlar, söylenmek, belirmek için ona muhtaçtırlar. Derrida’ya göre, yapılması gereken şey Foucault’nun ve Levinas’ın yaptığı gibi dışarı çıkmaya çalışmak değil, Eski Yunan logos’unun kaynağındaki yarılmaya dönmektir. Bu yarılmayı gören ontolojik farkın düşünürü Heidegger’dir Dekonstrüksiyon Heidegger’in varlık tarihi anlayışına ve metafiziğin kapanışı saptamasına dayalı, içteki başkalığın kaynaklarını kullanan bir çifte okumadır.
Buna karşın, örneğin Deleuze, Derrida’ nın ve Nancy’nin Heidegger’ciliğine Levinas’ın aşkınlık felsefesine karşı
Vincent Descombes, “Modern Fransız Felsefesi” adlı kitabında, 1960’lardan önce varoluşçu bir kabilenin idaresi altındaki felsefede bir düşünüre yapılabilecek en ağır eleştirinin onun düşüncesinin yeterince diyalektik olmadığının söylenmesine karşılık, 1960’lardan sonra Aufhebung
(…)
l930’larda fenomenolojinin Fransa’ya girmesiyle başlayan süreçte başkasıyla ilişki merkezi temalardan birini oluşturur. Özellikle Levinas’ın düşüncesinde bu tema çok belirleyicidir, ama Sartre’ın ve Merleau-Ponty’nin düşüncesinde de bu tema oldukça önemli bir yer tutar. Diyalektiğin eleştirisinin arkasında Nietzsche’mn Freud’un ve Heidegger’in yeniden okunması vardır kuşkusuz. Buna karşın, diyalektik eleştirisi Hegel in belli bir biçimde, belki de fazlaca basit bir okunmasına dayanıyor olabilir ve bugün bu okumanın da sorgulanmakta olduğunu belirtmeliyiz.
Çağdaş Fransız Felsefesi içinde belirgin bir biçimde ortaya çıkmış olan bir yenilik belki de genelleştirilerek şöyle ortaya koyulabilir Platon’dan beri felsefenin en önemli sorunu hep birlik ve bütünlük sorunları olmuştur. Birlik temelinden yola çıkıldığında çoğulluk anlamlandırılabilir, anlaşılabilir olsa da, çoğulluk, farklılık, başkalık temelinden yola çıkıldığında birliği tesis etmek zor ve hatta olanaksız görünür. Çağdaş düşüncenin olayı, birlikten ve bütünlükten yola çıkmanın başkalığı bu çerçevede ele almanın reddidir. Kaynakta bır çakışmazlık örtüşmezlik fark ayrılık muğlaklık olduğu tespiti, Heidegğer’den Merleau-Ponty’e, Derrida’dan Levinas’a kabul görür. Tabii, bunu bu düşünürlerin çok farklı bağlamlarda ifade ettiklerini burada teslim etmek gerekir. Felsefe açısından değerlendirilecek olursa, post-modernizmi sunan söylem, felsefeyi kötü yapmanın bir örneğini teşkil eder. Bir araya getirilen öğeler genel olarak şunlardır: “Her şey yorumdur, hattâ yorumudur; olgular yoktur” (kaynağı Nietzsche); “Dil bir farklılıklar sistemidir” (Saussure); “Gösterenlerin serbest salınımını, dolaşımını, oyununu durduracak bir aşkın gösterilen yoktur” (Derrida); “Özne, anlamın kaynağı değildir; gösterilene tabi olmak suretiyle arzular” (Lacan); “Özne ölmüştür” (Foucault); “Büyük meta-anlatıların sonu gelmiştir” (Lyotard) vs. Bu cümlelerin bağlamlarından soyutlanıp bir araya getirilmeleriyle oluşan söylem “nihilist” olmakla eleştirilmiştir. Burada “nihilizm” sözcüğü, geleneksel felsefenin ve onun araştırmalarının bağlandığı değerlerin yıkılmasını ima eder. Buna karşın, nihilist olmakla suçlanan söylem gerçekten bir felsefe midir? Yaptığı iş, farklı felsefelerin öğelerini, problemlerini bağlamlarından kopararak bir çorba haline getirmek ve bu popüler çorbayı kitlelerin tüketim nesnesi olarak dolaşıma sokmaktır. Kuşkusuz bu durum bir
“Her şeyin metin’, ‘her şeyin söylem” olduğu saptaması belli bir gösterge fenomenolojisi bağlamında Derrida tarafından yapılmıştır. Ona göre konuşma da bir tür yazıdır düşünme de dilden bağımsız değildir; tecrübe edilen de düşünülenden bağımsız olarak anlamlı değildir. Ama bakıldığında Kant için de çıplak olgular yoktur, olgunun algılanması da kavramların biçimlendirmesini gerektirir Varolan yalnızca söylem ya da yazı vs. değildir, çünkü zaten söylem her şeyin ondan kaynaklanarak oluştuğu tek madde ya da ilke, kaynak gibi bir şey değildir. Derrida dilin dışında bir gerçeklik olduğunu reddetmez. Ona göre, bize tecrübemiz içinde verilen toplumsal gerçeklik de “différance” yapısı içinde bulunur. Derrida bir politik différance’tan da söz eder. Her şey metin”dir ya da her şey söylemdir’ ifadesi dilin gönderimsel olduğunun reddi de değildir. Gönderme yapmanın koşulu, anlamın bir farklılıklar oyunu içinde üremesidir. Dışardaki bir gösterilenin gösterenlerin oyununu durduramayacağı saptaması bu bağlama aittir.
Post modernizme getirilen eleştirilerin başlıcalarından birisi de rölativizm suçlamasıdır. Bu suçlama özellikle postmodernizmi sunan toparlayıcı söylemi bilim felsefesi mecrasına getirisi olan bir söylem gibi ele alan kanattan gelir. Yine burada, bağlamları ve problematikleri karıştırma hatası yapılıyor. Foucault bir bilim tarihçisi gibi okunabilir, buna karşın örneğin Derrida’nın ya da Deleuze’ün bu alanda bir şey söylemediğini görmek lâzımdır. Her şey uyar” (anything goes) doğru ile yanlış birdir gibi bir tavrı ne Levinas, ne Derrida ne Merleau-Ponty, ne Foucault sergiler. Rolativizm suçlamasına karşı, Fransız fenomenolojisinin arkasındaki başlıca figürlerden birisi olan Heidegger’in hakikat tartışmasını ciddiye almak gerekir. Bu tartışma teorik tavırdaki bilincin gözönüne alıp betimlediği nesne hakkındaki önermesinin tecrübeye
Önce ‘post-modernizm” adı altından bir dizi konumu bir araya getiren sonra da toptan reddetmeye çalışan söylemden şüphelenmek gerekir. Judith Butler’in vurguladığı gibi, Lyotard’ı paradigmatık olarak ele almak farklı kuramları bir gösterge altında bir araya getirmek, onları sömürgeleştirmek ve evcilleştirmek, sentetik bir biçimde, ustalıkla aynı başlık altında toplamak, özgüllüklerini tanımayı reddet mek, onları okumamak, dikkatlice okumamak”tır. Postmodernizme karşı yapılan eleştirilerde, Butler’ın da vurguladığı gibi, bir “kavram sal efendilik” havası, önce bir hile yapıp sonra kendisini tebrik eden bir tür iktidar var. Onunla mücadele etmenin yolu, bağlamların özgüllüğüne, farklılığa geri dönmektir. Ancak böyle bir yaklaşım, çağdaş Fransız düşüncesinin devrimciliğini doğru yargılayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder