RUS BEŞLERİ.
19. yüzyılın sonlarına doğru Rus müziğini Batı Avrupa müziğinin etkilerinden
kurtararak özgün ve ulusal bir müzik yaratma amacı çevresinde birleşen beş
besteci "Rus Beşleri" olarak anılır. Grubun üyeleri Nikolay
Rimski-Korsakov (1844-1908), Mo- dest Petroviç Mussorgski (1839-81), Mili
Balakirev (1837-1910), Aleksandr Borodin (1833-87) ve Cesar Antonoviç Cui'ydi
(1835- 1918).
18.
yüzyıl boyunca Rusya'da en çok dinlenen müzik türü İtalyan operasıydı. 19.
yüzyılda edebiyat alanında ünlü Rus yazarı Aleksandr Puşkin'le başlayan
ulusalcı hareket müziğe de yansıdı. İtalyan müzik anlayışına tepki duyan
bestecilerden Mihail İvanoviç Glinka (1804-57) ve Aleksandr Sergeyeviç
Dargomijski (1813-69), Rus halk müziğinin renklerini taşıyan ulusal bir müzik
yaratma çabasına girdiler. Müzikte yenileşme hareketini ilk benimseyenlerden
biri de bir sonraki kuşak
bestecilerinden Mili Balakirev'di. Mussorgski, Borodin, Rimski- Korsakov ve Cui
gibi dört yenilikçi besteci sık sık Balakirev'in evinde bir araya gelerek Rus
halk müziğine ilişkin geniş kapsamlı araştırmalar ve tartışmalar yapmaya
başladılar. Beş bestecinin bir araya gelmesini sağlayan ortak çaba, halk
müziğinden yararlanma yöntemlerini saptamak ve ulusal müzik savının temellerini
oluşturmaktı. Bir gazete yazısında kendilerinden moguçaya kuçka (küçük
güçlü grup) olarak söz edilmesi üzerine, besteciler önceleri bu adla, sonra da
Rus Beşleri adıyla anıldı.
Balakirev
dışında grubun öteki üyeleri yaşamlarını müzik dışı işlerle sürdürüyorlardı.
St. Petersburg'da (bugün Leningrad) Askeri Mühendislik Akademisi'nde öğretmen
olan Cui, besteciliğinden çok müzik eleştirmeni olarak tanındı. İtalyan
operasının etkilerini sert bir dille eleştirdiği yazılarıyla Rus Beşleri'nin
Avrupa'da tanınmasında önemli rol oynadı. Grubun öteki üyeleriyle aynı görüşleri
paylaşmasına karşın, daha çok Liszt, Chopin ve Schumann'dan etkilenmiş olan
Cui, grubun halk müziği öğelerini en az kullanan üyesiydi.
Borodin Tıp ve Cerrahi Akademisi'nde öğrenim görmüş bir
kimyacıydı. Müziğe ve bilime olan ilgisi erken yaşlarda ortaya çıktı. 1862'de
Balakirev'le tanışıncaya kadar müzik çalışmalarını kendi kendine sürdürmeye
çalıştı. O tarihten sonra Cui ve Mussorgski'yle birlikte Balakirev'den ders
almaya başladı. Yaşamı boyunca müziği ve mesleğini bir arada yürütmeye çalıştı.
Doğuştan gelen olağanüstü müzik yeteneğinin yanı sıra, daha o dönemde müziğin
geleneksel yapısını zorlayan besteleriyle Rusya'dan önce Avrupa'da tanındı.
Rus Ulusal Müzik Okulu'nun kurulmasına da önemli katkıda bulunan Borodin, Ravel
ve Debussy gibi 20. yüzyılın önde gelen İzlenimci bestecilerini de önemli
ölçüde etkiledi.
Rus Beşleri içinde en özgün yapıtları veren Mussorgski
önceleri Rus soylularının görev aldığı bir muhafız alayında subayken, sonradan
ailesinin tüm servetini yitirmesi üzerine devlet memuru oldu. Grubun öteki
üyeleriyle 1856'da tanıştı ve Balakirev'in etkisiyle besteci olmaya karar
verdi. Bestelerinde müziksel yapının ve armoninin geleneksel kurallarına karşı
çıktığı için bazı müzik eleştirmenlerince İzlenimcilik Akımı'nın kurucusu
olarak kabul edilir.
Rimski-Korsakov ise St. Petersburg'da, Deniz Harp
Okulu'nda öğrenim görmüş bir deniz subayıydı. Grubun bir başka özelliği de
birbirlerinin yarım kalmış yapıtlarını tamamlayıp bitirmeleriydi. Sözgelimi
Rimski-Korsakov Mussorgski'nin ölümü üzerine Boris Godunov ve Hovanşçina
adlı operalarıyla, Çıplak Dağda Bir Gece adlı orkestra yapıtını, Borodin'in Prens İgor
operasını tamamlamıştı.
Rus Beşleri halk müziği ezgilerini ve tekniklerini
kullanarak başta senfoni, konçerto ve opera olmak üzere çok sayıda beste yaptılar.
Halk müziği renklerinin en belirgin olduğu yapıtlar Balakirev'in İslamey
(1869) adlı piyano rapsodisi, Borodin'in Aleksandr Puş- kin'in* bir öyküsünden
esinlenerek yazdığı Prens İgor (1869-87) operası, Mussorgski'nin yine
Puşkin'in bir oyunu üzerine yazdığı Boris Godunov (1874)
operası ve Rimski- Korsakov'un çeşitli besteleridir.
RUS EDEBİYATI,
11. yüzyılda Ruslar'ın Hıristiyanlık'ı benimsemesinden sonra yazılan
yapıtlarla başlar. Doğu Slav toplulukları ilk kez 10. yüzyılın hemen başında
Kiev'de merkezi bir yönetim altında bir araya gelmişlerdi. Aynı yüzyılın
sonlarında Kiev prensi tarafından benimsenen Hıristiyanlık'ın halkın arasında
yayılmasıyla okuryazarlık gelişebilme olanağı buldu. Bu yeni dinle birlikte
Rusya'ya Yunanca ya da Slavca dinsel yapıtlar girdi. Yunanca'dan çeviriler
yapılmaya başlandı.
Rus edebiyatı 11. yüzyıldan 13. yüzyıl sonlarına kadar
uzanan bu ilk döneminde dinin ve dinsel konuların etkisi altında kaldı ve
sınırları dince belirlendi. Bu dönemde Hıristiyan dünyasının Bizans ve Roma merkezleri
arasında ikiye ayrılması ve Rusya'nın Katolik batıya karşı Ortodoks Bizans'ın
yanında yer alması da onu Latin dünyasından ve kültüründen kopardı.
11. ve 12. yüzyıllarda dinsel yapıtların yanı sıra
başka konuları işleyen yapıtlar da yazılmaya başlandı. Bu tür yapıtlara
"Iskendername"ler, bir Yahudi tarihçinin "Kudüs'ün Yıkım
Tarihi" adlı yapıtı ile "Kahraman Diogenes'in Yaptıkları" adlı
Bizans romanının çevirisi örnek olarak gösterilebilir.
11. yüzyılın ortalarında çeviri ya da uyarlamaların
yanında özgün Rus edebiyatının da ilk ürünleri ortaya çıkmaya başladı. Rus
manastır başrahiplerinin yaşamöyküleri bu alandaki ilk önemli adımlardı.
Mağaralar Manastırı'nın başrahibi Feodosius'un yaşamıyla, öldürülen kardeş
prensler "Boris ve Gleb'in Yaşamı" bunların ilk örnekleridir. Ayrıca
aynı yüzyılın ilk yıllarında yazılmaya başlanan vakayinameler bu dönemin önemli
yapıtlarıdır. 12. yüzyılda rahip Nestor tarafından derlendiği varsayılan
"Geçmiş Yılların Öyküsü" adlı vakayiname bu türün en ilginç
örneğidir.
O dönemlerde gelişmekte olan bu yazılı edebiyatın
yanında sözlü edebiyat da oldukça zengindi. Köylü ozanlarca söylenen kahramanlık
destanları çok yaygındı. Bu destanlardan yazıya aktarılan "İgor Alayı
Destanı" günümüze kadar ulaşmıştır. Destanda Novgorod-Severski Prensi İgor
Svyatoslaviç'in Kıpçaklar'a karşı düzenlediği ve yenilgiyle biten seferi
anlatılır.
13. yüzyılda Tatar istilasından sonra bölgesel
konuları işleyen yapıtlar yazılmaya başlandı. Bunlardan, Moğollar'ı 14.
yüzyılda yenilgiye uğratan Prens Dimitri Donskoy'u öven Zadonşeina
adlı yapıt sürmekte olan destan geleneğinin örneklerindendir. Ayrıca, 14.
yüzyılda dönemin savaşlarını ve merkezi yönetim kurma çabalarını anlatan
"Mamay Bozgunu" ile Konstantinopolis'in (bugün İstanbul)
Osmanlılar'ca alınması ve Bizans'ın yıkılması nedeniyle kaleme alınmış olan
"Çargrad' ın Alınışı" dönemin ilgi çeken yapıtlarıdır.
15. yüzyılın sonlarında Rusya'nın Tatar istilasından
kurtulmasıyla başlayan dönemde Moskova siyasal ve kültürel yaşamın merkezi
durumuna geldi ve kültürel yaşamda yeniden bir canlanma başladı. 16. yüzyılda
ilk matbaa kuruldu ve ilk olarak Apostol adlı kitap
basıldı. Bu dönemde Moskova Prensliği'nin siyasal varlığını öne çıkartan
yazılar ile dinsel propaganda kitapçıkları egemen durumdaydı. 15. yüzyılın
sonunda yazılmış olan, İran ve Hindistan'ı gezen bir tüccarın anlattıklarından
oluşan "Üç Denizde Yolculuk" adlı gezi kitabı Rus edebiyatında
siyasal ve dinsel çevrelerin etkisinden uzak ilk yapıtlarından biridir.
17. yüzyılın başında bu kez de İsveç ve Polonya
ordularının işgaline uğrayan Rusya yeniden bir kültürel gerileme sürecine
girdi. Ama bu dönemin ardından dindışı öğelerle sözlü halk geleneği öğeleri
edebiyata girmeye başladı. Artık dinsel konuların yanı sıra gülmece ve yergi
yapıtları da yazılıyordu. 17. yüzyılın ortalarında başpapaz Avvakum Petroviç'in
kaleme aldığı ve Rus edebiyatının ilk düzyazı yapıtlarından biri olan Hayatım
basıldı. Bu sıralarda Moskova'da ilk tiyatro denemeleri de başlamıştı.
Çar
I. Petro'nun 18. yüzyılda gerçekleştirdiği reformlar eskinin dışa kapalı,
dindar Rusyasında köklü değişimlere yol açtı. Bu reformlar sonucu kültür
üzerindeki dinsel baskılar önemli ölçüde kalktı. Rus soylular ve aydınlar
kendilerine tümüyle yabancı Batı Avrupa kültürüyle tanışma olanağı buldular.
Modern Rus edebiyatı da bu reformlardan sonra 18. yüzyılda Klasikçilik ile
birlikte başladı. Rus yergi edebiyatının
kurucusu ve dindışı şiirin ilk örneklerini veren Antioh Dmitriyeviç Kantemir;
ilk büyük dil reformcusu, şair ve bilim adamı Mihail Vasilyeviç Lomonosov;
masallar ve yergiler yazan ve yazarlığı meslek olarak seçen ilk Rus soylusu
olan, ilk Rus trajedisi Horev'in yazan Aleksandr Petroviç Sumaro kov; geliştirdiği
vurgulu hece dizisiyle Rus şiirini yeniden biçimlendiren şair ve filozof Vasili
Kirilloviç Trediakovski edebiyattaki bu gelişmenin öncüleri oldular. Rus
Klasikçiliği’nin önde gejen bu adları batı edebiyatının büyük ölçüde etkisi
altındaydılar. Ayrıca özellikle Â8.
yüzyılın en dikkate değer ve özgün Rus şairi Gavrila Romanoviç Derjavin;
soyluların kültür alanındaki özenticiliğini alaylı bir dille yeren oyun yazarı
Deniş İvşnoviç Fonvizin dönemin önemli yazarlarıydılar.
18. yüzyılın sonlarında Rusya'da köylü ayaklanmaları
Rus edebiyatında siyasal ve duygusal temaları öne çıkardı. Yazarlar yoksulluk
içindeki köylülerin yaşamına, Rusya'da yaygın olan toprak köleliğine ve
yarattığı toplumsal ilişkilere ilgi duymaya başladılar. Bunlardan, toprak
sahiplerinin köylüleri ezmesine karşı çıkan ve toplumsal yergileriyle adını
duyuran Nikolay îvanoviç Novikov ile Rus edebiyatında devrimci geleneği
başlatan Aleksandr Nikolayeviç Radişçev yazdıklarından ötürü II. Katerina
tarafından Sibirya'ya sürülmüşlerdi. Radişçev "Petersburg'dan Moskova'ya
Bir Seyahat" (1790) adlı yapıtında düşsel bir yolculuk çerçevesinde
toplumsal adaletsizlik, yoksulluk ve vahşet örneklerini yansıtmıştı.
18. yüzyılın sonlarında Klasikçilik'in aşılmakta
olduğunun ilk işaretlerini duygulu tarihsel destanlarıyla ünlenen Mihail M.
Keraskov verdi. Avrupa'nın Romantizm öncesi dönemiyle çakışan bu yeni duygusal
edebiyatın önde gelen temsilcisi olan tarihçi ve yazar Nikolay M. Karamzin,
kilise Slavca'sını yazı dilinden çıkararak konuşma diline dayanan daha yalın
bir edebi üslup yarattı. Şiiri duygunun anlatımı olarak kabul ederek Klasikçilik'in
aklı ve kuralı öne çıkarmasını eleştirdi. Karamzin'in ünlü "Zavallı
Liza" (1792) adlı öyküsü duygusal yaklaşımın ilk örneklerindendir. Bu akımın
bir başka ünlü adı da şair ve çevirmen Vasili Jukovski'ydi. Eski Yunan, İran ve
Hint destanlarından Rusça'ya başarılı çeviriler yapan Jukovski, Alman ve
İngiliz edebi akımlarının etkisinde çok güzel yapıtlar kaleme almıştır.
Jukovski, ağıt türünde duygulu ve ezgili şiirler yazan şair Konstantin Nikolayeviç
Batyuşkov'la birlikte Puşkin'in öncülü sayılır.
Puşkîn
ve Sonrası
19.
yüzyılda Rus edebiyatı en parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemin en büyük adı,
Rus ve dünya edebiyatının önemli kilometre taşlarından biri ve tam anlamıyla
ilk klasik Rus yazarı olan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin'dir. Avrupa'daki Romantizm
hareketinin Rus edebiyatına girmesini sağlayarak özgün bir Rus Romantizmi
yaratan Puşkin, Yevgeni Onegin (1833) adlı romanıyla Rus Gerçekçilik
Akımı'nı da başlatmıştır. Puşkin'in ölümü üzerine yazdığı şiirle tanınan ve
gene onun gibi genç yaşta bir düelloda ölen bir başka Romantik Rus şairi de
Mihail Lermontov'dur. Puşkin'in ardılı ve Rus edebiyatının en önemli
şairlerinden biri olan Ler- montov, Zamanımızın Bir Kahramanı
(1840) adlı romanı ile kendinden sonraki Rus yazarlar üzerinde derin bir etki
yaratmıştır. Rus edebiyatında felsefi şiirleriyle ünlü Yevgeni Abramoviç
Baratinski ve köy yaşamını betimleyen şiirleriyle tanınan Aleksey Vasiliyeviç
Koltsov bu dönemin şiir alanında son temsilcileridir.
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Rus edebiyatında
Gogol'dan başlayarak roman birincil yeri almaya başladı. Rus edebiyatı dünya
ölçeğinde en önemli yapıtlarını roman türünde vermiştir. Romanın böylesi bir
gelişme göstermesinde 1825'te çara karşı girişilen başarısız ayaklanmanın
ardından gelen baskı ve teröre dayanan yönetimin de etkisi vardır. Sansür
toplumsal sorunların açıkça tartışılmasına izin vermiyordu. Bu nedenle de
reform sorunları, zararsız kabul edilen ve denetimden kolayca geçebilen edebi
yapıtlarda yer alabiliyordu. Böylece tüm düşünsel etkinlik roman türünde
yoğunlaştı.
Rus edebiyatında toplumsal konular başlangıcından beri
önemli bir yer tutmuştur. Rus romanında ele alınan siyasal reform sorunu da bu
geleneğe bağlı olarak toplumsal bir içerik taşır. Yazarlar yapıtlarında küçük
insanları, yoksulları, acı çekenleri, ezilenleri, binbir güçlük içinde yaşama
mücadelesi verenleri ele almışlardır. Rus romanındaki bir başka önemli konu da
dinsel sorunlardır. Birçok yazarın yapıtında dinsel ve toplumsal sorunları
birbirinden ayırmak hemen hemen olanaksızdır.
Nikolay Gogol 1836'da sahnelenen Müfettiş adlı
oyunuyla adını duyurdu. Gogol'un yaşadığı dönemin yaşam tarzını, yönetimi ve
yöneticileri, soyluları sergileyen yapıtları yalnızca Rus edebiyatını değil
aynı zamanda Doğu Avrupa edebiyatındaki kara gülmece anlayışını da etkiledi.
Başyapıtı sayılan Ölü Canlar'da. (1842) Gogol Rusya'daki serflik düzeninin
ve toplumdaki adaletsizliğin doğurduğu acı gerçekleri yer yer gülünç bir
anlatımla dile getirdi. Kendinden sonra gelen yazarları büyük ölçüde etkileyen
Gogol, Rus Gerçekçiliği'nin öncülerindendir.
Gogol'un ardılı ve gerçek mirasçısı Fyodor Dostoyevski
salt Rus edebiyatının değil dünyanın en önemli yazarlarından biridir. Rus toplumundaki sıradan insanı ele alan
Dostoyevski sonraları toplumsal sorunlara yönelmiştir. Dostoyevski yapıtlarında
insanın iç dünyasının gizli kalmış yönlerini büyük bir ustalıkla yansıtmıştır.
19. yüzyılın ortalarına doğru Rus aydınlar, Batıcılar ve Slavcılar olarak iki
ana akım çevresinde kümelenmişti. Avrupa'nın ilerici düşüncelerini Rusya'ya
getirmeyi amaçlayan Batıcılar'a karşı Dostoyevski'nin de içinde olduğu Slavcılar
Rus Ortodoks dinini, su katılmamış Rus yaşamını ve kültürünü yüceltiyorlardı.
Dostoyevski'ye göre çağdaş insan eski insanlardan daha mutsuzdu, çünkü inancını
yitirmişti. Yazar Budala (1868-69), Suç ve Ceza (1866) ve Karamazov
Kardeşler (1879-80) adlı yapıtlarında bu görüşlerini yansıtır.
19. yüzyılın ortalarında Rusya'da edebiyat siyasal
düşüncelerin egemen olduğu bir alana dönüşmüştü. Dostoyevski gibi kilise ve
çarlık yönetimi yandaşı yazarların karşısında aydınlanmayı ve siyasal devrimi
savunan yazarlar da vardı. Bunlardan, çağdaş Rus edebiyat eleştirisinin
temellerini atan Vissarion Gregoryeviç Belinski edebiyatın, henüz oluşma
aşamasında bulunan Rus ulusunun gelişmiş bir uygar toplum durumuna gelmesine
adım adım katkıda bulunması gerektiğini savunuyordu. İlerici düşüncelerin en
güçlü savaşçılarından Aleksandr İvanoviç Herzen ise köylülüğü siyasal yaşamda
birincil yere koyan, Rusya'ya özgü bir sosyalizm geliştirmeye çalışmaktaydı.
Herzen Rus düzyazısının en büyük yapıtlarından sayılan "Geçmişim ve
Düşüncelerim"de (1861-67) yaşamını anlatmıştır. Genç Rus aydınlan
üzerinde
Nasıl Yapmalı (1863) adlı yapıtıyla son derece etkili olan
Nikolay Çernişevski de batılılaşmayı savunan sosyalist yazarlardandı. Bu akımın
içinde yer alan Nikolay Dobrolyubov ile Dimitri Pisarev etkileri daha sonraki
kuşaklara ulaşan eleştirmenlerdi.
Rus aydınlan içinde Batıcılık'ın önde gelen temsilcisi
İvan Sergeyeviç Turgenyev'dir. Rus edebiyatında Gerçekçilik Akımı'nın İvan
Gonçarov ile birlikte en önemli temsilcilerinden olan Turgenyev, kuşaklar
arasındaki çatışmalan ele aldığı Babalar ve Oğullar' da
(1862) babalarının duyarlılığından uzaklaşan, şiir yerine doğa bilimlerini
seçen, uyanık, nesnel, devrimci oğullan ya da bir başka deyişle yeni insanı
betimlemiştir. Ama Turgenyev'in romanında yarattığı bu tip Rus aydınlarınca
kendilerinin kötü bir kopyası olarak kabul edilmiş ve yazar büyük bir tepkiyle
karşılaşmıştır. Rus Gerçekçiliği'nin öbür büyük temsilcisi Gonçarov ise Oblomov (1859)
adlı romanındaki kahramanıyla yalnızca Rus edebiyatında değil, dünya
edebiyatında da en başarılı tipleme örneklerinden birini yaratmıştır. Oblomov
adındaki bu genç ve cömert soylu, kararsızlığın ve aylaklığın örneğidir. 19.
yüzyıl Rus toplumunun gericiliğini, uyuşukluğunu ve boşluğunu dile getirdiği
kadar, bütün dünyada bu tür insanı simgeleyen "Oblomovluk" terimi bu
karakterden türetilmiştir. Fırtına (1829) adlı oyunuyla geniş bir ilgi gören
gerçekçi oyun .yazarı Aleksandr Nikolayeviç Ostrovski ise oyunla- nnda,
romanlarda ele alınmayan toplumsal tabakaları, tüccarları ve kentlileri
betimlemiştir. Bu dönemde yoksul köy çevrelerinin şairi Nikolay Alekseyeviç
Nekrasov, halkçı İvan
Saviç
Nikitin ile ince ve duyarlı Fyodor İvanoviç Tyutçev gibi şairler de
yetişmiştir.
19. yüzyıl Rus edebiyatının en büyük isimlerinden biri
de Lev Tolstoy'dur. Soylu bir aileden gelen
kont Tolstoy başyapıtı Savaş ve Barış'ta (1865-69) Napolyon Savaşları sırasında
Rusya'nın genel bir görünümünü verirken insanın, zamanın, ölümsüz sanılan her
şeyin küçüklüğünü, gelip geçiciliğini de anlatır. Anna Karenina (1875-77)
Tolstoy'un yaşama daha karamsar baktığı bir başka başyapıtıdır. Yazar
yaşlılığında yazdığı Diriliş'te (1899) ise din ve ahlak görüşlerini sergiler.
19.
yüzyılın sonuna gelindiğinde Rus edebiyatı
dünya edebiyatı içinde özgün yerini almıştı. 20. yüzyılın başlarını da kapsayan
bu yıllarda Rusya'daki baskıcı çarlık yönetiminin doğurduğu karamsar hava
edebiyata da yansıdı. Bu dönemin iki büyük yazarı, ün kazandığı oyunları
kadar öykü gibi güç bir edebi türün de en büyük ustalarından olan Anton
Pavloviç Çehov ile 1917 Ekim Devrimi'nin hazırlanmasına yapıtlarıyla katkıda
bulunan Maksim Gorki'dir. Çehov yapıtlarında, içinde yaşadığı ortamın
karamsarlığını yansıtır. Yapıtlarında, beklenmedik büyük olaylar geçmez.
Doğalcılık ve Gerçekçilik akımlarının Rus edebiyatında en önemli temsilcilerinden
olan Gorki ise yapıtlarında toplumun en yoksul kesimlerini ele almıştır. 20.
yüzyılın başlarında Rusya'da gelişmeye başlayan sosyalist hareket içinde de
yer alan Gorki öykü ve romanların yanı sıra oyunlar da yazdı.
20.
yüzyılın başlarında Rus şiiri uzun süren
durgunluğundan sıyrılarak en parlak dönemini yaşadı. Sembolist (Simgeci)
anlayışın egemen olduğu bu dönemin şiirinde Vladimir Solovyov, Andrey Beli,
Valeri Bryusov ve şiirinde Toplumsal Gerçekçilik'e de yer veren Aleksandr Blok
önde gelen adlardı. Sembolist anlayışa karşı olan bir başka şairler topluluğu
da somutluğu ve kesinliği savunuyordu. Nikolay Gumilyov, Anna Ahmatova da bu
akımın anılmaya değer şairleriydi.
1917 Sonrası Rus Edebiyatı
Rus
toplumunda siyasal, ekonomik, toplumsal değişimi ve yepyeni bir toplum
biçimlen- meşini beraberinde getiren 1917 Ekim Devrimi edebiyatı da derinden
etkiledi. Devrimin ilk yıllarında edebiyat alanında kendini duyuran akım
Gelecekçilik'ti. Vladimir Mayakovski ve Velimir Hlebnikov geçmişin tüm edebiyat
değerlerini reddediyorlardı. Bu iki şair edebiyat tekniklerinde devrimcilikle
siyasal yaşamda devrimciliği uzlaştırmaya çalışıyorlardı.
Devrimin ilk yıllarında işçi sınıfı kültürünün
gelişmesine olanak sağlayacak bir sanatın yaratılması amaçlandı. Bu yıllarda o
güne kadar görülmemiş bir sanatsal hareketlilik yaşanmaktaydı. SSCB'nin değişik
yörelerinden ve toplumsal kesimlerinden gelen çok sayıda yeni şair ve yazar
edebiyat dünyasına girdi. Yapıtlarında ağırlıklı konu devrimden sonra çıkan iç
savaştı. İsaak Babel'in Kızıl Süvarilerdi (1926), Aleksandr
Fadeyev'in
Partizanlardı (1927) bu tür yapıtların önde gelenlerindendir. Bu
dönemde devrimci gelişmeye yakınlık duyan, ama onunla düşünsel olarak
bütünleşmeyen Konstantin Fedin, Vsevolod İvanov, Boris Pilnyak, Leonid Leonov
ve Aleksey Tolstoy gibi yazarlar devrimin en şaşırtıcı ve özgün yönlerini
yakalayıp betimlemeye çalıştılar. Nikolay Kuzmin, Mihail Rozanov, Leonid
Andreyev, Dimitri Merejkovski gibi yazarlarsa devrimin kitleselliğine ve
maddeciliğine karşı bireyi önemseyen bir edebiyatı savunmaktaydılar.
Lenin'in ölümünün ardından SSCB'de yönetimi Stalin'in
ele almasıyla birlikte öbür kültür alanlarında olduğu gibi edebiyatta da baskı
ve denetim duyulmaya başlandı. Yazarlar ve bağımsız edebiyat çevreleri önce Rus
Proleter Yazarlar Birliği, daha sonra Sovyet Yazarlar Birliği içinde
toplandılar. Bu dönemde edebiyata Sosyalist Gerçekçilik ya da Toplumcu
Gerçekçilik adıyla anılan akım egemendi. Nikolay Os- trovski'nin
Ve Çeliğe Su Verildi (1932-34), Fyodor Vasiliyeviç Gladkov'un
Çimento (1925) adlı romanları bu akımın en tipik örnekleridir.
Mihail Şolohov'un iç savaşı konu alan Ve Durgun Akardı Don
(1928-40) adlı romanı ise ülkede oluşturulan bürokratik yönetimi örtük bir
biçimde eleştirmekteydi. Bu dönemin öbür yazarları ise, İlya Ehren- burg,
Konstantin Simonov, Olga Berggolts ve Vera İnber'di.
II. Dünya Savaşı (1939-45) sırasında propaganda amacı
güden savaş edebiyatının yanında, ulusal direnişte kişisel çabaların katkısını
vurgulayan yapıtlar da kaleme alındı. Simonov'un Günler ve Geceler
(1944),
Silah Arkadaşları (1952), İnsan Asker Doğmaz
(1964) adlı romanları savaşı gerçekçi bir üslupla anlatan yapıtlardı. Ayrıca
Ahmatova, Nikolay Thinov, Aleksandr Tvardovski gibi şairler de savaş yıllarının
kişisel ve ulusal acılarını dile getirdiler.
Stalin'in ölümünden sonra edebiyatın üzerindeki
baskılar da hafiflemeye başladı. Vera Panova'nın "Mevsimler" (1953),
Ehrenburg' un Buzların Çözülüşü (1954) adlı romanları
Rus edebiyatındaki yön değişikliğinin ilk belirtileriydi. Bu arada daha önce
suçlanan Babel gibi yazarlara onurları geri verilmiş, Anna Ahmatova gibi
yazarlara yapıtlarını yayımlama hakkı yeniden tanınmıştı. Vera Panova, Viktor
Platonoviç Nekrasov, Yuri Pavloviç Kazakov gibi yazarlar ise kuşak
çatışmalarını, ahlaksal sorunları konu edinen yapıtlar vermeye başladılar. Ama
1958'de Doktor
Jivago (1957) adlı romanıyla Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Boris
Pasternak SSCB'de tepkiyle karşılanınca ödülü reddetmek zorunda kaldı. 1962'de
Aleksandr Soljenitsin'in İvan Denisoviç'in Hayatında Bir Gün (1962)
adını taşıyan ve Stalin dönemi toplama kamplarını anlatan romanı ülke dışında
yayımlanınca edebiyata yönetimce gösterilen hoşgörü de sona erdi. Bu dönemde
SSCB'nin şiir alanındaki önemli adlan Yevgeni Yevtuşenko, Arşeni Tarkovski,
İosif Brodski, Andrey Voznesenski ve Bella Ahmadulina'ydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder