1 Şubat 2011 Salı

ROMAN,Romanların anlatım biçimleri,Türk Edebiyatında Roman,ROMAN DİLLERİ


ROMAN, düzyazı biçiminde yazılan ve öykü­ye göre daha uzun olan bir edebiyat türüdür. Romanın en yaygın ve kısa tanımlarından biri budur. Roman, kişi ve olaylar aracılığıyla geçmişin ve bugünün gerçek yaşamını, az ya da çok karmaşık bir örgü içinde anlatan bir edebiyat türü olarak da tanımlanır. Bazı tanımlamalara göre ise, roman düş ürünüdür. Gerçek yaşama uygun olabileceği gibi uygun olmayabilir de; romancı kafasında kurduğu bir dünyayı yansıtabilir. Romanda serüven; gelenek, görenek ve kişilik incelemesi; duy­guların ve tutkuların çözümlemeleri vardır. Bütün bu tanımlar ve nitelemeler çağdaş roman için de geçerli olmakla birlikte, daha çok 19. yüzyıl romanının özelliklerine da­yanır.
Roman sürekli değişen bir edebiyat türü olarak 20. yüzyılın ilk yansında yeni bir nitelik kazandı. 20. yüzyılın ikinci yansından sonra ise daha kökten değişimler geçirdi; "yeni roman" diye adlandırılan bir roman anlayışı ortaya çıktı. Başta sinema olmak üze­re 20. yüzyılın yenilikleri romanı da etkiledi; anlatım ve kurguda yeni yollar denendi.
Roman öteki edebiyat türlerine göre olduk­ça genç sayılır. İngilizce ve İtalyanca'da ro­man sözcüğüne karşılık olarak kullanılan söz­cüklerin kaynağı, "yeni" anlamına gelen "novus" sözcüğüdür. "Roman" sözcüğü ise, ilk kez ortaçağda uzun öyküleri adlandırmak için kullanıldı. Bu uzun öyküler halkın kullandığı ve "Roman dili" diye adlandırılan Latince'yle yazılıyordu. Böylece bu yeni türün adı "ro­man" olarak kaldı.
Roman niteliği taşıyan yapıtların varlığı çok eski zamanlardan beri bilinmekle birlikte romanın bir edebiyat türü olarak yaygınlaş­ması 12. yüzyılda Fransa'da başlar. Öte yan­dan İÖ 2000'lerde Mısır'da romana benzeyen öyküler yazıldığı bilinmektedir. Hint, İran, Çin, Japon edebiyatlarında 8. yüzyıldan sonra roman sayılabilecek edebiyat ürünleri görü­lür. Eski Yunan edebiyatının son dönemlerin­de roman niteliğinde ilk yapıt ortaya çıktı. Bu, Longos'un yazdığı Daphnis'le Chloe (Daphnis kai Khloe) adlı bir aşk öyküsüydü.
Romanı, ataları olan ilk uzun öykülerle karşılaştırırsak daha iyi anlayabiliriz. 12. yüz­yılda ortaya çıkan ilk örnekler düzyazı değil, koşuk biçimindeydi. Sekiz heceli dizelerden oluşan bu ilk örneklerin efsane ve fabl ile ortak yönleri vardır. Gerçekleşmesi, yaşan­ması olanaksız olayları ve serüvenleri anlatır­lar, bu olaylar ve serüvenler anlatılırken, kişilerin yaşadığı dünya ile ilgili fazla ayrıntıya girilmez, kişilerin düşünceleri üzerinde durul­mazdı. Bunlar tarihsel olayları, özellikle savaşları konu alan romanlardı. Aşk öykülerini anlatan romanlar da vardı. Kişileri hayvanlar­dan oluşan, eğlendirici nitelikteki romanlar da yaygındı.
Şövalyelerin başından geçenleri anlatan bir başka tür roman da ortaçağda, yaygınlık kazandı. Bir ünlü örnek Sir Thomas Malory’nin 15. yüzyılda İngiltere'de yazdığı Arthur'un ÖlümiVdür (Morte d'Arthur; 1485). Bu öykü dizisi, şövalyelerin ejderhalar, büyücüler, esrarlı şatolarla dolu serüvenlerini anla­tır; kişilerin düşünceleri konusunda bir bilgi vermez.
15. yüzyılda halk arasında tanınıp yaygınlık kazanan bir başka düzyazı biçimi de "pika­resk" romandır. Bu sözcük İspanyolca "kül­hanbeyi", "serüvenci serseri" anlamındaki "picaro"dan gelir. Pikaresk romanda serü­venleri anlatılan kişi, şövalye romanlarının kahramanlarıyla taban tabana zıttır. Çapkın, hileci, ama çoğu kez sevimli olan roman kişisi aracılığıyla, okur yaşamın saçma ve çirkin yönünü görür.
Büyük romancılar bazen şövalye romanı ve pikaresk roman biçimlerini değişik amaçlarla kullanmışlardır. Buna bir örnek, 17. yüzyılın başında İspanyol romancı Miguel de Cervantes Saavedra'nın yazdığı Don Kişofiuı (Don Quijote\ 1605-15). Don Kişoftz yazar, şöval­ye romanıyla alay eder ve iki ana kişisini pika­resk kahramanların karşılaştıkları gibi bir dizi serüvenin içinde sunar. Don Kişot günümüze kadar yazılmış en büyük romanlardan biridir.
17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'daki toplum­sal değişmeler edebiyatı da etkileyince roman önem kazanmaya başladı. İngiltere'de Daniel Defoe ve Samuel Richardson, Fransa'da Marie de La Fayette ve Alain-Rene Lesage gibi romancılar yeni bir anlayışla ürünler verdiler. Ama 19. yüzyıla gelene kadar roman başlı başına bir tür olamadı. Pierre Marivaux, Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Deniş Diderot, Bernardin de Saint-Pierre gibi Fransız yazarlar ve Alman yazar Goethe roman örnekleri verdiler. Romanın yaygınlaştığı ve başlı başına bir tür özelliği kazandığı çağ ise 19. yüzyıl oldu. Fransa'da Stendhal, Balzac, Hugo, Flaubert, Zola; Almanya'da Novalis ve Ludwig Tieck; İtalya'da Alessandro Manzoni; İngiltere'de Jane Austen, William M. Thackeray, Dickens; Rusya'da Gogol, Dostoyevski ve Tolstoy; ABD'de Edgar Allan Poe, Herman Melville, Nathaniel Hawthorne, Mark Twain ve Henry James bu dönemin en tanınmış romancılarıdır. Çağdaş romanda ise Fransız romancı Marcel Proust, Alman ro­mancı Franz Kafka, İngiliz romancı James Joyce roman anlayışına yenilik getirenler arasındadır.
Romanların anlatım biçimleri değişiktir.
Birinci tekil kişinin ya da romancının ağzın­dan anlatılan romanlar olduğu gibi roman kahramanlarını üçüncü kişi olarak anlatanlar da vardır. Roman, anı ya da mektup biçimin­de yazılabilir. "Bilinç akışı" adı verilen akım­da ise anlatımda noktalama işaretleri kullanıl­maz; insanın kafasından geçenleri, düşüncele­ri vermeyi amaçlayan yazar sözcükleri art arda sıralar.
Romanlar konularına göre serüven, polisi­ye, aşk, psikolojik çözümlemelere ağırlık veren, bir dönemin ya da bir çevrenin gelenek ve göreneklerini yansıtan töre romanları ola­rak sınıflandırılabilir. Çağdaş roman anlayı­şında romanı belli bir anlatım ya da kalıp içine sokmak söz konusu değildir. Bütün bu türler­den yararlanarak roman yazan romancılar vardır.
Türk Edebiyatında Roman
Türk edebiyatında batıdaki anlamıyla roman ilk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında yazılmaya başlandı. Bundan önce Divan edebiyatında, bir koşuk türü olan "mesnevi" ile yazılmış uzun öyküler vardı. Halk edebiyatı alanında ise çeşitli halk kahramanlarının, âşıkların, İslam dinine hizmet eden kişilerin öykü ve destanları sözlü bir anlatımla aktarılıyordu. Osmanlı Devleti'nin sınırlan içinde ilk basımevinin çalışmaya başlamasından sonra bu tür ürünler basılmaya başlandı. Ülkemizde roman öncesinin anlatı örnekleri olarak düz­yazı yapıtlar arasında Arapça ve Farsça'dan çevrilmiş, tarihsel ve efsaneleşmiş olayları konu alan öyküler de vardır. Düzyazı alanın­da, masal öğelerinin de karıştığı, akıldışı olayları içeren öyküler de görülüyordu.
İlk Türk romancıları, gerek Avrupa edebi­yatı ile olan ilişkileri, gerek 1850'den sonra Avrupa edebiyatından yapılan çevirilerin et­kisiyle batı romanına öykündüler. Ama, gele­neksel halk öykülerinden ve meddah öyküle­rinden de yararlandılar. Şemseddin Sami'nin yazdığı ve 1872'de yayımlanan Taaşşuk-ı Ta­lât ve Fitnat ilk Türk romanı kabul edilir. Bu dönemin en önemli romancılarından biri Ahmed Midhat'tır. Samipaşazade Sezai, Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem de ilk romancılarımızdandır.
ROMAN DİLLERİ. Günümüzde Avrupa kıta­sında konuşulan dillerden bazıları Latince kökenlidir. "Roman dilleri" adı verilen bu diller Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Por­tekizceden başka, Fransa'nın güneyinde ko­nuşulan Provans dili, Andorra'da ve İspanyanın kuzeydoğusunda konuşulan Katalanca, Romanya'nın resmi dili olan Rumence ve İtalya'nın kuzeyi ile İsviçre'nin bazı bölümle­rinde konuşulan Romanş dilidir. Ayrıca Sardinya Adası ile İtalya ve İsviçre'de konuşulan bazı lehçeler de Roman dilleri arasında yer alır.
Roman dilleri, Romalıların Avrupa'da im­paratorluklarına kattıkları bölgelerde gelişti. Romalı askerler ve tüccarlar yerleştikleri yer­lere dillerini de götürdüler; böylece Latince sıradan insanların günlük konuşma dili duru­muna geldi. Almanya, istilacı Romalıların giremediği yerlerden biriydi. Bu yüzden Al­manca Roman dillerine benzemez.
Çeşitli Roman dillerine dönüşen Latincenin edebiyatta kullanılan Klasik Latinceyle ilgisi yoktur. Roman dilleri konuşma dillerine dönüşürken, Klasik Latince yazı dili olarak kullanıldı. Bir Roman dilinde yazılmış olan ilk yazı İS 9. yüzyıla rastlar. Roman dillerinin düzenli ve yaygın olarak kullanılan yazı dilleri haline gelmesi ise ancak 200 yıl sonra gerçekleşti. Roman dilleri za­man içinde çeşitli dillerden sözcükler aldı. Örneğin Fransızcaya, komşu Almanya'nın dili olan Almancadan İspanyolcaya, Kuzey Afrika'daki Magriplilerin Arapçasından bazı sözcükler geçti. Bu nedenle, günümüz Ro­man dilleri arasında kökleri Latince olduğu için pek çok benzerlik bulunmasına karşılık, belirgin farklılıklar davardır.
Roman dilleri denizaşırı topraklara giden kâşifler, sömürgeciler ve göçmenler aracılı­ğıyla Avrupa'dan dünyanın çeşitli yörelerine yayıldı. İspanyollar dillerini 16. yüzyılda ulaş­tıkları Orta ve Güney Amerika'ya götürdüler. Orta Amerika'da Meksika'da ve Güney Amerika'daki pek çok Latin ülkesinde, aslın­dan biraz değişik olsa da, İspanyol sömürgeci­liğinin mirası olan İspanyolca, uzun süre Portekiz sömürgesi olan Brezilya'da ise Por­tekizce konuşulur. Kanada'da Quebec gibi Fransızlar'ın yoğun olduğu yörelerde Fransız­ca konuşulur. Fransızca, İspanyolca ve Porte­kizce, Afrika'daki bazı eski sömürgelerde yerel dillerin yanında hâlâ resmi dil olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Esperanto gibi bazı yapay diller de büyük ölçüde Roman dilleri temel alınarak oluşturulmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder