Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye'nin tarıma dayalı bir ekonomik yapısı vardı. Özellikle 1970 sonrasında sanayileşmenin gelişmesine bağlı olarak ekonomi içindeki ağırlığının azalmasına karşılık, tarım hâlâ ekonominin önemli bir kesimi olma özelliğini korumaktadır. Çalışan nüfus içindeki payı yüzde 50 olan tarım kesiminin milli gelir ve dışsatım içindeki payları da yüzde 20 dolayındadır. Türkiye'de tarım ürünlerini işleyen gıda, içki, tütün, dokuma, deri-kösele gibi sanayi dallan sanayi içinde bugün de ağırlığını korumaktadır. Bu, tarımın sanayinin hammadde üreticisi olarak da ekonomide önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
Türkiye dünyada gıda maddeleri üretiminde kendi kendine yeterli az sayıdaki ülkeden biridir. Türkiye tarımının özelliklerinden biri, doğal koşulların sağladığı olanaklar nedeniyle bitki çeşidinin çok zengin olmasıdır.
Ayrıca, Türkiye fındık, kuru üzüm, incir, kayısı, antepfıstığı, kavun, karpuz, şekerpancarı, ayçiçeği üretiminde dünyada ön sıralarda yer alan ülkelerdendir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımsal üretimin artırılabilmesi için özellikle vergi, kredi ve toprak mülkiyeti konularında önemli kararlar alınmıştır. Ama köylerden tüketim merkezlerine ulaşımın güç olması, kentsel nüfusun azlığı ve tarım ürünlerini işleyen sanayinin cılızlığı pazara yönelik üretimin yeterince gelişmesini engellemiştir. Ayrıca karasabana dayalı ilkel ekip biçme yöntemleri üretimin sınırlı kalmasına yol açmıştır. Bu yapı, demiryolu ulaşımına yakın olan yerler dışında kalan bölgelerde geçimlik üretimi yaygın kılmıştır.
Tarımda atılım 1950'lerde gerçekleşti. Kredi olanaklarının genişlemesi, traktör sayısının hızla artması, karayolu ulaşımının geliştirilmesi ve tarım ürünleri fiyatlarının desteklenmesi tarımda değişimi hızlandırdı. Tarımsal gelişmeye asıl damgasını vuran olgu traktör sayısındaki artışa bağlı olarak işlenen toprakların artmasıydı. Tarım topraklarının genişlemesi büyük ölçüde ya tümüyle kamu mülkiyetinde olan ya da köy birimlerinin ortak kullanımında bulunan arazinin özel kişilerce işlenmesi biçiminde gerçekleşti. Daha önce olduğu gibi başta buğday olmak üzere tahıllar en büyük paya sahip olmakla birlikte, şekerpancarı, pamuk, çay gibi sanayi bitkilerinin üretimi de önemli ölçüde arttı. Ayrıca pazara açılma sürecinin yaygınlaşmasıyla meyve ve sebze üretiminde de önemli artışlar oldu. Tüm bu köklü değişime karşılık, tarımsal işletmelerin yaklaşık 3/4'ü" küçük ya da çok küçüktür.
1950'lerde tarımsal üretim artışının kaynağı tarıma yeni açılan alanlarken, ekilebilir toprakların sınırına ulaşıldığı 1960'larda makine ve ileri tarımsal girdileri kullanan yoğun tarım teknikleri önem kazandı. 1960'lar ve 1970'lerde daha önceki dönemlere oranla bir verim artışı gözlendi. Özellikle sanayi bitkilerinde yüksek verimlilik sağlandı. Bunda, kapsamı 1975'te 19 ürüne ulaşan destekleme alımlarının da rolü vardı. 1975'ten sonra Türkiye ekonomisinin içine girdiği bunalımın etkisiyle tarımsal üretimin büyüme hızı düşmeye başladı. 24 Ocak Kararları'yla ekonomi için önemli bir yük oluşturmaya başlayan destekleme alımları azaltıldı. Ayrıca yapay gübreye sağlanan devlet desteğinin çekilmesi gübre fiyatlarında büyük artışa, bunun sonucu olarak da gübre kullanımında düşmeye neden oldu. Tüm bu gelişmeler 1980-83 arasında tarımsal üretimde azımsanmayacak bir düşüş yarattı. Günümüzde tarımsal üretimin ağırlıklı Bölümünü bitkisel üretim oluşturmaktadır. Hayvan sayısının yüksek olmasına karşın verimliliğin düşük olduğu hayvancılık çok önemli bir gelişme potansiyeline sahiptir.
Sanayi
1930'larda uygulanmaya başlanan devletçi politika sanayileşmede önemli adımların atılmasını sağladı. Devletçi sanayileşme politikasının temel amaçlarından biri yurtdışından alınan mallan ülkede üretmekti. Bu dönemde en önemli gelişmenin yer aldığı dokuma sanayisi 1930'lann sonunda ülke tüketiminin yüzde 80'ini karşılayacak düzeye erişti. Ayrıca şeker üretimi dışalıma son verdirecek, çimentoysa tüketim fazlası yaratacak duruma gelmişti. Gene bu dönemde ülkenin ilk de- mir-çelik fabrikası Karabük'te kuruldu. Sanayileşmedeki hızlı gelişme II. Dünya Savaşı yıllarında yavaşladı. Savaşın getirdiği bazı zorunlu harcamalar sanayileşmeye yönelik yatırımların hızını kesti.
1950'lerde sanayi tarımdaki değişime ve kentleşmeye bağlı olarak genişleyen iç pazarın etkisiyle canlılık kazandı. 1950 sonrası özel kesimin geliştirilmesine öncelik verilerek bu kesime kamu-özel ortaklıkları yoluyla sermaye aktarımına gidildi. Ayrıca sanayinin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla ulaşım, enerji ve haberleşme gibi altyapı yatırımları hızlandırıldı. Ülke içindeki yatırımların sermaye sorunlarını çözmek amacıyla 1950'de Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kuruldu.
Bankanın amacı, yabancı ve yerli özel sermayenin Türkiye'de kurulan sanayi ortaklıklarına yardım etmek ve bu konuda özendirici çalışmalar yapmaktı. Gene 1950'nin başlarında devlet işletmelerinin özel sermayeye devri söz konusu edildiyse de bu gerçekleştirilemedi. Özel sektör oldukça güçlenmesine karşın genişleyen iç talebi karşılayabilecek bir gelişme gösteremedi. Bunun sonucu olarak devlet işletmeleri üretimlerini genişletmek durumunda kaldı. Bu dönemin bir başka özelliği de tüm özendirme ve çabalara karşın yabancı sermayenin umulan oranda gelmemesiydi.
1960'tan sonraki planlı dönemde sanayileşmeye büyük önem verilerek dışarıdan alman malların ülke içinde üretilmesine öncelik tanındı. Bu dönemin başında, Türk ekonomisinin yapısı, devlet ve özel girişimin yan yana bulunduğu bir karma ekonomi olarak tanımlanmaktaydı. Kamu kesimi ürettiği işlenmiş ya da yarı işlenmiş mallarla özel kesimin girdi gereksinimini karşılıyor ve bu kesimin gelişmesine olanak sağlıyordu. Bu dönemin 1960- 72 yılları arasındaki bölümünde özellikle sanayinin tüm dallarında önemli gelişmeler görüldü. 1970'lerin sonuna doğru yaşanılan ekonomik bunalım sanayinin gelişmesini büyük oranda sekteye uğrattı. 24 Ocak Kararları'yla uygulanmaya başlanan dışsatıma dönük sanayileşme politikası yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Dışsatıma tanınan olanaklar sanayicilerin gözlerini ülke dışındaki pazarlara çevirdi. Bunun sonucu olarak 1980 sonrasında maliyet ve nitelik sorunlarının çözümüne öncelik verildi. Yeni üretim tekniklerinin kullanımı ile ürün niteliğinin artırılıp maliyetinin düşürülmesi yoluyla dış pazarda rekabet olanakları arandı. Uygulamanın ilk aşamasında sanayileşmenin özel girişimciliğe bırakılması yoluna gidildi. Daha sonraysa var olan devlet işletmelerinin özel yerli ve yabancı sermayeye satılmasına yönelindi.
Bu gelişmelerin sonucu olarak sanayinin ülke ekonomisi içindeki önemi ve ağırlığı arttı. 1950'de ülke içinde yaratılan gelirde sanayicinin payı yüzde 13 iken 1989'a gelindiğinde yüzde 32'ye çıkmıştı.
Sanayi sektörü kendi içinde yapım (imalat) sanayisi, madencilik ve enerji olarak üç ana kesime ayrılır, ama sanayi dendiğinde ilk akla gelen yapım sanayisidir.
Yapım Sanayisi. Sanayi kesiminde üretilen ürünlerin tümü insanlarca tüketilen ürünler değildir. Bunların ancak bir bölümü tüketicinin yararlanmasına elverişlidir. Kalan bölümü ise insanın biyolojik ve öbür gereksinimlerini karşılayacak nitelikte malların üretilmesi için gerekli ürünlerdir. Bu nedenle imalat sanayisinde üretilen malları, tüketim mallan, ara mallan ve yatınm mallan olarak üçe ayırırız. Tüketim mallan insanların gereksinimine doğrudan cevap verebilecek nitelikteki mallardır. Bunlar tüketilme sürelerine bakılarak dayanıklı ve dayanıksız olarak ikiye aynlır. Genellikle bir kerede tüketilen ürünlere dayanıksız tüketim mallan, uzun süre yararlanmaya elverişli olanlara da dayanıklı tüketim mallan denir. Yatırım mallan bireylerin gereksinimlerini karşılamak amacıyla talep ettikleri mallan üretmek için kullanılan çeşitli araç ve gereçlerdir. Bir başka deyişle, tüketim mallarını ve öteki mallan üreten araç ve gereçlere yatırım mallan adını veriyoruz. Ara mallan ise gerek tüketim, gerek yatırım mallan üretimi için gerekli olan maddelerdir. Örneğin bir elbiselik kumaş tüketim malı, bunu üreten makine yatırım malı, pamuk ipliği ise ara malıdır.
Sanayileşme cumhuriyetin kuruluşundan beri hep önde gelen hedef olmuş, dışsatım ve ulusal gelir içindeki payı sürekli bir artış göstermiştir. Çağdaşlaşmanın ve ekonomik gelişmenin ölçütü olarak, alınan sanayileşmenin 1980'e kadarki genel gelişme çizgisi, dışarıdan alman tüketim mallarının ülke içinde üretilmesinde yoğunlaştı. 1930'larda ara malı üreten fabrikalar kuruldu. 1960'tan sonra başlayan planlı ekonomide ise dayanıklı tüketim malına yönelindi. 1962'de Türkiye yapım sanayisinin toplam üretiminin yüzde 61,6'sı tüketim mallan, yüzde 27,5'i ara malları ve yüzde 10,9'u yatırım mallarıydı. 1963-72 döneminde gerek nicelik, gerek nitelik açısından imalat sanayisinin tüm dallarında büyük gelişme gerçekleşmiştir. 1972'de yapım sanayisi içinde ilk dört sırayı gıda, dokuma, metal eşya ve makine yapım dalları almaktaydı. Aynı yıl tüm işyerlerinin yüzde 25'i gıda, yüzde 21,3'ü dokuma, yüzde 19,7'si metal eşya ve makine yapım dallarındaydı. 1989'da ise yapım sanayisinde tüketim mallan toplam üretimin yüzde 38'ini, ara malları yüzde 43'ünü, yatırım mallan da yüzde 19'unu oluşturuyordu.
Türkiye'de yapım sanayisi oldukça hızlı gelişmektedir. Ama yatırım mallan dalında yeterli gelişme sağlandığı söylenemez. Bu nedenle Türkiye sanayisi makine, donanım, teknoloji ve birçok temel girdi açısından dışa bağımlıdır.
Madencilik.
Yeraltı zenginlikleri açısından varlıklı sayılabilecek durumda olan Türkiye' de maden rezervleri henüz tam olarak saptanabilmiş değildir. Cumhuriyet öncesi dönemde maden üretimi hemen tümüyle yabancı şirketlerin elindeydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da madenler yabancı şirketlerin elinde kaldı. Devletçiliğin benimsendiği 1930'larda taşkömürü ve bakır madenleri kamulaştırılarak yeni kurulan Etibank'a devredildi. 1935'te işletmeye elverişli cevher yataklarının bulunması ve rezervlerinin saptanması amacıyla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) ve bu kuruluşun bulacağı madencilik alanlarında üretim yapmak üzere Etibank kurulmuştu. Ama tümüyle dışarıya satılan ve dünya pazarlarını elinde tutan tekellerce üretilen boraks, krom ve manganezde kamulaştırma yoluna gidilmedi. Yalnızca küçük yerli krom işletmeleri kamulaştırıldı. 1933'te Divriği'de bulunan demir cevheri yatakları, kuruluşundan sonra Etibank'ça işletilmeye başlandı. 1945'te Raman Dağı'nda bulunan petrol 1960'larda düzenli işletilmeye başlandı.
Bugün Türkiye'de kamu ve özel kesim kuruluşları madencilik sektöründe etkinlikte bulunmaktadır. Kamu kuruluşları taşkömürü, linyit, bakır, kükürt, cıva, demir cevheri, kurşun, tuz ve krom üretiminde özel kesime oranla çok daha büyük paya sahiptir. Özel kesim ise asbest, antimon, barit, bor tuzlan, çinko, lületaşı, manganez, zımpara taşı, magnezit, mermer, sodyum sülfat, dolomit üretiminde egemendir.
Enerji. Türkiye enerji üretim ve tüketimine batı ülkelerine göre çok geç başlamıştır. İlk elektrik üretimi 1902'de bir yabancı işletmenin Tarsus'ta kurduğu hidroelektrik santralda gerçekleştirildi. İstanbul 1914'te, Adapazarı 1923'te elektriğe kavuştu. Bu tarihte Türkiye'de yalnızca bu üç kentte elektrik vardı. Cumhuriyet döneminde her kent ve kasabanın elektriklendirilmesi için yoğun bir çaba içine girildi. 1923-33 arasında 105 kent ve kasaba elektriğe kavuştu.
Türkiye enerji kaynağı yönünden oldukça zengindir. Kömür, linyit, asfaltit, bitümlü şist, petrol, doğal gaz ve su kaynaklan gerekli enerjinin tümünü üretmeye yetecek potansiyele sahiptir. Buna karşılık enerji üretimi ile tüketimi arasındaki fark sürmekte, tüketimin ancak yüzde 56'sı yurtiçi kaynaklardan karşılanmaktadır. Enerji üretiminde yüzde 40 payla linyit ilk sırayı almakta, onu yüzde 23'le hidrolik enerji, yüzde 9'la da petrol ürünleri izlemektedir. 1990'da toplam 57,5 milyar kilowatt-saat olan elektrik üretiminin yüzde 60'ı termik, yüzde 40'ı da hidroelektrik santrallardan sağlandı. Kurulu güç kapasitesi ise 16.300 megawatt dolayındaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder