MÜZİK. Dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk günlerde
annelerimizin ninnileriyle, bilincine varmadan müzikle tanışmış oluruz. Daha
sonra duyduğumuz şarkıları, sözlerinin anlamını kavramadan tekrarlar,
melodisini yakalamaya çalışırız. Bir tencere ya da masaya vurarak ilk kez
kendi kendimize müzik yapmanın tadına varırız. İlkokul çağında mandolin ya da
flüt gibi gerçek bir müzik aleti çalmaya başlamak başlı başına bir mutluluktur.
Müzikle tanışıklığımız arttıkça, müziğin coşku, sevinç, korku ve keder gibi
duyguların anlatımındaki gücünü keşfederiz. Aynı zamanda flüt, piyano ve keman
gibi müzik aletlerini çalabilmenin, yeteneğin yanı sıra sıkı ve düzenli bir
çalışma gerektirdiğini de öğreniriz.
Müzik en basit melodiden en karmaşık parçalara kadar
çok çeşitli türleri kapsar. Biçimi ne olursa olsun, her türlü müzik kendine
özgü, değişik bir etki yaratır. Müzik türleri arasında yapılan seçim tamamen
kişisel zevke dayanır.
Müziğin resim ve heykel sanatıyla ortak yönleri
vardır. Ressam yapıtını yaratırken boya, fırça ve tuval; heykelci taş, çekiç ya
da alçı kullanırken, besteci de sesleri ve sesleri simgeleyen nota sistemini
kullanır. Bestecinin yarattığı ürüne müzik yapıtı, kompozisyon ya da beste
denir. Müzik temelde seslerden oluştuğu için din, dil ve kültür farklılıklarından
bağımsız olarak herkesçe duyumsanabilir. Bu bakımdan sanatlar içinde en
evrensel olanıdır.
Ses, uygulanan belirli bir basınçla havanın titreşmesi sonucu oluşur.
Belirli bir zaman aralığı içindeki ses dalgalarına frekans denir.
Titreşimler hızlandıkça, kulağımıza ulaşan dalga sayısı da artar; bir başka
deyişle sesin frekansı yükselir. İnsan kulağı frenkansı "sesin
yüksekliği" ya da "sesin alçaklığı" olarak algılar. Buna ses perdesi denir. Frekans yükseldikçe ses perdesi de
yükselir. Besteciler müzik bestelerken belirli bir perdenin seslerini
kullanırlar. Her müzik aletinin ses perdesi değişiktir. Pikolo, flüt ya da
keman gibi bazı müzik aletleri yüksek perdeden, kontrbas ya da tuba gibi müzik
aletleri ise alçak perdeden ses çıkarır.
Birbirinden
kopuk ve düzensiz frekanslardan oluşan seslerin belirli bir perdesi yoktur.
Eğer sesi oluşturan frekanslar düzenli ve birbiriyle uyumluysa, oluşan sesin
belirli bir perdesi var demektir. Frekanslardan biri genellikle ötekilerden
daha güçlüdür ve tek başına ses perdesini belirler. İşte bu frekans
"nota" adını verdiğimiz sesi oluşturur.
Kemanla
çalınan bir nota, obua ya da klarnetle çalındığında kulağımıza değişik gelir.
Bunun nedeni kısmi sesler'i oluşturan öteki frekansların her müzik
aletinde değişik olmasıdır. Bu frekanslara doğal armonikler denir.
Her müzik aletinin kendi doğal armonikleri ve buna bağlı olarak kendine özgü
bir ses rengi, tınısı vardır. Ressamların renkleri ve gölgeleri değişik
biçimlerde kullanmaları gibi besteciler de müzik aletlerinin kendine özgü ses
renginden yararlanarak özel etkiler elde ederler.
Bir resme
ya da bir heykele ne zaman istersek bakabilir, karşısında dilediğimiz kadar
durup, inceleyebiliriz. Oysa bir müzik parçası bir kez dinlenmekle son bulur.
Bu nedenle müzik parçalarının kalıcı olmasını sağlamak için özel işaret ve
simgelerden oluşan bir sistem geliştirilmiştir. Besteci yapıtını bu simgeleri
kullanarak kâğıda geçirir. Bu yazım sistemine "notasyon" ya da
"nota yazısı" adı verilir. Seslerin yüksekliklerini, sürelerini ve
öteki özelliklerini gösteren grafik simgelere nota, notaların üzerine
NOTA YAZISI
yazıldığı birbirine paralel, beş yatay çizgiden oluşan
nota satırlarına porte denir. Notalar tam anlamlarına sese
dönüştürüldükleri anda kavuşurlar.
Bir müzik yapıtını genellikle bestecinin
kendisi seslendirmez. Bununla birlikte pop ya da halk müziğinde besteyi sunan
genellikle bestecinin kendisidir. Bir müzik parçasını seslendirmek ayrı bir
sanattır. Besteyi seslendiren sanatçı kendine özgü tekniği ve yorumuyla
besteye ayrı bir renk katar. Müzik parçaları konser ve resitallerde doğrudan ve
bir kere dinlenebilir. Oysa günümüzün teknik olanaklarıyla yapılan ses kaydı,
müziğin kalıcı olmasını sağlamıştır.
Müziğin Başlangıcı
Müzik en eski sanat dallarından biridir. Tarihöncesi
devirlerde kuşların ötüşünden, suların şırıltısından, yağmurun sesinden,
rüzgârın ve kıyıya vuran dalgaların uğultusundan esinlenen ilk insanlar, içi
boş bir kütüğe deri geçirip vurarak, hayvan bağırsaklarından yapılan ipleri
çekerek, boynuz, kemik ya da odundan boruları üfleyerek doğadaki sesleri taklit
etmeye başladılar. Başlangıçta işaret vermek amacıyla kullandıkları bu sesleri
sonraları hoşlarına gidecek biçimde düzenleyerek kendi ilkel müziklerini
yarattılar. Eski zamanlardan beri müziğin, dinsel törenlerde önemli bir yeri
oldu. Günümüze ulaşabilen en eski müzik yazmaları Hindistan'da 3.000 yıl
öncesinden kalma Veda ilahileridir.
Müzikle
ilgili ilk kuramları geliştiren Eski Yunanlılardı. Müzik ve dansın insanların
yaşamında önemli bir yer tuttuğu Eski Yunan'da, şairler lir eşliğinde destanlar
söylerdi. Müzik sözcüğü, Eski Yunan'da sanatın esin tanrıçaları
olduğuna inanılan Musalar'ın adından türetilmiştir. Bununla
birlikte o dönemde mousike sözcüğü, Musalar'ın koruması altındaki her sanat
ya da bilim dalı için kullanılan genel bir terimdi. İÖ 6. yüzyılda akustiğin
temelini kuran Pisagor (Pythagoras) müziği matematiksel yoldan çözümleyerek,
bir sesin yüksekliği ile telin uzunluğu arasındaki ilişkiyi saptadı. Belirli
uzunluktaki bir telde çalınan notanın frekansının, iki kat uzunluktaki bir
telde çalınan notanın frekansının tam iki katı olduğunu buldu.
Çinliler
de Eski Yunanlılar gibi müziğin sevinç ve keder gibi duygular uyandırmaktaki
gücünün bilincindeydiler. Müziğin tanrısal bir gücün yankısı olduğuna inanıyorlardı.
Bu inanç daha sonraları da sürdü ve Hıristiyanlığın ilk yıllarından
başlayarak, müzik etkili bir dinsel anlatım aracı oldu. Müzik sözün taşıyıcısı
olarak kullanıldı. Melodi dinsel metnin aydınlatılmasına yardımcı oldu. Martin
Luther de içinde olmak üzere önde gelen Hıristiyan din adamları müziğin yalın
ve dindarlığı güçlendirici olmasından yanaydılar.
Müziğin
kuramsal gelişimi tarih boyunca çeşitli evrelerden geçti. Ortaçağda dinsel
müzik bugün tonalite adı verilen majör ve minör ses dizileri dışında
kalan ses dizilerine yani mocTlara göre yazılıyordu. Tonalite ve oktav (birinci
sesten sekizinci sese kadar olan aralık) 17. yüzyılda geliştirildi.
Armoninin Doğuşu
9. yüzyılın sonlarına doğru Hıristiyanlık'ta dinsel
sözleri içeren tek sesli müzik (sequentia) yaygınlık kazandı. Aynı dönemde iki
ya da daha çok sesin bir arada duyulduğu günümüzde organum olarak anılan
armoninin ilk örnekleri ortaya çıktı. Koroların
ve koral müziğin kiliselere girmesi ortaçağda gerçekleşti.
11. yüzyılda notalar dört paralel çizgi üzerine
yazılmaya başlandı. Bugünkü nota yazımı o dönemde geliştirilen neuma
yazımından türetildi. Günümüzde kullanılan notasyon birlik, ikilik, dörtlük,
sekizlik, on altılık, otuz ikilik ve altmış dörtlük notalardan oluşur.
12. ve 13.
yüzyıllarda motet adı verilen ayin müziği, dindışı müzikten
etkilenerek yaygınlık kazandı. Fransa'da bu müzik troubadour ve truver
denen saraylı saz şairleri ve gezgin halk ozanları tarafından geliştirildi.
Almanya'da sevda şarkıları söyleyen Minnesinger'\er ortaya
çıktı. Madrigaller ve 13. yüzyılda başlayan çalgılı müzik Avrupa'da
yaygınlaştı.
Rönesans Müziği
15.-17. yüzyıl başları arasındaki dönem, uzmanlarca
müziğin Rönesans'ı olarak nitelendirilir. Sanat ve edebiyatla ilgili olarak
kullanılan bu terim, o dönemde müzik alanında gerçekleştirilen bir dizi hızlı
gelişmeye işaret eder. Bu dönemde kontrpuan tekniği yoluyla,
birden çok sesin eşzamanlı olarak duyulmasına olanak veren yapıtlar
bestelendi. Bunlar çoksesli müziğin ilk örnekleriydi. Aynı dönemde ortaya
çıkan öteki müzik biçimleri Fransa'da halk şiirlerinin bestelenmesiyle oluşan şanson'lar
ve
rondo'lardır.
15. yüzyılda Avrupa'nın en önemli müzik
merkezi, Fransa'nın doğusundaki Burgonya Sarayı idi. Buraya dönemin birçok ünlü
bestecisi öğretmenlik yapmak ve çalışmak için gelirdi. 16. yüzyılda İtalyan
Giovanni Pierluigi da Palestrina, Flaman Orlando di Lasso ve Adriaan Willaert,
İngiliz Thomas Tallis ve William Byrd gibi sanatçılar besteledikleri missa,
motet ve kantatlarla koral müzikte önemli gelişmelere öncülük ettiler.
Rönesans
döneminde yalnızca çalgı için bestelenmiş; org, klavsen, klavikord, epinet ve
virginal gibi aletlerle çalman müzik önemli ölçüde gelişti.
Barok Müzikten Klasik Müziğe
Müzikte 17. yüzyıl ile 18. yüzyılın ilk yarısı arasındaki
dönem barok dönem olarak bilinir. Dinsel ve dindışı müziğin kesin olarak
birbirinden ayrıldığı bu dönemdeki en önemli gelişmelerden biri de çalgı
eşliğinde söylenen dindışı solo şarkılardı. Bu şarkılar sonradan gelişecek olan
operanın ilk örnekleri sayılır. Gene aynı dönemde büyük besteci Johann
Sebastian Bach, kısa bir temanın belirli aralıklarla yinelenmesinden oluşan füg'ü
yetkinleştirdi. Barok dönem bugün bildiğimiz anlamda orkestraların ilk
örneklerinin kurulduğu, çalgıların bugünkü biçimini almaya başladığı bir
dönemdi.
Barok döneminin en büyük bestecileri İtalyan
Claudio Monteverdi, Alman Heinrich Schütz, Johann Sebastian Bach, Georg
Friedrich Hândel ve İngiliz Henry Purcell'dir.
O dönemde Fransa'nın yetiştirdiği büyük
besteciler Jean Baptiste Lully, François Couperin ve Jean-Philippe Rameau'dur.
Lully, Fransız orkestra müziğinin ve opera geleneğinin kurucusu, Couperin
klavsen müziğini yetkinleştiren besteci, Rameau ise yetkin bir besteci olmanın
yanı sıra, armoni biliminin kurucusu olarak tanınır.
1740'larda Almanya'da Mannheim Sarayı'nda,
Johann Wenzel Anton Stamitz'in kurduğu orkestra, konçerto ve senfoni gibi
birçok yeni müzik biçimlerinin gelişmesinde önemli rol oynadı.
Klasik Müzik
18.
yüzyılın sonlarına doğru, müzikte klasik dönem
başladı. Günümüzde klasik müzik terimi pop, folk ve caz müziğinden oldukça
farklı bir müzik türü için kullanılır. Müzik uzmanları için gerçek klasik
müzik, yaklaşık 1760'tan 1830'a kadar Avusturya'nın başkenti Viyana'da gelişmiş
olan müziktir. Bu dönem Franz Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig
van Beethoven gibi büyük bestecilerin konçerto, senfoni, sonat, yaylı çalgılar
ve oda müziğini en yetkin düzeye ulaştırdığı dönemdir.
Müzikte
duyguların yanı sıra düşünceye de yer veren ilk besteci, çalışmalarıyla
kendisinden sonra gelen birçok sanatçıyı derinden etkileyen Beethoven'di.
Aynı dönemin öteki önemli bestecileri Fransız Hector Berlioz ile Macar Franz
Liszt, Avusturyalı Franz Schubert, Polonyalı Frederic François Chopin ve Alman
Robert Schumann'dı.
Romantikler
19.
yüzyılın sonlarında yeni arayışlara sahne olan
müzik dünyasında tartışma konusu olan değişik görüşler besteciler arasında
ayrılmalara yol açtı. Beethoven müziğe düşünce yüklü yeni bir içerik
kazandırmıştı. Onu izleyen ve müziği seçkin sınıfların bir eğlence aracı olmaktan
çıkararak, kesintisiz ve alışılmışın dışında bir armoni anlayışıyla
yaratmaktan yana bazı sanatçılar, Alman besteci Richard Wagner'in önderliğinde
müzikte Alman Romantizm'i olarak bilinen yeni bir akım başlattılar. Müziğin
sınırlarını zorlamamasını savunan ve romantiklerin getirdiği yeniliklere karşı
çıkan besteciler ise Johannes Brahms'ın çevresinde toplandılar.
Bu iki düşünce akımı 20. yüzyıla kadar birçok
besteciyi etkiledi. Avusturyalı besteci Gustav Mahler ile Alman besteci Richard
Strauss, Wagner'i izlediler ve orkestra için uzun senfonik yapıtlar
bestelediler. Öte yandan Fransa'da Wagner geleneğinin yaygın olduğu bir
dönemde Fransız besteci Charles Camille Saint-Saens klasik modellere bağlı kalarak
titiz, zarif ve duygulu müzik parçaları yazdı. Aynı dönemde Mihail İvanoviç
Glinka Rusya'da ulusal müzik hareketini başlattı. Peter İliç Çaykovski romantik
bir besteci olarak tanındı. Dönemin öteki ünlü Rus bestecileri Aleksandr
Borodin, Modest Mussorgski ve Nikolay Rimski-Korsakof, yapıtlarında özellikle
halk öykülerini konu aldılar ve Rus halk şarkılarından esinlendiler.
19. yüzyılda operada önemli gelişmeler
gözlendi. Operanın bu dönemdeki başlıca bestecileri İtalyan Gioacchino Rossini
ve Giuseppe Verdi romantik bestecilerdi. Ama gene de dönemin en önemli opera
bestecisi, alışılmış kalıpların dışına çıkarak güçlü orkestralara ve güçlü
şarkıcılara yer veren, yapıtlarında edebi ve felsefi düşünceleri konu alan,
müziği öteki sanatlarla işbirliği içinde algılayan ve operaya "müzikli
dram" adını veren Richard Wagner'di.
20. Yüzyıl
20. yüzyıl müzikte yeni
arayışlar dönemi oldu. Fransa'da Claude Debussy ve Maurice Ravel piyano ve
orkestra için yazdıkları yapıtlarda alışılmışın dışında bir armoni ve tonalite
kullanarak resimde boya ile gerçekleştirilen etkiyi müzikte yaratmakla
İzlenimcilik Akımı'nın başlıca temsilcileri oldular. Fransız Erik Satie ve Francis Poulenc, 18. yüzyıl
müziğinde olduğu gibi küçük orkestralar kullanarak yalın, ama çarpıcı
melodiler ve uyumsuz (disonant) akorlarla öncü (avantgar
de) müzik akımını başlattılar. Öncü müziğin ABD'deki başlıca
temsilcileri Horatio Parker ve Charles Edward Ives'di.
I. Dünya
Savaşından kısa bir süre sonra gelişen radyo yayınları müziksever dinleyicilerin
sayısını önemli ölçüde artırdı. Pop müzik, varyete, müzikal komedi ve caz
müziği geniş halk kitleleri arasında yaygınlık kazandı. Bu müzik türleri
George Gershwin, Jerome Kern ve Cole Porter gibi bestecilerle en yüksek
düzeyine ulaştı. 1970'lerde ve 1980'lerde önde gelen öteki besteciler Leonard
Bernstein, Andrew Lloyd Webber, Aaron Copland'dı.
20.
yüzyılda klasik müzikteki en önemli gelişme, Avusturyalı besteci Arnold
Schönberg' in bütün armoni ve melodi kurallarını altüst ederek, atorıalite
denen anahtarsız sistemi geliştirmesiyle gerçekleşti. Öğrencileri Alban Berg ve
Anton von Webern onu izleyerek operalar, senfoniler, oda müzikleri ve şarkılar
yazdılar. Schönberg'in günümüzde bile bazı kulaklara yabancı gelen bu sistemi dizisel sistem
ve 12
ton (ya da 12 nota) sistemi olarak bilinir.
20.
yüzyıldaki büyük bestecilerin çoğu hiçbir akıma bağlanmadan özgün müzik yazan
bestecilerdi. Bu bestecilerin önde gelenleri Rus İgor Stravinski, Sergey
Prokofyev ve Dimitri Şostakoviç, Alman Paul Hindemith, Kurt Weill ve Karlheinz
Stockhausen, İtalyan Luigi Dallapiccola ve Luciano Berio, Fransız Olivier
Messiaen, İngiliz Benjamin Britten ve Michael Tippett'tir. Stockhausen ve
Fransız Edgard Varese 1950'lerde ve 1960'larda ortaya çıkan elektronik müziğin
öncüleridir. 1970'lerde ve 1980'lerde basit armoni ve melodi kalıplarıyla tek
bir motifin üst üste yinelenmesine dayanan minimalist (indirgemeci)
müzik akımı gelişti. Bu akrmtn öndegelen adları arasında ABD'li Steve Reich ve
Philip Glass sayılabilir. 20. yüzyılın bir başka ünlü bestecisi de ABD'li John
Cage'dir. Belirsizlik ilkesine dayanarak rastlantısal müzik türünü geliştiren
öncü besteci Cage'e göre, sessizlik bile tek başına müzik olabilir.
MÜZİK ALETLERİ.
Bir müzik parçasını seslendirmek amacıyla üfleyerek, tellerine yay sürterek ya
da parmaklarla çekerek, tuşlarına basarak, bazen çekiçle, bazen de gergin
derisi üzerine tokmaklarla vurarak çalınan, sesi notalara göre ayarlanmış her
türlü çalgı müzik aletidir. Müzik aletleri türlerine ve çalınma biçimlerine
göre çeşitli sınıflara ayrılır. Ama bazı çalgılar düzenek özellikleri nedeniyle
birden fazla sınıfa girer. Sözgelimi org, hem üfleme çalgılar, hem de
klavyeli çalgılar ailesinden sayılır.
Bir müzik
aletinin sesinin iyi olabilmesi için, hem yapımcının, hem de çalan kimsenin
sesin üretilmesini, yayılmasını, iletilmesini, algılanmasını ve titreşim
özelliklerini konu alan bilim dalından yani akustik''ten anlaması
gerekir. Müzik aletinin tasarımı, kullanılan gereçlerin türü, çalma tekniği ve
konser salonunun yapısı akustik özellikleri belirleyen ve etkileyen en önemli
öğelerdir.
MÜZİK KUTUSU.
İlk kez 18. yüzyılda yapılan müzik kutusu, gramofon bulunana kadar yaygın
olarak kullanılan bir ev çalgısıydı. Müzik kutuları o zamanlarda kullanılan
enfiye kutularına benzeyen, kare ya da dikdörtgen
biçimli küçük kutular
biçimindeydi ve bazen müzikli enfiye kutusu olarak adlandırılırdı.
Kutunun
içindeki küçük düzenek en basit biçimiyle, bir yay, yayın döndürdüğü bir silindir
ve her dişi farklı bir notada ses veren bir metal taraktan oluşur. Kurulmuş
olan yay boşalırken, dişli çarklardan oluşan bir düzenek yardımıyla silindiri
döndürür; dönen silindirin üzerindeki ince çıkıntıların metal tarağın dişlerine
çarpmasıyla çıkan sesler belirli bir melodi oluşturur. Müzik kutusu hangi
melodiyi çalacak biçimde yapılmışsa yalnızca o melodiyi çalabilir. Genellikle,
kutu kapalıyken yay boşalmayacak biçimde yapıldığı için kapağı açılınca çalmaya
başlar. Bazı büyük müzik kutularında çan çalan bir düzenek de vardır.
Benzer
biçimde çalışan aygıtlar 18. yüzyılda bestecilerin ilgisini çekmiş; Franz
Joseph Haydn ve Wolfgang Amadeus Mozart, böyle bir düzenekle çalışan küçük bir
org için parçalar bestelemiştir. Saat başlarında melodiler çalan saatler ve
kol saatleri de yapılmıştır.
NABÎ (1642-1712). Ünlü bir Divan şairi
olan Nabî doğum yeri olan Urfa'da öğrenim gördükten sonra 1665'te İstanbul'a
giderek Vezir Musahip Mustafa Paşa'nın kâtibi oldu. Mustafa Paşa Padişah IV.
Mehmed'in yakın çevresinde bulunduğundan Nabî'nin de sarayla ilişkisi
güçlendi. 1675'te ilk ünlü yapıtını, IV. Mehmed'in şehzadeleri için Edirne'de
düzenlediği sünnet düğünü şenliklerini anlatan Surname'yi yazdı.
1678'de çıktığı hac yolculuğuna ilişkin izlenimlerini
Tuhfetü'l-Haremeyn adlı yapıtta topladı.
Nabî,
koruyucusu Mustafa Paşa'nın 1686'da ölümü üzerine Halep'e yerleşti. Burada
oğlu Ebulhayr için öğütlerle dolu Hayriye adlı ünlü
mesnevisini kaleme aldı. O güne kadar yazdığı şiirlerini bir Divan'da
topladı. 1710'da yakın dostu olan Halep Valisi Baltacı Mehmed Paşa sadrazamlığa
getirilince Nabı' yi de İstanbul'a götürdü. Darphane emirliği, Anadolu
muhasebeciliği gibi görevlerde bulunan Nabî bir yandan da resmi ve özel mektuplarını
içeren
Münşeat'mı düzenledi. Kısa bir hastalıktan sonra İstanbul'da
öldü.
Nabî'ye
Divan edebiyatında ayrı bir yer kazandıran özelliği, şiirlerindeki bilgece
tavırdır. Osmanlı Devleti'nin duraklama döneminde yaşaması, birçok savaşa,
yenilgiye, toplumsal yıkıma tanık olması onu bu yönde etkilemiştir.
Şiirlerinde ahlakçı bir yaklaşım egemendir. Öbür Divan şairleri gibi duygulara,
doğa betimlemelerine hemen hiç yer vermez. Söz oyunlarına başvurmaz. Nabî'nin
şiirleri yerel deyimlerle, atasözleriyle güçlendirilmiş mısralardan oluşur. Bu
yüzden de "hikemi şiir" denen düşünceye önem veren çığırın öncüsü
sayılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder