25 Ocak 2011 Salı

ZURNA


ZURNA, günümüzde Türk halk müziğinde, geçmişte ise mehter müziğinde ve klasik Türk müziğinde (18. yüzyıldan önce) kullanılan üflemeli bir çalgıdır. Dünyanın pek çok ülke¬sinde zurnaya benzeyen çalgılara rastlanır. Bunların bazıları, kökeni aynı olan adlar taşır. Bu tipten çalgılar İran'da "sûrnây", Çin'de "sona", Hindistan'da "sanayi", Fas ve Cezayir'de "gayta", Libya ve Tunus'ta "zukra", Mısır'da "sibs", Arabistan Yarımadası'nda "mizmâr" adını almıştır.
Geçmişi Eski Mısır'a kadar uzanan zurna, Müslümanlık'ı kabul etmeden önce Türkler tarafından "yorağ" ya da "yurağ" diye adlan¬dırılmıştır. Zamanla bu sözcüğün yerini, "dü¬ğün neyi" anlamına gelen Farsça "sûrnây" sözcüğünün değişmiş ve bozulmuş biçimi olan "zurna" sözcüğü almıştır.
Zurnanın başlıca iki bölümü vardır: Gövde ve sipsi (ya da cukcuk). Şimşir, gürgen, ardıç, kızılcık, dişbudak, erik gibi ağaçlardan, tor¬nada çekilerek yapılan gövdenin koni biçi¬minde genişlemiş alt kısmı "kalak" diye ad¬landırılmıştır. Ney, kaval, flüt gibi düz birer boru olan üflemeli çalgıların dar ya da geniş birer kalağı vardır. Basite indirgemek gere¬kirse, zurnanın gövdesi uzun, konik bir boru¬dur; üzerinde, yedisi önde (dışa bakan), biri arkada (içe bakan) olmak üzere sekiz delik bulunur. Zurna iki elle tutularak çalınır ve delikler iki elin parmaklarıyla açılıp kapatıla¬rak perdeler (notalar) elde edilir. Anadolu' nun kimi yörelerinde, zurnanın kalağında da iki ya da üç küçük delik görülür. Bunlara "cin deliği" (ya da "şeytan deliği") denir. Uğur getirdiğine inanılan bu deliklerin perdeler üzerinde herhangi bir etkisi olmaz.
Çalgının ikinci bölümü olan "sipsi", suda bekletilip yumuşatılan, sonra da ağza alınacak ucu inceltilip yassıltılmış bir kamıştır; madeni ya da ahşap olabilen "lüle" aracılığıyla gövde¬ye takılır. Gövdenin üst ucuna, lülenin çatla¬maması için, çoğunlukla madeni olan bir bilezik geçirilir. Bu bilezik, neydeki "parazvane" gibidir.
Zurnanın çalmışı ilginçtir: Çalan, burundan soluk alıp verir ve havayı ağzında yedekler. Böylece çalma hiç kesintiye uğramaz. Zurna¬nın sesi tiz, keskin ve çok gürdür. Bu yüzden daha çok açık havada çalınır. Ama 18. yüzyıl¬dan önceki dönemlerde klasik Türk müziğin¬de, kapalı mekânlarda zurna kullanıldığını gösteren minyatürler vardır. Bu zurnalar bü¬yük olasılıkla daha yumuşak sesli çalgılardı.
Zurnanın ses alanı yaklaşık iki oktavdır. Bu iki oktavlık alan içinde, çalanın ustalığına bağlı olarak, zurnadan tüm sesler (koma sesleri, çeyrek sesler) elde edilebilir. Halk arasında yaygın olarak kullanılan "zurnada peşrev olmaz" sözü zurnanın yetersiz bir çalgı olduğu kanısını uyandırır, ama zurnayla yal¬nız basit melodiler değil, peşrevler, saz semai¬leri de çalınabilir. Nitekim, gerek Mehterha-ne'de, gerekse saray ve konaklardaki fasıllar¬da çalınmıştır.
Zurnanın çeşitli boyları vardır. Küçükleri¬ne "cura zurna", büyüklerine ise "kaba zur¬na" denir. Davul ve zurna Türk halk müziği¬nin ayrılmaz ikilisidir. Ama, 20. yüzyılda Anadolu'nun kimi yörelerinde zurnanın yeri¬ni klarnet almıştır. Çoğu yerel ustalar tarafın¬dan yapılan bu metal (bafon) klarnetler, "gırnata" diye adlandırılmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder