5 Ocak 2011 Çarşamba

Uranüs

 Güneş'in çevresinde dolanan do­kuz büyük gezegenden Güneş'e uzaklık bakı­mından yedinci sırada yer alanıdır. Telesko­pun bulunmasından sonra ilk keşfedilen geze­gen olan Uranüs'ü 1781'de Alman asıllı İngi­liz astronom William Herschel Bath'taki ken­di gözlemevinde günlük gökyüzü ölçümlerini yaparken bir rastlantı sonucu ortaya çıkardı. Sir Herschel o gün (13 Mart 1781), görünüm olarak kesinlik­le yıldıza benzemeyen bir gökcismine rastladı; birkaç gece sonra yapılan bir gözlem sonucun­da da bu cismin arka plandaki yıldızlara göre konumunun değişmiş olduğunu belirledi. Sir Herschel önceleri bunun bir kuyrukluyıldız olduğunu sandı, ama cismin yörünge hareke­tinin sürekli olarak gözlenmesi sonucunda astronomlar bu cismin gerçekte bir gezegen olduğu kanısına vardılar. Gezegene, Eski
Yunan ve Roma mitolojisinde Saturnus'un babası olan gök tanrısı Uranos'un adını Al­man astronom Johann Elert Bode vermiştir.
Uranüs uygun bir konuma geldiğinde çıp­lak gözle de görülebilir. Bu bakımdan Ura­nüs'ün bir gezegen olarak daha önce keşfedil­memiş olması şaşırtıcıdır. Gerçekten de geze­gen 1781'den önce birçok kez gözlemlenmiş, ama her seferinde de bunun bir yıldız olduğu yanılgısına düşülmüş ve hatta bir yıldız olarak kataloga geçirilmiştir.
Uranüs çok benzediği Neptün gezegenin­den biraz daha büyük, yeşilimsi mavi renkli, garip bir gökcismidir. Jüpiter, Satürn ve Neptün gibi Uranüs de dev geze­genler sınıfına girer. Bilebildiğimiz kadarıyla, yoğunluğu düşüktür; kay açlardan oluşmuş ve suyla kuşatılmış bir çekirdek, bu çekirdeği saran, hidrojen ve helyumdan oluşmuş derin, yoğun bir atmosferden oluşur. Atmosferinin üst kesimleri donmuş metan gazından oluşan bir bulut katmanı görünümü verir. Metan kırmızı ışığı soğurur (yani emip içinde tutar), öteki renkleri yansıtır; Uranüs'ün yeşilimsi mavi görünmesinin nedeni bu olabilir. Dünya'daki gözlemevlerinden yapılan kızılötesi (enfraruj) ölçümler, gezegen atmosferinin üst katmanında şiddetli bir soğuğun hüküm sür­düğünü ve burada sıcaklığın -212°C olduğu­nu göstermektedir.
Uranüs yaklaşık 52.290 km çapında ve Dünya'nın hemen hemen dört katı büyüklük­tedir. Güneş çevresindeki dolanım süresi 84,01 yıl, Güneş'e ortalama uzaklığı ise 2 milyar 870 milyon km dolayındadır. Yani Uranüs'ün Güneş'e uzaklığı, Dünya'nınkinin 19,18 katı, Satürn'ünkinin ise yaklaşık iki katıdır.
Uranüs'ün ilginç ve kendine özgü bir özelli­ği de, dönme ekseninin hemen hemen 98 derecelik bir açı kadar yana yatık olmasıdır. (Dünya'nın dönme ekseninin yatıklığı yalnız­ca 23V2 derecedir.) Yani Uranüs, Güneş'in çevresinde bir yanına yatmış halde dolanmak­tadır. Bu nedenle yörüngesinin bir noktasında gezegenin güney kutbu Güneş'e dönükken kuzey kutbu karanlıkta kalır; buna karşıt bir noktada ise bunun tersi geçerlidir.
10 Mart 1977'de Uranüs, SAO 158687 katalog numarasıyla bilinen soluk bir yıldızın önünden geçerken, astronomlar ender rastla­nan bir olayı inceleyebilme olanağını buldu­lar. Uranüs bu yıldıza bakış doğrultusunda yaklaşırken, yıldız sanki beş kez "göz kırp­mış" gibi gözüktü. Uranüs yıldızın önünden geçtikten sonra da aynı şey oldu. Gözlemciler bu "göz kırpmalar"dan Uranüs'ün, kendisini çevreleyen en az beş halkadan oluşmuş bir sistemi olduğu sonucunu çıkardılar. Sonraki bulgular halka sayısının gerçekte 10 olduğunu gösterdi.
1986 öncesinde, Uranüs konusunda bildiği­miz her şey Dünya'dan yapılan gözlemlerden öğrenilmişti. Ama o yıl 23 Ocak'ta, çok önceleri Ağustos 1977'de fırlatılmış olan ABD uzay sondası "Voyager 2" Uranüs'ün yaklaşık 81.000 km yakınından geçti. Araç Uranüs konusunda bildiklerimizi büyük ölçü­de artıran fotoğraflar çekti, ölçümler yaptı. "Voyager 2"nin bu uzay uçuşu beklenmedik sonuçlar da ortaya koydu.
"Voyager 2", Uranüs'te bir magnetik ala­nın varlığını saptadı. Ne var ki, bu alanın kaynağı gezegenin merkezinde değil, ekvato­ru ile kuzey kutbu arasında ve bu ikisinin hemen hemen ortasında kalan bir noktaday­dı. Dünya, Jüpiter ve Satürn'de olduğu gibi Uranüs de magnetosfer olarak bilinen bir magnetik etki alanıyla kuşatılmıştı. Ama bu alan "kaçık merkezli" olduğu için magnetos­fer yalpalar gibi görünmekteydi. Magnetosferde tutulmuş olan elektrik yüklü parçacıklar Uranüs'ün magnetik kutuplarının yakınında hızlanmakta ve gezegen kendi ekseni üzerin­de döndüğünden şiddeti düzenli olarak deği­şen radyo dalgalan üretmekteydiler. Böylece, "Voyager 2" bu radyo sinyallerine dayanarak Uranüs "günü"nün uzunluğunu ilk kez doğru olarak ölçebildi ve bunun yaklaşık 17,3 saat olduğunu belirledi.
"Voyager 2" yolculuğundan önce Uranüs'ün beş soluk uydusu olduğu bilinmekteydi. Bun­lardan ikisi olan Titania ve Oberon'u 1787'de Sir William Herschel ortaya çıkarmıştı. Mi­randa, Ariel ve Umbriel adlı öbür uydular ise 19. ve 20. yüzyıllarda keşfedilmişti. "Voyager 2" hepsi de bilinen beş uydudan daha küçük, başka 10 uydunun daha bulunduğunu saptadı. Aracın daha önce bilinen beş büyük uyduya ilişkin olarak gönderdiği fotoğraflar, bunların birbirlerinden farklı olduklarını ortaya koy­du. Bu fotoğraflarda, Oberon'da birçok bü­yük kraterin olduğu görülmekte ve uydunun oluşması ile bu kraterlerin ortaya çıkması arasında geçen zamanın pek de uzun olmadığı sanılmaktadır. Oberon'da ayrıca yaklaşık 20 km yüksekliğinde bir de dağ vardır. Uranüs uydularının en büyüğü olan Titania'nın ise yaşlı birkaç büyük krateri vardır; yüzeyi, daha küçük, genç kraterler ve derin çatlaklarla kaplıdır. Umbriel'in yüzeyinde ise, oluştu­ğundan bu yana uydunun çok az değiştiği izlenimini veren, yalnızca büyük ve yaşlı kraterler gözükmektedir; aslında bu uydu­nun, çok daha sonraki zamanlarda, küçük çarpma kraterleriyle delik deşik olmuş bir yüzeyi olsa gerektir. Büyüklük olarak Umbri­el'in benzeri olan Ariel, ikizinden iki kat daha çok ışık yansıtmaktadır. Ariel'in yüzeyinde tarihinin son zamanlarında oluşmuş çatlaklar bulunduğu, uydunun iç kesimlerinden akıp gelmiş lav benzeri bir maddenin bazı büyük ve yaşlı kraterleri örttüğü görülmektedir. Beş büyük uydunun en küçüğü ve en içteki olan Miranda'nın ise şaşırtıcı derecede değişken bir yüzey görünümü vardır. Bu yüzey, enge­beli yüksek arazi kesimleri ile sırtların uzandı­ğı alçak arazi kesimlerinden oluşmaktadır. Bir yerde, yüzeydeki bir çatlak 20 km yüksek­liğinde bir uçurumun oluşmasına yol açmıştır.
"Voyager 2", üzerlerine düşen güneş ışığı­nın çok azını yansıtan, hepsi de dar ve solgun 10 halkanın varlığını doğrulamıştır. Bu halka­lar, Uranüs'ü saran çok incb maddenin bir tür topaklaşmaya uğraması sonucu ortaya çıkan parçacık yoğunlaşma bölgeleriymiş gibi gö­zükmektedir. Parçacıklar ışınım etkisiyle si­yah bir organik bileşiğe dönüşmüş metan buzu olabilir. "Voyager 2"nin keşfettiği 10 küçük uydudan bazıları, kütleçekimi etkileri­ni bu halkaların dağılmasını önlemek için kullanarak bir "çoban" işlevi yerine getiriyor görünümündedir. Bütün halkalar ve uydular Uranüs ekvatoruyla aynı düzlemde, yani ge­zegenin izlediği yörüngeye dik bir düzlem içindedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder