RESİM SANATI,
düşünce ve duyguların çizgiler ve renklerle yansıtıldığı bir sanat dalıdır.
Gerçek ya da düş ürünü herhangi bir olay ya da öykü resmin konusu olabilir.
Nesneleri göründüğü biçimiyle yansıtan gerçekçi resimler olabildiği gibi,
yalnızca renklerin belirli bir düzenlemeyle birleştirildiği soyut resimler de
vardır.
Tarih
boyunca resim sanatına ilişkin benzer görüşleri paylaşan bazı ressamlar, zaman
zaman bir araya gelerek gruplar oluşturmuş, ortak ilkeleri benimsemiş ve
değişik akımlara öncülük etmiş ya da resim "okulu" (Fransızca'da
ecole) olarak tanımlanan belirli bir üslubun sözcülüğünü
yapmışlardır.
Resim
sanatında değişik zaman dilimlerinde değişik yöntemler ve üsluplar kullanılmıştır.
Örneğin doğrudan duvarın üzerine yapılan, fresk denen
resimler yakın zamanlara kadar çok yaygındı.
Resim
kâğıt, karton, mukavva, kontrplak ya da tuval'in
(çerçeveye gerilmiş ve astarlanmış bez) üzerine yapılabildiği gibi muşamba,
duvar, cam ya da seramiğin üzerine de yapılabilir. Kullanılacak boya ve çizim
gereçlerinin türü, resmin yapılacağı yüzeyin özelliklerine göre belirlenir.
Boyalar bitkilerden, metal ve minerallerden ya da hayvanlardan elde edilir.
Günümüzde yapay yollarla üretilen boya türleri de vardır. Ressamların
kullandığı yağlıboya, toprak ve kayaçlardaki metal ve minerallerden elde
edilen renk verici pigment ile bitkisel yağların karışımıdır.
Sürüldüğünde alttaki yüzeyi örten katı bir tabaka oluşturur. İnce toz halinde
öğütülen toprak, olduğu gibi ya da kavrularak kullanılabilir. Boya bileşimindeki
öteki maddeler ise boyanın fırçayla sürülmesini sağlayan bağlayıcı ve inceltici
maddelerdir. Boyayı daha akışkan hale getirerek kolay sürülmesini sağlayan
başlıca maddeler su, yumurta ve terebentin esansı ile gazyağı gibi
tinerlerdir. Fresklerde inceltici olarak kireçli su, kâğıdın üzerine suluboya
ile yapılan resimlerde yalnızca su kullanılır. Renk verici pigmentin yapay
reçineyle karıştırılmasından oluşan yapay boyalar, guvaş, mumboya, pastel ve
renkli tebeşirler en yaygın boya türleridir. Boya fırça, mala, ıspatula ya da
boya püskürtmeye yarayan boya tabancaları kullanılarak sürülür. Yağlıboya ilk
kez 15. yüzyılda kullanılmaya başlandı. Daha önce sanatçılar tozboya ile
yumurta sarısının karışımından elde edilen, tempera denen bir boya
kullanıyorlardı.
Eski Mısır da resim sanatı
Tarihöncesi dönemlerde
yaşayan insanların yaşadıkları mağaraların duvarlarına çizdikleri mamut, bizon,
at, boğa gibi hayvanların resimleri resim sanatının ilk örnekleri sayılır.
Mağara insanlarından yüzlerce yıl sonra Eski Mısır'da, mezar odalarına yapılan
resimler dinsel inançlardan kaynaklanıyordu. Ölümden sonra yeni bir yaşama
geçildiğine inanılan Eski Mısır'da, ölen kimsenin eskiden her gün kullandığı
eşyalara gereksinim duyacağına inanılırdı. Bu nedenle ölü mezara kişisel
eşyalarıyla birlikte gömülür, mezar odasının duvarlarına da çeşitli resimler
yapılırdı. Eski Mısır mezarlarındaki bezeme sanatının bu güzel örneklerinde her
şey basit ve açık bir biçimde çizilmişti. Eski Mısırlılar, baş ve bacakları
yandan, gözleri ve vücudu önden gördükleri gibi çizerlerdi. Firavun ya da
rahip gibi önemli kişiler büyük çizilir, öteki figürler geri kalan boşluğa yan
yana ve üst üste sıkıştırılırdı. Resim yapanların uyması gereken katı kurallar
yüzünden Eski Mısır'da resim sanatı binlerce yıl hiç değişikliğe uğramadı.
Eski Yunan ve Eski Roma da resim sanatı
Günümüze kadar gelen
heykel, tapınak ve taş oymaları, Eski Yunan sanatının çok gelişkin bir düzeyde
olduğunu gösterir. Ne var ki, vazoların üzerindeki bezemeler ve desenler
dışında Yunan resim sanatına ilişkin pek az bilgi vardır. Bununla birlikte Eski
Yunan yazarlarının yapıtlarındaki övgü dolu sözler, Eski Yunanlılar'ın heykel
ve mimarlığın yanı sıra resim sanatında da üstün olduğunu göstermektedir.
Anlatıldığına göre bu resimlerde tanrı ve tanrıçalar, efsaneler ya da günlük
yaşamdan görüntüler konu edilmiştir. Eski Yunan resim sanatı en parlak dönemini
Geç Minos (ÎÖ yaklaşık 1600-1150) ve Geç Miken (İÖ yaklaşık 1400-1100)
uygarlıkları sırasında yaşadı. O dönemlerden kalma kırmızı ve siyah figürlü
vazolar son derece ince bir zevkin ürünüdür.
Vezüv
Yanardağı'nın patlamasıyla (İS 79) lavlar altında kalan Pompei kentinin 18.
yüzyıl ortalarında yeniden ortaya çıkarılması, Eski Roma'daki resim sanatına
ilişkin önemli bilgiler sağladı. Yüzyıllar boyunca kalın lav tabakası altında
bozulmadan kalmış olan bu resimlerde çeşitli insan figürleri, avcılar, balıkçılar,
kır ve deniz manzaraları, tarihsel olaylar ya da Yunanlı kahraman Odysseus'un
yolculukları gibi çeşitli destanlar ve mitolojik sahneler konu edilmişti. Ayrıca
meyve ve çiçek desenlerinin yer aldığı, günümüzde natürmort (ölüdoğa) adıyla bilinen
türden resimler de vardı. Eski Roma'da vazo ve duvar resminin yanı sıra kitap
resimleri ve portreler de yaygındı. Süse ve lükse düşkün olan Romalılar
evlerinin ve eşyalarının resimlerle bezenmesinden hoşlanırdı. Bununla
birlikte özgün bir sanat yaratmak yerine Etrüsk ve Eski Yunan sanatını taklit
etmekle yetindiler.
Bizans
ve ortaçağ da resim sanatı
Zengin bir kültür
birikiminin ürünü olan Bizans sanatı, mimarlıkta olduğu kadar mozaik resim ve
duvar bezemeciliğinde de yetkin bir düzeye ulaşmıştı.
Ortaçağda dünyanın en büyük kenti olan imparatorluk başkenti
Konstantinopolis'teki (bugün İstanbul) görkemli saraylar ve kiliseler binlerce
renkli taş ya da cam kırığından oluşturulan eşsiz güzellikte mozaik resimlerle
bezeliydi.
İS 323'te Hıristiyanlık'ın benimsenmesiyle
ikona adı verilen kutsal resimler yapılmaya başlandı. İkonalar
Yeni Ahit'te yazılı dinsel öyküleri resimler aracılığıyla okuryazar olmayanlara
öğretmek için yapılıyordu. İkona resmi zamanla gelişerek sanatsal bir nitelik
kazandı. Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in, havarilerin ve azizlerin yaşamını konu
alan ikonalar sonraki yıllarda bütün Ortodoks kiliselerinde yaygınlaştı. Erken
Bizans döneminde (330- 726) hayvanları ve mitolojik sahneleri betimleyen
mozaik resim sanatı, kilisenin katı kurallarının egemen olduğu ve ikonaların
yok edildiği dönemde belirgin bir duraklama geçirdi. O dönemde daha çok haç ya
da benzeri simgelere ağırlık verildi. Kilise denetiminin zayıfladığı Orta
Bizans ve Geç Bizans dönemlerinde Eski Yunan sanatına duyulan ilgi yeniden
canlanmaya başladı. Dinsel bağnazlıkların getirdiği kısıtlamalardan kurtulan
mozaik resim, daha çeşitli konularda, doğalcı ve gerçekçi bir üslupla yapıldı.
İstanbul'da Ayasofya'da ve Kariye Camisi'nde yer alan mozaik resimler, Bizans
resim sanatının günümüze ulaşabilefı en güzel örnekleri arasındadır.
13.
yüzyılda İtalyan ve Flaman ressamların canlı renklerle yaptıkları anıtsal
resimler ve freskler Rönesans sanatına temel hazırladı. Özellikle Floransalı
ressam Giotto, fresk ve pano resimlerinde kullandığı parlak renkler ve usta
tekniğiyle kendinden sonra gelen birçok sanatçıyı etkiledi.
Aynı dönemde yaşamış bir başka Floransalı sanatçı Cimabue
ile Sienalı Agostino di Duccio freskleri ve pano resimleriyle gotik üslubun en
güzel örneklerini verdiler. Duccio'nun yapmış olduğu, Hz. Meryem ve Hz. İsa'nın
yaşamından sahnelerin yer aldığı dev boyutlu bir resim halk tarafından öyle
beğenildi ki, ressamın atölyesinden katedrale kadar törenle ellerde taşındı.
Rönesans
da resim sanatı
15. ve 16. yüzyıllar
Avrupa'da bilim, sanat ve kültür alanında "yeniden doğuş" olarak tanımlanan
Rönesans'ın damgasını vurduğu bir dönem oldu. Bu dönemde özellikle İtalya'da
hemen hemen her kent kendi sanat anlayışını ve üslubunu geliştirdi, kendi
sanatçılarını yetiştirdi. Önce İtalya'da, Floransa kentinde
filizlenen Rönesans, zamanla öteki kentlerde ve ülkelerde de etkisini
gösterdi.
Floransa.
Floransa'yı yeni düşüncelerin ve gelişmelerin merkezi yapan mimar Filippo
Brunelleschi ve heykelci Donatello'ydu. Masaccio'nun yapıtlarıyla bu yeni
gelişmeler kısa sürede resme de yansıdı. Rönesans'ın resim sanatına en büyük
katkılarından biri perspektif kurallarının saptanması ve bu sayede resimlerde
derinlik duygusunun verilebilmesiydi. Resimlerinde matematikçilerden öğrendiği
perspektif kurallarını uygulayan Masaccio, aynı zamanda ışıkla ilgili çalışmalar
yaptı. Tablolarında, ışık en yakın pencereden geliyor ve üzerine vurduğu tüm
figürleri sarıyormuşçasına, doğal ve ferah bir atmosfer yaratmayı başardı.
Anatomi biliminden yararlanarak insan vücudunu gerçekçi bir biçimde çizdi.
Masaccio'nun
yakın izleyicilerinden biri de Paolo Uccello'ydu. Perspektif kurallarını öğrenen
Uccello'nun figürleri canlı ve hareketliydi. Hayvan resimleri yapmayı seven
sanatçının seçtiği konular da çok çeşitliydi.
Bir
başka Rönesans sanatçısı olan Fra Angelico, tanrıya duyduğu sevgi ve
hayranlığı, ayrıntıların gözden kaçırılmadığı, göze hoş gelen renkleriyle bol
ışıklı resim ve fresklerde dile getirdi.
Floransa,
İtalya'nın her yanından gelen sanatçıların toplandığı canlı bir kültür merkeziydi.
Kente Umbria'dan gelen Piero della Francesca aynı zamanda bir matematikçiydi.
Bu özelliği resimlerindeki güçlü perspektifte ve mekân yapısında kendini
gösterdi. Resimlerinin arka planında kusursuz güzellikte görkemli yapılar,
önde ise heykel görünümlü insanlar yer alıyordu.
Bu
dönemde sanatçılar kilisenin ve varlıklı ailelerin koruması altındaydı. Floransa
kentinin yönetimini de elinde bulunduran zengin ve soylu Medici ailesinin koruması
altında çalışan sanatçılardan en ünlüleri, İlkbahar ve
Venüs'ün Doğuşu tablolarıyla Sandro Botticelli, M
ona Lisansıyla, belleklerden silinmeyen Leonardo da Vinci, daha
yaşarken çağının en büyük sanatçısı olarak benimsenen Michelangelo ve
"ressamların prensi" olarak anılan Raffaello'ydu. Bu sanatçılar
insanı merkez alan yapıtlarında ışık ve perspektifi olağanüstü bir ustalıkla
uyguladılar. Resim sanatını ve güzellik kavramını doruk noktasına ulaştıran
Rönesans sanatçılarının resimlerindeki en çarpıcı özellikler fon ve figürler
arasındaki yumuşak renk geçişleri, figürlerin gerçeğe uygunluğu, aralarındaki
kusursuz uyum, bütünlük ve anlatım gücüydü.
Venedik. 15. yüzyıl başlarında ve 16. yüzyılda
Jacopo Bellini ve oğulları Gentile ile Giovanni "Venedik Okulu"
olarak tanımlanan resim üslubunu geliştirdiler. Yeteneğiyle babasını ve
kardeşini gölgede bırakan Giovanni Bellini, yağlıboya kullanan ilk İtalyan
ressamlarındandır. Yeni boyalarla renkleri ve ışığı daha büyük bir ustalıkla
işlemeyi başaran Giovanni aynı zamanda yapıtlarında derinlik ve mekân duygusunu
vermeyi başaran ilk Rönesans sanatçılarındandır.
Giovanni Bellini'yle birlikte çalıştığı sanılan
Giorgione ve Tiziano, Venedik Okulu' nun gelişmesine önemli katkıları olan
sanatçılardandır. Venedikli ressamların yapıtlarını Floransalı
ressamlarınkinden ayıran en belirgin özellik, dinsel içerikli resimlerinin bu
dünyanın ötesinde bir gizemlilik taşımaktan çok, insana yakın oluşlarıydı. Michelangelo
ve Raffaello dinsel konulu resimlere ağırlık verirken, Venedikliler, belki de
sularla kuşatılmış olduklarından, manzara resimleri yapmayı yeğlediler.
Renklerini ve dokumalarını beğendikleri göz alıcı kumaşlara resimlerinde yer
verdiler. Doğa fonu içinde çıplak kadın resimleri (nü) yapmak
Venedikli sanatçıların en hoşlandığı konular arasındaydı.
Geç Rönesans döneminin klasik üslubuyla çalışan Paolo
Veronese de Venedik Okulu'ndandı. Beyaz mermer sarayların önünde genç ve güzel
kadınlarla ağır giysiler içindeki soylu senatörlerin tablolarını yaptı.
Tiziano'dan sonra Venedik Okulu'nun en tanınmış sanatçısı Tintoretto'dur.
Olağanüstü bir düş gücüne sahip olan Tintoretto'nun, hangi açıdan bakılırsa
bakılsın, karanlıktan aydınlığa çıkıyormuş gibi görünen figürleri ve hızlı
çalışma temposu dikkat çekiciydi. Sanatçının Venedik'te Düklük Sarayı için
yaptığı 22,5 metre uzunluğunda ve 9,1 metre genişliğindeki Cennet
Bahçesi adlı resmin, bugüne kadar yapılanların en büyüğü olduğu
sanılmaktadır.
İtalya'da bu gelişmeler olurken Avrupa'nın kuzeyinde
resim sanatı farklı bir doğrultudaydı. Roma mimarlığının yeniden benimsenmesiyle
İtalya'da başlayan Rönesans hareketinin etkisi Alpler'in kuzeyinde çok daha geç
görüldü. Kuzey ülkelerindeki kiliseler hâlâ renkli cam bezemeli kocaman
pencereleriyle gotik üslupta yapılıyordu. Bu yapıların duvarlarında resim ya
da fresklere fazla yer verilmiyordu. Bu nedenle yaldızlı çerçevelerin içinde
mihrabın üzerine yerleştirilen küçük boy resimler yapıldı. Bir yandan da
eskisi gibi kitap resimleri yapılıyordu. Geç Gotik dönemin en ünlü kitap bezeme
ustaları sayılan üç Flaman kardeş, özenli teknikleri ve ayrıntıları doğalcı bir
biçimde işleme ustalıklarıyla öne çıktı. Kısaca Limbourg kardeşler olarak
anılan Pöl, Hernan ve Jehanequin hep birlikte çalıştıkları için, üsluplarını
birbirinden ayırmak zordur. Doğal görünümleri doğru ve gerçeğe uygun
resimlemeleriyle, Felemenk sanatının gelişmesine büyük katkıları olmuştur.
Masaccio'nun
İtalyan resmini değiştirmekte oynadığı rolü Felemenk ve Flandre'da Robert
Campin ve Jan van Eyck oynadı. Çevrelerinde gotik binalar gördükleri için
resimlerinde bunları yansıtmalarına karşılık, ışık altında yıkanıyormuş
izlenimi veren figürleri ve geniş mekân anlayışlarıyla resme yenilik getirdiler.
Resim tarihinin en özgün yapıtlarından sayılan Giovanni Arnolfini'nin
Evlenmesi adlı tablosuyla tanınan Jan van Eyck, o dönemde yeni
gelişmekte olan yağlıboya tekniğini yetkinleştiren ilk ressamdı. Yağlıboyanın
yarattığı saydamlık, ışığı resimlemede temperadan çok daha iyi sonuç veriyordu.
16.
yüzyılda yaşamış Flaman ressam Pieter Bruegel (Yaşlı) resimlerinde günlük yaşamdan
görüntüler, eğlenen, yiyip içen köylülerden başka, o günlerde kimsenin
yabancısı olmadığı savaş sahnelerinden kesitleri yansıttı. Yapıtlarında
çarpıcı bir hareketlilik ve canlılık egemendi. Bruegel, kendinden önce gelen,
düş ürünü korkutucu yaratıkların yer aldığı resimleriyle ünlü Hieronymus
Bosch'tan etkilenmiştir.
Fransa'da
Rönesans ilkelerini benimseyen ressamlar Jean Cousin (1522-94) ve Antoine
Caron'du (yaklaşık 1520-1600). Yapıtlarının pek azı günümüze ulaşabilen bu
sanatçılar Flaman ve Alman ressamlar kadar etkili olamadılar.
Almanya'da
15. yüzyılın sonlarına doğru resim sanatını önemli ölçüde etkileyen ressamlar
yetişti. Bunların en ünlüleri Matthias Grünewald, Albrecht Dürer, Lucas Cranach
(Yaşlı) ve Hans Holbein'dı.
İspanya'da
Gotik dönem öncesi yapılan görkemli kiliselerin duvarları adı bilinmeyen
ressamlarca çarpıcı resimlerle bezenmişti. Rönesans resim sanatının önde gelen
temsilcileri ise 15. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Bartolome Bermejo
ve 17. yüzyılda Rönesans sanatını doruk noktasına çıkaran El Greco'dur. Daha
çok dinsel konulu resimler yapan El Greco resim yapmayı Tiziano ve Tintoretto
döneminde, Venedik'te öğrendi. Resimleri Venedikli ressamların yapılarındaki
gibi renk açısından parlak ve zengindi.
En çok
Tiziano'dan etkilenen Velazquez ise portre ressamlığında ustalaştı.
17.
Yüzyıl
17. yüzyılda Rönesans'ın yerini
barok sanat akımı aldı. Bu yeni sanat anlayışında Rönesans'ın klasik sanata
dönme eğilimi sürmekle birlikte, resimlerde görkemlilik, duygusallık, canlılık
ve hareketlilik egemendi. Barok resmin önde gelen adlarından Flaman ressam
Peter Paul Rubens, kiliselere büyük mihrap panoları, mitolojik konulu resimler,
çok sayıda portre ve saray yaşamıyla ilgili resim yaptı. Manzara resminin ilk
büyük ressamı olan Rubens, ressamlığın yanı sıra önemli diplomatik görevlerle
İtalya, İspanya ve İngiltere'ye gitti.
17.
yüzyılın başlarında Hollanda İspanyol egemenliğinden kurtulmuş, keşif
gezilerinin sonucu elde ettiği sömürgelerle zenginleşmişti. Varlıklı
Hollandalı tüccarlar sanatçılara evlerinin duvarlarını süslemek için reşimler
ısmarladılar. Ressamlar bu tüccarların sadık eşlerini, tombul ve neşeli
çocuklarını, zenginlikten dolup taşan evlerinin içini gösteren resimlerin
yanı sıra, onlara bu zenginliği sağlayan denizin ve bereketli toprakların
resimlerini de yaptılar. Bazı sanatçılar ise Hollanda'nın öteki yüzünün,
yoksul köylülerin ve içinde yaşamak zorunda oldukları izbelerin resmini yaptı.
Bu dönemin önemli ressamlan, iç mekân resimleriyle tanınan Jan Vermeer ve
Pieter de Hooch, yiyip içen, eğlenen sıradan insanları konu alan Jan Steen ve
Frans Hals'tı. Felemenkli portre ressamlarının en büyüğü olan Rembrandt, ışık
kullanmaktaki ustalığının yanı sıra insanları tüm kişilik özellikleriyle
yansıtabilmesiyle tanındı.
Barok
resmin İspanya'daki temsilcileri, doğalcı üslubuyla tanınan Annibale Carracci
ile kendinden sonra gelen ressamlan derinden etkilemiş ve kendi adıyla anılan
yeni bir üslup yaratmış olan Caravaggio idi. Işık ve gölge karşıtlığını o güne
kadar görülmemiş bir biçimde kullanan Caravaggio, dinsel kişileri sıradan
insanlarla birlikte ve onlara benzeterek çizdiği için yapıtları çoğu kez kilise
tarafından geri çevrilmişti. İspanyol ressam Goya ise önceleri barok ve rokoko
üslupta yapıtlar verdi, sonradan Velazquez'in etkisinde kalarak doğalcı ve
gerçekçi bir anlayışı benimsedi. Yağlıboya yapıtlar yanında fresk ve oymabaskı
resimler de yapan Goya, 19. ve 20. yüzyılın önemli ressamlarını etkiledi.
Fransa'da 1635'te Fransız Akademisi kurulmuş, Fransa
Kralı XIV. Louis döneminde Paris bir sanat ve kültür merkezi durumuna gelmişti.
Düşüncelerin özgürce tartışıldığı bir ortamda resimde de katı kuralları aşan,
dinsel konular yerine hafif ve uçarı konuları ele alan bir eğilim belirdi.
Antoine Watteau akademinin yeğlediği klasik konular yerine, kendi düş
dünyasının ürünü resimler yaptı. Jean-Baptiste-Simeon Chardin, François Boucher
ve Jean-Honore Fragonard'ın kolayca yapılıvermiş izlenimini yaratan uçarı
görünümlü resimleri aslında yoğun bir emek ürünüydü.
16. yüzyıl Reform hareketi sonucu yok edilen kilise
resimlerinden sonra ingiltere'de uzun süre sadece Holbein ve Var Dyck gibi
yabancı sanatçılar yapıt verdi.
18.
Yüzyıl
18. yüzyılda barok ve
rokoko sanat akımlarının süslü ve gösterişli üslubuna tepki olarak Yeni
klasikçilik (Neoklasik) Akımı gelişti. Eski Yunan ve Eski Roma sanatına
duyulan ilginin yeniden canlanması resim sanatında da etkili oldu. Resimde
tarihsel ve mitolojik konulara ağırlık verildi. Plastik sanatlann denge, uyum,
bütünlük ve yalınlık ilkeleri temel alındı.
Yeniklasikçi
sanat akımına damgasını vuran öncü ressam Fransız Jacques-Louis David'di.
Fransız Devrimi'ni destekleyen David, siyasal görüşlerini yansıtan resimler
yaptı. Bunların içinde Marat'nın Ölümü (1793) David'in başyapıtlarından
biridir. Renkten, ışıktan çok desene önem veren David ve onun görüşünde olan
sanatçılar ile karşıt görüşte olanlar arasında, 19. yüzyılda da sürecek bir
tartışma başladı. David'in önde gelen izleyicilerinden Jean-Auguste Ingres
"Çizgi her şeydir, renk ise hiçtir" diyordu.
18.
yüzyıl'da İngiltere'de yetişen dünya çapındaki en önemli ressam William
Hogarth'tır. Hogarth her sınıftan insanın resmini çizerken aynı zamanda yaşadığı
döneme eleştirel bir gözle bakmıştır. Sir Joshua Reynolds iyi bir portre
ressamıydı. 1768'de kurulan Kraliyet Sanat Akademisi' nin ilk başkanı oldu. 18.
yüzyılda İngiltere'de manzara resimleriyle tanınan en ünlü ressam
Richard
Wilson'du. Ünlü şair William Blake ise çoğunlukla suluboya çalıştığı düş ürünü,
gizemli resimleriyle resim tarihinde özgün bir yere sahiptir.
Thomas Gainsborough da 18. yüzyıl İngiliz resminin en
büyük ustalarından biridir. Gerek portrelerinde, gerek manzara resimlerinde
tekniği ve renkleriyle dikkati çeker.
Rusya
Batıdaki Gelişmelere Açılıyor
Rus ressamlar 17. yüzyıla
kadar yapıtlarına imza atmadıkları için bu yapıtların kimler tarafından
yapılmış olduğu ancak yazılı belgelere ya da üslup özelliklerine dayanılarak
saptanabiliyordu. 14. yüzyılın sonuyla 15. yüzyılın başında yaşayan ve
Rusya'nın en önemli ressamlarından biri olan Andrey Rublyov bu gelenekten
geliyordu. Rusya'da Hıristiyanlık' ın benimsenmesiyle başlayan ikona yapımı 15.
yüzyılda ulusal bilincin uyanmasıyla Slav özellikleri kazandı. Bezemelerde
artık Rus motifleri yer alıyor, azizlerin giysileri yerel giysiler örnek
alınarak boyanıyordu. İkona yapımı 18. yüzyıla kadar sürdü.
1703'te
I. Petro'nun St. Petersburg (bugün Leningrad) kentini kurması batı etkisinin
Rusya'da yayılmasına yol açtı. İtalyan ve Fransız ressamlar Rusya'ya gelirken,
çok sayıda genç sanatçı da öğrenim görmek için Avrupa'nın çeşitli kentlerine
gitti. 18. yüzyılın başında dinsel konulu resimlerin yerini giderek daha genel
konular aldı. Dimitri Levitski 18. yüzyılda batı üslubunda resim yapan en ünlü
sanatçıydı. 1757'de St. Petersburg'da kurulan Güzel Sanatlar Akademisi'ne
okulun yönetimi için Fransa'dan sanatçılar davet edildi.
Napolyon'un
1812'de Rusya'yı işgali ülkede batı Slav karşıtlığına ilişkin yoğun bir tartışmanın
başlamasına yol açtı. Batının değerleri sorgulanırken Rusya'nın öz değerleri
yüceltildi. Bu dönemde konularını tarihten alan resimler yapıldı. Resim
yapmayı bir ikona ressamından öğrenen ve akademiyi 1860'larda altın madalya
ile bitiren İlya Yefimoviç Repin tarihsel konulu resimleriyle ünlendi.
Modern Resim
Modern resmin başlangıç
tarihi kesin olarak belirtilemezse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da
ortaya çıktığı konusunda görüş birliği vardır. "Modern sanat"
terimi, bu dönemden günümüze kadar batı resmindeki ve öteki görsel
sanatlardaki yenilikçi gelişmeleri belirtmekte kullanılır. Çok çeşitli
akımları, üslupları ve kuramları kapsayan modern resim, geçmişte kullanılmış
teknikleri ve konuları genelde reddeder.
19. yüzyılda bilimsel ve teknolojik ilerleme,
sanayileşme ve kentleşme sonucu batı toplumları hızlı bir değişim sürecine
girdi.
Daha önce kabul gören dinsel dogmalar ve ahlak ölçütleri sorgulanmaya
başlandı. Kilisenin eski baskısı kalmadı; dinden bağımsız, laik devlet
anlayışı yerleşti. Sanatçılar da bu gelişmeler doğrultusunda resmin konusu,
üslubu, renk ve ışık kullanımıyla ilgili geleneksel kalıpları değiştirmek,
çağdaş yaşamın gereklerine uygun yapıtlar yaratmak kaygısıyla yeni arayışlara
yöneldiler.
İngiltere'de 19. yüzyılın başlarında iki önemli manzara
ressamı dünya çapında üne kavuştu: John Constable ve William Turner. Doğada
hiçbir çirkinlik bulunamayacağını söyleyen Constable, yemyeşil çayırların ve
ağaçların resmini yaptı. Turner ise resimlerinde parlak renkler kullandı.
Özgün renkleri ve dramatik kompozisyonlarıyla ünlenen
Fransız ressam Eugene Delacroix, yaşadığı dönemin tarihsel olaylarından ve Kuzey
Afrika'nın parlak güneşinden etkilendi. Waterloo Savaşı'ndan sahneleri, aslan
avlarını, Cezayirli kadınları canlı renklerle tuvaline aktardı. Eugene
Delacroix ve William Turner kendilerinden sonra gelen İzlenimci ressamları
derinden etkiledi.
19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de, Kraliyet Sanat
Akademisi'nin katı kurallarına karşı çıkan bir grup ressam, konularını
geçmişteki değer yargılarını yücelten edebiyat yapıtlarından seçtiler. Sanatta
yapaylığı yadsıyan bu sanatçılar kendilerini "Ön-Raffaellocular" olarak
adlandırdılar. Resimlerinde genellikle parlak ışıklı, canlı, ayrıntıya yer
veren bir üslup kullandılar. Grubun önde gelen adları Ford Madox-Brown, Holman
Hunt, John Millais ve Dante Gabriel Rossetti'ydi.
19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da başlayan
Doğalcılık (Naturalizm) Akımı resim sanatını da önemli ölçüde etkiledi.
Doğalcılık'tan etkilenen ve öncüleri Theodore Rousseau ile Jean François Millet
olan Barbizon Okulu ressamları, doğadaki her şeyin olduğu gibi yansıtılmasını
savunuyorlardı. Yerleştikleri yemyeşil ve sakin Barbizon kasabasından adını
alan bu sanatçı grubuna 1840'larda hayvan ve manzara resmi yapmak amacıyla
birçok genç ressam katıldı. Doğalcılık Akımı'nın manzara resmi alanındaki en
büyük ustası Jean-Baptiste Camille Corot'ydu. Corot, sonradan geleneksel sanatın
kurallarına karşı çıkacak olan İzlenimci ressamlara da esin kaynağı oldu.
Gene 19. yüzyılın ortalarında, Doğalcılık'ın bir
uzantısı olarak gelişen Gerçekçilik Akımı' nı benimseyen sanatçılar, köylü ve
işçi gibi, uzunca bir zamandır resimden uzak tutulmuş konulara yer verdiler.
Millet'nin
Harmancı adlı tablosuyla Gustave Courbet'nin 1849'da yaptığı Taş
Kıranlar, Gerçekçilik Akımı'nın ilk resimleri sayılır.
Fransa'da 19. yüzyılın sonunda Claude Monet, Alfred Sisley,
Pierre-Auguste Renoir, Edouard Manet, Camille Pissarro ve Frederic Bazille gibi
sanatçıların öncülüğünde İzlenimcilik Akımı başladı. Geleneksel resim anlayışının
yüzyıllardır süren kurallarını altüst eden bu sanatçılar genellikle açık havada
çalışarak, doğada ve çevrelerindeki her şeyi kendi gördükleri gibi
resimlerinde gösterdiler.
Anlık izlenimlerini rahat ve kesik fırça darbeleriyle,
canlı renklerle yansıttılar. Geleneksel resim sanatının koyu renklerine ve
ayrıntıya önem veren tutumuna karşı çıktılar. Bakıldığında rengin ve ışığın
titreştiği izlenimini yaratmak amacıyla, karşıt renkleri yan yana kullandılar.
Işık, gölge ve biçimleri yalnızca renklerle belirlediler. İzlenimci ressamlar
yalnızca yeni bir üslup yaratmakla sınırlı kalmadılar, konulara da yenilik
getirdiler. Edouard Manet'nin 1862'de yaptığı Tuileries Bahçesi'nde Konser
adlı tablosu Paris yaşamının tüm özelliklerini yansıtıyordu. Yenilik getiren,
yenilikçi anlamında avangard (avant- garde) terimi bu sırada sanat
sözlüğüne girdi; arayış içinde olan genç ressamları nitelemek için kullanıldı.
Yeni ressamlarla eski gelenek belirtilemezse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında
Fransa'da ortaya çıktığı konusunda görüş birliği vardır. "Modern
sanat" terimi, bu dönemden günümüze kadar batı resmindeki ve öteki görsel
sanatlardaki yenilikçi gelişmeleri belirtmekte kullanılır. Çok çeşitli
akımları, üslupları ve kuramları kapsayan modern resim, geçmişte kullanılmış
teknikleri ve konuları genelde reddeder.
19. yüzyılda bilimsel ve teknolojik ilerleme,
sanayileşme ve kentleşme sonucu batı toplumları hızlı bir değişim sürecine
girdi.
Daha önce kabul gören dinsel dogmalar ve ahlak ölçütleri sorgulanmaya
başlandı. Kilisenin eski baskısı kalmadı; dinden bağımsız, laik devlet
anlayışı yerleşti. Sanatçılar da bu gelişmeler doğrultusunda resmin konusu,
üslubu, renk ve ışık kullanımıyla ilgili geleneksel kalıpları değiştirmek,
çağdaş yaşamın gereklerine uygun yapıtlar yaratmak kaygısıyla yeni arayışlara
yöneldiler.
İngiltere'de 19. yüzyılın başlarında iki önemli manzara
ressamı dünya çapında üne kavuştu: John Constable ve William Turner. Doğada
hiçbir çirkinlik bulunamayacağını söyleyen Constable, yemyeşil çayırların ve
ağaçların resmini yaptı. Turner ise resimlerinde parlak renkler kullandı.
Özgün renkleri ve dramatik kompozisyonlarıyla ünlenen
Fransız ressam Eugene Delacroix, yaşadığı dönemin tarihsel olaylarından ve
Kuzey Afrika'nın parlak güneşinden etkilendi. Waterloo Savaşı'ndan sahneleri,
aslan avlarını, Cezayirli kadınları canlı renklerle tuvaline aktardı. Eugene
Delacroix ve William Turner kendilerinden sonra gelen İzlenimci ressamları
derinden etkiledi.
19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de, Kraliyet Sanat
Akademisi'nin katı kurallarına karşı çıkan bir grup ressam, konularını geçmişteki
değer yargılarını yücelten edebiyat yapıtlarından seçtiler. Sanatta yapaylığı
yadsıyan bu sanatçılar kendilerini "Ön-Raffaellocular" olarak
adlandırdılar. Resimlerinde genellikle parlak ışıklı, canlı, ayrıntıya yer
veren bir üslup kullandılar. Grubun önde gelen adları Ford Madox Brown, Holman
Hunt, John Millais ve Dante Gabriel Rossetti'ydi.
19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da başlayan
Doğalcılık (Naturalizm) Akımı resim sanatını da önemli ölçüde etkiledi.
Doğalcılık'tan etkilenen ve öncüleri Theodore Rousseau ile Jean-François
Millet olan Barbizon Okulu ressamları, doğadaki her şeyin olduğu gibi
yansıtılmasını savunuyorlardı. Yerleştikleri yemyeşil ve sakin Barbizon
kasabasından adını alan bu sanatçı grubuna 1840'larda hayvan ve manzara resmi
yapmak amacıyla birçok genç ressam katıldı. Doğalcılık Akımı'nın manzara resmi
alanındaki en büyük ustası Jean-Baptiste Camille Corot'ydu. Corot, sonradan
geleneksel sanatın kurallarına karşı çıkacak olan İzlenimci ressamlara da esin
kaynağı oldu.
Gene 19. yüzyılın ortalarında, Doğalcılık'ın bir
uzantısı olarak gelişen Gerçekçilik Akımı' nı benimseyen sanatçılar, köylü ve
işçi gibi, uzunca bir zamandır resimden uzak tutulmuş konulara yer verdiler.
Millet'nin
Harmancı adlı tablosuyla Gustave Courbet'nin 1849'da yaptığı Taş
Kıranlar, Gerçekçilik Akımı'nın ilk resimleri sayılır.
Fransa'da 19. yüzyılın sonunda Claude Monet, Alfred
Sisley, Pierre-Auguste Renoir, Edouard Manet, Camille Pissarro ve Frederic
Bazille gibi sanatçıların öncülüğünde İzlenimcilik Akımı başladı. Geleneksel
resim anlayışının yüzyıllardır süren kurallarını altüst eden bu sanatçılar
genellikle açık havada çalışarak, doğada ve çevrelerindeki her şeyi kendi gördükleri
gibi resimlerinde gösterdiler.
Anlık izlenimlerini rahat ve kesik fırça darbeleriyle,
canlı renklerle yansıttılar. Geleneksel resim sanatının koyu renklerine ve
ayrıntıya önem veren tutumuna karşı çıktılar. Bakıldığında rengin ve ışığın
titreştiği izlenimini yaratmak amacıyla, karşıt renkleri yan yana kullandılar.
Işık, gölge ve biçimleri yalnızca renklerle belirlediler. İzlenimci ressamlar
yalnızca yeni bir üslup yaratmakla sınırlı kalmadılar, konulara da yenilik
getirdiler. Edouard Manet'nin 1862'de yaptığı Tuileries Bahçesi'nde Konser
adlı tablosu Paris yaşamının tüm özelliklerini yansıtıyordu. Yenilik getiren,
yenilikçi anlamında avangard (avant- garde) terimi bu sırada sanat
sözlüğüne girdi; arayış içinde olan genç ressamları nitelemek için kullanıldı.
Yeni ressamlarla eski gelenek. Gerçeküstücü ressamlar somut olarak var olmayan,
bütünüyle düş ürünü resimler yaptılar. Gerçeküstücülük Akımı'nın en önemli
temsilcileri Belçikalı Rene Magritte, İspanyol Joan Mirö ve Salvador Dali,
Fransız Paul Klee, Yves Tanguy ve Giorgio da Chirico'ydu.
20. yüzyılın ilk yarısında, üçü de Meksikalı olan Jose
Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros yaptıkları dev boyutlu
duvar resimleriyle fresk tekniğini yeniden canlandırdılar. 1923-27 arasında üçü
birlikte çalışarak Meksika tarihini ve kültürünü kalabalık, canlı ve renkli
kompozisyonlarıyla duvarlara yansıttılar.
II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da yol açtığı yıkım resim
sanatının merkezini Paris'ten New York'a kaydırdı. 1960'larda ABD'de Hareketli
Soyut, Pop Sanat, Foto Gerçekçilik, Op Sanat gibi, Soyut Dışavurumculuk
kapsamında yeni akımlar ortaya çıktı. Bu harekete bağlı ressamlar fotoğraf
parçalan, konserve kutuları gibi her türden nesneyi kolaj yöntemiyle tuvale
uygulayarak yepyeni bir anlatım dili oluşturdular. Bu akımların önde gelen
adlan Roy Lichtenstein, Andy Warhol, Peter Blake, Ronald B. Kitaj, David
Hockney ve Jackson Pollock'tur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder