İlk renkli televizyon gösterisini 1928'de John Logie Baird gerçekleştirdi, ama ticari amaçlı renkli televizyon sistemlerinin geliştirilmesi için bunun üzerinden 25 yıl geçmesi gerekti. Bunlardan ilki, 1954'te ABD'de geliştirilen ve bugün ABD'nin yanı sıra Kanada, Meksika ve Japonya'da hâlâ kullanılmakta olan NTSC'dir ("Ulusal Televizyon Sistemleri Komitesi" anlamına gelen İngilizce National Television Systems Committee sözcüklerinin başharflerinden). PAL sistemi ise ("Satır Atlamalı Faz" anlamına gelen Phase Alterna- tion Line sözcüklerinin başharflerinden) NTSC'nin değişik bir biçimidir ve Almanya Federal Cumhuriyetinde geliştirilmiştir. Türkiye'de ve Fransa dışındaki öbür Avrupa ülkeleri ile Avustralya'da bu sistem kullanılmaktadır. Fransa, SSCB, Macaristan ve Cezayir'de ise SECAM ("Bellekli Elektronik Renk Sistemi" anlamına gelen Fransızca Systeme Electronigue Couleur Avec Memoire sözcüklerinin başharflerinden) sistemi kullanılmaktadır.
Renkli Televizyon
Beyaz da içinde olmak üzere hemen her renk, uygun miktarlardaki kırmızı, yeşil ve mavi ışığın karıştırılması yoluyla elde edilebilir {bak. çizim). Renkli televizyon işte bu ilkeye dayanır.
Renkli televizyon kamerasında üç kamera tüpü vardır. Bunlardan birinde yalnızca kırmızı ışığı geçiren bir filtre, ikincisinde yalnızca yeşil ışığı geçiren bir filtre, üçüncüsünde de yalnızca mavi ışığı geçiren bir filtre vardır. Stüdyo sahnesinin görüntüsü aynalar aracılığıyla her üç tüpün üzerine düşürülür. Tüpler, yukarıda anlatılan siyah-beyaz televizyon kamerası tüpleri gibi çalışır ve her tüp bir resim sinyali ve eşzamanlama vurusu üretir. Kırmızı filtreli kamera tüpünden gelen sinyal, sahnenin kırmızı bölümlerini; öbür ikisinden gelen sinyaller de yeşil ve mavi bölümlerini temsil eder. Modern kameralarda, özellikle de ucuz olanlarında daha az tüp vardır. Siyah-beyaz kameralardakine benzeyen ışığa duyarlı kaplama, ayrı renk sinyallerinin üretilebilmesini sağlayan bir renkli filtreler mozaiğiyle örtülmüştür.
Eğer üç kamera tüpünden alman sinyaller yükseltilir ve birinin ekranı kırmızı, birininki yeşil, birininki mavi renkte ışıyan fosforışıl maddeyle kaplı üç katot ışınlı tüpe beslenir ve sonuçta elde edilen resimler aynaların yardımıyla üst üste düşürülürse, ekranda yalnızca kırmızılar, yeşiller ve maviler değil, özgün sahnenin bütün renkleri görülür ya da bir başka deyişle ekran tam renkli hale gelir. Renkli televizyon göstericileri böyle çalışır.
Üç ayrı renk sinyalinin iletimi için kullanılan frekans bandı genişliği, bir siyah-beyaz verici istasyonun frekans bandı genişliğinin yaklaşık üç katıdır ve bu nedenle de üç ayrı renk sinyali gönderilmesi ekonomik değildir. Bu sorun, seçiklik derecesi (ayrıntı miktarı) yüksek siyah-beyaz bir resim gönderilip bunun içinin, çok daha az ayrıntıya inmek koşuluyla, renkle doldurulması yoluyla çözülür. Bu, insan gözü açısından da kabul edilebilir bir çözümdür. Renge ilişkin bilgi, "siyah-beyaz" görüntü sinyaline eklenen bir alt taşıyıcı dalgayla taşınır, böylece ek bir bant genişliğine gerek kalmaz. Bu alt taşıyıcı dalga, siyah- beyaz bir alıcıda hemen hemen hiç fark edilmediği için sistem bu açıdan da uygundur. Bu yöntemle, her üç renge ilişkin bütün bilgi, bir siyah-beyaz verici istasyonunun kullandığı frekans bandından daha geniş olmayan bir frekans bandına sıkıştırılabilir.
Basit sistem için anlatılan üç ayrı katot ışınlı tüp, alıcıda tek bir tüp halinde birleştirilmiştir. Bu tüpün izleme ucu, üzerinde minik üçgenler biçiminde düzenlenmiş yaklaşık 1,7 milyon fosforışıl nokta bulunan bir ekran oluşturur. Üçgen gruplarından birinin üzerine bir elektron demeti çarptığında, üçgendeki noktalardan biri kırmızı, öbürü yeşil, üçüncüsü de mavi renkte ışır. Tüpün öteki ucuna üç elektron tabancası yerleştirilmiştir. Üzerinde küçük, yuvarlak delikler bulunan ve elek denen bir metal levha, elektron demetinin başka bir renkten fosfonşıl nokta üzerine düşmesini önler; yani, örneğin yeşil tabancadan çıkan elektron demeti her üçgende yalnızca yeşil renkte ışıldayan noktanın üzerine düşer. Eğer bir üçgendeki her üç nokta üzerine de aynı anda kendi elektron demetleri düşmüşse, üçü de ışıldar; ama bu noktalar birbirine o kadar yakındır ki, göz bunları tek bir beyaz ışık noktası olarak algılar.
Japonya'da geliştirilmiş olan Trinitron tüpünde, sıra halinde üç demet üreten tek bir elektron tabancası bulunur. Bunun perdesi yarıklıdır ve tüpün yüzeyindeki üç renkli fosfonşıl katman noktalardan değil, yüzey boyunca yan yana sıralanmış çok sayıda ince şeritten oluşur. Bu düzenleme son derece net resimler verir. Bu tüpler günümüzde hızla eski elekli tüplerin yerini almaktadır. Katot
ışınlı tüplerin yerine de, yarıiletken tekniklerinin uygulandığı düz panel ekranlar geliştirilmiştir. Minyatür televizyon aygıtlarında ise, hesap makinelerinde ve sayısal (dijital) saatlerde kullanılan türden sıvı kristalli göstericilerden yararlanılmaktadır.
Herhangi bir renk üç özelliğe göre tanımlanır. Bunlar, rengin koyuluğunu ya da açıklığını gösteren parlaklık ya da seçiklik; rengin, siyah ve beyaz katılmadan önceki halini belirten ton; rengin içinde bulunan katışıksız renk oranını veren doymuşluktur. Televizyona gelen sinyalden bu özellikler yeniden oluşturularak, aslına uygun bir resim elde edilebilir.
Kablolu Televizyon
Fazlaca yaklaşılamayan ortamların gözlenebilmesi için televizyon kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin bir enerji santralındaki kazanlar ve basınç göstergeleri, bunların görüntüsünü denetim merkezine ileten bir televizyon kamerası aracılığıyla sürekli izlenebilir. Radyoaktif maddelerin hareketini. ve dökümhanelerde büyük parçaların dökümünü izlemek ve denetim altında tutmak için de televizyon kullanılabilir. Denenmekte olan roket ve jet motorlarının durumu ya da batmış bir gemiyi kurtarma işlemleri de televizyonla izlenebilir. Tıp öğrencilerine hastanenin bir başka yerinde yapılmakta olan ameliyatın yakın çekimlerini sınıflarındayken izletmek ve bilimsel araştırmalarda pek çok iş için televizyondan yararlanılabilir. Güvenlik merkezindeki aygıtlara bağlı kameralar da elektronik "bekçi" görevi görebilir.
"Kapalı devre" televizyon olarak adlandırılan bu tür televizyon sistemleri kısa mesafeler için yararlıdır. Kamera ile alıcı arasındaki bağlantı kabloyla sağlanır. Bazı büyük mağazalardaki televizyon sistemi bu türdendir.
Kablolu televizyon evde çeşitli programları izlemek için de kullanılabilir. Bir kablo ağı aracılığıyla uydu yer istasyonlarına bağlanılarak bütün dünyadaki televizyon programları izlenebilir; ama seçilen kablo kanalının ücretinin de ödenmesi gerekir.
Televizyon programlarını uzun mesafelere göndermek için, televizyon sinyallerinin belir-
li aralıklarla yerleştirilmiş aktarıcı (röle) istasyonlarında güçlendirilmeleri gerekir. Eğer verici istasyona 80 kilometreden daha uzaktaysanız, aldığınız resimler oldukça kötü olabilir. Bunun nedeni, televizyon sinyallerinin bir doğru boyunca yol alması ve Dünya'nın yuvarlak olması nedeniyle de giderek yeryüzünden uzaklaşıp uzay boşluğunda kaybolmalarıdır.
izleyicilerin uzak ülkelerdeki olayları anında izleyebilmeleri için, uzaya çok sayıda güçlü haberleşme (iletişim) uydusu gönderilmektedir. ABD ile Avrupa arasında gerçekleştirilen denizaşırı, düzenli yayınlar vardır; bütün Avrupa'yı kapsayan mikrodalga radyo ve kablo ağı Eurovision adıyla anılır. Televizyon yayınlarının bir uydu aracılığıyla doğrudan evlere iletilebilmesini sağlayan DBS ("Uyduyla Doğrudan Yayın" anlamına gelen İngilizce Direct Broadcasting by Satellite sözcüklerinin başharflerinden) sisteminden çeşitli ülkelerde yararlanabilmektedir.
Videonun bulunması televizyon için yeni kullanım alanları yaratmıştır. Videobant kaydının kullanılması, resimlerin ve seslerin saklanarak istenilen sıklıkta yeniden üretilebilmesine olanak verir. Futbol maçlarının verildiği canlı yayınlarda heyecanlı anların "anında yeniden gösterilmesi" de bu yöntemle olanaklı olmaktadır. Dahası, bir kanal izlenirken bir başka kanaldan yayımlanmakta olan program videoyla kaydedilebilmektedir.
Televizyonlarda elektronik oyunlar oynanabildiği gibi, bir bilgisayar veri tabanıyla sağlanan bilgileri gözden geçirmek için gene televizyondan yararlanılabilir. Bilgisayar veri tabanının sağladığı bilgiler ya da daha genel bir anlatımla bir teletekstin (telemetin) "elektronik sayfalan" televizyon sinyalleriyle gönderilir ve resim için kullanılmayan yedek hatlarda kodlanmış olarak görünür. Gerekli kod çözücüleriyle donatılmış alıcılarda, izleyici uzaktan kumanda aygıtındaki bir düğmeye basarak bilgi isteyebilir ve bu bilgiyi televizyon ekranından izleyebilir. İlk teletekst sistemleri İngiltere'de 1976'da geliştirilen Ceefax sistemi ile 1978'de geliştirilen Oracle sistemidir. Daha sonraları ABD'de Infotext, Kanada'da Telidon ve başka birçok ülkede farklı sistemler geliştirilmiştir. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu da 1990'da teletekst hizmeti sunmaya başlamıştır.
Viewdata ya da videote:t çok daha gelişmiş bir sistemdir ve daha geniş bir veri tabanını kapsar. Televizyon veri ya da bilgi bankasına telefonla bağlanır ve sayfalar telefon hatlarıyla gönderilir. Bu iki yönlü olarak işleyen bir sistemdir: Kullanıcılar istedikleri bilgiyi alabildikleri gibi, başka kullanıcılar için mesajlar da bırakabilirler. Ayrıca yer ayırtma ve mal siparişi gibi hizmetler için de bu sistemden yararlanabilirler.
Televizyon evlerde izlenen bir eğlence aracı olarak başlamış, ama gün geçtikçe gelişen ve çoğalan kullanım alanlarıyla bugün artık hemen hemen herkes için yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. John Logie Baird'in 1926'da ilk titrek görüntüleri "küçük ekranda" göstermesinden bu yana televizyon teknolojisinde gerçekten çok önemli gelişmeler olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder