Sözlü edebiyat. Afrika uygarlığının temel iletişim tekniği sözlü iletimdir. Levi- Strauss (Arıthropologıe structurale, 1958) ya da Marcel Jousse (/ Anthropoiog.e du geste, 1969) gibi avrupalı etnologlar, afrika toplumlarının, bireyler arasındaki somut ilişkilere dayandığı olgusu üzerinde durmaktadırlar. Bu tür ilişkilere ayrıcalık tanıyan bir toplum, doğaı c!arak söze ve belleğe daha büyük bi' önem vermeye yönelir. Afrika toplumunda görevi koruyuculuk ve aktarıcılık yapmak olan kişiler vardır. Bunlar şecereleri anımsar, soyları yüceltir, atalarının deneyimini atasözleri ya da bilmeceler halinde korurlar: örneğin Fildişi Kıyısı'nda Beteler'vn lir ya da tambur çalan bir çalgıcı eşliğinde konuşan "söyleyiciler"i, Mali sarayının büyücüleri. Halkın ya da klanın ruhunu simgeleyen bu kadın ve eruek (Yorubalar'daki gibi) şair ve tarihçiler, kutsal bir güç ve kutsal bir eylem sayııan sözün bekçileridir. Tarihi anlatan ya da bilgeliği öğreten bu kişiler hem kendi topluluğu için, yani ona bilgi vermek amacıyla, hem de onun adına konuşurlar. Ağızdan çıkan söz, topluluğu bağlar ve belirli bir diksiyon (halkın dikkatini canlı tutmak için ses :ı temi/ ve ritimli olması gerekir) ve l-;llerr ? toniğini (dinsel törenlerdeki sözısrir kul'> tif yaptırım kaygıs yıa yanıtsız .^unrıası gerekir), öze1 yer ve zamaı > koşullarını (törenler, köyür. ya da mahallenin de katıldığı aile ç: ; ..aylar) gerektirir En uygun zaman gecedir; alanda ya da bu amaca ayrılmış birada bir araya gel?n topluluk, masal oyun"una katılır; bö/e;e şarkı söylenir, dans eo:ı!r ?f!oi çalın. ; knı za man g, jplaı araşınca.; .'tabet yarışmaları yapılaraK V.-plumsal saygıııl'k sağlanır.
Bu sözlü edebiyat'ın yapısı ner şeyden önce belleğe dayanır. Bu yapı, temelde, her Arrıka dilinin doğal yapısına bağlı bir ritimden ohşur. Yine, birçok boyut taşıyan bu ürünleri tek bir metin olarak yazmak çok zordur. Edebiyat genellikle okunur, oysa Afrika'nın ~ö.-Jü edebiyatı yaşanır. FranşızIcY'm "f;u.ssiqı..s ^irıcains" (Julliarn,, ingilizlerin " The Oxford Library of African i torıture" yapıtlarına ve Belçikalılar 'o ı ^n ,jren müzesi yayınlarına karşın, -^özıü Jtnka edebiyatının kendine özgü yanını ;ok az tanıyabilmiş olduğumuzu kabul <;tr -ek zorundayız. Bununla birlikte, epik(£\ındiata'nın Ruanda kutsal \ krallığını yüceten şiirlerden oluşan malinke 'fest-"0 m tarihsel (Futa-Calon yöresinden pı^l dil': de kronikler) türler açısından bunün zengin bir edebiyat olduğunu biliyoruz. Arr.a yoruba (ijaia) ya da nza- kara şiirlerinde olduğu gibi, çoğu zaman, efsanelerin anımsanması güncellikle iç içedir. Afrika'daki sözlü anlatımda tiyatro, dinsel ayinler ve şarkılı eğlenceler aracılığıyla önemli bir yer tutar: genellikle de Bambaralar'da olduğu gibi (Bamako'nun koteba's\) bilinçli bir yergi ve toplumsal eleştiri içerir. Ne yazık ki, dilbilgici ve antropologların gösterdikleri bilgince ilgiye karşın, bu sözlü edebiyatın yazgısı Afrika'nın sosyal ve ekonomik değişimlerine bağlıdır (kentleşme, göç, sanayileşme, kuşak çatışmaları): Amadou Hampatö Bâ, "ölen bir yaşlı, yanan bir kütüphanedir" demiştir.
• Yazılı edebiyat. Afrika dillerinde (yoruba, hausa, suahili) latin harfleriyle yazılmış metinler vardır; bunların dinsel esin taşıyan bir bölümü, hıristiyan misyonerlerin eylemlerinden kaynaklandı; laik nitelikte olan diğerleri, siyasal eylemlerden ve daha çok da Nijerya'da doğdular. Ama geleneksel yazılı edebiyatlar, kaynağını IX. yy.'dan başlayarak zenci Afrika'nın is- lamlaştırılmasından aldı. Arap yazısı önceleri, pöl, hausa, suahili, uolof
dillerindeki metinlerin yazılmasını sağladı. Daha sonra, din değiştiren soylu zencilerin anlatım aracı oldu. Bunlar, klasik arapçayı okuyup yazıyor ve arap yazarlarını kendi dillerinde açımlıyorlardı. XVI. yy.'dan başlayarak, kendi uyrukları arasında islamı yaymaya çalışan bu aristokrasi, bir çeşit oyalanma yazısından, öğretici ve din savunucu bir edebiyata geçti, bilim ve sanat koruyuculuğu yaptı. Yapıtlar, temelde. Kuran'ın ilkelerini halka öğretmey amaçlayan dinsel şiir ve destanlarda uzunluğu sınırlı olan (ortalama yüz dize) bu şiirlerde çoktanrıcıların ve animistlerip cehennemiyle inananların cennetini canlandırmak için somut ve ilginç imgelere başvuruldu. Afrika dillerinde yazılmış metinlerin yer aldığı birçok elyazması, arapça bir önsöz, bir sonuç bölümü ve yorumlar içerdi.
Ama en canlı yapıtlar, kadınlara ve sı- vasal gelişmeye karşı kaleme alınmış, çoğu kez aristokrasiye ve geçmişe bağlı öz lemler taşıyan koşuklu yergiler ve IX-XIX yy.'lar arası islam imparatorluklarının kurucularını yücelten kroniklerdi. Sömürgeleştirme müslüman zenci aristokrasisin " çökmesine yol açtı. Ama bu kesimin kül türü birtakım aydınlar arasında günümüze kadar yaşadı. Bunlar, arapça ve afn ka dillerinde kaleme aldıkları kronikler ve şiirlerde, çağımızdaki siyasal ve toplurr sal bunalımların nedenlerini ortaya koy maya çalışmaktadırlar.
• Kökenler ve fransızcanın önceliği. Fortunatae insulae denilen adalar ve Iro- quois'ler ülkesi, XVIII. yy.'ın büyük bir bolümü boyunca avrupalının imgelemini derin biçimde etkilemişse de, gezginler İçj- uzun süre bilinmez kalan Afrika kıtasına karşı gerçek bir ilginin başlaması için, XIX yy. başlarını beklemek gerekti. Bununu birlikte, 1830'da, Ren6 Caillıe nin ünlü Journal d'un voyage â Tombo- uctou et â DjennĞ'yi yayımlaması, zengc bir keşif edebiyatının ilk adımı oldu; kısa süre içinde, ilk sömürge keşifleri bu edebiyatın güncelleşmesini sağladı. Bunır üzerine misyoner, yönetici ve subaylar s- nografya bilgileri toplamak için birbirleriyle varışa girdiler. Bu koşullar altında, « aı,ikalı yazarlar olan senegalli Ousma-e SocĞ (Karim, 1935), dahomeyli Paul h~ zoumö (Doguicimi, 1938) ya da sudanı Fily Dabo Sissoko'nun, her yönden ter- dit altında olduğu görülen bir geleneğ işlemeye büyük özen göstermeleri olağa-- dı. Daha birkaç yıl önce, Blaise Cerc- rars'ın Anthologıendgre'i yayımladığı s- rada guyanalı Renö Maran, sömürge st teminin Ubangi-Şari'li geleneksel toplun- lar üzerindeki yıkıcı etkilerini Batouala s. anlatmıştı. Özellikle yankılar uyandıra* önsözü yüzünden yarattığı skandalla Tiran'ın 1921 Goncourt ödülünü almaş fransız dilindeki afrika edebiyatının çıkf noktası sayılabilir. Zaten yapıtın ilk afrika okurları da bu gerçeği hemen sezdıc Batouala, zenci aydınların başucu ktec oldu. Afrika kültürlerinin saygınlığı ve s:- mürgeciliğin girişiyle başgösteren tehı« konusundaki bu bilinçlenme, XX. yy r başlangıcında dünyayı altüst eden bir a: bunalımdan ayrı düşünülemez. Birı-c Dünya savaşı'nda senegalli askerlerin • lesel biçimde çarpışmalara katılmala- dan doğan ırk karışımına ve bundan o
ğan çeşitli sonuçlara, 20'li yıllarda, yeni bir sorun eklendi: bu sorun batı uygarlıklarının üstünlüğüne o güne kadar beslenen inancın sarsılmasıydı. Leo Frobeni- us (Und Af rica sprach, 1912), Maurice Delafosse (l'Âme nögre, 1923) ya da Th6- odore Monod gibi etnologların etkisiyle, "zenci insanf'nın da geçmişsiz olmadığı, dolayısıyla Afrika'yı üzerine herhangi bir şeyin inşa edilebileceği bir boşluk (Ka- rim'in önsözü) saymanın saçmalığı anlaşıldı. Bu kültürel görecelik hareketi ve aynı doğrultuda, Haiti'de doktor Jean Price- Mars'ın (Ainsi parla 1'Oncle, 1928) gösterdiği çabalar, kısa süre sonra Londra' da, Paris'te toplanan zenci aydınlar tarafından benimsendi ve böylece daha sonraları "zencilik" olarak adlandırılan düşünce akımı ortaya çıktı. Bu akımın ilk örneği, edebiyat alanından önce, 1932'de LĞgitime DĞfense (Meşru Müdafaa) gibi kışkırtıcı bir başlıkla yayımlanan bir çeşit program-bildirge oldu; ama özellikle Le- on Gontran Damas, AimĞ CĞsaire ve LĞ- opold SĞdar Senghor tarafından 1934'te Paris'te kurulan l'Etudiant noir (Zenci üniversiteli) gazetesi çevresinde, bir zenci kültür rönesansına yönelik istek ve özlemler belirginleşti. Başlangıçta temel olarak fransızcanın etkisindeki bu hareket, olağanüstü bir lirizm patlamasına yol açtı. Akımın örnekleri aşağıdaki yazarların artık klasikleşmiş kitaplarıydı: LĞon Gontran Damas (Pigments, 1937; Black Label, 1956; NĞvralgies, 1966), Aime Cesaire {Cahier d'un retour au pays natal, 1939; Ferrements, 1960; Cadastre, 1961), Le- opold S6dar Senghor (Chants d'ombre, 1945; Hosties noires, 1948\Ethiopiques, 1956) ve Jacques Rabemananjara (Ant- sa, 1948). Şiir alanındaki bu sıçramanın kökeninde, tüm bu insanların batı kültürünün üstünlüğünü kırmak ve hor görmeyi öğrendikleri bir geçmişle yeniden bağ kurmak için gösterdikleri ortak isteği görmek gerekir; böylece, öz kaynaklara dönüş temasının ve derin bir ürperişle tüm zenci şiirini kaplayan başkaldırı duygusunun kazandığı önem, kolayca anlaşılabilir. Bu duyguyu Senghor, kusursuz biçimde şu dizeyle özetler: "Fransa duvarlarındaki o sırıtkan banania afişlerini yırtacağım." Bu büyük zenci yortusunu izleyen dönem, şiir alanında kısır olmadıysa da -Gârald Tchicaya U Tam'si(/e Mauvais Sang. 1955; Feu de brousse, 1957; £pi- tomâ, 1962), David Diop (Coups de piton, 1956), Lamine DiakhatĞ (Primordia- le du sixiĞme jour, 1963), Patrice Kayo (Hymnes et Sagesse, 1971), Maxime N'Debeka [Soleils neufs, 1969; l'Oseille, les citrons, 1975) gibi adlar bunun kanıtıdır-.ikinci kuşak afrikalı yazarlar büyük ölçüde romana ve lirik çalışmalardan çok, eleştiri yazılarına yöneldiler.
Gerçekten de 50'li yıllardan başlayarak, sömürge toplumunu ödünsüzce betimleyen, keskin ve alaycı bir dille, saygınlığını gitgide yitiren bir sistemin tıkanı- şını anlatan bir dizi öykü ortaya çıktı. Ezo Boto adıyla yazan Mongo Beti, dışardan ülkeye sokulan uygarlıkla ilişki içindeki köylülerin yozlaşmasını anlatır (l/ille cru- elle, 1955; Mission terminâe, 1957), Kamerun'daki hıristiyanlaştırma girişiminin başarısızlığını eleştirirken (/e Pauvre christ de bomba, 1956; le Roi miraculâ, 1958) aynı ülkeden Ferdinand Oyono, Lİne v'ts de boy ve le Vieux NĞgre et la mâdaille adlı yapıtlarında (1956) yurtlarından uzaktaki avrupalıların değersizliğini ve kibirini alay konusu yaptı. Daha bağımlı ve daha sert bir tutum içindeki Ousmane Sem- bene aynı dönemde, Ö pays, mon beau peuplel (1957) ve özellikle 1947 Dakar - Nijer grevine açık göndermeler yapan les Bouts de bois de Dieu'de (1960) sömürge egemenliğinin içyüzünü sergiledi. Bu yazarlar sömürge toplumuna karşı çıkarken, romancılar da haklı olarak kendilerini geçmişin kahramanlarıyla, ünlü kişileriyle özdeşleştirme gereksinimi duydular; bu kaygı, Djibril Tamsir Niane'nin Soun- diata ou l'Epopâe mandingue (1960) kitabındaki
epik öykülerin başarı kazanmasını ve eski zamanların anısını tazelemeyi amaçlayan masalların, kroniklerin, efsanevi öykülerin bollaşmasını sağladı: Jean Malonga'nın Leğende de M'Pfoumou Ma Mazono (1954); Nazi Boni'nin Crö- puscule des temps anciens: chronique de Bwamu (1962) ya da Birago Diop'un les Nouveaux Contes d'Amadou Koum- ba (1947 ve 1958). Ama, geçmişin saygınlığı ne olursa olsun, yeni kuşakların yazgılarını kendileri belirlemeleri gerekiyordu. Batı öğretileri ve yöntemleriyle yetişen afrikalı gençlerin birçoğu Avrupa ile ilişkileri sonucu, anayurtlarına dönmekte belirli bir güçlük çektiler; bu oldukça aoı deney, birçok "çıraklık romanf'na konu oluşturdu: senegalli şeyh Hamidou Ka- ne'nin Aventure ambigue adlı romanı (1961) bunların en iyi örneğiydi; gineli Ca- mara Laye'nin Enfant noir'ı (1953) ve fildişi kıyılı Bernard DadiĞ'nin ClimbiĞ'si (1956) öbür başlıca örnekleri oluşturdu. "Köksüzleşme" temalı bu romanlarda hep üstü örtülü biçimde yer alan boğuntu teması, çizgidışı iki yapıtta doruk noktasına ulaştı: Olympe Bhely-Quenum'un Un piĞge sans fin' i (1960) ve Camara Laye'nin le Regard du Roi'sı (1954); bu ikinci romanın kahramanı efsanevi bir Afrika' da mistik bir arayış içindedir. 1959-60'ta afrika ülkelerinin bağımsızlığa kavuşma- larıyla birlikte siyasal yergi ve sömürge mirasını elinde tutan "komprador" burjuvazilerin yolsuzluklarının sergilenmesi, aşağıdaki romanlarda yeniden gündeme geldi: Ahmadoü Kourouma'nın les Soleıls des Indöpendances (1968), Alioum FantourĞ'nin le Çerde des Tropiçues
(1972) , Mongo Beti'nin Remember Ru- ben ve PerpĞtue (1974), Henri Lopes'in Tribaliques( 1971), Ousmane Sembene' nin Mandat (1969) ve Xala (1973), Valen- tin Yves Mudimbe'nin Bel immonde (1976) adlı yapıtları. Bununla birlikte, bu köksüzleşme temasının yerini, bir ölçüde geleneksel toplumun gerek yüceltmek, gerek mahkûm etmek üzere işlenmesi aldı; bu tema Jean Pliya (l'Arbre fetiche, 1971), Ftemy Medou Mvomo ve özellikle de le Sang des masques (1976) ve No- ces sacrĞes (1977) ile Seydou Badian gibi birçok çağdaş yazar için çekiciliğini korudu.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, ilk afrika romanlarının pek çoğunu besleyen özya- şamsal esin kaynağı, hiçbir zaman kuru- madı ve yeni yapıtları biçimlendirmeyi sürdürdü. Kuşkusuz bu olay, bugün Avrupa'da gelişen ve "teyp edebiyatı" denilen çok sayıda yapıtta kendini gösteren "yaşamöyküleri" biçimine tümüyle yabancı değildi; ancak Batı'nın olası etkilerinden ayrı olarak, afrika insanının, özel biçimsel araştırmalardan uzak, kendi deneyimlerini anlatma gereksinimi duyan yazarların yazdığı yapıtları okumaktan zevk aldığı düşünülebilir. Buna tipik örnekler, Seydou TraorĞ'nin Vingt-Cinq Ans d'escalier ou la Vie d'un planton (1975) ve daha küçük çapta da Amadou Ham- patĞ Bâ'nın bir çevirmenin serüvenlerini anlattığı £trange Destin de Wangrin
romanlarıdır. Son olarak çağdaş yazarlardan bir bölümünün bireyin bağlı olduğu topluluktan çok, bireye önem verme eğilimi taşıdıkları belirtilebilir. Özellikle teknik ilerlemeye ve göreneklerdeki gelişmeye karşın, sosyal bağların hâlâ çok güçlü olarak sürdüğü ve geleneğin kişisel girişimleri çoğu zaman yasakladığı, ya da en azından kısıtladığı bir toplumda bu eğilim dikkat çekicidir. Ayrıca toplum kurallarına karşı koyan kişilerin çoğunlukla "iyi yetişmiş" kesimden geldiğini, bu tutumlarında yurt dışında bir süre kalmaları ve orada öğrenim görmelerinin etkili olduğunu da kabul etmek gerekecekti. Bununla birlikte, V. Y. Mudimbe (Entre les ea- ux, 1973) gibi romancıların yapıtlarında bu tür kişileri işlemeyi göze almaları yeni bir durumdu; bu yapıtlarda kahramanın ruhsal açıdan incelenmesi-burada Tanrı ile devrim arasında kararsızlığa düşmüş bir papaz eskisi sözkonusudur- toplumsal çevrenin
(1972) betimlenmesine göre büyük öncelik taşıdı. Yeni kuşak yazarları bilinçli olarak ya da olmayarak, kendilerinden önce toplumsal romana ya da etnografik röportaja tutsak kalmış ağabeylerini bunaltan durumdan gerçekten kurtulmak ve haklı olarak daha tam bir anlatım özgürlüğü elde etmek istediler.
Afrika tiyatrosuna gelince; Dakar'da VVilliam Ponty okulu deneyimiyle simgelenen uzun etnografya geleneğinden sonra, tiyatro da sömürge ve sömürgecilik sonrası düzenini sergilemeye ve bu düzene karşı çıkmaya girişti. Bugün tiyatro başlıca üç yönde gelişmektedir: sömürgeciliğin ve onun yarattığı sıkıntıların sergilenmesi (Seydou Badian'ın la Mort de Chaka, 1961; Jean Pliya'nın Kondo le Requin, 1966; AimĞ Cfeaire'in Une sai- son au Congo, 1967; Şylvain Semra'nın Tarentelle noire et Diable blanc, 1977), kuşak çatışmalarının çözümlenmesi (Guil- laume Oyono Mbia'nın Trois Pretendants et un mari, 1964; Jean Pji'/a'nın la Sec- retaire particuliĞre, 1973), ,bugünkü siyasal tutumların eleştirisi. (Câsaire'in la. Tr'a- gödie du roi Christopbe, 1964; Bernard Dadie'nin Monsieur thogo-Gnini, 1970; Maxime N'Debeka'nın le PrĞsident, 1970).
Bugün yeni kuşaklar, eskiye.bağlılığı ve gericiliğinden dolayı zencilik ideolojisini kınayıp ona karşı çıkıyorlarsa da, bu akımın yaklaşık on yıl boyunca, afrika kıtasının tümü yönünden hem gerçek bir edebiyat tekeli gerçekleştirdiğini, hem de bir kültür lokomotifi görevini yaptığını kabul etmek gerekir.
1945'ten 1955'e kâdarki on yıllık dönemde, apaçık bir düşünsel kaynaşmanın belirtisi olarak, edebiyat yapıtlarında gerçekten zengin bir gelişme görüldü. Özellikle 1947'de zenci aydınların tümünü bir araya getiren PrĞsence.^fricaine dergisi ve yayınevinin kurulmasıyla fjafis, on yıla yakın süre edebiyatŞretinılnigİek merkezi ofarakjkaldı. Ay-nı^ne'mtfe'in- gilizce yazan yâzarlarda/ı yalnÖİkifcî, güney afrikalı; Peter Abrahams ile nijeryalı Amos Trupla .belli bir üpe kavuştular; 1962'de çağdaş afrika edebiyatı nınjjk ingilizceyapıtlarından biri olan Gerald Mo- ore'un Seven African Mfr/fef£'ı(,en büyük yeri yine fransıjca^şzân yazarl^fâ ^yırdı. Spnüçta, doğa^ fjîarak Paris, birinci uluslara^ zenci" yazar- ve sanatçılar kongresinin toplandığı kent oldu (1956). Bu toplantı, afrikalı aydınlar arasında çok büyük yaıpkı yaptı: sert bir sömürgecilik karşıtlığı^ve kavgacı bir lirizmle pekişen zencilik ideolojisinin yayılmasına katkıda bulundu; Lizbon'da, "Casa dos estuden- te&.do imperio"da-toplanan lusitanialı- afrikalı öğç'encilep'şrasınjjjp L^opöld SĞ- dar Senghor ile Üavid Diop'un kazandıkları 6aşa(jiıpwı kaynağı oldu. • Ingilşcejfopuşan zenci Afrika. Ne var ki, 19,34'te Sen kıyılarında doğan hareket, özellikle ingilizce konuşan zenci Afrika' da etkisini jgöşterecekti. 1957'de Nijerya' nıh ibadan Jfentinde Black Orpheus dergisini çıkarap, Janheinz Jahn ve Ulli Bei- er adj^pnfia afrika uzmanı iki alman, böy- . .lece dokuz-^yıl önce Jean-Paul Sartre' ın LĞopold,S6dar Senghor'un l'Antholo- gie de la hoyvelle poesie nĞgre et mal- , gache de la langue française (1948) adlı yapıtına yazdığı l'Orphee noir başlıklı önsöze saygılarını açıkça göstermiş oldular. Zaten derginin ilk sayılarında african per- sonality'yi araştırma düşüncesiyle, özellikle fransızca yazan afrikalı ve antilli yazarlardan çevirilere yer verildi. Ancak 1960'tan başlayarak, çok kuramsal ve aşırı idealist bir anlayış sayılan Senghor' un zenciliğine karşı bir tepki hareketi ortaya çıktı. Nijeryalı büyük oyun yazarı Wo- le Soyinka da, fransızca yazmaya karşı çıkarak şu espriyi yaptı: "Kaplan, ben kaplanım demez, avına saldırır!"
ingiliz dilindeki afrika edebiyatı, uzun sûre yoksul bir akraba sayılırken zamanla fransız dilindeki afrika edebiyatını kıskanmayacak bir duruma ulaşabildi. Bağımsızlık hareketlerinin doğurduğu çalkantıların (1966'da Nkrumah'ın devrilmesi, 1967-1970 arasındaki Biafra savaşı) ardından, birdenbire eski ingiliz sömürge- lerindeki durumun eleştirici bir dökümünü yapan romancı, şair ve oyun yazarlarının ortaya çıktığı görüldü: Nijerya'da Wole Soyinka (The interpreters, 1965: A Dance of the forests, 1960), Cyprian Ek- wensi (People of the city, 1954), Timothy Aluko (Chief The Honourable Minister, 1970) ve Chinua Achebe, yapıtlarında öz olarak yeni siyasal sınıfın yeteneksizliği ve çürümüşlüğü tehlikesiyle yüz yüze olan bir toplumu betimlemeyi seçtiler. Things fail apart'ta (1958) Achebe, ilk misyonerlerin ibo ülkesine gelişini ve halkın öz kültüründen koparılması sürecinin başlamasını anlattı. Bu sürecin kötü sonuçlarını Ar- rowofGcxf da inceledi (1964). Toprağından kopmuşlara ve güçsüzlere karşı acımasız kent tema'sı da No Longer At Ea- se'de (1960) Achebe ve Jagua Nana'da (1961) Cyprian Ekvvensi tarafından işlendi. Yapıtlarında aynı bakış açısını yansıtan şairler de şunlar oldu: Pepper Clark (A Reed in the Tide, 1965; The Ozidi of Atazi, 1966), Biafra savaşı sırasında öldürülen Christopher Okigbo (Heavensgate, 1962; Labyrinths wıth Path Of Thunder, yazarı öldükten sonra 1971 'de yayımlandı). Achebe'nin tarih karşısındaki derin karamsarlığı ganalı iki yazar tarafından da paylaşıldı: Ayı Kwei Armah (The Beautı- ful Ones are not yet born, 1968) ve Kofi Avvoonor {This earth, mybrother, 1971). Bu yazarların romanları toplumdaki sonradan görme tabakanın kazanç hırsını ve ikbalciliğini betimledi. Kenya'da bu acımasız tanıklık görevini James Ngugi Wa Thion'go üstlendi; Thion'go, görkemli romanlarında (Weep not, child, 1964; The River between, 1965; A Grain of wheat, 1967) Mau-Mau'ların ingiliz tahtına karşı ayaklanmasını anlattı; son öyküsü Petals ofblood(1977) onu cezaevine götürdü.
Son olarak Uganda'da, Okat P'Bitek' ın yapıtlarının büyük bölümünü uzun düzyazı-şiirleri oluşturdu (Songs of Lawı- no, 1966; Songs of Ocol, 1970); Robert Serumaga ise, Return to the Shadovvs (1969) adlı romanında sömürge sonrası döneminin üzücü siyasal gerçeklerini betimledi.
140
|
Ne var ki, bu birkaç ad ingiliz dilindeki afrika edebiyatını hiçbir biçimde özetlemez. Örneğin bu edebiyat tiyatro yapıtı alanında büyük gelişme gösterdi - özellikle Hubert Ogunde (Yoruba Ronu, Olog- bo Dudu) ve Duro Ladipo'nun oyunlarıyla (Oba Moro, Oba Koso, Oba Waja) yoruba tiyatrosu- Bunun yanı sıra Onitsha' da düşük fiyatlı niteliksiz kitapçıklardan oluşan zengin bir halk edebiyatı hızla ye- şerdi; bu edebiyat çoğu zaman ahlak dersi verme eğilimi taşıyor, konu olarak da toplumdışına itilmiş kişilerin serüvenlerinden ya da destanlardan yararlanıyordu (Beware of Harlots and many friends, How to get a Lady in love). • Portekizce alanı. Gerektiği gibi değerlendirilemeyen portekiz dilindeki afrika edebiyatı -Castro Soromenho'nun Terra Morta (1949) adlı romanı belki bunun dışında tutulabilir-özellikle angolalı yazar- larca temsil edildi. Bunlar 1948'den başlayarak "Vamos descobrir Angola" hareketi içinde bir araya geldiler ve Senghor' un zencilik ideolojisinden derinlemesine etkilendiler. Mario De Andrade'nin 1959' da bu yazarlar (ve cabo verde'li, sâo to- me'li ve mozambikli şairler) için hazırladığı antoloji, Antonio Jacinto, Viriato da Cruz ve özellikle de başkaldırı temalarına canlı bir duyarlılık katan Agostinho Ne- to'nun şiirlerinin keşfedilmesini sağladı. Mozambik'te Valente Malangatana, Jose Cravirinha ve NoĞmia de Souza, amerikan zencilerinin negro-spiritual'lerinin etkisinde kaldılar ve kimi zaman pidgin, kre- ol ve portekizcenin karışımı bir dille fahişelerin ve Güney Afrika'ya göçe mahkûm edilen madencilerin büyük yoksulluğunu konu edindiler
• Bilanço ve yönelimler: afrikalı edebiyatı ve ulusal edebiyatlar. Afrika edebiyatının bilançosunu yapmaya çalıştığımızda, bugün birçok yazarın temalarını yenileme gereksinimi ve okurlarına uygun bir şiir, roman ya da tiyatro dili kullanma kaygısı gibi ikili düşünceyle hareket ettikleri izlenimini ediniyoruz. Çok sayıda çağdaş yazarı okuyunca anlıyoruz ki, afrikalı yazarın konu alanı gerçekten bir sorun haline gelmiştir; yapıtlarında artık iki istek, evren- selcilik ve sınırları iyice belirli bir toprağa yerleşme isteği hesaba katılmak zorundadır. Henüz gerçek anlamda ulusal edebiyatlardan söz edilemezse de, son yıllarda ortaya çıkan bazı yapıtlar yalnız yazarlarının imgeleminin değil, aynı zamanda ortaya çıktıkları toplumların ve bu toplumlarda sözkonusu olan ideolojik söylev tiplerinin de ayrılmaz bir parçası olmuştur: beninli Jean Pliya'nın Kondo le Requin (1966), togolu F6lix Couchoro'nun tüm yapıtları, Francis Bebey ya da RenĞ Phi- lombĞ'nin ("Kamerun'daki yaşamdan birkaç sahne" gibi açıklayıcı altbaşlıklar taşıyan) birçok öyküsü gibi. Kongolu romancı E.B. Dongala'nın çok haklı olarak belirttiği gibi "bir afrika edebiyatı'ndan söz etmek her ne kadar yerindeyse de, eski dönemde sömürgeleşme sonucu birbirine tıpatıp benzer hale getirilmiş ülkelerin, her geçen yıl daha çok farklılaşmaları ve her toplumun siyasal rejim türüne göre ayrı kaygılara ya da en azından ayrı önceliklere yol açışı gitgide kesinleşmektedir".
Temalarındaki bu gelişmeye koşut olarak afrika edebiyatının ve özellikle fransız dilindeki edebiyatın biçimsel görünümleri konusunda da sorular ortaya çıktı (Fransızca yazmayı sürdürmeli mi? Hâlâ canlı olan sözlü geleneklerden esinlenmeli mi?) ve doğal olarak yazarla okurları arasındaki ilişkiler sorunu gündeme geldi. Fransızca yazan afrikalı yazarların bir bölümü, kendi anadillerine, hiç değilse yazı diline yeteri kadar egemen olmadıkları halde, eski sömürgeci dilini kullanmaktan rahatsız oldular; bu ikilem kimi yazarları ilginç biçimsel denemelere yöneltti. Örneğin Amadou Kourouma, anadili olan malin- ke dilini fransızcaya aşılamaktan çekinmezken, fildişi kıyılı Bernard Zadi Zaou- rou, l'Oeil(1975) adlı oyununda kimi kişilerini, Abican'ın kenar mahallelerinde çok yaygın biçimde kullanılan bir çeşit pidgin, "Moussa fransızcası" ile konuşturdu. Zaireli Mbwil a Mpaang Ngal ise Giamba- tista ou le Viol du discours africain (1975) adlı ilginç öyküsünde, sözlü anlatımın tadıyla batılı anlatım tekniğinin kesinliğini bağdaştırmaya kalkışan ve bu yüzden köy ihtiyarlarının tepkisiyle karşılaşan bir kahramanı ve onun bu yoldaki denemelerini ele aldı.
Bu birkaç örnek, yazarların, hem batı yazım biçiminin kıskacından kurtulmuş, hem de geleneksel sözlü edebiyata daha yakın olan bir dil yaratma kaygısını açıkça ortaya koyar. Gerçekten, batılı aydınlar tarafından tanınmaya öncelik veren zencilik ideolojisi "önder"lerinin tersine, birçok genç yazar, uluslararası ilgiyi yad- sımaksızın, bugün gerçek okurlarıyla kaçınılmaz bir diyalog kurmanın yollarını arar görünmektedir. Ama burada zor olan ve bugün hâlâ teknik, dilbilimsel ve ideolojik nitelikte sayısız engellerle karşı karşıya bulunan bir çaba sözkonusudur. Fransızca konuşan ülkelerde, öncelikle yayın sorunu vardır. Son yıllarda Afrika' da yayınevi sayısının artışı, kimi yazarlara yapıtlarını ülkelerinde yayımlama olanağı sağlamışsa da, pazarlama koşullan karşısında kitap,Afrikalılar'ın çoğu için hâlâ ateş pahası, lüks bir metadır. Bu durumun nedenleri şöyle sıralanabilir: yayıncıların deneyimsizliği, hâlâ büyük ölçüde yabancı dağıtım ağına bağımlı olan satış düzeninin yetersizliği ve özellikle halkın okumasını sağlamaya yönelik gerçek bir siyasetin yokluğu. Kamuoyunu edebiyata yöneltebilecek tek şey de böylesi bir siyasettir. Yazarlar ister ulusal dilleri yeğlesinler, ister ancak şu ya da bu kültür alanını renklendirip çeşitlendirecek uydurma bir yeni dil yaratmak pahasına avrupa dillerini komplekssizce kullansınlar (fransız- ca yazan pek çok mağripli şair ve yazar gibi), gerçek bir halk edebiyatının yaratılması için dil sorununun çözümü gerekmektedir.
KAYNAK :BÜYÜK LAROUSSE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder