Ana Sayfa Bilgi Bankası

29 Kasım 2010 Pazartesi

Kitaplar ve yorumları..

                                           FARKINDALIK.


Arka Kapak:
Ben sana bir ahlak dersi vermiyorum. “Bu doğru, bu yanlış, bu ahlaklı, bu ahlaklı değil” demiyorum. Bunların hepsi çocukçadır. Ben sana çok basit bir kriter veriyorum: “FARKINDALIK” Eğer farkındalıkla bir şey yaparsan doğru olmak zorundadır çünkü farkındalıkla hiçbir şeyi yanlış yapamazsın. Ve farkındalık olmadan da herkes tarafından takdir edilen kimi şeyleri çok iyi yapabilirsin. Ama ben hala ona yanlış diyorum çünkü farkında değilsin. Ve yanlış sebeplerden dolayı yapmış olmalısın. Farkındalık olmadan onların sadece gösteriş, ikiyüzlülük olduğunu biliyorum. Onlar seni yapmacık hale getirir. Seni özgürleştirmezler, seni özgürleştiremezler. Tam tersine seni hapsederler.
Kitaptan Alıntılar:
Gelecek saf potansiyeldir; gerçekleşmediği sürece ondan emin olamazsın. Geçmiş saf gerçekleşmedir; olmuştur. Artık onunla ilgili bir şey yapılamaz. Bu ikisinin arasında, şimdiki zamanda insan durup bu iki imkansızlığı düşünür. O gelecekle ilgili her şeyden emin olmak ister ve bu yapılamaz. Bunun kalbinde mümkün olduğunca derinlere inmesine izin ver: Bu yapılamaz. …Geçmiş gerçekleşti, o ölü bir olgudur. Ona hiçbir şey yapılamaz. Yapabileceğin en iyi şey onu yeniden yorumlamaktır, hepsi bu. …bir kez bu iki şey yapıldığında, her türlü aptallıktan özgürleşirsin.”
“Zihin bir gezginin elbisesinde biriken tozlar gibidir. Ve sen milyonlarca yaşamın boyunca hiç banyo yapmadan seyahat edip ve seyahat edip duruyorsun. Çok toz birikti, doğaldır ki bunda yanlış bir şey yok; bu böyle olmak zorunda. … eğer seyahat edersen tozlanırsın. Ama onunla bir olmaya gerek yok çünkü onunla bir olursan başın derde girer; çünkü sen toz değilsin, sen bilinçsin… Farkındalık senin varlığındır ve farkındalığının etrafında topladığı toz da senin zihnindir.”



İSMET ÖZEL- WALDO NEDEN BURADA DEĞİLSİN




 

İsmet Özel’in şule yayınlarından 2007 de çıkan, benim henüz tanışmış olduğum, çok farklı bir havası olan “waldo sen neden burada değilsin” kitabını –kısaca ben ona waldo diyorum-  elime aldığımda “ismet özel” olmasından dolayı beni heyecanlandırması yanı sıra ürkütmüştü. Ürkütmesinin asli sebebi benim politika, siyaset veyahut dönem kitaplarımdan hoşlanmamamdı. Fakat gerçek o ki İsmet özel’in hayat haritası diyebileceğim waldo bana dönemleri de siyaseti de politikayı da başarıyla okuttu hem de hiç sıkmadan, bunaltmadan. Ve kitabı, bu tarzda bir kitabı bu kadar severek okumamı ismet özel’e borçlu olduğumu bilerek kapattım.

“Dünyaya gelmek,bir saldırıya uğramaktır” diyerek başlayan daha sonraki evrelerde bir bir saldırıya uğramanın boyutunu,korunma yöntemlerini de anlatan bir kitap aslında. İsmet özel,herkes kendi masalını yıkmalıdır” derken – ki bu söz beni gerçekten etkiledi- bu saldırıyı nasıl geri püskürtürüz? Sorusuna kısa ve net bir cevap vermiş.Adım adım hayatını ele almış,çocukluğu,ilk gençliği,olgunluğu ve tabii ki şiirleri…

Çocukluğunda ki  “kadirşinas itaatsizliği ve tevarüs edilmemiş asaletinin ona devrimci bir ruha ve hayallerinin ne işe yarayacağını öğrettiğine inandığı şiiri verdiğini söylemek yanlış olmaz.Aslında kitabın üç saç ayağı var:Şair,komünist,Müslüman.

Kendi döneminden yani 60’lardan cesurca bahsetmiş ismet özel.60’larda yeni  yeni öğrenilmeye başlayan varoluşçuluk, marksızım,sürrealizmim gibi akımlardan sonra gençlerin sosyalizan düşüncelere sahip olması şaşırtıcı değildi.Bununla beraber gelen,komünist düşünceler ve aktiviteler,partizanlık ve bunlara paralel yürüttüğü arkadaşı Ataol ‘la da paylaştığı ( Ataol Behramoğlu,zikretmeden geçemezdim) şiirleri. Tabi ki genç yaşına rağmen yazdığı zehir zemberek şiirleri …ismet özel’i nazarımda vazgeçilmez kılanları.. Şiirlerin de doğal olarak beliren politik-sosyal etiketleme eğreti olmamış bence,şiirle politikanın mekanik duruşunun organik bir kıvam alması,o eğretiliği silip atmış.



               İki Hükümdar Bir Kadın



“Tarih öğrenmek,tarihle yüzleşmek kadar zordur.”
Kitabımızın konusu adından belli oluyor ki geçmiş tarihimizde yaşamış iki hükümdarımızın bir kadına ölürcesine aşkını ve bu aşk uğruna bir çok savaşlara katıldığını anlatıyor.
Fatih Sultan Mehmet Han oğlu olan Yıldırım Beyazıd’ın padişahlığı sırasında en küçük oğulları arasında olan Sultan Selim daha ufak yasına rağmen attığı bıçaklarla aynı anda bir çok hayvanı vurması ve bu şekilde babası tarafından kendisine verilen Yavuz ismi ile daha sonraları Osmanlı tarihinde kendini çok iyi tanıtacak ve Osmanlının ilerlemesinde rol oynayacaktı.


Osmanlı Sultanlarının en aykırı padişahlarındandır Yavuz Selim ya da diğer adı ile Sultan Selim Han.Acımasız ve gözü pek Şah İsmail ( Şii mezhebinin başı ) ile karşı karşıya getiren Taçlu Sultanın arasındaki üçlü bir aşk hikayesidir aslında. Taçlu Sultan İran valisinin kızı olması ve güzelliği ile görenleri büyülemektedir. Sultan Selimin Taçlu Sultana tutulması ve uğruna savaşlar vermesi beklide tarihimiz açısından en göze alıcı bir yaşamdır. Şah İsmail ise Sultan Selimi ve Osmanlı Hükümdarlığını nasıl yok etme çabası içerisinde Taçlu Sultana olan aşkını öğrenir öğrenmez onun ile evlenmesi ve Sultan Selimi bir nevi yıkacağını düşünmesi aslında olmadık bir düşüncedir ama intikam ateşini söndüremediği için bir türlü kendisine hakim olamamaktadır.

Şah İsmail’in yaptığı zulümlerle birlikte Sultan Selim ile olan intikamı artık çıkmaz yoldadır ve buna bir şekilde dur demesi gerekmektedir Sultan Selimin ve ordusunu Tebriz’e Şah İsmail üzerine kendiside baş kumandan olarak hareket ettirir ki yolda gördüğü bir dervişin verdiği ibrik üzerinde yazan sözler üzerine hareket etmesi savasın Osmanlı tarafından kazanılmasını sağlamıştır.  Şah İsmail kaçmıştır ve eşi taçlu sultan diğer ganimetlerle birlikte esir alınmıştır. Ve böylece Sultan Selime Taçlu Sultan ile nikah düşebilmektedir. Ama Sultan Selim onu yardımcısı ile nikahlar ve böylece Taçlu Sultana olan aşkını kalbine gömmeye çalışır. Yardımcınsın ona ihanet  ettiğini öğrenir öğrenmez cellada boynunu vurdurur ve taçlu sultana bir ev kiralanmasını ve tüm giderlerinin kendisi tarafından karşılanması emri verir. Ve bir süre sonra Sultan Selim Taçlu Sultanın dizlerinde uzanarak geç bulduğu aşkı yaşamaktadır.

Kusursuz Tuzak - Cep Boy

New vork Times'ın en çok satan romanları arasında yer alan Saklambaç ve Tek Başmanın yazarı Lisa Gardner bizleri bu kez. bugüne değin sunduğu en karşı konulmaz ve en dehşel verici katilin zehirli ağına sürüklüyor.

Yazar: Lisa Gardner
Yayınevi: Martı Yayıncılık



Hazine

Her akıl sâhibi Müslüman İslam ahlâkının tüm tecellilerini üstünde toplayıp en güzel misâli kendisi teşkil ederek İslam cemiyetinin temellerini oluşturmalı. Sağlam karakterli fertlerden oluşan bu model cemiyet bütün dünyâya örnek olmalı. Zirâ bugün dünya îman ve İslâm'ın getirdiği mükemmel prensiplere muhtaç ve mecburdur. Ancak îman ve İslâmî prensipler insanlar için gerçek huzuru ve hakiki mutluluğu temin edebilir. Îman hem dünya hem ahiret için en önemli HAZİNEdir. Bu hazinenin anahtarı Kur'an-ı Kerim'dir. Hakk'ın hakça üstünlüğü Kur'an'la mümkündür. Dünya ve ahiret dengesindeki şaşmaz ölçüler Kur'ânî prensiplerdedir. Hayat ancak Kur'ânî düsturlarla doğru değerlendirilebilir. İyi çığır açmak, çağ atlamak Kur'an'la mümkün olacaktır. Fakat bugün topyekün insanlık birçok hayâti meselede gâyet sorumsuz davranmakta dostunu düşmanını ayırt edememektedir. Günbegün insânî değerlerin yitirildiğini üzülerek müşâhade etmekteyiz. İçinde yaşadığımız cemiyette kötülükler yaygınlaştırılmakta bu sebeple de insanlar arasında güven bunalımı görülmektedir. Yanı sıra kibir, gurur, enâniyet had safhada. Menfaat ve çıkarcılık insan ilişkilerinde temel malzeme! Şükürsüzlüğün bedelini tüm insanlar ödemekte. Nefis, şeytan ve dünya insanın yakasını bırakmamakta! Neticede stres, rûhî dengesizlikler, depresyon gibi ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkmakta. Oysa Osmanlının stresten korunma yolları bizlere en güzel mesajları sunmaktadır. Müspet düşünmek insanın gönül dünyâsına devamlı artı katkılar sağlar. Sürekli iyilerle beraber olup iyilik yapmanın hazzını yaşamaksa insanın ruh sağlığını pozitif yapılandırır. Güzel ortamlarda bulunmak sosyal hayâta olumlu yansımalar getirir. Bilinçle yapılan ibâdetler ruha dinginlik kazandırır. O halde yaşantımızın tüm basamaklarını zihnî ve kalbî eğitim birikimiyle çıkarsak daha sağlamca zirvelere kolayca ulaşabiliriz.


Yazar: Nurten Selma Çevikoğlu
Yayınevi: Nüve Kültür





Muz Sesleri

Oxford, paris, beyrut üçgeninde bir aşk ve savaş romanı! Her kitabıyla gündemi değiştiren ece temelkuran'dan güçlü bir ilk roman! Hep bir iç savaştır aşk! Bir neden arar kendine... Muz sesleri “Onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. Muz seslerini dinleyecekti. Nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe…” Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu'dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!


Yazar: Ece Temelkuran
Yayınevi: Everest Yayınları





Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi

“Türkiye'de Şeriat'ın Kısa Tarihi”ni, 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı'ndan sonra yazmaya başladım. Daha önce de başlayabilirdim. Çünkü gerici hareketin geçmişini, tarihi boyunca nereden güç aldığını biliyordum ve nereye kadar gidebileceğini kestiriyordum. 1980'lerin sonlarında radikal sol bir grubun önde gelenlerinden biriyle konuşurken yaptığım itiraz şöyleydi: “Siz faşistler faşistler diyorsunuz ama önümüzdeki süreçte tehlikenin büyüğü, emperyalizmle el ele veren dinci gericilerden gelecek.” Arkadaşlar pek üstünde durmamışlardı itirazımın. Neden sonra “haklıymışsın” dediler. Benim derdim haklı olmak değildi. Aklı başında olan her kurumu, örgütü, kişiyi, topluluğu; emperyalizmle iç içe geçen bu gerici tehlikeye karşı uyarmak ve herkesle birlikte bununla mücadele etmekti. İlk baskıda da söyledim, şimdi de söylüyorum. Emperyalizmin kucağındaki gericilikte asıl tehlike laikliğin elden gitmesi değildir. Sorun bağımsızlık sorunudur. Sorun vatan sorunudur. Bir gazeteci olarak bağımsızlığı bu kadar önemsememin nedeni, 2009 yılında ABD Başkanı Bush'un kafasına ayakkabı fırlatan Iraklı gazetecinin cezaevinden çıktıktan sonra söylediklerinde yatar. Iraklı gazeteci, “Vatan yoksa, bağımsızlık yoksa ne gazetecilik vardır ne namus vardır” diyordu. Unutmayalım ki 1919 ayaklanmamızın adı “Bağımsızlık Savaşı”dır. Şehitlerimiz “Bağımsızlık Şehitleri”dir. Bağımsızlık vatan demektir. Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi'nde bu uyarıları yapmaya çalıştım. Şimdi, Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi-2/ İrtica ve Emperyalizm kitabını hazırlıyorum. Kendine özgü uyarıları, yol göstericiliği olmasına çalıştığım bir kitap oluyor. Toplumsal Dönüşüm Yayınları sanıyorum Türkiye'de Şeriatın Kısa Tarihi-2'yi de sizlere kısa zamanda ulaştıracaktır. Son sözü Mustafa Kemal ATATÜRK'e bırakalım: “Mevzubahis vatansa, gerisi teferruattır.”


Yazar: Halil Nebiler
Yayınevi: Toplumsal Dönüşüm Yayınları





Eylül

Süreyya Bey ve Suad Hanım'ın mutlu bir evlilikleri vardır. Evliliklerinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen Süreyya'nın ailesiyle birlikte oturmaktadırlar. Fakat evin havası, artık Süreyya ve Suad'a sıkıcı gelmektedir. Süreyya, bir an önce bu evden ayrılıp, denize bakan sakin bir evde yaşamanın, en azından yazı orada geçirmenin hayalini kurmaktadır. Kısa bir süre sonra Süreyya'nın hayali gerçekleşir ve Suad'ın babasından aldığı para sayesinde Boğaziçi'nde bir yalı kiralarlar. Süreyya'nın arkadaşı Necip, ailenin yakın dostudur. Suad müziğe; Süreyya denize meraklıdır. Biri çoğunlukla evde, diğeri denizde vakit geçirmektedir. Daha çok Suad ile evde kalan Necip, onu sevmeye başlar; Suad da bu sevgiye kayıtsız kalmaz. Zamanla ikisi de iç hesaplaşmalara başlarlar ve sevgilerinin kirletilmemesi için çaba harcarlar. Roman, psikolojik tahlillerin yapıldığı ve bu yönüyle edebiyat tarihimizin ilkleri arasında yer alan bir eserdir.


Yazar: Mehmed Rauf
Yayınevi: Hemen Kitap Yayınları


ÇALIKUŞU

Feride’nin babası Nizamettin adında bir süvari binbaşısı imiş, annesiyle evlendiğinde Diyarbakır’a gön-dermişler, Diyarbakır’dan Musul’a oradan Bağdat’a oradan Karbela’ya geçmiş sürekli yer değiştirir, bir gittiği yerde iki sene üst üste kalmazmış. Feride iki b uçuk yaşlarında iken Musul’dalarmış yaz çok sert geçtiğinden babası annesi ve Feride’yi Musul’da bir köye göndermiş.
            kitabın konusu bir subay kızı olan feride ile teyzesinin oğlu kamuran arasında yaşanan ve araya birçok engel girmesine rağmen birbirlerine karşı bitmeyen aşklarını anlatıyor kitabın özeti pek küçük yaşındayken annesi ölen feride, babası da sınır sınır dolaşan bir subay olduğu için büyükannesinin yanında büyümüştür. okul çağına gelince ferideyi istanbulda ki bir fransız kız yatılı okuluna yollamışlardır. feride neşeli, zeki, çok asi, ele avuca sığmaz çok hareketli bir kızdır. fırsat buldukça bir erkek gibi ağaçlara tırmanıp daldan dala atladığı için öğretmenlerinden biri onu çalıkuşuna benzetmiş, sonra da bu benzetme, onun adı olarak kalmıştır
Yazar:Reşat Nuri Güntekin
YABAN
kitabın konusu kitap kurtuluş savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiş bir subayla, askerliği yeni bitmiş bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır kitabın özeti sessiz ve sakin bir yerde hayatını sürdürmek isteyen ahmet celal gittiği yerde yabancı olduğundan, yaban olarak tanımlanmaktadır. köydekilerle hiçbir bağlantısı olmamasına ve subay olmasına rağm en ona düşman gözüyle akılmaktadır. ülkenin tamamı işgal altında olmasına rağmen köylülerin bunu umursamaması , sonuçta evlerinin kundaklanması, yiyeceklerinin yağmalanması, kadın ve kızlarına tacizde bulunulması onların akıllarını başlarına getirir bu durumu gören ahmet celal sevgilisini yanına alıp kaçmaya çalışır.
Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
YALNIZIZ
kitabın konusu insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. ve allahı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamayacaktır.
Yazar: Peyami Safa
KİRALIK KONAK
kitabın konusu kitapta nesiller arasındaki çatışma yansıtılmıştır nesiller arasındaki uçurumdan ve hızlı değişimin getirdiği ahlak buhranı anlatılmıştır kitabın özeti naim efandi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi babasından kalma bir serveti vardı büyük bir itina ile idare ediyor ve koruyordu ıı. abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu. bir çok defalar valiliklerde dolaştı
Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
BOMBA
kitabın konusumilli dil ve kültürüne yabancı yetişen kimliğini bulmasıdır kitabın özeti serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız seması altında selanik, sanki gündüzki heyacanlardan gürültülerden yorulmuş gibi , baygın ve sakin uyumaktadır rıhtım tenhadır. olimpos palasın kristalin, splandit palasın, diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştür.tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının ilersinde, denize inen küçükmerdivenin başında, hareketsiz bir gölge dimdik durmaktadır
Yazar: Ömer Seyfettin
ÜMİT DÜNYASI
kitabın konusu insanlara yeni görüş açıları getiren bir makale kitabıdır kitabın özeti ümit dünyası bu geçici dünyada misafir olarak kaldığımız müddetçe kaybetmememiz gereken, hep saklamamız, ruhumuzun bir köşesinde kendisine ufacıkta olsa her zaman bir yer ayırmamız gereken tek şey ümittir. insanoğlu kybettiği birçok şeyi, bu arada parayı, mevkii, sağlığı ancak ümidi kaybetmezse yeniden bulabilir
Yazar: Şevket Rado
ÖLMEK İSTİYOR
kitabın konusu veronica adındaki bir kadının ilaç içerek intihar girişiminde bulunması ve bu girişim sırasında kalbinin rahatsızlaşması sonucu bir haftalık ömrü kalması ve kalan zamanını akıl hastahanesinde nasıl geçirdiği anlatılmaktadır
Yazar: Paulo Coelho Veronika
YILANLARIN ÖCÜ
kitabın konusu kitap, yıllar önce bir köyde geçmiş toprak kavgasnı anlatır. bu köyün yitik kahramanı bayram ve onun haklı mücadelesi kitabın özeti bayram,köyünün doğru sözlü, bileği kuvvetli delikanlısıdır. yıllarca bu köyde yaşamış, ömrünü bu topraklarda çalışmaya adamıştır. az miktardaki toprağıyla geçinmeye, ürününün mahsülünü almak için uğraşır. fakat birgün gelir köydeki arkadaşlarından birim olan haceli,bayramın evinin önündeki boş araziye ev yaptırmak ister. bayram buna karşı çıkar. köyün muhtarı bu boş arazinin satılmasına menfaati için,daha olaylar başlamadan önce karşı çıkmadığından,sürekli haceli denilen o adama destek çıkmak zorunda kalır
Yazar: Fakir Baykurt
AYLİN
yaşamanın ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek neuchatel üniversitesine kayıt yaptırır. okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yaparak, ihtişamlı hayatından sıyrılarak sade bir öğrenci olur. tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalıştı daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan jean-pierre ile evlendi
Yazar: Ayşe Kulin

19 Kasım 2010 Cuma

En Çok Merak Edilen 25 soru

Solaklar daha mı zeki?

Şimdiye kadarki bilimsel araştırmalar, solakların sağ elini kullananlardan daha yaratıcı ya da zeki olduğunu göstermedi.



Kaşınmak tam olarak ne demek?

Kaşınmak, cilidin çok hafifçe uyarılmasıdır. Bunun böcek ısırığına karşı bir savunma mekanizması olarak geliştirildiği tahmin ediliyor.


Neden ateşimiz çıktığında üşürüz?

Ateş, vücudun kendi termostatının ısısını yükseltmesiyle ortaya çıkar. Ancak kişi terlemediği ya da kan basıncı yükselmediği için üşür.


Neden soğan doğramak ağlatıyor?

Soğan doğrandığında havaya lachrymatoryfactor isimli bir enzim yayılıyor ve bu da göz kaşıntı yapıyor. Göz ise kendini savunmak için gözyaşlarını kullanıyor.


Parmaklar suda kalınca neden buruşuyor?

Eğer hücrelerinizin sahip olduğundan daha az yoğunlukta ya da az tuz çözeltisinin olduğu suya girerseniz, su osmos yöntemiyle vücuda emilir. Bu da derideki hücrelerin şişmesine neden olur. Hücreler alt tabakadaki dokulara bağlı olduklarından deri bu duruma uyum sağlayabilmek için buruşur.


Tiryaki olmak için kaç sigara içilmeli?

Önemli olan sigara sayısı değil. Bağımlılık sabah uyandıktan sonra ilk sigarayı ne zaman yaktığınızla ilgili. İlk sigara içişten sonra bağımlılık bir yıl içinde tamamlanıyor.


Arka koltukta neden araba tutuyor?

Arkada oturunca ufuk çizgisi görülmüyor. Araç tutması, iç kulakta hareket algılanırken, gözlerden sabit olduğunuz bilgisinin gelmesi nedeniyle yaşanır. Yani arkada otururken, beyin aracın hareket ettiğini anlamaz ve böylece vücut dengesi bozulur.


Deniz havası almak sağlıklı mı?

Şehirden uzak deniz kıyısında yaşamak sağlıklı olabilir. “Deniz havası” yani denizin neden olduğu güzel koku, sahilde yaşayan bir bakteri sayesinde ortaya çıkar. Ama uzmanlar bakterinin, limanlardaki egzoz gazının havayı daha da kirletmesine neden olduğunu ortaya koydu.


Herkes evinde kalsa grip salgını biter mi?

Evet. Küresel bir karantina grip salgınının sonu olabilir ancak tek bir kişinin bile dışarı çıkması virüsün yeniden yayılmasına neden olur.


Bitkiler yaşlılık nedeniyle ölür mü?

Bazı bitkiler iyi bakıldığında sonsuza kadar yaşayabiliyor. Ancak mevsimlik bitkilerin ömrü kısa olur.


Sakız sonsuza dek midede kalır mı?

Hayır. Sakız, yutulduğunda sindirilemez ancak en geç üç gün içinde vücuttan atılır.



Kendi kendine konuşanlar deli mi?

Hayır. İnsanların yalnız ya da sıkıntılı olduğunda kendi kendilerine konuşması oldukça normal bir durumdur.



Erkeklerde selülit olur mu?

Portakal kabuğu gibi bir cilt sadece kadınlarda değil erkeklerde de bulunuyor. Ancak erkeklerde selülit daha çok boyun ve karın bölgesinde görülüyor.



Çay içmek gerçekten harareti alır mı?

Evet. Sıcak içecekler vücudun kendisini olduğundan daha sıcak zannetmesine yol açar. Vücut daha çok terler ve bu da ısı kaybına yol açar.


Üzüm mü, şarap mı daha faydalı mı?

Şaraptaki sağlığa yararlı madde olan antioksidanların miktarı, üzümden iki kat daha fazla.

Neden tek yumurta ikizlerinin parmak izleri birbirini tutmuyor?

Tek yumurta ikizleri aynı DNA’ya sahip olsalar da hücre-hücre aynı değildir, dış görünüşünüzü genleriniz belirlemez. Parmak izleri ise vücutta maruz kalınan hormonlara bağlıdır. İki hücrenin hormon seviyesi farklı olduğu için, parmak izleri de aynı olmaz.


Kuşlar gerçekten ıslanmaz mı?

Kuşlar gagalarında ürettikleri yağı alarak tüylerine sürer. Bu da suyun yağı geçerek tüylere ulaşmasını engeller. Yani kuş tüyleri suya dayanıklıdır.


Evrenin en soğuk yeri nerede?

Dünyanın 5 bin ışık yılı uzağında yer olan büyük bir toz ve gaz bulutu Boomerang Nebula’da sıcaklık eksi 272 derece olarak tahmin ediliyor.



Eşekarısı bal yapar mı?

Hayır. Eşekarıları yalnızca çiçek özlerini emer ve ve bu özü yavrularını beslemek için de kullanır.



Dijital fotoğraflar 100 yıl saklanır mı?

Kağıda basılır ya da güneş ışınlarından korunacak şekilde CD’de saklanırsa, evet.



Havaya atılan su buz olarak düşer mi?

Eksi 30 derecede havaya atılan su yere buz olarak düşer.




OK (Tamam) neyin kısaltılmasıdır?

Bununla ilgili en popüler teori “All Correct”in (herşey yolunda) kasıtlı olarak ’Oll Korreckt’ biçiminde yanlış yazılması ve buradan yapılan kısaltma olduğu yönündedir. OK, gülünç olması için sözcüklerin yanlış yazılmasının moda olduğu 1840’larda Boston gazetelerinde popüler oldu.



Neden ozon tabakasını, ozon gazıyla dolduramıyoruz?

Antarktika üzerindeki ozon deliğinin kapladığı alan, ABD’nin yüzölçümünden daha büyüktür ve buranın tekrar doldurulması için on milyonlarca ton ozon gerekir. Bu miktarda ozonun nakliyesinin maliyeti bile astronomik olur.


Kusursuz görüş nedir?

Göz doktorlarında bulunan harfli çizelgenin tamamını 6 metrelik bir uzaklıktan görmek kusursuz görüşün işaretidir.



Mikroplara da mikrop bulaşır mı?

Evet. Mikroplara da bulaşan daha küçük mikroplar bulunuyor.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Vejeteryanlık karşıtı..

     Günümüzde vejeteryanlık  doğal bir takıntı haline gelmeye başlarken , bunun tam  tersi bir durum gün geçtikçe yayılmaya devam ediyor.
     Sebze tüketememek.
     Vejeteryanlık bilindiği üzere duygusal sebeplerden dolayı et yiyememek olarak adlandırılıyor. "Ölüm" olgusunu sorgulayan insanoğlunun dinsel anlayışı içinde de "hayvan öldürmeye" karşı bir tavır hep olagelmiştir. Eski çağlarda "et yememek" dini yöneten din adamlarının uyguladığı bir arınma perhizi olarak belirmeye başlamıştır.   
     Ele aldığımız konunun ilginçliği ise vejeteryanlıkla tam anlamıyla ters olmasıdır. Yani, Et ve et ürünlerini tüketebilen fakat sebzeden oluşan yemekleri, tadının ne olduğunu bilmediği halde tüketemeyen.
     Bu durumla birebir alakalı bir arkadaşımın konuyla ilgili ilginç yorumları olmuştur.
     Hakan, Öncelikle kokusundan ve görünüşünden haz almadığıyla başladı sohbete. Domates ve salatalık da dahil olduğu hiçbir yeşilliği çoçukluğundan beri kesinlikle yiyemediğini söylüyor. Çoçukluk yıllarında yanlışlıkla yediği ıspanak parçasını henüz çiğnemeden koşarak sofradan kalktığını o günkü heyecanla anlatıyor. Baklagillerden bile seçerek yiyebildiğini belirtiyor.
     Arkadaşım bunun bir hastalık mı, takıntı mı yoksa sebebini bilmediği bir rahatsızlık mı olduğu konusundaki yorumları dikkatle bekliyor.
    
     

Vejeteryanlık.

Vejeteryanlık ya da "duygusal sebeplerden dolayı et yememezlik" aslında insanoğlunun din ve doğa arasındaki sorunsalından çıkmıştır. İlkel toplumlarda belli bir hayvanı topluluğun koruyucusu olarak seçen kabileler sadece özel ayin gecelerinde bu hayvanı yemeye yönelmişlerdir. Bu hayvanı yediklerinde onun gibi güçlü olacaklarını düşünmüşlerdir. Bu bir anlamda insanoğlunun belli bir hayvanı yememek konusunda göstermiş olduğu "etik yaklaşımının" ilkel bir örneğidir.

"Ölüm" olgusunu sorgulayan insanoğlunun dinsel anlayışı içinde de "hayvan öldürmeye" karşı bir tavır hep olagelmiştir. Eski çağlarda "et yememek" dini yöneten din adamlarının uyguladığı bir arınma perhizi olarak belirmeye başlamıştır. 

İlk çağlardaki felsefe okullarının bir kısmı da "et yememeyi" benzer bir şekilde ahlaki bir düstur olarak kabul etmişlerdir. Hindistan ve Doğu Akdeniz'de MÖ 1. yüzyılda kimi felsefe okulları "et yememezliği" kendileri için ayırt edici bir özellik olarak kabul etmişlerdir. Akdeniz bölgesinde ise Samoslu Pythagoras ile et yemememeye yönelik sempati çoğalmaya başlamıştır.
Aynı şekilde Platon ve ardından gelen Yeni Platoncular da et yememeyi ahlaki bir yaklaşım olarak kabul etmişlerdir.

Bir çok din anlayışının içerdiği "kurban törenleri" de et yememe konusundaki yaklaşımların çoğalmasında etken olmuştur. Kurban törenlerine karşı çıkan insanlar arasında et yememezlik kabul görmeye başlamıştır. Bu etkiyle Budizm içerisinde, kimi Musevi ve Hıristiyan mezheplerinde et yememe dinsel bir tavır olarak benimsenmiştir. 16. yüzyılda yaşayan Hint-Türk Hükümdarı Ekber de et yememeyi tercih eden müslümanlar arasında yerini almıştır. Keza tasavvuf düşünü içinde de et yememe belli bir kabul görmüştür.

Kitab-ı Mukaddes'te de Cennet'te insanların et yemediğinden bahsedilmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak birçok filozofun et yememe konusunda destekleyici bir tavır içinde olduğu görülmektedir. Voltaire ve Shelley bu filozofların başında gelmektedir.

19. yüzyılın ikinci yarısında ise ilk kez Anglo-Sakson ülkelerde et yemeyenler kendileri ile aynı görüşte olanlarla kulüpleri kurmaya yönelmişlerdir.

20. yüzyılda ise Bernard Shaw, Leo Tolstoy gibi entellektüeller et yemez tavırları ile bu yaklaşımın etik yönünün kitlelere ulaştırmışlardır.

60'lı yıllarda yaşamın her alanında başlayan özgürlük hareketleri sonucunda Doğu Felsefelerini önemseyen Hippi Akımı ile et yememe kültürü çok hızla büyümüştür.

Modern çağın özellikle beslenme üzerinde yaratmış olduğu problemler bilim tarafından tespit edildikçe "et yememe"ye yönelmede artış olmuş, özellikle "kanser" ve "diyet" insanoğlunun "et yememe"ye olan ilgisini çoğaltmıştır.

Yetenek doğuştan mı gelir ?

        Kimilerine göre bir çoçuğun eğitimine yeterli önem gösterildiği zaman o çoçuk ilgili konu da uzmanlık geliştirebilir.Ancak bazı kesimlere göre bu durum böyle değil.
       Yeteneğe sahip olan çoçuklar sadece yetenekli doğmakla kalmayıp,yeteneğini küçük yaşlarda bu yeteneklerini geliştirmek için çaba sarf ettiği gözleniyor.5 yıldır müzikle uğraşan 13 yaşında ki gaven 8 yaşında gitar dersleri almaya başlamış.fakat daha sonra ders almayı bırakan gaven beste yapmaya başlamış.gaven ’’derste bir şey öğrenmiyordum ve çok sıkılıyordum.sadece kağıttaki notaları çalıyordum’’ diyor.gaven’ın annesi melissa largent ise ‘’dinlediği bir müziğin notalarını çıkarmak gaven için takıntı olmuştu.Ellen Winner (Boston Üniversitesi Gelişim Psikoloğu) yetenekli ve dahi çoçuklar da ki takıntıların özellik olduğunu söylüyor.’’Bu çoçukları ilgilendikleri alandan ayırmak çok zordur’’ diyor.
    Sounding Point adlı bir albüm çıkaran Julian Lage gitar çalmaya 5 yaşında başlamış. Şimdi 21 yaşında olan Lage çocukken saatlerce gitar çaldığını hatırlıyor. Aynı zamanda Jules at 8 adlı bir belgesele de konu olan Lage kendisini dahi çocuk olarak görmediğini söylüyor. Lage "Genç müzisyenler, benim yaşıtlarım dahi çocuk olarak çağrıldıklarında bu kendi iş ahlaklarını gölgeliyor düşüncesine kapılıyor. Halbuki bu müzisyenler bir şey yaratmak için saatlerce çalışıyor," diyor. Aynı düşünceyi dahi çocuk olarak bilinen Rasta Thomas da paylaşıyor. Thomas şimdi kendi dans grubu Bad Boys of Dance'ın sahibi. Thomas "7 yaşındaki bir çocuğu eğittiğiniz  zaman çok iyi  sonuç almanız doğal. Benim eğitimim için saatler harcandı ve milyonlarca dolar yatırıldı," diyor.
  Psikolog Winner ise bu görüşü desteklemiyor.Winner ‘’Bu çoçukların doğuştan gelen yetenekleri var .Dahi bir çoçuk sonra dan yaratılamaz.Fakat yeteneklerinin büyümesi için imkan sağlanması gerekiyor’’ diyor.
 Julian Lage ise ‘’Yaratıcılığımı destekleyecek bir çevrede yetiştim’’ diyor.
Thomas da kendi başarısını içinde yetiştiği ortama bağlıyor.thomas ‘’Yeteneğimi aileme ve öğretmenlerime borçluyum’’diyor.
  Doğanın verdiği yetenek ve ailenin desteği dahi çoçukların yetişkin olarak da başarılı bir hayat sürmelerini sağlıyor..


11 Kasım 2010 Perşembe

Bermuda Şeytan Üçgeninin Sırrı Nedir?

bermuda.jpgElinize bir harita alıp bakınca üçgen şeklinde görülen bu bölgede, bu zamana kadar açıklanamayan birçok esrarengiz olay gerçekleşmiştir. Kaybolan gemi, uçak ve insanların sayısı tam olarak bilinmemektedir. Bu nedenle uzun bir dönem lanetli yer veya şeytanın üçgeni gibi isimlerle anılmıştır, hatta günümüzde de bu isimleri zaman zaman kullanmaktayız.
Bermuda üçgeni, Atlantik okyanusunun 500.000 mil karelik bir alanını kaplayan, Amerika‘nın Atlantik okyanusuna açılan güneydoğu sahillerinde yer alan, kuşbakışı bakıldığında ise Miami, Bermuda ve Puerto Rico sınırları içerisinde kalan üçgen şeklinde bir alandır. Okyanusun bu kısmında yüzlerce gemi ve uçak enkazı bulunur. Son 100 sene içerisinde batan gemi, düşen uçak ve kaybolan insan sayısı 1000′lerle ifade ediliyor.
Bu bölgede suyun altında çok büyük mıknatıs maden kaynaklarının yer aldığı ve bu nedenle uçakların bu yoğun manyetik çekimden etkilenerek elektronik sistemlerinin bozulduğu, buna bağlı olarak da düştükleri söyleniyordu. Buna o kadar uzun seneler inanıldı ki, kimilerine göre başka bir açıklaması kesinlikle olamazdı. Fakat diğer taraftan biraz düşünürsek, eğer böyle birşey olsaydı gemiler niye batıyor? Yoksa bir gemiyi bile çekip yutabilecek kadar kuvvetli miydi bu manyetizma? Kesinlikle hayır. Eğer mıknatıs etkisi olsa ve zıt kutuplar prensibiyle gemi çekilse bile, su yüzünde duran bir gemiyi batıracak kadar güç üretebilmesi mümkün olmazdı. Ayrıca o bölgede yapılan ölçümler aşırı veya normalin üstünde bir manyetik alan olmadığını defalarca kanıtladı.
bermuda_seytan_ucgeni.jpgBölgede asıl şüphe uyandıran ise, insanların “denizde beyaz bir su oluşuyor” şeklinde ifade ettikleri sıradışı olaylardı. Bunun üzerine robot kameralı su araçlarıyla yapılan dalışlar sonucunda suyun tabanının bembeyaz bir örtüyle kaplı olduğu görüldü ve batan gemi ve uçak enkazlarının hepsi bulundu. Şu an en kuvvetli ihtimal olarak ortaya atılan güncel teoriye göre, bu tabaka denizin dibinde yer alan büyük doğalgaz kaynağından çıkan gazların suyun altında yüksek basınç ve düşük sıcaklığın etkisiyle katılaşıp beyaz hidrat parçacıkları haline gelmesi şeklinde açıklanıyor. Bu bölgeden aynı zamanda Gulf Stream adı verilen bir sıcak su akıntısı geçer. Suyun tabanındaki hidrat parçacıkları sıcak su akıntısıyla karşılaştıklarında eriyip su yüzüne doğru harekete geçerler. Bunun sonucunda binlerce metreküp doğalgaz suya karışmış olur ve suyun yoğunluğunu çok azaltırlar. O esnada bölgeden geçen bir gemi varsa, yoğunluk farkından dolayı suyun kaldırma kuvveti gemiyi taşıyamaz ve gemi batar. Sıcak su akıntısıyla beraber hidritlerin erimesi bittiğinde su yüzünde oluşan bu beyaz tabaka da yok olur ve gemi sanki az önce orada değilmiş gibi gözden tamamen kaybolur.
Aynı şekilde su yüzeyinden havaya dağılan gazlar, atmosferdeki havadan bile daha az yoğunluğa sahiptirler ve aynı sebepten yani yoğunluk farkından dolayı uçaklar hava tarafından yeterli sürtünmeyi alamayıp irtifa kaybederler ve doğalgaz moleküllerinin havadaki oksijeni tutmasından dolayı uçağın motorları yanma için gerekli oksijeni alamayıp dururlar.
Şeytan üçgeninde kaybolarak en fazla ünlenen olay “Flight 19″ idi.


   Oysa aynı zamanda çok sayıda uçak kaybolmuştu. Bunlar ikinci dünya savaşında Amerikan donanmasına ait bombardıman uçaklarıydı. Grumman IBM Florida Avenger tipindeki beş uçak, 5 Aralık 1945 tarihinde saat 14.00 civarında Florida’daki Fort Lauderdale donanma üssünden ayrıldıktan sonra pilotlar uçuş koşullarının gayet iyi olduğunu bildirmişlerdi.
Fakat sonra Bermuda Şeytan Üçgeni’nde birden bire yok oldular. Flight 19 uçağından son haber alındığında büyük bir deniz uçağı arama çalışmaları için yola çıkmıştı ve beş bombardıman uçağının tahmini yerine varıldığında alınan bir sinyal bir müddet sonra aniden yok oldu. Aynı gün birkaç saat içinde altı uçağın kaybolmasından sonra tarihin en büyük arama çalışmaları başladı. Fakat uçaklara ait tek bir parça bile bulunamadı.
Bermuda üçgeninin sırrı çözülmüş fakat herşeyi henüz tam olarak bilinememektedir. İleriki yıllarda “Bermuda Şeytan Üçgeni” olarak bilinen bölgenin, halen yapılmakta olan araştırmaların ışığında herşeyinin öğrenileceğini düşünüyorum.

İnsan Gözü Kaç Megapikseldir?

insangozu-custom.jpgİnsan gözü analog bir yapıdır ve dijital bir terim olan piksel boyutuyla ölçülmesi tam olarak mümkün değildir. Beyindeki görme merkezi gözlerden gelen ışık bilgisini aynen bir film perdesi gibi algılayamaz. Beyin gelen ışık bilgisini yorumlayarak görüntü oluşturur. Bu görüntü gözden beyne giden sinir hücrelerinin yani nöronların hızına bağlı olarak sürekli yenilenir.
Örneğin bunu FPS(frame per second) değeri olarak göz önüne alırsak, bir video filmindeki 30FPS değeri gözümüzün görüntüyü tümüyle akıcı olarak görmesi için yeterlidir. Fakat bu olay, insan gözünün 30FPS olduğu anlamına gelmez. İnsan gözünün de belli bir eşik değeri vardır ve o değerden daha hızlı geçen bir cisme baktığında onun hareketini yakalayamaz ve hiçbirşey geçmemiş gibi görür. Günümüzde kullanılan yüksek çekim hızına sahip kameralar kullanılarak bir merminin hareketi milisaniye mertebesinde rahatlıkla incelenebilmektedir.
İnsan gözünün hızı için basit bir test yapabiliriz. Öncelikle CRT(tüplü) bilgisayar monitörünüzün dikey tarama frekansını 60 Hz’e getirin. Bunun için, masaüstüne sağ tıklayıp özellikler > ayarlar > gelişmiş > monitör sekmelerini takip edip Hz ayarlarına ulaşabilirsiniz. 60 Hz’e getirdikten sonra ekrana 30cm mesafeden bakarken, monitörün yan tarafında bir nesneye odaklanın ama göz ucuyla da monitörü görün. Normalde düz bakarken hissetmediğiniz ekran yenilemesinin nasıl yukardan aşağıya taranarak sayfa sayfa geçtiğini bu şekilde farkedeceksiniz. Eğer normal bakarken de 60 Hz’i farkediyorsanız bunu bir de 75 Hz’de deneyin. Kendim 75 Hz’e kadar farkedebiliyorum fakat 85 Hz ve üstünde artık sayfa sayfa geçişleri göremiyorum. Gözün bu hızı kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Gözleriyle sürekli detaylı ve hareketli şeyleri takip eden ve işi gereği yüksek dikkatle çalışan kişilerde daha hızlı göz refleksleri görülür.
Gözümüzün ışık algılayıcılarının bulunduğu retina, sinirsel yapıdan oluşan bir zardır. Retinadaki ışık algılayıcıları, sayısal kameraların algılayıcılarında olduğu gibi sayılabilir büyüklüklerdir. Hatta, retinanın çukur kısmında(fovea) bu algılayıcıların sayıları diğer bölgelere oranla daha fazladır ve retinanın üzerine düşen ışık beyine sıkıştırılarak iletilir. İşte bu nedenle gözümüz bazen bize oyun oynar ve şekilleri olmadığı gibi görürüz. Gözümüzdeki ışık algılayıcı hücre sayısı(ya da piksel deyin) belli bir kritik değerin üstünde olduğu sürece görme kalitesi etkilenmez. Çünkü görüntüyü beyin tamamlar. Hatta tek gözümüz olmasa bile görüntü çözünürlüğümüz azalmaz, yalnızca derinlik hissimiz bir miktar kaybolur. Retina “dekolmanı” olarak adlandırılan ve göz içindeki ışık hücrelerinin büyük kısmının harap olduğu durumlarda bile görüntünün bir kısmını eksik görmeyiz. Bunu şöyle benzetebiliriz: Elinizdeki kameranın merceğinin yarısını kapatıyorsunuz ama ekranda görüntüyü hala tam görüyorsunuz; çünkü kameranın işlemcisi eksik kısmı tamamlıyor.
Gözün görme kapasitesinin megapiksel olarak ifade edilebilmesi için, gözdeki reseptörleri piksel olarak düşünüp bir sahneyi beynin hangi detay seviyesinde oluşturabildiğini test etmek gerekir. İnsan gözü küçük bir organdır ve üzerine gelen ışığın çok az bir miktarı ile bütün herşeyi yapar. Fakat yüksek megapiksel kameraların mercekleri oldukça büyüktür ve buna bağlı olarak karanlık bir sahnede insan gözüne kıyasla çok daha fazla aydınlanmış alan görürler. Şunu net olarak söylemek mümkündür ki, eğer göz büyüklüğünde bir mercekle en yüksek megapiksel oranını alıp fotoğrafı çekip daha sonra insanın aynı manzaraya bakarak gördüklerini karşılaştırırsak eminim ki insan gözü daha fazla detayı algılayıp tanımlayabilecektir. Dijital makinenin çektiği fotoğraf ise, zoom yapılmadan insanın gördüğüne denk biçimde görüntülenip incelenirse çok daha az detay yakalayabildiği anlaşılacaktır.
Bu nedenle insan gözü yapay merceklerin görüntüsüyle kıyaslanamayacak kadar mükemmel yaratılmış bir organdır. Ama dijital bir veri olan megapiksel olarak ifade edilebilir. Bunun hesaplaması yukarıda bahsettiğim şartlar sağlanırsa, yaklaşık olarak bir değer ortaya koyularak gerçekleştirilebilir. Ama megapiksel teriminin aslında bir sahneden alınan görüntünün kaç piksel ile görüntülendiğini ifade eden bir kavramdan başka birşey olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Tabiki ne kadar fazla piksel olursa o kadar detaylı görünecektir fakat bunun insan gözüne denk gelen oranıyla kıyaslamak için, konuyu başlıca bir araştırma konusu olarak ele alıp laboratuvar şartlarında incelenmesi ve deneyler yapılması gerekir.




Devamı: http://www.bilgiustam.com/insan-gozu-kac-megapikseldir/#ixzz14yaRneIG

Modifiye Nedir ? Nasıl Yapılır ?

modifiye
Modifiye Nedir ?
İngilizce “Modified ve Tuning” kavramının Türkçe karşılığı olan “Modifiye”, değiştirmek, kişiselleştirmek, ayarlamak anlamlarına gelmektedir. Teknik olarak ise herhangi bir şeyin üzerinde yapılan değişikliktir. Yani bir anlamda orjinalliğini bozmaktadır. Bu kavram günümüzde genellikle motorlu araçlarda kullanılmakta ve bu konuda her geçen gün yeni yeni fikirler türemektedir.
Günümüz Türkiye’sinde modifiye denildiğinde aklımızda iki çeşit modifiye canlanır. Birincisi aracın dış görünüşünde yapılan değişiklikler, ikincisi de aracın motorunda yapılan değişikliklerdir. En yaygın olanı ise tabiki dış değişikliktir çünkü az maliyetle çok fazla değişiklik yapılabilir ve iyi bir estetik görünüm sağlanabilir. Motor üzerinde yapılan değişiklikler ise genellikle hız, güç ve yarış severlerin tercih ettiği modifiye şeklidir. Haliyle maliyeti de biraz yüksek olabilir.
Bir aracı modifiye etmek zaman ve sabır isteyen bir uğraştır. Çünkü aracın modifiyesi sırasında yapılan küçük yanlışlar büyük kazalar meydana getirebilmektedir. Bu nedenle modifiyenin her aşamasında daha fazla itina gösterilmelidir. Diyelim ki aracınızın motorunu modifiye ettiniz ve beygir gücünü 140 beygirden 190 beygire çıkarmayı başardınız. Burada iş yalnızca motorun gücünü artırmakla kalmıyor. Yani eğer motorda bir güç artışı sağlamışsanız aracın güvenliğine bağlı olarak diğer ekipmanlarıda kontrol etmeniz gerekiyor. Çünkü otomobil üreticileri aracın fren balatalarını, fren disklerini ve en önemlisi lastikleri üretmiş olduğu aracın motor gücüne bağlı olarak milimetrik olarak hesaplamaktadır. Siz motor gücünü artırıp frenlere ve lastiklere dikkat etmezseniz güvenli bir sürüş sağlayamazsınız. Bu nedenle motor gücü artırılan araçlara genellikle performans lastikleri uygulanır ki yol tutuşu ve frenaj iyi olsun.
Modifiye Nasıl Yapılır ?
Son 2-3 yılda ülkemizde, modifiye artık iyici yerine oturmaya başladı diyebiliriz. Her köşede ufak tefekte olsa modifiye parçaları satan yerler görmek mümkün. Bu nedenle artık modifiye yapabilmek eskisi kadar zor değil.  Şimdi modifiyede sıkça kullanılan terimlerden ve parçalardan yola çıkarak aracımıza neler yapabileceğimize bir bakalım…
Dış Modifiye: Araca estetik bir görünüm sağlamak ve kısmende olsa performansı etkilemek için yapılan değişiklerdir. Bunlar;
1) Cam Filmi :
Cam filmi modifiyenin en basit aşamasıdır, araca estetik bir görünüm sağladığı gibi, zararlı uv ışınlarından korunmak ve yolcu kabininin güneş ışınlarıyla ısınmasını önlemek amacıyla da kullanılır. Cam filminin diğer bir kullanım alanı sürüş güvenliği sağlamaktır. İyi bir cam filmi gece sürüşlerinde karşıdan gelen keskin ışınları kırarak güvenli sürüş sağlamanıza yardımcı olur. Satış noktalarında “çizilmez cam filmi” veya “amerikan cam filmi” olarak adlandırılır ancak cam filmi çizilmez diye bir kural yoktur. Her cam filmi çizilebilir ancak bazıları daha kaliteli olduğu için çizilmeye karşı daha dayanıklıdır. Ülkemizde aracın ön kısmına cam filmi çektirmek kanunen yasak ancak polis gördüğünüzde camları açarsanız veya gece bir polis gördüğünüzde tavan lambalarını yakarsanız sorun olmaz. Ben bunlarla uğraşamam derseniz tam koyu olmayan 1 ya da 2 numara film çektirmeniz önerilir. Çektirmeniz önerilir diyorum çünkü kendi cam filminizi kendiniz çekmek isterseniz çok uğraşırsınız. Bu konuda uzman bir servisin çekmesi daha uygundur. Maliyeti 50 ile 80 YTL arasında değişebilmektedir.

2) Far Kitleri ve Neon Aydınlatma:

Yine otomobilinde hoş bir görünüm yakalamak isteyenlerin en çok tercih ettiği ürünlerden biridir. Far kiti olarak özellikle Xenon far kitleri sıkça kullanılmaktadır. Bildiğiniz gibi Xenon kimyasal bir elementtir. 1898 yıllında keşfedilmiştir.Otomobillerde ise 1990′lı yıllardan beri kullanılmaktadır ancak son 2-3 senedir yaygınlık kazanmıştır. Xenon farları diğer far kitlerinden ayıran en büyük özellik daha iyi aydınlatma sağlamasıdır. Xenon farların normal sarı renkte ışık veren Halojen farlardan diğer bir farkı ise kit olarak satılmasıdır. Yani bir Xenon lambayı alıp aracınıza direk uyguladığınızda verim alamazsınız çünkü Xenon lambalar mercekli camlara ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle sadece lamba olarak değil far komple set olarak satın alınmalıdır. Kısa mesafede yüksek yoğunlukta ışık yaydığı için daha iyi bir görüş sağlar ancak yansıma fazla olduğundan karşıdan gelen sürücünün gözünü alabilmektedir. Bu nedenle Xenon far alırken Uzun-Kısa değilde sadece Kısa aydınlatma özelliğine sahip farlar tercih edilmelidir.
Diğer bir alternatif ise Angel Eyes adı verilen far kitleridir. Bunlar sürüş anında daha az tehlikeli olabilmekle birlikte beyaz değilde mavi renkte bir ışık yaydığından ve far içerisinde mavi bir halka şeklinde olduğundan göze daha güzel görünmektedir. Xenon ve Angel Eyes far kitlerinin fiyatları kalitesine göre değişmektedir. Ancak ortalama olarak 350 ile 1100 YTL arasındadır.
Neon aydınlatma ise geceleri aracı alımlı gösteren bir başka unsurdur. Neon lambalar ilk olarak dükkanların tabelalarında ve televizyon tüplerinde kullanılmaya başlanmışsa da üretken modifiyeciler tarafından keşfedilerek otomobillere uygulanmıştır. Neon doğada çok az bulunan bir gazdır ve bu gaz genellikle uzunca bir cam tüpün içine doldurulup otomobillerin alt kısmına yerleştirilir ve düşük bir voltajla çalışabilir. Araç altı aydınlatmanın diğer bir alternatifi ise led lambalardır. Yine led lambalar uzunca bir tüpün içine dizilerek küçük bir voltajla çalıştırılabilir.
3) Jantlar ve Lastikler:
Dış modifiyenin vazgeçilmez bir parçasıdır. Kaliteli jantlar kullanılarak estetik bir görünüm yaratıldığı gibi güvenlik ve performans da sağlanmış olur. Dışarıdan bakıldığında jant basit bir parça gibi görünür ancak tam aksine jantların doğru seçilmesi can güvenliği açısından çok önemlidir. Çünkü jantlar aracın fren disklerinin soğutulmasından, performans ve yakıt tüketimine kadar doğrudan müdahalede bulunmaktadır. Bilindiği gibi jantların ölçüleri inç ( ” ) birimiyle belirlenmekte 1 inç ise 2.54 santimetreye tekavül etmektedir. Ülkemizde en çok tercih edilen jantlar 16 ve 17″ jantlar oluyor bundan yukarısı ise ülkemiz yolları açısından pek sağlıklı değil şehir dışına çıktığınızda sadece görünüşünü beğenip aldığınız jantlar başbelası olur. Ayrıca unutulmamalıdır ki jantlar ne kadar genişlerse ağırlıkta o kadar artar ve gerek frenaj gerekse yakıt tüketimi ve performans açısından olumsuz bir durum oluşur. Bunun önüne geçmek için jant alırken aracınızın motor hacmini, oluşacak yakıt tüketimini ve yol tutuşunu da göz önünde bulundururak jant seçimi yapmalısınız. Jantlar nasıl oluyorda yol tutuşunu engelliyor ? diyenler için bir örnek vermek gerekirse; eminim herkes ufak tefek drift ve drag yarışlarının videolarını seyretmiştir. Dikkat ederseniz drift yarışlarında geniş jantlar ve dar yapılı lastikler kullanılır amaç aracın olabildiğince fazla kaymasını sağlamaktır. Drag yarışlarında ise oldukça geniş lastikler ve dar yapılı jantlar kullanılır buradaki amaç ise aracın olabildiğince az patinaj atmasını sağlamaktır. Jantlar tek parça ve çok parçalı olarak satılmaktadır. Çok parçalı jantlar hasar gördüğünde sadece hasar gören parçanın değiştirilmesine imkan tanır bu nedenle tek parçalı jantlara göre daha avantajlıdır. Jantların fiyatlarıda kalitesine göre değişmektedir. Piyasadaki en kaliteli ve güvenli jantlar ise Momo, Enkei ve O.Z’dir. Aracınıza uygun jantı buradan marka ve model seçerek bulabilirsiniz.
Eğer jant seçimini yaptıysanız sıra geldi lastiklere; genel olarak iki tip lastik vardır. Birincisi standart lastikler ikincisi ise performans lastikleri. Standart lastikler 180 km hıza kadar güvenli sürüş sağlar ve lastik üzerinde ” T ” harfiyle gösterilir, performans lastikleri ise 180 km ve üzeri hıza kadar güvenli sürüş sağlar ve lastik üzerinde ” H ” harfiyle gösterilir.
4) Rüzgarlık (Spoiler) :
Sedan otomobillerde bagaj kapağının üzerine, Hatchback otomobillerde ise tavanın arka kısmına takılan ve rüzgarlık olarak bilinen parçadır. Burada ki amaç aerodinamik etkiden olabildiğince fazla yararlanarak aracın yola yapışmasını sağlamaktır. Çünkü bir bir otomobil yere ne kadar güç uygularsa o kadar zor kayar. Yani rüzgarlık güzel bir görünümün dışında yol tutuşu açısından da oldukça aktif rol oynamaktadır. Bu sebeple rüzgarlık alırken sadece şekil olarak beğenip almamak gerekir. Özelliklede rüzgarlığın açısına çok dikkat edilmelidir. Araç hızlandıkça, araca etki eden hava miktarıda artacağı için, rüzgarlık havayı karşılayacak ve aracın arkasının yere bastırılmasını sağlayacaktır. Bir otomobil fabrikadan çıkmadan önce ulaşabileceği en yüksek hız ve buna bağlı olarak oluşacak hava akımı en ince detaylarına kadar hesaplanır. Eğer siz aracınızın motorunu modifiye ederek güç artışı sağlarsanız bu hesaplamaların dışına çıkmışsınız demektir. Bu nedenle araçta fark edilecek hadar güç artışı sağlanmışsa muhakkak rüzgarlık (spoiler) kullanılmalıdır.
5) Spor Amortisörler :
Yere yaklaştırılmış bir binek araç, yerden yüksek bir binek araçtan daima daha sportifdir. İşte spor amortisörlerin kullanım amaçlarından biri budur. Ancak daha önemli bir amaç yol tutuşu sağlamaktır. Yüksek süspansiyona sahip bir otomobil daha fazla esneme payına sahip olacağından keskin bir viraja girildiğinde merkezkaç kuvvetinin etkiyle savrulma eylemi gösterecektir. Spor amortisörlere sahip bir araç için bu durum tam tersidir. Ancak unutmayın ki spor süspansiyonlar daha sert olduğu için konfordan taviz vermeniz gerekecektir.
İç Modifiye : Araca güç artışı sağlamak ve kısmende olsa estetik bir görünüm yakalamak için yapılan değişikliklerdir. Bunlar;
1) Chip Tuning :
Chip tuning uygulaması motor modifikasyonunun temel aşamalarından biridir. Enjeksiyon sistemli benzinli araçlar ile elektronik turbo dizel motora sahip tüm araçlara uygulanabilen chip tuning yakıt tüketiminden bir miktar taviz vererek % 10-15 dolayında tork ve beygir gücü artışı sağlamayı amaçlar. Yapılan bu işlem ile benzinli araçlarda yakıt az miktarda artırılırken turbo dizel motorlar da ise yakıt miktarı artırıldığı gibi gerekirse turbo basıncıda % 30-35 oranında artırılabilir. Bu nedenle turbo araca sahipseniz daha avantajlısınız. Peki bunu neden otomobil üreticileri fabrikada yapmıyorda biz sonradan yapıyoruz ? diyebilirsiniz. Bildiğiniz gibi araç ne kadar çok yakarsa o kadar güç üretir. Ancak otomobil üreticilerinin en az yakıtla maximum güç elde etmeyi hedefledikleri için yakıt tüketimini minimum seviyeye indirerek ya aracın tork miktarından ya da beygir gücünden kaybederler. Eğer aracını seven biriyseniz ve güç artışı sağlamak istiyorsanız Chip Tuning uygulaması başlangıç olabilir. Chip Tuning uygulamasının en büyük dezavantajı 2-3 saat gibi bir sürede tamamlanırken geri dönüşün bazı araçlarda imkansız bazılarında ise çok zor olmasıdır. Bu nedenle bu modifikasyonu yapmadan önce ne istediğinize kesin olarak karar vermelisiniz.
Chip olarak bahsettiğimiz şey aracın beynidir ve bu beyine harcanacak yakıt miktarıda dahil olmak üzere herşey kodlanmıştır. Chip tuning uygulaması yapılırken iki şey göz önünde bulundurulur. Birincisi eğer aracın beyni yeniden programlanabilir nitelikte ise istenilen performansa göre yeniden kodlanır. İkincisi bu beyin yeniden programlanma niteliğine sahip değilse farklı bir beyin takılır. Tabiki bunların maliyeti de farklılık göstermektedir. Chip tuning uygulaması sonucunda her araçta farklı performans artışları gözlenebilir. Bu artış ortalama 8-20 HP arasındadır.
2) Nitro Oxide System (Nos) :
Eminim yarış filmlerinde görmüşsünüzdür bu Nos denilen aleti. Adam direksiyon üzerinden bir düğmeye basar ve koltuğa yapışır. Aslında filmlerde izlediğimiz Nos sahneleri abartı değildir. Çünkü motorda en fazla güç artışı sağlayan yegane parça Nos yani nitrodur. İçten yanmalı bir motora genel olarak baktığımızda oksijen ile yakıt karışımının piston yatağına püskürtüldüğünü ve yanmanın gerçekleştiğini görürüz. Ne kadar oksijen o kadar ateş eşittir güç… İşte nitronun çalışma prensibi de bu sistem üzerine kurulmuştur. Yakıt, hava ve nitro karışımı piston yatağına püskürtülür ve kuvvetli bir yanma gerçekleşir. Buradaki püf nokta nitronun soğuk bir yapıda olmasıdır. Nitronun soğuk yapısı sayesinde piston yatağındaki havanın genleşme katsayısı düşer ve bunun sonucunda piston yatağına yoğunluğu artırılmış havanın dolması sağlanır. Daha yoğun hava daha kuvvetli bir yanma daha kuvvetli bir yanma da daha fazla gücü doğrurur.
Araçlara uygulanan nitro genellikle tüp şeklindedir ve bagaja ya da koltuğun altına yerleştirilir. Faaliyete geçirilmesi ise ya sürücü kabinine ya da gaz pedalının altına yerleştirilen bir düğmeyle sağlanır. Nitro kesinlikle tek başına yanıcı bir madde değildir. Yani filmlerde gördüğümüz o nitronun patlama sahnelerinin tamamen uydurmacadan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı diğer motor modifikasyonlarında olduğu gibi nitronun performans artışı da araçtan araca farkılılık gösteririr. Ancak minimum 40 HP güç artışı sağladığı kesindir.
3) Hava Filtresi ve Egzos :
Nos kavramında da bahsettiğimiz gibi motora giren hava ne kadar soğuk olursa yanma da o kadar kuvvetli olur. Hava filtresinin görevlerinden biri de budur. Yani motor için soğuk ve temiz hava akışı sağlamaktır. Bildiğiniz gibi motor ile atmosfer arasındaki tek direnç hava filtresidir. Eğer kullanılan hava filtresi kalitesiz ise kaputun altında oluşan sıcak havayı motora iletebilir ya da dışarıdan gelen tozlu havayı süzmeden motora ulaştırabilir. Bu nedenle hava filtresini hayati önem taşır diyebiliriz.
Piyasada üç çeşit hava filtresi bulunmaktadır. 1) Açık hava filtresi, 2) Kutu içi filtre, 3) Bolt-On Açık Filtre
Bu filtrelerin hepsinin amacı aynıdır. Yani havayı en iyi şekilde motora iletmek ancak açık hava filtresi aracınıza sportif bir ses, % 5 performans ve yarım litre kadar da yakıt tasarrufu sağlar buna karşılık bakımı ve uygulaması daha zahmetlidir. Çünkü bakımları düzenli yapılmadığı takdirde kaputun altında oluşan sıcak havayı motora iletebilir ve performans kaybına neden olabilir. Bunu önlemek için açık filtreler genellikle motor bölümünden uzak bir noktaya monte edilir ya da Subaru İmpreza’da olduğu gibi kaputun üzerinde açılan bir bölme ile dışarıdan hava girişi sağlanır. Kutu içi filtrenin ise bakımı ve uygulaması kolaydır ancak etkisi standart hava filtrelerinden pek fazla değildir. Bolt-on açık hava filtresi ise maliyeti yüksek olduğundan pek tercih edilmez. En kaliteli hava filtreleri ise HKS ve K&N firmalarının ürettiği hava filtreleridir.
Hava filtresi konusunda bir şeyin altını çizmek gerekir ki o da modifiye yapılarak performansı artırılmamış bir araca standartın dışında hava filtresi uygulamanın pek mantıklı olmadığı düşüncesidir. Tamamen yanlış olan bu düşünceye göre eğer araca hava filtresi takılırsa motora giren hava ve yakıt karışımında dengesizlik olur. Yani normal şartlarda motora 15 birim hava 1 birim yakıt giriyorsa hava filtresiyle birlikte hava miktarının artacağı ve motorda dengesizliğe sebep olacağı düşünülmektedir. Ancak burada unutulan nokta ECU cihazıdır. Bildiğiniz gibi ECU motoru her türlü hava koşullarına, basınç değişimine ve yük duruma göre ayarlayan yazılımdır. Haliyle motorun ne kadar yakıt ne kadar hava alacağı ECU tarafından belirlenir. Bu nedenle hava filtresi değiştirildiğinde motorun alacağı hava miktarı artmaz sadece havanın kalitesi değişir. Kaliteli bir hava filtresinin kazandırdığı performans ortalama 5-12 HP’dir.
Aracın rahat bir şekilde hava alması kadar rahat hava vermesi de çok önemlidir. Burada ise devreye egzoz girer. Çok iyi bildiğiniz gibi egzoz yakıt gazlarının dışarı atılmasında etkilidir ve iyi bir performans için bu gazların dışarı kolay bir şekilde atılması çok önemlidir ancak binek araçlarda kullanılan susturuculu egzozlar havanın dışarı atılması sırasında bir direnç oluştururlar. Haliyle performans kaybı oluşur. Bu sebeple spor egzoz olarak bilinen egzozlar geliştirilmiştir. Bunların standartlardan farkı egzoza yansıyan motor sesini fazla kesmeden hem sesi hem de gazları dışarı iletmesidir. Kaliteli bir egzozun kazandırdığı performans 3 ile 8 Hp arasındadır.
4) Blow-Off Valve :
Bu sistem turbo motora sahip araçlar için geçerlidir ve performanstan ziyade turbonun faaliyete geçme süresini azaltmak ve turboyu sağlıklı bir şekilde kullanmak için üretilmiştir. Turbonun görevi motora basınçlı hava akışı sağlamaktır ve gaza bastığınız sürece görevini yerine getirir. Gazı kestiğinizde turbo türbinleri hava akışıyla beraber hala dönmeye devam eder. Ancak türbinleri geçen hava daha fazla ilerleyemeyeceği için ters yönde akmaya başlar ve türbinlerin ters yönde dönmesine neden olur. Bu sırada tekrar gaza bastığınızda ters tarafa dönen türbinler tekrar faaliyete geçmek için durur ve bu kez de diğer tarafa döner. Yani türbinler gaza basarken soldan sağa doğru dönüyorsa gazı bıraktığınızda sağdan sola doğru dönecektir. Bu durum turbonun faaliyete geçmesini geciktirecek ve türbinlere zarar verecektir. İşte bunu önlemek için geliştirilen Blow-Off turbo türbinlerinin ters tarafa dönmesine neden olan havanın, gazı kestiğinizde dışarı atılmasını sağlar. Böylece turbo, gaza bastığınıza daha çabuk tepki verir. Ayrıca dışarı atma sırasında sportif bir ses oluşturur.




Devamı: http://www.bilgiustam.com/modifiye-nedir-nasil-yapilir/#ixzz14yZZPETY

Foton Kuşağı Nedir ?

Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. İnsanların 2 sarmallı DNA'ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA'ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra'ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek. Bu ilk önce kısa süren bir kaosa neden olacak fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği halinde bir araya gelerek, önyargının, yalanın ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçilecek. İnsanlar birbirinin auralarını görebilecekler. 12 sarmallı DNA'ya geçiş sonrası insanlarda hiçbir hastalık kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebilecekler. İnsanlar ölümsüz olacaklar. Ölüm olayı ise fiziksel dünya'da kalmaktan vazgeçip başka bir boyuta geçmeye karar verme şeklinde olacak. Yani, dünya'da geri kalanlar (kalmayı seçenler) ölmeye (başka boyut gitmeye) karar verenlerin ortadan bir anda kaybolduğunu görecekler. Fiziksel dünyamızda kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada çok güzel vakit geçirecekler. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terkedecek. Kaynakwh webhatti.com: Kaynakwh webhatti.com: 2012 Foton Çağı... 2012 Foton Çağı...
Foton kuşağı ilk kez ingiliz astronom Edmund Halley (1656-1742) yılında Pleiades takımyıldızlarını kuşatan gazımsı bir kuşak olarak gözlendi (Halley kuyruklu yıldızını da keşfeden astronom). Fredrick Wilhelm Bessel ise foton kuşağının dönüş hızını keşfetti (herbir yüzyılda 5.5 derece saniye). Jose Comas Sol Pleiades takımyıldızındaki güneş sistemlerini keşfetti. Paul Otto Hesse foton kuşağının kalınlığını saptadı (2000 ışık yılı). Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir. Yani, yaklaşık olarak her 12.500 yılda bir güneş sistemimiz bu foton kuşağının içine girer. Güneş sistemimizin foton kuşağının içindeki yolculuğu 2000 sene kadar sürer. Yani, foton kuşağından çıktıktan sonra tekrar foton kuşağına girmek için 10.500 yıl geçmektedir. Bu devrelerin alt devreleri de vardır ama üst devre 206 milyon yıl sürer.
Foton kuşağının kendisinin de aurası var ve ilk aura katmanına (enerji seviyesine) 1962 yılında dünyamız (ve tüm güneş sistemimiz) girmiş durumda. Yani şu anda foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içinde bulunuyoruz. Dünya'mız ikinci enerji seviyesine ise 1987 yılında girdi. 2012 yılında üçüncü enerji seviyesine girmesi sırasında 110-144 saat (5-6 gün) boyunca karanlıkta kalacağız. Üçüncü enerji seviyesine (foton kuşağının kendisinin bulunduğu esas enerjili kısım) girildiğinde ise karanlık sona erecek ve artık hiç gece olmayacak yeryüzünde. Sırasıyla yazarsak:
1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık
2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması (buzul çağı soğuğu)
3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.
5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç).
Kısaca, foton kuşağı dünya'daki tüm yaşam için çok büyük bir faydası olan, yüksek enerjili fotonlardan oluşan devasa bir kemer. Güneş sistemimiz bu kuşağa girdiği zaman tekrar çıkması 2000 sene sürecek. Foton Kuşağı (Manaşik Halka) kendi etrafındaki dönüşünü 25.860 yılda bir tamamlamakta ve güneş sistemimiz her bir 10.500 yılda bir foton kuşağına girmekte. Foton kuşağı torus şeklinde (araba lastiği biçiminde) bir kemer ve bunun kalınlığı (çapı değil, kemerin kalınlığı) 2000 ışık yılı. Önemli bir husus elektrikli hiçbir aygıtın ise foton kuşağına girildikten sonra hiçbir şekilde çalışmaması. 2000 yıl boyunca sürecek olan safhada elektrik enerjisi ile çalışacak araca ihtiyaçta olmayacak zaten. Çünkü süperbilinç halinde olma hali ve foton enerjisi kullanabilecek teknoloji ile elektrik enerjisini kullanmaya ihtiyacımız olmayacak.
Foton kuşağı (Photon Belt) konusunda daha detaylı bilgi için Virginia Essene'nin "Galaktik İnsan" kitabını tavsiye edebiliriz.

Dünyanın ilk fotoğrafları..!!

* * * * Bilinen Dünyanın ilk fotoğrafını görüyorsunuz. Le Gras'ın pencersinden görünüş isimli bu fotoğraf 1826 da çekilmiş. Fransız fotoğrafçı Joseph Nicéphore bu fotoğrafını basım işlemine 'heliography' adını vermiş. Bu fotoğrafın basılması tam 8 saat sürmüş.

Dünyanın İlk Negatif Kullanılmadan Basılan Fotoğrafı...



Negatif kullanmadan derken direkt pozitif baskı olarak yapılmış. Buna* daguerreotype deniyor.



Bu teknik Fransız kimyacı Louis Daguerre tarafından bulunmuş. 1837 de yapılmış.1839 da Fransız hükümeti patentini almış.



1939'da Alman Kimyacı Robert Cornelius Philadelphia'da aile mağazasında kendi fotoğrafını çekmiş. Dünyanın ilk insan fotoğrafını çekerek tarihte yerini almış.



Yukarda gördüğünüz fotoğrafta Dorothy Catherine Draper'e ait. Amerikada 1839 da çekilmiş ilk kadın fotoğrafı.,

Fransız Louis Daguerre1839 da Amerika'da bulunmuş.Kimya profesörü John W. Draper, kendi kamerasını yapmış ve ilk insan portresini çekmiş. Kızkardeşi Dorothy Catherine Draper de çekilmiş ilk bayan portresi olarak tarihe geçmiş.

Dünya'nın İlk Fotomontajı...



1858 de Henry Peach Robinson dünyanın ilk fotomontajını yapmış. Birçok negatifi birleştirerek tek bir fotoğraf yaratmış.

Robinson'un ilk ve en meşhur fotoğrafı beş negatiften oluşuyor. Tüberkülozdan ölen bir kızın etrafında bu komposizyonu oluşturmuş. Fotoğrafın ismi "Fading Away"

Dünyanın En Eski Hava Fotoğrafı...Kaynakwh webhatti.com: Dünyanın ilk fotoğrafı



İlk hava fotoğrafı Gaspard-Félix Tournachon tarafından çekilmiş. Bu fotoğrafı Fransa'da Bievre vadisinde balonla dolaşarak çekmiş. James Wallace Black*

İlk Hareketli Objelerin Fotoğrafı...



1872 de İngiltere doğumlu fotoğrafçı Eadweard Muybridge, bir at yarışında atın dört ayağınında yerde olmadığı anı fotoğraflamayı başarmış. Oniki kamerayla bir seri fotoğraf çekerek bir at yarışını adım adım fotoğraflamış. Bunları birleştirerek ilk hareketli görüntüleri oluşturmaya başlamış. Aslında bir anlamda günümüz at yarışı fotofiniş ininde babası olmuş.

Eadweard Muybridge

Dünyanın İlk Renkli Fotoğrafı...

Kaynakwh webhatti.com: Dünyanın ilk fotoğrafı

Bilinen en eski renkli fotoğraf Louis Ducos du Hauron tarafından 1872 de çekilmiş.Fotoğrafta Güney Fransa'dan bir görünüş bulunmakta.

1880 lerde Fransız bilimadamı I Étienne-Jules Marey kuşların nasıl uçtuğunu öğrenmek istedi.Bir saniyede 12 fotoğraf çekecek bir fotoğraf tabancasıyla aşağıdaki fotoğrafı çekti.




Mammoth Kamera (Dünyanın En Büyük Kamerası)...



1900 lerde George R. Lawrence Dünyanın en büyük kamerasını yaptı. 5000 USD harcadı ve kamerayı 15 kişi taşıyabiliyordu. Bu makinayla dünyanın en büyük fotoğrafı çekildi.

Dünyanın En Pahalı Fotoğrafı...



Şu an Dünyanın en pahalı fotoğrafına bakıyorsunuz. Edward Steichen'ın olan bu fotoğraf 1904 de çekilmiş. 2006 yılında 2.9 milyon USD a satılmış. Şu tarih denen şey nelere kadir.

Bor ? Kullanım alanları ? Ticaret Boyutu ?

BOR NEDİR ?
Bor: Bir elementtir.Elementler periyodik sisteminin 5. elementi olan bor,doğada element olarak bulunmaz. Alkali boratlar (Sodyum,Kalsiyum,Mağnezyum) veya borik asit şeklinde maden yatağı oluşturur.
Bor: Kolemanit,Tinkal,Üleksit,Pandermit,Kernit,Sasolit,Ascharit ve Datolit mineraller halinde bulunurlar ve çeşitlenirler.Bunlardan ülkemizde Pandermit, Kolemanit, Tinkal ve Üleksit mineralleri ülkemizde bulunmaktadır.
Çeşitli endüstri dallarının ana ham maddelerinden olan bor mineralleri Türk madencilik sektörünün en önemli ihracat maddelerindendir.Türkiye Bor’un tespit edilmiş % 63 ‘lük kısmına sahiptir. Ancak Üretim olarak ABD’den sonra dünyada ikinci sırada üretim yapmaktadır.Ülkemizdeki bor madenleri dünyanın en kaliteli bor madenleridir.Ancak bordan mamul ürünler ile rafine bor bileşiklerinin üretimi ve ticari açıdan gerekli teknolojik bilgi ve seviyeye henüz ulaşmamıştır.
KULLANIM ALANLARI
Bor Fibergalass, cam, emaye, ve kaplama sanayinde, sabun ve deterjan sanayinde, ataşe dayanıklı malzeme, metallurjik uygulamalar, tekstil,fotoğrafçılık,boya, borik asit üretimi, elektrik ve tıp sanayii, tekstil cam elyafı, borun alaşımları,Metalurjik flux,İzole cam elyafı, Borun silikat camları,Antiseptikler,Nükleer yakıt teknolojisi,yangına dirençli malzemeler,naylon,gübre, katalistler,dezenfekte ediciler,yapıştırıcılar,refrakter,çimento korozyon önleyiciler,ilaç ve kozmetik,elektronik rafinasyon, Bitki öldürücüler,böcek öldürücüler, deri renklendirici (Kahve) olarak kullanılmaktadır.
Bor madeni, stratejik olarak topraktan çıkarıldığı andan itibaren gerek ham madde olarak ve gerekse rafine bor ürünleri olarak, insanlar için beşikten mezara kadar yaygın bir şekilde insanın hayatının her alanında kullanılan endüstriyel bir madendir.
Bor Dünyanın Uzay teknolojisinde, elektronik ve bilgi çağının yaşamasında,ulaşılmasında borun katkısını yadsımak mümkün değildir.Dünyanın saygın bilim dergilerinden Scientific American dergisi,bor bileşiklerinin petrol yakıtı yerine kullanıldığı bir otomobil geliştirildiği konusunda haber yaptı.Bu yakıt hakkında bilim adamlarının düşünebileceği en temiz yakıt başlığı ile haberini verdi. Üstelik bu araba bor ile çalışan ilk araba değildi.Bor ile çalışan araba imali için altı yüz kadar projenin olduğu bildiriliyor.
Arabalarda petrol yerine bor kullanılması, uzun zamandır batılı firmaların gündemindedir.Bu konuda Amerikan Millenium Cell ve stratejik ortağı Daimler-Creysler firmalarının oldukça mesafe aldığı bir gerçektir.Fransız Peuguet ve Citroen firmaları stratejik ortaklık kurmuşlar ve Bor ile çalışan araba üretmişler ve bu arabayı Detroit Otomobil fuarında teşhir etmişlerdir..
ABD firmaları Bor ile çalışan arabaların seri üretimine başladıkları her kez tarafından biliniyor.Ayrıca ABD tarafından kullanılan Tomohawk füzelerinin imalinde, Hayalet uçak olarak bilinen Yarasaların yakıtlarının bordan elde edilen yakıt ile çalıştırıldığı dünya basını tarafından yazıldı,çizildi.
TÜRKİYE ‘DE NERELERDE ÇIKARTILIR
Balıkesir (Bigadiç, Sandıklı, Susurluk), Eskişehir (Seyitgazi), Kütahya (Emet) ve Bursa’dır.Dünyada ise Türkiye, ABD ve BDT önde gelir.
BORUN TİCARİ BOYUTU
Dünya bor rezerv toplamının % 63’üne sahip olan Ülkemiz teknolojik yönden en geri ülke durumundadır. Bor bizim tarafımızdan ham madde olarak üretilmekte, ABD veya Batıya ülkelerine ham madde olarak satılmaktadır.Batı Dünyası bizim Bor üretimimiz üzerinde ülkelerinde sanayi kurmuş durumdadır.Bunun içindir ki;Batı dünyası bor konusundaki teknolojiyi bize vermekte çok cimri davranmaktadır.
Bir Türk işadamının başından geçen bir olayda: Türkiye’de Bor yatırımları olan bir işadamı Fransa’daki bir bor tesisini görmeye gidiyor.İş adamına fabrikanın bahçesini bile göstermeden verdiği rüşvet karşılığında fabrikayı üstünkörü görmesine izin veriliyor.
Batılılar Türkiye’ye Bor konusunda teknoloji transferi yapmakta cimdi davranabilirler.Bunda belki kendi açılarından haklıda olabilirler. Ancak bizim devlet ve bilim adamları olarak en kısa zamanda teknolojik gelişimi meydana getirmemiz ve kendi üretmiş bulunduğumuz Bor’u kendimiz işler ve üretir hale gelmeliyiz.
Ürettiğimiz boru dışarıya ham madde olarak 140$ dan satmaktayız,sadece İthal ettiğimiz peboratı ise 817$ dan geri almaktayız aradaki 677 $ lık fark bizim olan bor için teknoloji karşılığı olarak batılılara bahşiştir.Borun öyle türevleri var ki; biz en az 1000.-$ dan geri almaktayız.Aradaki bütün farklar Fakir milletimizin kesesinden, hazinesinden yitirilmektedir.