Ana Sayfa Bilgi Bankası

18 Aralık 2010 Cumartesi

Tarım ve Tarım Makinaları ?

Çağdaş makineler çiftçilerin daha az emek harcayarak daha nite­likli ürünler üretmelerini ve ürettiklerini pa­zara daha hızlı ulaştırmalarını olanaklı kılar. Örneğin, buğday hasadının elle yapıldığı dö­nemlerde, tüm tahılların biçilip harmanın kaldırılması ve ürünün emin bir yerde depolan­ması aylarca sürüyordu. Bu süre içinde kötü hava koşullan ekine zarar verebiliyordu. Oy­sa günümüzde modern makinelerle gerçekleş­tirilen hasat işlemi birkaç gün sürmektedir. Makineler toprağı sürme, ekme, dikme, ilaç­lama ve gübreleme gibi başka alanlarda da gelişmeler sağlamıştır.
Temel taran makinesi traktördür; traktöre çeşitli amaçlar için özel aletler takılabilir. Çiftçiler tek bir işlem için, örneğin yalnızca harman kaldırmak için tasarlanmış özel maki-nelerden ve süt sağma ya da tanelerin kuru­tulması gibi işler için çiftlik binalannda bulu­nan başka makinelerden yararlanabilirler. Tarımda en çok kullanılan makinelerin bazı­ları bu maddede tanıtılmış ve yaptıkları işe göre sınıflandırılmıştır.mek için pompa kullanılabilir. Ayrıca suya kimyasal gübre eklenebilir.
Her yıl yeni ekin ekilmeden önce toprağın ha­zırlanması gerekir. Hazırlığın çeşitli aşamala­rında farklı makineler kullanılır. Bunlardan ilki, toprağın yüzey katmanını altüst ederek alttaki toprağın hava ve güneşle temas et­mesini sağlayan pulluktur. Bu işlem sırasında aynı zamanda, otlar ve eski ekinin artıkları da toprağa gömülür ve çürüyerek toprağı zengin­leştirir. Pulluk hareket ederken toprağı yara­rak "karık" denen bir iz açar. Pulluk toprağı, çelikten yapılmış sivri uçlu bir uç demiri ve bu uç demirinin üstünde ve ön tarafında bulunan ve karık açan keskiyle yarar. Keskinin arka­sında, yanlan toprağı altüst ettikten sonra ka­rığın üstüne bırakan, geniş kıvrımlı bir pala biçimindeki kulak bölümü bulunur.
Hava toprağın parçalanıp ufalanmasına yardım eder, ama tohumun ekilmesinden ön­ce toprağın iyice işlenmesi, büyük toprak par­çalarının (kesek) ufalanarak yüzeyin düzgünleştirilmesi gerekir. Buna toprağı tava getir­mek denir ve bu işlem için birçok alet kulla­nılır.
Keseklerin ufalanıp toprağın tava getiril­mesinde kültivatör ve tırmık kullanılır. Bun­lar, kıvrık metal tırnakları olan güçlü, ağır aletlerdir. Bu tırnaklar aşağı yukan hareket ettirilebilir ve böylece alet daha derinlere ba­tabilir ya da yalnızca yüzeydeki toprağı işler. Değişik türden işlemler için değişik tipte tır­mıklar kullanılır. Tohum ekme işleminden sonra tohumlan örtmek, ot yolmak, sertleş­miş yüzeyi kırmak, ölü ot ve yosunları söküp atarak çayırlık yerleri iyileştirmek için de tır­mıklardan yararlanılır.
Pullukla sürülüp kültivatör ve tırmıkla tava getirilen toprak, bazen tohum ekilmeden ön­ce iyice sıkıştırılır. Bu işlemde merdanelerden yararlanılır. Merdanelerde, toprağın üzerin­den geçerek taneleri aşağı bastıran, tekerleğe benzer bir dizi metal halka bulunur. Bu alet­ler bazen bahar aylarında, bitki köklerinin çevresindeki toprağı sıkıştırmak amacıyla ye­ni ekilmiş tahıl tarlalarında kullanılır.
Tohum ekilmeden önce çoğunlukla toprağa doğal ve kimyasal gübre verilir; böylece fideler büyümeye başladığında, çok sayıdaki gerekli besinden yoksun kalmamış olur. Gübre, dağıtıcı denen ve iki tekerlek arasına yerleştirilmiş uzun bir kutu biçiminde­ki bir aygıttan serpilir. Kutuya doldurulan gübre, makine hareket ederken kutunun di­bindeki deliklerden toprağa dökülür. Sonra ya kültivatörlerle toprağa karıştırılır ya da yağmurların etkisiyle toprağa işlemesi için yü­zeyde bırakılır. Çiftlik hayvanlarının dışkıla­rından oluşan çiftlik gübresi kalın ve ağır ol­duğundan, bu tür gübrelerin serpilmesinde daha farklı dağıtıcılar kullanılır. Dağıtıcı ha­reket ederken gübre deponun dibindeki zin­cirli bir taşıyıcıyla arkaya sıyrılır, burada dövücülerle parçalandıktan sonra döner kanat­ların yardımıyla toprağa serpilir.
Kurak bölgelerde ekinlerin yetişmesi için toprağın sulanması gerekir. Tarlalara su ver
Tohumlar ve fideler toprağa genellikle sıralar halinde ve toprak oyularak ekilir. Bu işlemde, istenen miktardaki tohumu ya da fideyi belirli aralıklarda ve derinlikte toprağa bırakan çe­şitli ekme makineleri kullanılır. (Tohum ek­me makinelerine mibzer denir.) Otsu bitkile­rin tohumlan bazen mibzerlerle, bazen de to­humu toprağa döndürerek fırlatan serpme makineleriyle ekilir.
Başka ekinler için özel makineler kullanılır. Mısır ekme makineleri çok sayıda tohumu bir arada tutar, bunları çiftçinin istediği derinlik ve aralıklarda eker. Bu makineler aynı anda birkaç sıra birden ekebilir. Patates ekme ma­kinesi ise tek bir hareketle aynı anda birkaç sıra ekebilir. Patatesler önce makinenin olu­ğuna, buradan da düzenli aralıklarla toprak­taki yarığa dökülür. Makinenin ayrıca, bir ta­nesi toprakta yarık açmak için olukların önü­ne, öbürü de karığı kapamak için arkasına yerleştirilmiş iki pulluğu vardır. Bu normal bir pulluğa benzer, ama uç demirinin iki ya­nında birer kulak vardır; bunlar toprağı her iki yana atarak, karığın ortasında patateslerin gömülmesi için bir kanal oluşturur.
Ekin büyürken, sağlıklı bir bitkinin gereksi­nim duyduğu ışık ve besini harcayan yabani otlardan uzak tutulması gerekir. Ekin ekilme­den önce toprak iyice karıştırılarak yabani ot­ların büyümesi önlenebilir, ama otlar çok ça­buk büyüdüklerinden çoğu kez ekinler büyür­ken otların öldürülmesi gerekir. Tahıl (buğ­day, arpa, yulaf ve çavdar) sıralan sadece 15 cm aralıklı olduğundan, ekinin arasındaki toprağı karıştırmak olanaksızdır; bu nedenle gerekirse bu tür ekinlere ot öldürücü sıvı ilaç püskürtülür. Şekerpancarı ve sebze gibi geniş aralıklarla ekilen ekinlerde çapalamak ola­naklıdır. Değişik ekinler için özel kültivatörler ve mekanik döner çapalar geliştirilmiştir. Bunlar bir traktörle çekilir ve ekine zarar ver­meden yabani otlan yolar. Bu makineler aynı anda 12 sırayı birden işleyebilir.
Bitkiler ölüme ya da hastalıklara neden ola­bilecek böcek ve zararlıların saldırısına uğra­yabilirler. Bu tür saldırılara karşı ekinlere sıvı ya da toz halinde ilaç püskürten makineler kullanılır.
Ürün Hasadı
Yılın ilk devşirilen (kaldırılan) ekini genellik­le buğdaygillerdir; bunların kesilmesinde orak makinesi kullanılır. Traktörle çekilen bu makinenin toprağa yakın, üçgen biçimli bir dizi keskin bıçağı vardır. Hareket edince bu bıçaklar ürünü yaklaşık 1,5 metre eninde ku­şaklar halinde keser. Kesimden birkaç gün sonra da, altı kurusun diye bu kuşaklar altüst edilir. Sonra kurumuş ot ya da saman balya makinesiyle toplanır, balya halinde sıkıştırılarak, bağlanır ve yere bırakılır {bak. Saman). Yem bitkileri, hızla dönen bir dizi döveni olan bir hasat makinesiyle kesilir. Bu makine hem ürünü keser, hem de kestiklerini bir bacadan yukan atarak makinenin yanında ilerleyen rö­morka doldurur . Römork da dolunca ürün si­loya götürülerek boşaltılır.
Yazın sonuna doğru buğday başaklan olgunlaşınca, tarlalarda çalışan çok sayıda bi­çerdövere rastlanır. Biçerdöverler orak maki­nesine benzer ve ürünü aynı biçimde keser; ama onlardan daha karmaşık makinelerdir, çünkü aynı zamanda tahılın sapını samandan ayınr. Biçerdöverler kendinden motorludur (özitmeli) ve ekinleri 5 metre genişliğindeki şeritler halinde keser. Başaklan döverek ta­neleri çıkarır, bunları üzerlerindeki depolara aktarır ve depo dolduğunda ürünü römorkla­ra boşaltır. Ekini biçtikten sonra dövmeyip yalnızca balyalayarak yere bırakan daha basit makinelere biçerbağlar denir.
Biçerdöver kullanılırsa, tanelerin başka bir yere taşınmadan önce kurutulup temizlenme­si ve sınıflandırılması gerekir. Temizleme ve sınıflandırma genellikle, ot tohumlarını, pisli­ği ve tozu uzaklaştırarak nitelikli taneleri kü­çük ve bozuk tanelerden ayıran bir makineyle yapılır.
Kök bitkilerin hasadı buğday hasadından sonra yapılır. Ekini kaldıran patates hasat makineleri, patatesleri taşlardan ve kesekler­den ayırırken aynı anda temizler. Daha basit ve ucuz makineler de vardır. Bunlar patates­leri söker ve toprağa bırakır, patatesler daha sonra elle toplanır.
Şekerpancarı daha derinde yetişmekle bir­likte, patates gibi toplanır. Şeker pancarının tepesi kesilerek sığır ve koyunlara yem olarak verilir.
Başka ekinleri kesip toplamak için çeşitli hasat makineleri kullanılır. Şekerkamışım kesmek için de çeşitli makineler geliştirilmiş­tir. Bunlardan biri, kamışı dibimden keserek saplan sıralı bir biçimde dizer, başka bir ma­kine de toplar. Farklı türden bir başka maki­ne ise, kamışı kestikten sonra küçük parçalar halinde doğrar. Daha sonra ürün bir arabaya atılır ve bir pervanenin yardımıyla yapraklar saplardan ayrılır. Hawaii'de kullanılan bir başka makine türü ise, bitkinin saplarını ve kökünü artıklarla ve taşlarla birlikte toplar, bunlar daha sonra birbirinden ayrılır.
Mısır hasadı, biçerdöverle yapılan taneli ta­hıl hasadından farklıdır. Mısır hasat makine­leri koçanı bitkiden ayırır ve aynı anda içinde döver.
Şarap yapımında kullanılacak üzümlerin hasadı için de özel makineler geliştirilmiştir. Asmalar kesintisiz sıralar halinde ekilir, böy­lece makine asmaların üstünden geçerken üzümleri koparır, bunları yapraklardan ve dallardan ayırır. Sonra üzümler kamyonlara yüklenir ve şarap fabrikalarına götürülür. Burada üzümler sıkılarak suyu çıkarılır. Şarap yapımı sürecinin tamamı makinelerle gerçek­leştirilebilir.
Ağaçlarda yetişen meyveler de, ağacı tutup sallayan ve böylece meyvelerin aşağıya seril­miş örtüye düşmesini sağlayan mekanik kollu makinelerle toplanabilir.
ABD'nin orta batısında, Kanada'nın çayırlık alanlarında ve Avustralya ile Yeni Zelanda' nın bazı bölgelerinde mısır ve buğday ekilen alanlar çok geniş olduğundan, buralarda sula­ma, gübreleme ve ilaçlama işlemlerinin bir
bölümü özel uçaklarla ya da helikopterlerle gerçekleştirilir. Bazı yerlerde tohum ekme bi­le havadan yapılır.
Elektrikli süt sağma makinesinin geliştirilme­siyle birlikte mandıracılıkta yeni bir çığır açıldı. Bu makinede, lastik kaplı metal tüpler ineğin memelerine bağlanır ve tıpkı buzağının emmesi gibi ineğin sütü sa­ğılır. Bir kişi çok sayıda süt sağma makinesini denetleyebildiğinden, sağım işlemi elle yapı­lana oranla çok daha çabuk gerçekleştirilir. Elektrikli aletlerle çabuklaşan bir başka işlem de koyunların yününün kırkılmasıdır.bitkilerin tohumlarının toprağa düşünce bü­yüyüp geliştiklerini fark ederek tanma başladı­lar. İlk yerleşmeler en iyi ürünün yetiştiği ırmak vadilerinde görüldü. Bu yerleşmeler­den bazılarının 9.000 yıl önce ortaya çıktığı sanılmaktadır. Aynı dönemde bazı kabileler avcılık ve toplayıcılıkla yaşıyordu.
TARIM TARİHİ.
 Dünyanın en büyük iş alanı tarımdır. İnsanlar yiyeceklerinin neredeyse tümünü, giysilerinin de çoğu hammaddesini tarımdan sağlarlar. Çağlar boyunca insanlar artan dünya nüfusunu doyurabilmek için akıl­larını ve ellerini kullanarak yeni tarım yön­temleri bulmaya çalıştılar. Ama gelişme yete­rince hızlı değildi; kıtlık ve açlık birçok insanın acı çekmesine neden oldu. Bugün de bu sorun önemini korumaktadır.
Tarım, insan yaşamına ilişkin yazılı kayıtla­rın ortaya çıkmasından çok önce başladı. İlk tarım uygulamalarına ilişkin bilgilerimizin kay­nağı arkeolojik bulgulardır. Bunlar arasında ilkel tarım aletleri, kurumuş tohumlar, hay­van kemikleri ile tahıl depolamak için kullanı­lan yapı ve çukurların kalıntıları sayılabilir. Bü kalıntılardaki radyoaktifliği ölçen mo­dern yöntemler, tarımın yaklaşık 10 bin yıl önce başlamış olduğunu ortaya koymuştur.
İnsanlar, tarım yapmaya başlamadan önce avcı ve toplayıcıydılar. Avladıkları yabanıl hayvanlar, balıklar ve doğada kendiliğinden yetişen meyveler, ağaç yapraklan ve köklerle beslenirlerdi. Nerede yiyecek bulabilirlerse oraya giderlerdi. O zamanlar yeryüzünün büyük bir bölümünü kaplayan ormanlar ye dikenli çalıların karşısında çaresizdiler. O dönemde henüz madenler bulunmadığı için, aletlerini taş ya da çakmaktaşından yaparlar­dı. Koyun, sığır ve keçileri yoktu. Yalnızca, avlanmalarına yardımcı olan köpekleri vardı. Kuzey Avustralya'da, Amerika'nın ve Afri­ka'nın tropik bölgelerinde bugün hâlâ geçimi­ni avcılık ve toplayıcılıkla sağlayan kabileler yaşar.
İlk insanların, toprağı ekmeye başlamadan önce koyun, keçi, sığır, domuz besledikleri ve onları gütmek için köpekleri eğittikleri sanıl­maktadır. O dönemde etin bozulmadan sak­lanması zor olduğu için, yabanıl koyun ve keçi gibi hayvanları yakalayarak beslemeye başla­dılar ve gerektikçe kesip yediler. Sürülerdeki bazı hayvanların yavrulaması insanlarda ya­banıl hayvanları evcilleştirmek ve sürü yetiş­tirmek düşüncesini geliştirdi. Besicilik, sütün bir besin olarak kullanılmasına ve daha sonra da peynir yapım yönteminin bulunmasına yol açtı. Bu insanlar sürülerini besleyebilmek için suyun ve otun bol bulunduğu bölgelerde dolaşırlardı. Günümüzde de Afrika'nın ve Asya'nın kurak bölgelerinde birçok kabile benzer bir yaşam sürmektedir. Bu kabileler sürüleriyle çok geniş araziler üzerinde dolaşır, toprağı ekmez. Temel besinleri süt ile ettir.
İlk insanlar yabanıl buğday ve arpa gibi
Tanrıın gelişmesi, daha çok yiyecek üretilme­sini, insanların daha iyi beslenmesini ve böy­lece nüfusun artmasını sağladı. Doğan çocuk­lar daha iyi beslendikleri için daha sağlıklı oluyor ve hayatta kalma şansları artıyordu. Tarımla uğraşan insanlar bir yere yerleşmek zorunda kaldılar ve köyler kuruldu. Herkesin toprakta çalışması gerekmediğinden, bazı in­sanlar yapım işleriyle, çanak çömlek ve doku­ma üretimiyle ya da dericilikle uğraştı ve zanaatlar gelişti. Artan tarımsal üretim kent­lerin ortaya çıkmasını sağladı. Kentlerle bir­likte uygarlıklar gelişti.
İnsanların tarım yaparak ürün yetiştirdiği ilk bölgeler Dicle ve Fırat ırmaklarının vadile­ri (Mezopotamya), Nil vadisi, Çin ve Hindis­tan'daki ırmak vadileri oldu. ÎÖ 7000 dolayla­rında, tohumluk ayrılıyor, ekim yapılıyor ve ürün toplanıyordu. Tarımın ilk kez kabile içinde toplayıcılık görevini üstlenmiş kadınlar tarafından başlatıldığı ve ilk elde edilen ürü­nün buğday olduğu sanılmaktadır.
Anadolu'da da en eskiçağlardan beri insan­ların yaladığı, çeşitli mağaralarda yapılan araştırmalardan ve özellikle Antalya, Adıya­man ve Van dolaylarında bulunan mağara resimlerinden anlaşılmıştır.Yaşamlarını avcılık ve toplayıcılıkla sürdüren bu insanlar zamanla toprağı ekerek yerleşik düzene geçtiler.
Anadolu'da bilinen en eski yerleşim yeri Çayönü'ndedir. Diyarbakır ilindeki Çayönü Höyüğü'nde ele geçen buluntulardan, insan­ların İÖ 7250-6750 dolaylarında bu bölgede yerleştikleri, tarım yaptıkları ve hayvanları evcilleştirdikleri anlaşılmıştır. Çayönü insan­ları yabanıl buğday ekmiş, köpekleri, koyun ve keçileri evcilleştirmişlerdi. Sığır, geyik ve domuz ise av hayvanlarıydı. Bu höyükteki buluntular arasında, tarım yaparken kullanı­lan taş aletler, boynuzdan orak sapları, öğüt­me ve ezme taşları vardır.
Ayrıca, Konya'nın güneydoğusundaki Çatalhöyük, Anadolu'daki en eski ve büyük yerleşim yerlerinden biridir. İÖ 6800-5700 arasında Çatalhöyük'te yaşayan insanların gelişkin bir kültürleri vardı. Yaşamlarını ta­rım ve hayvancılık yaparak sürdüren Çatalhöyük insanları buğday, baklagiller, burçak ve sebze yetiştiriyor, bitkilerden yağ çıkarmayı biliyordu. Evcilleştirdikleri koyun, keçi ve sığırların etinden ve sütünden yararlanmanın yanı sıra tereyağı ve peynir de yapıyorlardı.
İlk çiftçiler kazıcı sopalar ve taş çapalar gibi basit aletlerle tarım yaparlardı. İÖ 5000'lerde Mezopotamya'da yaşayan Sümerler öküzlerin çektiği tahta sabanı kullanmaya başladılar ve ekinlerini sulamak için kanallar açtılar. Bu yörede yaşayan halk buğdayın yanı sıra başka tahılları da ekiyor; meyve, çiçek yetiştiriyor; deve, eşek ve at besliyordu.
Yaklaşık 5.000 yıl önce Nil Irmağı'nın verimli vadisinde ortaya çıkan Eski Mısır uygarlığında tarım oldukça gelişmişti. Bölge­de sığır, koyun, keçi ve kümes hayvanları besleniyor, öküz ve eşekler hem saban çek­mede, hem de tahıl hasadında kullanılıyordu. Buğdayın yanı sıra arpa, fasulye, mercimek, soğan ve dokumacılıkta kullanılan keten ye­tiştiriliyordu.
Eski Mısır uygarlığının temelini, her yıl taşan Nil Irmağı'na dayalı tarım oluşturuyor­du. Taşkın her yıl toprağın üzerini ırmağın getirdiği çamurla yeniden kaplıyor, bu da bir sonraki ekin için verimi artırıyordu. Ama bu arada tarla sınırları da yok oluyordu. Mısırlı­lar için taşkının ne zaman olacağını bilmek önemliydi. Bu nedenle Ay'ın değişik evreleri­ni temel alan ve bugün kullanılana benzeyen bir takvim hazırladılar. Taşkın suyu çekilince, çiftçilerin tarla sınırlarını yeniden belirlemele­ri gerekiyordu. Bunun için bir arazi ölçüm sistemi geliştirdiler. Temel ölçü birimleri kübit denen, dirsek ile orta parmağın ucu arasın­daki yaklaşık 50 santimetrelik uzunluk­tu. Tarım böylece, tarım dışı alanlarda da yararlı olan yeni buluşların ortaya çıkmasına yol açtı.
Yaklaşık 4-5 bin yıl önce tarım dünyanın birçok bölgesinde gelişmişti. Hindistan'ın ku­zeyinde saban kullanılıyor, öbür tahılların yanı sıra pirinç ekiliyor ve dünyada ilk kez pamuk yetiştiriliyordu. Bu insanlar başka evcil hayvanların yanında filleri de kullandı­lar. Çinliler arpa, soya fasulyesi, darı, pirinç ve meyve yetiştiriyorlardı. Îpek böceğinden ipek elde edilebileceğini anlamışlar ve bu hayvanları beslemek için dut ağaçları dikmiş­lerdi.
İÖ 2000'den sonra Orta Amerika'da Yerli­ler mısır, patates ve domates gibi sebze ve meyveler ekiyorlardı. Meksika'da kakao ağa­cı, pamuk ve hindi yetiştiriliyordu. Günümüz­de ABD'nin güneybatısında kalan yerlerde Yerliler çeşitli yerleşmeler kurmuşlardı ve mısır, sebze, ayçiçeği ve meyve üretiyorlardı. Günümüzdeki Kanada topraklarında insanlar mısır ve sebze yetiştiriyor, mısırı avcıların getirdiği deri ve etle takas ediyorlardı.
Irmak vadilerinden uzaklaştıkça tarım zorlaşıyordu. Ormanlık bölgelerde tarla açmak için ağaçlar kesiliyor, yerdeki otlar ise yakılı­yordu. Böylece, hem ekim alanları, hem de yakmak ve yapılarda kullanmak üzere odun elde ediliyordu.
Eski Yunan ve Roma uygarlıklarında gelişen tarım, zengin kentlilerin rahat yaşamasını sağlıyordu. Bu dönemde taş ve tunç aletlerin yerini demir aletler almıştı. Tarım araçlarını yapan ya da onaran demirciler tarım toplulu­ğunun önemli üyelerinden olmuştu.
Akdeniz'in kuzey kıyısı boyunca yayılan Yunanlılar tarım yöntemlerini de birlikte götürdüler. Tarlada çoğunlukla kadınlar ve köleler çalışıyordu. Tarım genellikle, çeşitli tahıl ve sebzenin yanı sıra zeytin, üzüm ve bal da üretilen çiftliklerde yapılıyordu.
Romalılar, her bölgede en iyi yetişen ürüne bakarak uzmanlaşma düşüncesini geliştirdi­ler. Örneğin, Mısır'dan gelen tahıla karşılık kendi şarap ve zeytinyağlarını takas ediyorlar­dı. Romalılar toprağı, çim ya da üçgül yetiştirerek zaman zaman dinlendirmek ya da fasulye ekip sürerek zenginleştirmek gerekti­ğini biliyorlardı. Kışın çiftlik hayvanlarını besleyebilmek için yem bitkileri de ekiyor­lardı.
İS 500'e gelindiğinde Romalılar Batı Avrupa' dan çekilmişlerdi. Bu tarihten sonra bu bölge­nin nüfusunda bir artış oldu ve yiyecek için daha fazla toprağı işlemek gerekti. Ormanlar, bataklıklar ve fundalık araziler tarıma elveriş­li duruma getirildi. Daha geniş tarlaları süre­bilmek için öküzlerin çektiği ağır sabanlar kullanılmaya başlandı.
Zamanla, çiftçiler sekiz ya da 10 öküzün çektiği sabanlarla, killi yani sürülmesi çok daha zor olan toprakları sürmeyi de öğrendi­ler. Romalılar, bir yıl buğday eker, ertesi yıl toprağı nadasa (dinlenmeye) bırakarak basit ekim nöbeti uygulardı. Daha sonra insanlar arpa, çavdar, yulaf ekmeye ve üçlü ekim nöbeti uygulamaya başladılar. Bir yıl kış, ertesi yıl bahar ekimi yaparlar, üçüncü yıl da toprağı nadasa bırakırlardı. Böylece iki yılda bir ürün almak yerine, üç yılda iki ürün alınabiliyordu. Ne var ki, bu yöntem az verimli kumlu topraklara uygun değildi.
Yaklaşık İS 800'den başlayarak Avrupa'nın büyük bir bölümü açık tarla sistemiyle ekil­meye başlandı. Araziler uzun ve dar tarlalara bölünüyor ve çiftçiler farklı yerlerde birkaç toprak parçası ekiyordu. Bu tarlalar yamaç­larda, boylamasına yani yukarıdan aşağıya doğru açılmıştı. Böylece tarlalar arasında sabanla açılan derin yarıklar fazla suyun akmasını sağlayan hendek görevi görürdü. Her üç yılda bir nadasa bırakılan tarlalarda toprağın kendini yenilemesi sağlanırdı. Açık tarla sisteminde, her çiftçi ailesi toprakların­daki ekinlerin bakım ve hasadını kendi yapar­dı. Gübreleme ve tarla sürme gibi işler ise paylaşılırdı. Açık tarla sistemi, Avrupa'nın bazı yörelerinde 20. yüzyıla kadar sürdü.
Tarla sürmenin dışında hemen hemen bü­tün işler el aletleriyle yapılıyor, hasadı topla­mak, tırmıklamak ve savurmak aylar alıyor­du. Verim düşüktü; kötü hava koşullan ürü­nün yok olması anlamına geliyordu. Bunlara karşın, ortaçağda çiftçiler sabanda sağlanan gelişmeye, tarıma ilişkin yeni bilgilerin edinil­mesine ve tarımda çalışan işgücünün fazlalığı­na bağlı olarak, artan nüfusu beslemeyi başar­dılar.
14. yüzyılda art arda iki yıkım Avrupa'yı sarstı. 1348'de, Kara Ölüm olarak adlandırılan büyük veba salgını Asya'dan Avrupa'ya siçradı ve tüm kıtayı sardı. Kara Ölüm'ün çaresi yoktu; hastalığa yakalanan ölüyor ve yayılma­sı önlenemiyordu. Avrupa nüfusunun üçte birinden fazlası bu salgında öldü. Hemen hemen aynı yıllarda Avrupa'da vebanın yayıl­masını kolaylaştıran ve tarımı altüst eden savaşlar çıktı.
Bu olaylar Avrupa'da tarımın yapısını de­ğiştirdi. Toprakta çalışacak yeterli insan kal­mamıştı; tarlaların çoğu ekilemiyordu. Bazı köyler terk edilmişti. Nüfus azaldığı için daha az tahıl yeterli oluyordu. İnsanlar bezelye, fasulye, pırasa, soğan, maydanoz ve marul gibi sebzeler ile elma ve armut gibi meyveleri üretmeye başladılar. Kış boyunca hayvanları beslemede samanın önemi anlaşılmıştı.
Kuzey Avrupa'da gelişen yünlü dokuma sanayisine hammadde sağlamak amacıyla in­giltere'de toprak sahipleri serfleri kentlere göçe zorladılar ve büyük tarım alanlarının çevresini çitlerle çevirerek koyun yetiştirmeye başladılar. Tarlaları çitleyerek kapatma hare­keti 19. yüzyıla kadar sürdü. Daha sonra, çitlerle çevrili büyük çiftliklerde pazar için büyük çaplı tahıl da üretilmeye başlandı. Ticaret yapmaya ve kâr elde etmeye yönelik tarım İngiltere'de kapatma hareketiyle birlik­te başladı. Tarımdan sürülen işgücü kentlere yöneldi ve kent nüfusları giderek büyüdü.
Eskiçağlardan beri tarımsal gelişmenin önün­deki en büyük engel, sürekli ekilen tarlalarda bitkiler için gerekli besinlerin tükenmesi ve
verimin düşmesiydi. Bunu önlemek için in­sanlar hayvan dışkılarını gübre olarak kullan­mak, toprağı nadasa bırakmak ve yıldan yıla değişik bitkiler ekmek gibi üç temel yöntem kullandılar. Bu yöntemlerin en iyisi toprağı gübrelemekti; ama ortaçağda, kışın beslemek zor olduğundan çiftçiler sınırlı sayıda hayvan yetiştirirlerdi. Bu nedenle hayvan gübresi kullanmanın yanı sırâ iki ya da üç yılda bir toprak nadasa bırakılırdı.
18. yüzyılda İngiltere'de tarım alanında bir devrim yaşandı. Şalgam ve üçgül ekiminin başlamasıyla toprağı nadasa bırakma zorunlu­luğu ortadan kalktı. Şalgam hayvanlara bol kışlık yem sağladı. Hem daha çok hayvan beslenebildi, hem de et ve süt verimi arttı. Ayıca hayvan sayısının artmasıyla tahıl üreti­mi için daha fazla gübre elde edildi. Bir başka önemli gelişme de İngiltere'de, Norfolk'ta iki büyük çiftlik sahibi olan Vikont Charles Townshend ile Thomas William .Coke'un geliştirdiği dörtlü ekim nöbeti oldu. Bu yön­temle tarla nadasa bırakılmaksızın buğday, şalgam, arpa ve üçgül art arda ekilebildi. Sonuncu olarak ekilen üçgül hem toprağa azot katar, hem de koyun ve sığırlara yem olurdu. Ayrıca, üçgül tarlalarında otlayan hayvanların dışkıları da toprağa gübre sağlar­dı. Böylece ertesi yıl aynı topraktan iyi buğday elde edilirdi. Bu yöntem, 100 yıl içinde İngiltere'de ve Avrupa'nın bir bölü­münde yaygınlaştı.
Aynı dönemde, daha iyi bakılan hayvanla­rın arasından niteliği en yüksek olanları seçmek ve ayırmak kolaylaştı. Böylece 19. yüzyı­lın başlarına gelindiğinde koyun, sığır ve do­muzların en nitelikli et ve yün veren cinsleri üretilmişti. Townshend ve Coke hayvan cins­lerinin geliştirilmesine de öncülük ettiler. Ay­rıca Norfolk'un kumlu toprağına kil ve tebeşir ekleyerek tarlaların verimini yükselttiler. Av­rupa'da ise bu gelişmeler oldukça yavaş ilerle­di. Fransa'da küçük çiftçiler geleneksel yön­temlerinden vazgeçmedi. Almanya'da da Do­ğu Prusya dışında durum aynıydı. Doğu Prus­ya'da geniş toprakların sahibi olan soylular tanrımda verimliliği artıran bu gelişmelere ilgi duydular ve uyguladılar.
Bunları başka gelişmeler izledi. Saban de­mirleri, silindir ve tırmıkların dökme demir­den yapılmasının yanı sıra, 19. yüzyılın ilk yıl­larından başlayarak tohum ekme makineleri ve zararlı otlan yolmak için atların çektiği ça­palar kullanılmaya başlandı. Değişik toprak­ların ve gübre kullanımının bitkilerin büyümesindeki rolü anlaşıldı. 1840'ta Alman kim­yacı Justus von Liebig potas, fosfor ve azo­tun bitkiler için yaşamsal önemi olduğunu buldu. İngiltere'de John Lades ve Henry Gilbert, fosfat bakımından zengin kay alan sülfü­rik asit ile işlemden geçirerek "yapay gübre" elde etmeyi başardılar. Bundan sonra başka tip yapay gübreler ve bunların bitkiler üzerin­deki etkilerine ilişkin bilgiler hızla edinildi.
İyi akaçlanmayan topraklarda fazla suyun ürünlerin köklerini çürüttüğü ve bitkilerin ge­lişimini bozduğu uzun yıllardır biliniyordu. Bazen toprağı akaçlamak için hendekler kazı­lır, içleri taş ya da dikenli çalılarla doldurulur ve üstleri yeniden toprak örtülerek fazla su akıtılmaya çalışılırdı. 1843'te kil akaçlama boruları bulundu ve sonraki 40 yıl boyunca bin­lerce dönümlük tarım alanları bu ucuz ve ko­lay yöntemle akaçlandı.
Tarım alanındaki gelişmeler toplumsal ya­şamı da derinden etkiledi. Tarım devrimi, bu gelişmelerin başladığı İngiltere'de ortaçağın kırsal toplum yapısını parçaladı. Hayvancılığa verilen önemin ve tarımda makine kullanımı­nın artmasıyla, kırsal alanda işgücüne duyu­lan gereksinim daha da azaldı. İngiltere'de kırsal toplulukların çöküşü, 18. yüzyıldaki ikinci kapatma hareketiyle hızlandı. Eskiden ortaklaşa yürütülen tanrım yerini, pazar için ürün yetiştiren ve hayvancılık yapan kapitalist çiftçilerin büyük çiftlikleri aldı.
Kıta Avrupa'sında ise gelişme İngiltere'den farklı oldu. İngiltere'de toprak sahibi soylular köylüleri topraklarını terk etmek zorunda bı­rakırken, Avrupa'da bu süreç genellikle tersi­ne gelişti. Bunun önemli bir nedeni, Avrupa' da soyluların tarımla ve toprakla uğraşmak yerine askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda çalışmayı yeğlemeleriydi. Bunun en tipik ör­neği Fransız soylularıydı. Kendi topraklarında oturmak yerine saray çevresinde bulunma­yı yeğleyen Fransız soyluları, zaman içinde topraklarını onları işleyen köylülere sattılar. 1789'a gelindiğinde Fransa'da toprakların beşte ikisi köylülerin eline geçmişti. Ama top­rakların yasal mülkiyeti çoğunlukla, hâlâ soy­lu feodal beylerin elindeydi ve köylüler feodal beylere kira ya da vergi biçiminde ödemede bulunmayı sürdürüyordu. 1789 Fransız Devrimi'yle feodal yapı tümüyle parçalandı ve yapılan yasal düzenlemelerle köylü işlediği toprağın sahibi oldu. Bu geliş­menin doğal sonucu olarak Fransa'da tarım arazileri İngiltere'nin tersine küçük çiftliklere bölündü.
Belçika'da da, Fransız ordularının ülkeye girmesinden sonra benzer bir gelişme görül­dü. Almanya'da ise ikili bir gelişme oldu. Al­manya 18. yüzyılda Elce Irmağı'nın böldüğü iki büyük bölgeye ayrılmıştı. Ülkenin batısın­da tarımsal yapının temelini soyluların yöneti­mindeki büyük çiftlikler oluşturuyordu. Do­ğuda ise tarım Fransa'ya benzer bir biçimde örgütlenmişti; gelişme de benzer doğrultuda oldu ve Almanya'da tarım alanları Prusya dı­şında küçük çiftliklere bölündü/ Avrupa'da küçük çiftliklerin yaygın olması tarımsal alan­daki teknik gelişmelerin uygulanmasını güç­leştirdi ve daha uzun bir döneme yaydı. Gü­nümüzde de İngiltere dışındaki Avrupa ülke­lerinde genellikle küçük ölçekli tarım sürdü­rülmektedir.18. yüzyılda İngiltere ve Avrupa'da çiftçiler daha çok kendi tüketimleri için tarım yapar­ken, Sanayi Devrimi'nden sonra tarım dışı alanlarda çalışan nüfusun büyümesiyle pazar için üretime ağırlık verdiler.
Tarım ürünlerinin asıl pazarı nüfusu gide­rek yoğunlaşan kentler olunca, ürünü pazara taşımak sorunuyla karşılaşıldı. Avrupa ve Amerika'da 1830'lardan sonra gelişen demir­yolları bu sorunun çözümünde çok önemli bir rol oynadı. Daha önceleri sürüleri pazara götürmek için yol boyunca yürütmek gereki­yordu. O dönemde zaten bozuk olan yollar, üzerinden yüzlerce hayvan geçince daha da bozuluyordu. Ayrıca, bu uzun yolculuklar hayvanları zayıf düşürüyor, satılmadan önce pazara yakın tarlalarda besiye çekilmeleri gerekiyordu. Yiyecekler ise kente bazen at arabaları, bazen de suyoluyla taşınıyordu. Uzun yolculukta sütü taze tutmanın yolu bi­linmediğinden, kentlerde tüketilen süt genel­likle kent içindeki mandıralardan sağlanı­yordu.daha da geliştirdiği orak makinesi, Amerikan İç Savaşı başladığında, tırpanla çalışan 10 kişinin işini yapabilecek duruma gelmişti. Ama makineyi çalıştırmak ve tahılları demet demet ayırmak için gene de çok sayıda insan gerekiyordu. Sonunda, 1873'te orak makinesine demetleri bağlayan bir parça eklendi ve bu yeni makineye biçer- bağlar adı verildi.
Demiryolları ile birlikte bu koşullar değişti. Hayvanlar zayıflamadan uzun yollar aşabil­meye, tahıl ve öbür yiyecek ürünleri demiryo­lu ile çok ucuza taşınabilmeye başladı. Trenin hızı, öğleden sonra sağılan sütün 150 km ya da daha uzaktaki bir kentte ertesi sabah satılma­sına olanak verdi. Toprak sahipleri ve çiftçiler demiryolunun önemini kısa sürede anladılar ve tarım bölgelerinde demiryolu yapımını desteklediler.
Kuzey Amerika'da tarım
Avrupalılar Kuzey Amerika'ya yerleşmeye başlayınca, Avrupa'da öğrendikleri bütün be­cerileri de birlikte götürdüler. Koloni döne­minde halkın yüzde 90-95'i çiftçiydi. Ucuz ya da parasız edinilebilen geniş, verimli toprak­lar ve ıhman iklim tarımın hızla yaygınlaşma­sına yol açtı.
Çiftçi önce ağaçlan ve kütükleri temizleye­rek tarla açmak zorundaydı. tarım aletleri az ve ilkeldi. Çalıştıracak insan az olduğu için çiftçiler ancak aileleriyle birlikte ekip hasat yapabilecekleri kadar toprak açarlardı. Top­rağın verimi düşünce orayı bırakır, yeni tarla­lar açma yoluna giderlerdi.
Koloni döneminde çiftçilerin, toprakla uğraşmanın yanı sıra, avcılık yapması ve yapı ustası olması da gerekliydi. Yerlilerce ekilen mısır göçmenler için de çok uygun bir üründü. Yetiştirilmesi kolay olan mısır, insanlar için iyi bir besin olmanın yanı sıra hayvan yemi olarak da kullanılabiliyordu.
Avrupa'da olduğu gibi, bugün ABD'nin kuzeydoğusunda yer alan New England'da da tarlalar dağınıktı ve çiftçiler ürünlerini genel­likle kendi tüketimleri için yetiştirirdi. Güney­de ise belli ürünler üzerinde uzmanlaşmaya dayanan tarım gelişmeye başladı. Güneyde ti­caret ve kâr amacıyla üretilen ana ürün tütün­dü. Çiftlik yaşamı köle emeğiyle yürütülen plantasyonlar (büyük çiftlikler) çevresinde yoğunlaşmıştı. Plantasyonlar gereksinimleri­nin büyük bölümünü kendileri karşılar, öbür ürünleri de kuzey kolonileri, İngiltere ve Batı Hint Adaları'yla ticaret yoluyla sağlardı.Koloni halkı besi ve kümes hayvanları da yetiştirirdi. Amerika'da hindi ve köpek vardı. Öbür evcil hayvanlar Avrupa'dan getirildi. New England'da sığır beslemek ticari bir nite­lik kazandı.
Amerika'da bugünkü Kanada topraklarına ilk gelen Fransız göçmenler doğu kıyısından içerilere giren ırmaklar boyunca yerleştiler ve tarım yaptılar. tarım 17. yüzyıl içinde Saint Lawrence Irmağı'nın vadisinde Quebec'ten Montreal'e kadar ve TS. John Irmağı vadisin­de New Brunswick'e kadar yaygınlaştı. İngi­lizler 1763'te Quebec'i alınca, tarım batıya doğru gelişti. Batıdaki geniş çayırlık tarım alanlarına daha fazla insanın yerleşmesini sağ­lamak amacıyla Kanada hükümeti 1872'de parasız toprak dağıttı.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı'ndan sonra (1775-83) tarım batıya doğru yayıldı. Buğday ve mısır tarımı ile hayvancılık başlıca uğraş­lardı. 1793'te çırçır makinesinin bulunmasın­dan ve dokuma sanayisinin gelişmesinden sonra Güney eyaletlerinde pamuk ekimi çok önem kazandı.
1830'larda demir yollarının döşenmesi çift­çilerin ürünlerini pazara götürmekte büyük kolaylık sağladı. Fabrikalar, kasaba ve kent­ler gelişti. Yiyecek ve hammaddeye duyulan gereksinim arttı. İngiltere ve başka ülkeler kentlerin artan nüfusunu beslemek için ABD' den büyük miktarlarda yiyecek satın aldılar. Bu durum çiftlik ürünlerinin fiyatlarını artırdı ve çiftçileri daha fazla üretmeye özendirdi.
1841'den sonra göçmenlere ve ABD yurttaşlarına çok düşük fiyatlarla toprak satıldı ve birçok kişi bu olanaktan yararlandı. 1850'lere gelindiğinde, çiftçiler ABD'nin orta kesimin­deki çayırlık topraklara yerleşiyorlardı. Çayırlık bölgelerde fazla ağaç olmadığı için çiftçi­ler tarla açma işinden kurtuldular. Bu verimli topraklarda büyük ölçekli tarım yapıldı ve ürünlerin önemli bir bölümü yurtdışına sa­tıldı.
Amerikan İç Savaşı (1861-65) Güney'in ta­rımım büyük ölçüde yıkıma uğrattı. Pamuk üretimi düştü ve yabancı ülkelerle yürütülen pamuk ticareti hemen tümüyle durdu. Kuzey' de ise tarım gelişmeyi sürdürdü. Tarımın maki­nelerinin kullanımı arttı; daha geniş alanlarda tarım yapılmaya başlandı ve çiftçiler ürünle­rinden yüksek kazanç sağladılar.
Batı eyaletlerinin çoğuna hayvancılıkla ve buğday ekimiyle uğraşan çiftçiler yerleşmişti. Mississippi Irmağı ile Kayalık Dağlar arasın­daki açık arazide yapılan hayvancılık 1866-86 arasında hızla gelişti. Hayvan yetiştiricileri sı­ğırlarının niteliğini yükseltmek amacıyla Av­rupa'dan sığır getirdiler. Hayvan çiftlikleri ge­nişledikçe ve buğday yetiştiren çiftçiler daha fazla toprak ekmeye başladıkça, ekinleri ko­rumak için arazileri çitlerle çevirmek gerekti. Kolayca ve hızla döşenebilen ucuz dikenli tel bulundu. Tahıl üreten çiftçiler Kanada sınırı­na kadar yayıldılar. Kanada topraklarında ça­yırlık alanlar dünyanın en büyük tahıl üretim bölgelerine dönüştü. Ayrıca ovalarda sığır ye­tiştiriciliği gelişti.
Kuzey Amerika'da tarımın başarısı ve ta­rım ürünleri fiyatlarının düşmesi Avrupalı çiftçileri olumsuz etkiledi. 1875'ten başlaya­rak, İngiltere'de çiftçiler buğday tarlaların koyun ve süt sığın otlaklarına dönüştürdüler. Danimarka ile Hollanda'da da tarım mandıra­cılığa ve domuz üretimine yöneldi. Domuzlar tereyağı ve peynir yapımından kalan artıklar­la besleniyordu. Şekerpancarı Almanya'da ve daha sonra İngiltere'de pazar için üretilen ye­ni ürün oldu.
Amerikan İç Savaşı'ndan sonra artan sayı­da insan batıya gitmeye başladı, ama 19. yüz­yılın ikinci yansında çiftçilerin çoğu zor gün­ler geçirdi. Ürünleri için iyi bir pazar vardı, ama makine almak borçlanmak demekti. Ta­şıma fiyatlan ve vergiler yüksekti. Toz fırtına­ları, kuraklık, zararlı hayvanlar ve bitki hastalıkları ekinleri yok ediyordu. Avrupa'da 1914'te I. Dünya Savaşı çıkınca, durum düzel­meye başladı. ABD savaş sırasında, İtilaf Devletleri'nin savaş koşullarında kendi ülke­lerinde üretemedikleri yiyecek ve hammadde­nin önemli bölümünü de karşıladı.
19. yüzyılın başlarında kullanılan tarım aletle­ri kaba ve basitti. Çiftlik işleri yorucu ve tek­düzeydi. Buna karşın, tarımda çalışanlar işle­rini yitirmelerine yol açabilecek yeni gelişmelere kuşkuyla baktılar ve uzun süre bunları kullanmaya yanaşmadılar, ingiltere'de Jethro Tull 1701'de tohum ekme makinesini bulmuş­tu. Bu makine tohumun ekileceği tarlada düz­gün sıralar halinde delikler açıyordu. Böylece hem daha az tohum kullanılıyor, hem de sıra­lar arasında toprağı çapalamak kolay oluyor­du. Çapalama, tarladaki otları temizlemek ve yüzeydeki toprağı kabartarak yağmur suyu­nun kolay emilmesini sağlamak açısından önemliydi. Tull ayrıca, atla çekilen mekanik bir çapa da yaptı.
Tahıl boy atıp büyüyünce, kısa saplı bir orakla biçilirdi. Uzun saplı tırpanın kullanıl­masıyla iş kolaylaştı. Böylece işçinin çok eğil­mesi gerekmiyor ve tırpanı her sallayışta daha fazla ekin biçebiliyordu. Daha sonra, tahılı hem kesen, hem de tahıl saplarını demetler halinde bir araya getiren taraklı tırpan bu­lundu.
Ne var ki, ekini elle biçme işi yavaş yürüyor, hasat haftalar, bazen aylarca sürüyordu. Kötü hava koşullan gecikmelere yol açtığı için ekinler daha kesilmeden çürüyebiliyordu.
Birçok çiftçi ve makine ustası bir orak ma­kinesi geliştirmeye çalıştı. 1828'de İskoçya'da Patrick Bell, 1834'te ABD'de Cyrus McCor- mick birer makine yaptılar. Obed Hussey bir yıl önce benzer bir makinenin patentini almış­tı. Bu iki kişi ABD'de bir tarım fuarından öbürüne giderek makinelerini tanıttılar. McCormick ortabatıdaki geniş çayırlıkların günün birinde ABD'nin tahıl ambarı olacağı­nı görerek, fabrikasını Chicago'ya taşıdı. Üzerinde çalışarak
Biçilen tahılın dövülmesi, yani tanesinin sa­pından ayrılması gerekir. Eskiçağlarda bu iş­lem saplan taşa vurarak ya da harman döveni (ucunda ağır bir tokmak olan uzun sopa) kul­lanılarak yapılırdı. Ekinler yere yayılır ve üzerlerine, taneler saplardan ayrılıncaya kadar harman döveni ile vurulurdu. Akdeniz yöre­sinde ise döven denen, altına çakmaktaşları
döşenmiş geniş tahtalar kullanılırdı. Hayvanlarca çekilen dövenler ekinlerin üzerinde dolaştırılarak saplar ayrılırdı. Bu işlemden son­ra, rüzgârlı günlerde ekinler havaya savrulur, ağır olan taneler yere düşerken kabuk ve sa­manlar ileriye uçardı. Harman savurma adı verilen bu işlem uzun zaman alıyordu. İlk har­man makinesini 1786'da İskoç değirmenci Andrew Meikle buldu. Bu makineyle dövme hızlanmıştı, ama savurma işleminin gene in­san eliyle yapılması gerekiyordu. 19. yüzyılda harman savurma makineleri de bulundu. 1850'lere gelindiğinde, bu makineler buhar gücüyle çalıştırılmaya başlanmıştı. Tarım işçi­leri kış boyunca geçimlerini sağlamalarına yardımcı olan savurma işini yitirdikleri için bu makinelerden hoşnut değillerdi. Günümüzde ekinleri biçen ve döven makinelere biçerdö­ver denmektedir. Bunlar kendi motor güçleriy­le çalışabileceği gibi traktöre de bağlanabilir­ler. Biçerdöverler ekinleri biçer, toplar, dö­ver, taneleri ayırır, çıfvallara doldurur ve sap­lan balyalanmak ya da yakılmak üzere geride bırakır Saban, eskiçağlardan beri kullanılan temel tarım araçlarından biridir. Önceleri tahtadan yapılırdı, ingiltere'de 1785'te Robert Ransome, ilk dökme saban demirinin (toprağın içi­ne giren bölüm) patentini aldı. 1803'te de kendi kendini bileyen saban demirini yaptı. Dökme saban demirlerinin ABD'nin çayırlık
topraklarında kullanımı zordu. 1830'larda, İl- linois'lu bir demirci ve saban yapımcısı olan John Deere kullanımı daha kolay olan ve da­ha iyi sonuç veren çelik sabanı yaptı. Bu sa­ban toprağı sürmek için gereken hayvan gücü­nü de azaltıyordu.
İlk başarılı traktör ABD'de 1892'de gelişti­rildi. 1918'de, traktörün motorundan, traktö­re bağlı başka makinelere enerji aktarımı ba­şarıldı.Günümüzde çiftlikler­de, koyun kırkmaktan meyve toplamaya ka­dar hemen tüm işleri yapan makineler kulla­nılmaktadır. Orak makinesi, biçerbağlar ve çelik sabanın bulunuşuyla ABD'nin orta batısı ile kuzeydeki çayırlık alanlarda tahıl üretimi, sığır ve koyun yetiştiriciliği hızla gelişti. Kısa sürede ülkenin her yanını saran demiryolları ve soğutuculu gemilerin kullanılması, yiyecek ürünlerinin Avrupa'ya taşınma maliyetini dü­şürdü. Böylece Kuzey Amerika dünyanın ta­hıl ambarı olarak düşünülmeye başlandı.
19. yüzyıl sona ermeden önce Amerika'dan Avrupa'ya tahıl, süt ürünleri ve tuzlu et gön­deriliyordu. Soğutma teknikleri gelişince Ar­jantin, Yeni Zelanda ve Avustralya'dan bü­yük miktarlarda et gelmeye başladı. 1900'lerin başında, İngiltere'de çiftçiler tahıldan çok et ve süt ürünleri üretimine yöneldiler. Ama I. Dünya Savaşı sırasında ulaşım aksayınca, kır­sal bölgeler gene tarıma dönmek zorunda kal­dı ve yüksek fiyatlarla büyük kazanç sağladı. Savaştan sonra Amerika'yla rekabet arttı. İn­giltere ve Kuzey Avrupa ülkeleri dışarıdan gelen tarım ürünlerine kısıtlama koydular. Avrupalı çiftçiler büyük miktarlarda gelen ucuz yiyecek maddeleriyle rekabet edemedi­ler ve İngiltere'de mandıracılığa ve geliştiril­miş hayvan türleri üretimine dönüldü. Hol­landa ile Danimarka dış ülkelere satılacak miktarda, üstün nitelikli süt ürünleri üretme­ye başladılar.
II. Dünya Savaşı (1939-45) ticareti bir kez daha aksattı. Savaşın doğrudan içinde olan Avrupa'daki çiftçiler hayvanları için yeterli tahıl, ekinleri için yeterli gübre ve makine bu­lamadılar. İngiltere'de ise son bilimsel geliş­melerin tarıma uygulanmasıyla tarımda verim artırıldı,
ABD'de I. Dünya Savaşı'ndan sonra (1914- 18) çiftçiler ürünlerine iyi fiyat alamaz oldu­lar. Bunun temel nedeni ürünlerini doğrudan tüketiciye satamamalarıydı. "Aracılardan" kurtulmak ve taşıma ile ambalajlama giderle­rini paylaşmak amacıyla kooperatifler kurdu­lar. Daha sonra sözleşmeli tarım yaygınlaştı. Sözleşmeli tarımda, örneğin bir çiftçi ile kon­serve fabrikası işleten bir şirket arasında an­laşma yapılır. Bu anlaşma ile çiftçi ürününü belirli bir fiyattan şirkete satmayı, şirket de bu ürünü satın almayı kabul eder. Bu tür an­laşmalar çiftçinin riskini azalttığı gibi, şirketin de hammadde bulmasını kolaylaştırır. Bu uy­gulama günümüzde İngiltere ile ABD'de ol­dukça yaygındır.
Buğday, mısır, pirinç ve sebze gibi geleneksel ürünler her zaman olduğu gibi bugün de yetiş­tirilmekte, ama yeni yöntemler ve deneylerle değişik iklim ve topraklara uygun yeni tarım ürünleri de geliştirilmektedir. Ayrıca geçmiş­te bütün ekini yok eden bazı hastalıklara karşı dayanıklı bitkiler de yetiştirilmektedir. Kim­yasal gübreler ve zararlı otlara karşı kullanılan ilaçlar da verimi artırmıştır. Ne var ki, bu tür maddelerin bazı sakıncaları da vardır. Her yıl kullanılan kimyasal maddenin etkisi azalmakta, etkili olabilmek için daha fazla gübre ve ilaç gerekmektedir. Bunun sonucunda yaba­nıl yaşam tehlikeye girmekte, kimyasal mad­delerin sızdığı içme sulan kirlenebilmektedir. Bu soruna çözüm bulmak için bazı çiftçiler eski organik tarım yöntemlerine dönmeye, zararlı hayvanlara karşı doğal yöntemleri ve gübre olarak hayvan dışkısını kullanmaya başladı.
Hormon ve kimyasal maddeler verilerek, hayvanlardan daha kısa sürede, daha fazla et elde edilebilmektedir. ciddi hastalıklar aşılar­la önlenmekte, tedavi için antibiyotikler kul­lanılmaktadır. Hayvanları küçük bölmelere koyarak yoğun beslemeye alma uygulaması yaygınlaşmıştır. Böylece birçok hayvan gün ışığına çıkarılmadan, yoğun olarak beslen­mekte ve hayvanların bu biçimde yetiştirilme­si geleneksel yöntemlerden daha ekonomik olmaktadır. Bazı kişiler bu uygulamayı acıma­sız bulmakta ve kimyasal katkı maddeleri içe­ren yemlerle beslenen hayvanların etinin insa­na zarar verebileceğini belirtmektedir. Çiftçi­ler ise, bu yöntemlerle hayvanlarına daha özenle bakabildiklerini ve yeni tekniklerden geri dönülmesi durumunda hayvan ürünleri fiyatlarının artacağını ileri sürmektedir.
Günümüzde çiftçilere daha fazla kazanç sağlayan birçok yeni bitki geliştirilmiştir. Bunlar genellikle, dünyanın bir bölgesinde es­kiden beri var olan ve işleme tekniklerinin ge­lişmesiyle yeni kullanım alanları bulunan ürünlerdir. Bugün dünyanın birçok yerinde soya fasulyesi büyük miktarlarda üretilmekte­dir. Soya fasulyesinden elde edilen yağ, marga­rin, sıvıyağ ve mayonezin yanı sıra boya ve ver­nik yapımı gibi alanlarda da kullanılmaktadır.
İnsanların yaşam biçimindeki değişiklikler tarımı da etkilemiştir. Yiyecekleri saklamada derin dondurma tekniklerinin gelişimi, don­durmaya uygun sebze ve meyvelerin geliştiril­mesini sağladı. Sebze ve meyvenin ambalajlanmaya başlanması kolay bozulmayan türle­re olan talebi artırdı. Beslenmede faîla hay­vansal yağ almanın zararlı olduğu inancı bir­çok insanın domuz ya da sığır eti yemekten vazgeçerek, "beyaz et "e, yani kümes hayvan­larına ve yağlı olmayan ete yönelmesine yol açtı. Ayrıca işlenmemiş tahıl gibi doğal bitki­sel yiyeceklere olan istek de arttı.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Avrupa'daki birçok ülke bazı sanayi ürünlerinde bir "ortak pazar" oluşturmak için birleşti {bak. AVRUPA TOPLULUKLARI). 1990'da Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üye 12 devlet vardı. Or­tak tarım politikası izleyen bu ülkelerde böl­gesel uzmanlaşma özendirilmekte ve çiftçile­rin birçok ürününe parasal yardım sağlanarak gelirlerinin artması desteklenmektedir. Bu­nun sonucunda ortaya çıkan fazla üretim AET tarafından depolanır. Avrupa'daki çift­liklerin çoğu küçük ölçeklidir. Bu nedenle birçok ülkede, çiftçiler bir araya gelerek koo­peratifler oluşturmuştu?: Şaraplık üzüm ya da sebze gibi ürünlerinin işlenmesinde ve amba­lajlanmasında ortaklaşa hareket ederler. Ko­operatifler aracılığıyla ortaklaşa hareket, çift­çilerin kazançlarını artırır.
19. yüzyılda Avrupalılar dünyanın hemen her yanında koloniler ve bu kolonilerde de tarımsal yerleşmeler kurdular. Sri Lanka'da kahve, daha sonra çay, Doğu ve Batı Hint Adaları'nda şekerkamışı ekildi. Kakao Gü­ney Amerika'dan Batı Afrika'ya götürüldü. İlk olarak Zaire ve Brezilya'da bulunan kau­çuk Malakka Yanmadası'nda da yetiştirildi. Ama bu plantasyonlar (büyük çiftlikler) dışın­da kalan yerel tarım-, her zamanki gibi sürdü­rüldü ve ilkel düzeyde kaldı.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra tarımın hâlâ geri olduğu yoksul ülkelere yardım etmek amacıyla örgütler oluşturuldu. 1945'te dünya­da tarımın gelişmesini sağlamak üzere eğitim programlan düzenlemek ve teknik yardımda bulunmak amacıyla Birleşmiş Milletler'e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) kuruldu.
Kuramsal olarak günümüzde üretilen yiye­ceğin herkese yetmesi gerekir. Herkese yete­cek kadar yiyecek olmasına karşın, dünyanın özellikle geri kalmış bölgelerinde insanlar ye­terince beslenememekte ve açlık çekmekte­dir. Gelişmiş ülkelerin birçoğunda ise insanlar çok miktarda yüksek nitelikli yiyecek tüket­mektedir. Araştırmalar bunun insanların sağ­lığına zarar verdiğini göstermektedir. Birçok insan artık daha doğal beslenme biçimlerine dönme gereğini duymaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder