Ana Sayfa Bilgi Bankası

18 Aralık 2010 Cumartesi

Petra Antik kenti

Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasındaki toprakları üzerinde yer alan Petra Antik kenti M.Ö. 400 ile M.S. 106 yılları arasında Nebatiler'e başkentlik yapmıştır. Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdüren antik kentte, evler, kiliseler taşların içi oyularak inşa edilmiştir. M.S. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan dolayı kent gözden düşmüş ve zaman içinde unutulmuştur. 1812 yılında İsviçreli gezgin Johann Burckhardt tarafından kent tekrar bulunmuştur.
2 bin yıllık bir sırrı saklıyor Ürdün çölleri. Sapasağlam ama insansız evler, gülkurusu rengindeki kayalara oyulmuş dev binalar, hiç ummadıkları anda şiddetli bir sesle helak olan Semud kavminin feci akıbetini fısıldıyor ziyaretçilerine.

Her ne kadar savaş muhabiri olarak Bağdat?ta savaşı izlemişte olsam, üç gün önce savaş haberleri geçsem de Türkiye?ye dönmek için Ürdün?e gelmiştim ve zorunlu olarak birkaç gün Amman?da kalmak durumundaydım, Buralarda eğer birkaç günlük boş zaman diliminiz varsa mutlaka yapmanız gereken şey, Ürdün çölü ortasında bulunan ?kayıp şehir? Petra?nın peşine düşmek olmalı. Çünkü hakkında çok şey duyduğunuz, kutsal kitaplardan okuduğunuz, arkeologların hakkında ciltler dolusu eserler yazdığı antik kentin dayanılmaz cazibesi, merakla birleşerek sizi çöle çekecektir. Bu tarih boyunca da böyle olmuştur. Hatta antik Petra?yı, Şam üzerinden Mısır?a giden İsviçreli seyyah Johan Burckhardt duyduğu bir menkıbenin peşine takılmasıyla keşfetmiş, yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır. Haçlı Seferleri?nin ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra Burckhardt tarafından yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı. Kayıtlara göre milattan önce 4. yüzyılda bütün Mezopotamya?yı tehdit eden Perslerden kaçan Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi?ne sığınırlar. Çöl düzlüğünün ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalara oyulmuş, aralarına dolanmış, üzerlerine çıkmış taştan bir şehir inşa ederler. Ölü Deniz?in 80 km güneyinde, Arap çölünün kenarındaki bu şehrin anfi tiyatrosu, tapınakları, sarayları ve mezarları vardı ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmişti. Putperestlikleri ile bilinen Nebatiler tanrıları Duşara için dev tapınaklar inşa etmişlerdi. Kullandıkları dil Arapça?nın temellerini teşkil eden Nebatilerle ilgili bilgilere Eski Ahit?in Tekvin bölümünde de rastlanıyor. Eski Ahit?te ?Nebayot? denilen halkın, Hz İbrahim?in oğlu İsmail?in 12 oğlundan en büyüğünün soyu olduğundan ve bu 12 soyun köyleri ile, obaları ile Mısır?a kadar olan topraklarda oturduklarından söz edilmekte. Petra ile ilgili Ürdün?deki yaygın kanı ise Kur?an?ı Kerim?de yok edildiği bildirilen kavimlerden Semud?un yurdu olduğu yönünde. Semud kavminin yurdu Kur?an?da Hicir ismiyle anılıyor. Hazreti Hud?un gösterdiği yola iman etmemekte ayak direyen Ad kavminin helakinden sonra bu bölgeye yerleşen Semud kavmi de zaman içinde azgınlığa sapmıştı. Yaklaşık 10 bin kişilik nüfusa sahip olduğu tahmin edilen Petra?da yaşayan Semud kavmi, Ad kavminin dillere destan yurdu İrem gibi azap yüklü fırtına ile yıkılıp gitmesin diye evlerini kayalara oymuşlardı. Salih (a.s) onları putperestlikten çıkıp Allah?a iman etmeye çağırdı. Kur?an?da anlatıldığı şekliyle Semudlular, ?Sen de bizim gibi bir insansın, eğer doğru isen bize bir mucize göster? dediler. Mucize olarak gözlerinin önünde kayadan bir deve yaratıldı. Fakat onlar azgınlıklarından vazgeçmeyip deveyi kesip yediler. Salih Aleyhisselam Semud kavminin başına gelecek felaketi haber verip inananlarla birlikte şehri terk etti. Geride kalanların ilk gün yüzleri sarardı, ikinci gün kızardı, üçüncü gün ise kapkara oldu. Bu belirtilerden felaketin gelmekte olduğunu anlayarak büyük bir korkuya kapıldılar. Korkudan çıldıranlar, hatta ölenler oldu. Sonunda korkunç bir ses gelerek Semud kavmini helak etti. Bir anda gelen o şiddetli ses Semud?un kayalara oyulmuş yurdunu sonsuz sessizliğe boğdu. Hazreti Peygamber?in (s.a.v), ashabı ile Tebük seferine giderken yolu bu bölgeye uğradığında bölgeyi tanıttığı, hatta Hazreti Salih?in devesinin çıktığı kayayı bile gösterdiği kaynaklarda kayıtlıdır. Bu rivayetlerde dikkat çeken bir nokta da Peygamber Aleyhisselam?ın ashabını azaba sahne olan bu mekanda fazla oyalanmamaları, buradan su içmemeleri konusunda uyarmasıdır.

Yaklaşık 100 kilometrekare alana yayılan Petra?yı hakkıyla gezmek, tüm tepelerine tırmanıp, tüm vadilerinde yürümek istiyorsanız dört beş günü gözden çıkarmak gerekiyor. Şehri ?şöyle bir gezmek? bile birkaç güne ancak sığabilir. Antik Yunan ve Roma uygarlıklarıyla çağdaş olan Petra her iki kültürün mimarisinden ve sanatından fazlasıyla etkilenmiş. Aslında şöyle de denebilir. Petra; Efes türü klasik bir mimarinin Ihlara Vadisi türü kayalık bir dokuya kazınmış halidir. Fakat bir farkla; burada her yer gülkurusu renginde. Petra kentini gezmeye başlamadan sizi karşılayan küçük bir köy var. Tüm geliri Petra üzerine kurulu Wadi Musa Köyü küçük pansiyonlarla dolu. Hatırı sayılır bir parayı ödedikten sonra antik kente girdiğiniz zaman etrafınızı saracak at kiralamak isteyen kişilerle sıkı bir pazarlık yapmakta fayda var. Ama siz de benim gibi fotoğraf çekip her metresini keşfetmek istiyorsanız akşam üzeri bir köşede, ağrıyan ayaklarınıza masaj yapmak zorunda kalabilirsiniz. Antik kentin ilk göze çarpan unsuru Obelisk Mezarlar olacaktır. Yaklaşık 40 adet bu tip mezar var ve ardından da Al Madras adı verilen kutsal alana ulaşılıyor. Nebati tanrılarından Duşara?ya adakların adandığı bu alan sunaklar ve yazıtlarla dolu. Buralardan sonra kendinizi dar bir geçitte buluyorsunuz. Yaklaşık üç kilometrelik bu kanyon kaya masifinin tektonik hareketler sonucu yarılmasıyla oluşmuş bir koridor. Kayaların yüksekliği zaman zaman 300 metreyi buluyor. Grilerin ve sarıların birbirine karıştığı karanlık geçit bitmeye hazırlanırken kayalara dantel gibi oyulmuş sütünlu dev bir yapı çıkar karşınıza. Bu Petra?nın en büyük süprizlerindendir. Hazine olarak bilinen bu yapı adını, korsanların buraya define sakladığını anlatan 19. yy hikayelerinden almıştır ancak aslında bir anıt mezardır. Yüksekliği 40 metreyi bulan iki katlı yapı define avcılarının da gazabına uğramış aslında. 



Petra?nın merkezine yaklaşırken mezarların, anıtların sayısı artıyor. Antik tiyatroya gelmeden başlayan ve arkasına doğru devam eden mezarlık, Tiyatro Nekropolü diye biliniyor. Doğal bir yamaca yaslanmış 8 bin kişilik antik tiyatro tipik bir Yunan eseri. Antik tiyatrodan sonra ise şehrin merkezi sayılan sütunlu yol geliyor. Bölgede yaşayan bedeviler buraya Firavunun Kızının Sarayı adını takmışlar. Ama ne tarihi ne de arkeolojik olarak bu adın bir karşılığı yok. Burada Petra?nın en görkemli bölümlerinden birisi olan Nebati krallarının kaya mezarları geliyor. Siz kırmızı kayalardaki görkemli mezarları incelemek isterken bir şeyler satmaya çalışan bedevi çocuklardan yakanızı kurtarabilirseniz taş merdivenlerden zirveye kadar çıkıp etkileyici manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Biraz tırmanmayı ve tabii terlemeyi gerektiren yolun sonunda ise Al Deir yani Manastır var. Bu dev yapı Bizans devrinde kilise olarak da kullanılmış. Yapının bulunduğu noktadan batıda Wadi Araba?yı, güneydoğusunda Musa Vadisi?ni ve Hazreti Harun?un mezarının bulunduğu Harun Dağı?nı göreceksiniz. Bir diğer tırmanış ise Madbah Dağ?ının üzerine yapılacak. Kutsal yoldan bir buçuk saatlik çıkış sizi Petra?nın en kutsal alanına, hayvanların kurban edildiği Adak Meydanı?na getirecek. Daha ileride ise diğer tarihi kalıntılar var. Eğer Petra?ya uçaktan bakarmış gibi bakmak istiyorsanız Umm Al Biraya tepesine tırmanmak gerekiyor. Ama hemen söylemek gerek bu tırmanış dar ve antik bir yoldan yaklaşık 3 saatte yapılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder